Mizojini, kadına karşı duyulan soğukluk, antipati, korku ve düşmanlık olarak tanımlanır. Bu durum 21.yüzyılda, insana hiç yakışmayacak bir anlayıştan kaynaklanır. İnsanlığın bir ayağı olan kadına karşı duyulan bu korku ve düşmanlık belki de insanın en zayıf yanıdır.
Toplumsal algı ve davranışlarımız karşı cinsi yok sayma anlayışı yaratmamalı, doğal olan doğallığını korumalıdır. Kimsenin birilerini yargılama hakkı yoktur. Yargılama sadece kişinin öznel durumu olarak kalır. Baskı altında yaşanan şeylere insan daha çok sahip çıkar, onu savunur hatta korumak için örgütlenir.
“Familya” sözcüğü, bugünkü dar kafalıların anladığı şekliyle duygusallıktan ve evsel çekişmeden birleştirilmiş bir ideal anlamına gelmez; Romalılarda, ilk olarak karı-koca ve çocukları için değil, tersine, yalnız kölelerle ilgili bir terimdir. Famulus bir ev kölesini ve familia da bir adamın sahip olduğu tüm köleleri ifade eder. Daha Gaius zamanında, familia, id est patrimonium (yani kalıt payı) vasiyetnameyle belirleniyordu. Bu deyim, Romalılarca, başkanın kadını, çocukları ve belirli sayıda kölelerini ifade ederdi. Romalı babalık erkine göre öldürme ve yaşatma hakkıyla, buyruğunda bulundurduğu yeni bir toplumsal organizma için türetilen bir deyimdi. (Kadın ve Aile, Karl Marx)
Tarihsel olarak kadının rolü coğrafi iniş ve çıkışlar içinde evrimleşmiştir. Afrika, Asya coğrafyasında zaman zaman anaerkil klan ve kabile hatta krallıklar kurulsa da bunlar zaman içinde güçlü ordular tarafından yıkılmış ataerkil yapılara dönüşmüştür.
Anadolu’nun Karadeniz bölgesinde Amazon kadınlarının tarihi hala anlatılmaktadır.
Afrika’da bugün bile anaerkil topluluklar mevcuttur. Tuareg kabilesi 1,5 milyon kişidir.
Çin de bir kadın krallığı olan Mosuolar 400 bin nüfusa sahiptir, kadın ailenin reisidir ve çocuk annesinin soy ismini kullanır. Kadınlar özgürce cinselliği yaşar ve kimse yargılamaz.
Dünyada belki de hiç birbirine yakışmayan ve yan yana bile gelmesi saçmalık olan iki kelime, “kadın ve şiddet” nedense toplumlara doğal gelmektedir. Biz bunun nedenlerini ve mazeretlerini farklı biçim de okusak da kadın cinayetlerinin derinliğine kolayca budur demek yanlış olur. Biz yine de ipuçlarını tarihin derinliklerinde yakalayacağız.
İnançlar ve çeşitli din felsefelerini incelediğimizde, kadınların insan doğuran hayvanlar olduğunun anlatıldığına şahit oluyoruz. (Suudi Arabistan da 2016 tarihinde Kadın İnsan mı semineri yapıldı, tabi ki çıkan sonuç kadınlar insan doğuran hayvandır oldu.)
İlk çağlarda kadının erkeğiyle beraber ava çıktığını, cinsel ayrışmanın olmadığını, her üretilenin paylaşıldığını ve üretilenin beraber olmasından dolayı erkeğin egemenlik gibi bir sorunu olmadığını görüyoruz. Antropoloji araştırmaları, klanlarında kadın sayısı az bulunduğu için başka klanlara baskınlar düzenlendiğini ve kadınların bir esir gibi değil klandan bir kişi gibi muamele gördüğünü ortaya koymuştur. Burada yaşamak için yeni durumuna hızlıca uyum sağlayan kadınlar, klanın bir parçası olarak saygı görüyorlar.
Kabile yaşamında da kadının şiddet görmesi için bir neden yok. Paylaşım ve komünal ilişkilerde kadınlar doğurganlık artısı olduğu için herkes tarafından sahipleniliyor. Hatta ana erkil kabileler kadına arı kraliçe muamelesi yapıyor. Evlilik söz konusu olmadığından kadınların kabiledeki erkeklerle çiftleşmesi ve doğacak olan çocukların baba olarak kabiledeki bütün erkekleri benimsemesi kabul görüyor.
İnançların topluluklara yön vermesi ile toplumsal kuralların konulması bir anlamda kadın düşmanlığının temellerini oluşturuyor. Neden seri katillerin çoğunluğu Fundamentals bir ortamdan çıkmış ve fanatik dindarlardır? sorusunun cevabını bir sorgulamamız gerekir.
Sümerler uygarlığı da anaerkil olarak başlayıp ataerkil olarak sonlanmış bir uygarlıktır. Dişil tanrıçaları “sur”a sürülen tanrıça İnanna’dan sonra eril tanrılar hüküm sürmüş kadının statüsü buna göre değişmiştir. Buradaki fark ekonomik olarak üretimde erkeğin rolü artmış söz sahibi konumuna gelmiştir. Kadının rolü ise evlilik adı altında eve kapatılmak olmuştur.
Aynı yolu takip eden Sümer kültürünün devamı niteliğinde olan Ortadoğu’yu ve Asya, Afrika coğrafyasını etkileyen üç büyük dinden ilkinde yani Yahudi inancında kadın düşmanlığına bakalım önce. Tevrat da yaradılışın tekvin bölümünde kadının yaratılışına dair iki farklı anlatım vardır. Bir bölümünde kadın ve erkeğin birlikte yaratıldığı ikinci ve herkesin kabul ettiği bölümünde ise önce erkek- Âdem yaratılır sonra yalnız sıkılmasın diye Havva yaratılır. Tabi ki Havva’nın insanlığın cennetten kovulmasına sebep olması hikâyede daha trajiktir. Tevrat da kadınlar hakkında birçok kötü anlatımlar zaten yaşama yansıdığı için araştırmayı okuyucuya bırakıyorum.
İkinci olarak Yahudiliği eski ahit olarak eksiksiz takip ederken, bir yandan da yeni kurallar koyan İsa adını kullanan Aziz Pavlus’un kurduğu Hıristiyanlıkta da Tanrının oğlu İsa’yı doğuran Meryem kadın olsa da yine de kadının konumu değişmiyor. Hıristiyanlık tarihi binlerce kadının cadı olarak engizisyon mahkemelerinde yargılanıp yakılarak öldürüldüğünün tarihidir aynı zamanda. Engizisyon mahkeme başkanı, ağırlık bağlanmış kadının (Cadı) eğer suyun yüzüne çıkarsa günahsız olduğunu kanıtladığına, suyun yüzüne çıkamazsa günahın ağırlığından çıkamadığına karar veriyordu.
İslam İnancında da kadınlar için onlarca ayetler ve hadisler bulabilirsiniz.
Kadın erkeğin tarlasıdır. (Bakara 223)
Kadın dövülür. (Nisa 34)
Kadın cariyedir. ( esir köle) ( Ahzap 50)
Kadın ganimettir. (Ahzap 50)
Miras erkek 2 alır kadın 1 (Nisa 11)
Eril toplumların mirası, bilinçaltı deryasındaki özel yerini çağlar boyunca korumuş günümüz toplumlarının hastalıklı düşüncelerine dönüşmüştür. Kadın biat kültürünü kabul ederek hayatını kolaylaştıracağı yanılgısına düşmüştür. Kadın mücadele tarihine baktığımızda üzerinden yüzyıl bile geçmemiştir. Kendi aynı tuzağın içinde bulunduğu halde koşulu kabul ettiği gibi yeni nesillere de aynı kabullenişi aktarmıştır. Mizojini (kadın düşmanlığı) nı doğal olarak çocuklarımıza biz öğretiyoruz. Eril babaya evin reisi olarak kadını ve çocuğu hırpalama hakkını kadınlar kendileri sunuyorlar.
“Babadır sever de döver de…” sözü maalesef hepimizin bildiği ve kullandığı yanlış bir söylemdir.
Çocuk büyürken edindiği deneyimlerini hayata geçiriyor ve maalesef kadın düşmanlığını yaşayan kişiyi de yine bu toplum yaratıyor.
Bu yazıyı yazarken İran’da, Mahsa Amini adında bir genç kızı İran ahlak polisi saçının bir bölümü görünüyor diye döverek öldürüyor. Bu kadının saçından duyulan korku en güzel Mizojini -kadın korkusu- göstergesi.
Kadının doğallığı için savaştığı bir yaşam var dünyada ve onun karşısında da doğallığını yaşamasını istemeyen iktidarlar, hükümetler ve evdeki hâkimiyet sahipleri mevcut. Mizojini bireysel bir olay değildir, toplumsal bir olaydır. Son bulması için de kültürel olarak insan cinslerinin farklılıklarının yaşamın en güzel farklılığı olduğunu toplumun her bireyine anlatmak gerekir.
Küçük, büyük nerede bir kadın mücadelesi varsa yanlarında olmalıyız. Bu kangren olmuş bir savaştır.
Yeri geldiğinde tahrik manipülasyon taktikleri kullanarak yeni mücadele biçimlerine sebep olmalıyız. Çünkü kadın mutlu olursa insanlık mutlu olur.