İnsan öğrenmek için başka insanların sosyal davranışlarını seçmeli olarak taklit eder.
Sosyal davranışlarımız insan iletişiminin en temel hareketleridir.
Bu taklit yeteneği her insanda olmasına rağmen aynı öğrenmek gibi farkında olmak ve neden diye sormak ile başlıyor.
Neden bazı insanlar bu hisleri yani empati duyguları çok gelişmişken bazı insanların sanki duyguları anlama kapasiteleri çok düşük.
“Empati: başkalarının yerine kendini koyarak duygularını ve düşüncelerini anlamaktır.”
Bizim konumuz yaşadığımız sistemin insanları nasıl duyarsız vahşi bir katile dönüştürdüğünü insanlıktan çıkardığını anlamaya çalışmak.
İnsanları anlamak?
Bir çok insandan duymuşsunuzdur “beni anlamıyorlar,” sözünü.
Bu söz gençlik çağlarında çok fazla kullanılsa da empati olarak gelişmemiş insanlarda ölünceye kadar sürer.
“Anne olmadan anneliği anlamak zordur” dese de annelerimiz genç kızlarımızın ortak noktası aynı biyolojik yapıya sahip olmaları yani çocuk doğurmak günümüzde çok kolay araştırılıp öğrenilecek şey.
Anlamak yada anlamaya çalışmak durup düşünmek için kendine zaman ayırmak nedenleri sorgulamak çok önemlidir.
İnsanın sorunu hızlı tüketim süreci içinde insanlığını yaşamadan tüketmektir.
Çocukluk bittiğinde sistemin istediği nitelikli bir eleman olduğunu ispat etmen gerekir.
Zaman hızla geçiyor okulun bittiyse bulabilirsiniz hızlı biçimde iyi bir dişli çarkı olmalısınız.
Çalıştığınız hangi iş kolu olursa olsun rekabet ile karşılaşacaksınız, rakibin seninle aynı sınıfın insanı yani açlıkla terbiye edilmiş ailelerin toplumun çocuklarısınız.
Kızlar mevki ve makam için savaşmanın doğal olduğunu daha iyi giyinme makyaj ve bakım için bütün kazancını harcayabilir.
Rekabetçi duygu daha iyisi daha daha iyisi olarak duygularını tüketerek kriz bunalım içinde kendilerini tüketirler.
Kadını en iyi anlayan bir başka kadındır.
Yani olması gereken budur oysa “kadın kadının kurdudur” sözleri sistemin rekabetin devamı için uydurduğu bir sözdür.
Sistem savaş ister ister. Kadın isterse erkek olsun hatta çocukların rekabetçi ortamı okullarda başlar yarışmalar maçlar taraftarlık duyguları hep buna hizmet eder.
Bu duygularımız rakip, düşman tarifi olarak tarihsel olarak anlatılır.
Sanki dün gibi ulusal savaşlar milli doğuş hikayeleri anlatılarak şoven algılarımıza mesajlar bırakılır.
İnsan görsel olarak öğrenmeye yatkın bir canlıdır.
Doğumdan itibaren bize öğretilen cinsiyet ayrımcılığı, ötelemiş insanlar, düşman toplumlar ve nasırlaşmış anlama-ma duygularımız.
En büyük eksikliğimiz karşımızda kim olursa olsun anlamak için empati kurmak.
İdeolojik doğrular için bir insanın boynunu koyun gibi kesmek yada bir AVM’de 147 insanı duyarsızca katletmek.
Sadece karşındakinin insan olduğunu unutmak yada insanlığını yitirmek empati duygusunun yitimidir.
Dünya ayrışıyor ilkel ve vahşi insanlara karşı empati duyarak insan topluluklarını aydınlık, bilimsel temelleri olan insanca yaşanacak zamanlar için mücadele edenler olarak ikiye ayrılıyor.
“Sevmeyi bilmeyen insan devrim yapamaz” yazar kentlerin sokakların da
İnsan temelli değerleri savunmak hümanizm demek değildir.
Hümanizm burjuva aydınları tarafından piyasa sürülmüş liberalizmden başka bir düşünce değildir.
Sulandırılmış insan hakları söylemidir.
Tabi ki hiçbir değeri yoktur.
Toplumlar evrilerek zamanın içinde farklı formlara bürünürken ezen ve ezilen sınıflar hiç değişmemektedir.
Sadece koşullar dibe vurduğunda toplumun emekçi kesimleri bu krizi ilk hissedenleri olduğundan dolayı tepkisi örgütlü mücadele Savaş ve iktidarı değiştirmek hedefi olmaktadır.
Empati; ezilenlerin aynı ateş içinde yandığını hissetmektir.
Karl Marx işçi sınıfı için ” zincirlerinden başka kaybedecek neyimiz var” diye sorar.
Günümüzde işçi sınıfının mülkiyet kavramı borç içinde alınan ev, beyaz eşya seti benzinsiz arabaları mevcut yani zincirlerin ağırlığı arttıkça artmış. Bunu düşünmemesi için uyuşturulmuş bilgi bombardımanı olan televizyon cep telefonu ve aylık ödemek zorunda olduğu faturaları sanki doğuştan doğal kabul ettirilmiştir.
Bu sınıfına yabancılaşma empati eksikliği ve hatta düşmanlaşması bir iki varlık edinmesi ve parasının olmasını kendisini burjuva sınıfından sayması/sanmasını sağlar.
Toplumda “parasız erkek gereksiz erkektir” yada “parasız erkeği annesi bile sevmez” gibi genel bir algı oluşturulmuştur.
Yani Sevgi dediğimiz duygu para ile yer değiştirmiştir.
İnsanın sadece sınıfına yabancılaşması empati eksikliğini bir parça açıklasa da asıl büyük sorun insanlığa ve kendine yabancılaşmasını getirmiştir.
Çözüm üretememek adına kendini suçlamış kompleksi bir kişilik geliştirerek yaşamı anlamak adına çok farklı alanlara kaymıştır.
Gerçek var olan kendi sınıfsal sorunlarını ya metafizik inançlarla yada hazır ideolojik kalıpların içine saklanmıştır.
Türkiye toplumunun düşman olarak gördüğü uluslararası sermayenin Türkiye burjuvazisi ile kendini sömürdüğü sınıf olarak görmek yerine din ve millet düşmanı olarak görmek daha kolay geliyor.
Zaten sistem sürekli bunu hatırlatıp unutmamasını sağlıyor.
Biz yine insanların empati eksikliğine gelelim.
Birey ilk önce insan olduğunu unuttu bunun yerine din, ırk, ideolojiler öncü oldu.
Kızgınlıklarımız, sevgilerimiz, acılarımız bu anlayışlara göre evrildi.
Öyle ki savaşlarda katliam yapan ülkendeki askerse haklı bularak sakince kabul ettik.
Oysa aynı ırktan ya da dinden ya da ideoloji den olan insanlara yapılan “şey”de rahatsız olduk.
Temelimiz karşı çıkışımızı insanlık üzerine kuramazsak zulüm yapan sensin yani bunu kabul edip onay verişindir.
Dünyaya bir Marksist olarak bakarsak sınıf temelli olarak iki sınıfın Savaşı’nda tarafız, ezen ve ezilenin olduğu bir dünyada ezilen çoğunlukların yaşadıklarını hissetmek zorundayız, bir avuç sermaye birikimi yapmış zengin sınıfın kıta’lar arası savaş, açlık ve sefalet için birbiriyle yarışmasını engellemek ezilen halkların görevidir.
Sınıfsal düşünmek sadece işçi sınıfını yani proletarya yı temel almaz.
Ezilen çoğunlukların her bireyi sınıf olarak acılarını yokluklar ve yaşam zorluklarını içseleştirip anlamalı ve daha iyi bir yaşam için beraberce çaba harcamalıyız.
Tahrip edilen toprak, ormanlar, hayvanlar ve denizlerle aynı insanlar da olduğu gibi empati kurmalı ve gücümüz yettiğince bu zarara engel olmalıyız.
Empati sadece acıları süzgeçten geçirmek değildir.
Mutlu günlerin yaşanmasında da gerekli olan bir duygudur.
Kazanılan zaferlerde ve o büyük gün geldiğinde muhakkak ki ezilenlerin Bayramı olacaktır.