Devlet kişiler değil kurumlar silsilesidir. Cumhuriyet kurulduğunda Osmanlı Devleti yıkılarak yerine sıfırdan yeni bir devlet kurulmadı.
Osmanlı Devlet Kurumları aynen devam etti. Cumhuriyet isim olarak konuldu ve kurumların isminin başına da Cumhuriyet eklendi.
Polis Kurumu 1845 de Sultan Abdülmecid tarafından “POLIS” adı ile İstanbul’da bir teşkilat olarak kuruluyor. Bugünlere kadar gelen kurum işte o polis kurumudur. Yine
Osmanlı’da Emin, Defter-Emin’i gibi vergi toplayan, tapu kayıtlarını tutan aynı zamanda sarayın, ordunun muhasebesiyle ilgilenen defterdarlar mevcuttu. Bugünkü vergi daireleri bu kurumlardan gelmedir.
İstanbul Eminönü semtinin adı da buradan gelir. Yabancı gemiler kıyıya yanaştığında bir birine seslenenlerin
“Nereye gidiyorsun?” Sorusuna “Eminönü’ne” diye verilen cevaplardan kalmıştır.
Denizcilikte Deniz Kuvvetleri kendi tarihlerini Çaka Bey-Çaga Bey’den başlatır.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra 1078 de İzmir bölgesinde bir beylik kuran Çaka Bey, Ege Denizinde ilk Türk donanmasını kurduğu ve başarılı savaşlar verdiği için Ordu Çaka Beyi ilk amiral olarak kabul eder.
Bunları daha da uzatabiliriz.
Cumhuriyet’in kuruluşundan önceki döneme gitmeden, Cumhuriyet döneminde olanları yorumlamak istersek biraz güdük kalırız.
Cumhuriyet’in kurucularınında örgütlendigi İttahat ve Terakki Cemiyetini ve onun öncesinde “Teşkîlât-ı Mahsûsa” yı bilmezsek, Türkiye’de yapılan 27 Mayıs, 12 Mart,12 Eylül darbelerini ve sonrasını, bunların nedenlerini, devletin nasıl işlediğini anlamamız imkansızdır.
Bu diyalektik bir bağdır.
İttihat ve Terakki tarihi, Osmanlı’nın Balkanlar’da çöküşü ve Fransız İhtilalinin Balkanlar’da milliyetçi ayaklanmaların başlamasına neden olduğu döneme denk gelir.
Balkanlarda, Afrika’da, Arap Yarımadasında yaşayan uluslara, bir millet olduklarını, ayaklanıp kendi devletlerini kurmaları gerektiğini İngiliz emperyalizmi hatırlatır.
Bu topraklarda savaşı körükleyen İngiliz emperyalizmi, Osmanlıya karşı savaşan her milliyetçi unsuru silah, cephane, strateji ve taktiksel olarak destekler.
Bu arada Osmanlı’nın içinde hiç sevilmeyen bir millet olan Türk’ler başka ülkeleri sömüremeyen ve yeni esir oğlanların gelmediği Yeniçeri Ocaklarının kaldırılmasında etkili olmuştur. (Vak’a-i Hayriye olayı)
Bu toprakların çocuklarının asker ve subay olmaya başladığı
Vaka-i Hayriye “Hayırlı Olay” 16 Haziran 1826 tarihinde gerçekleşir.2.Mahmut İstanbul’da Yeniçeri Ocağını topa tutar, sağ kalanları da idam eder.
Asakir-i Mansure-i Muhammediye, (Muhammedin Zafer Kazanmış Askerleri) adında yeni bir Osmanlı ordusu kurulur. İşte burada devlet geleneğinin yok edici yanını daha net görüyoruz.
Siz yıllarca Sultan’ın özel muhafızları olun ve bir emirle toplu katliamla yok edilin.
(Sırası gelmişken Japonya’da da İmparatorluk aynı yeniliği getirmek isteyince samuray ayaklanması olmuş, neticesinde tabiki uzaktan ateşlenen silahlara hiç bir şey yapamamış ve yenilmişlerdir. Hollywood bu konuyu işleyen “Son Samuray” adlı bir film de yapmıştır.
Osmanlı Devleti, Anadolu’dan getirdiği gençleri önce Askeri İdadisi ve bu okulun yükseği olan Harp Okullarına almaya başladığında, hakimiyeti altındaki topraklarda, Afrika’da, Avrupa’da Kıbrıs’ta topraklar kaybediyordu.
Yeni yetişmiş gençler bu durumu sorguluyor ve bunun önüne nasıl geçebiliriz diye fikirler yürütüyordu. Bu fikir sahiplerinin oluşturduğu küçük guruplar zaman içinde birleşerek, Jön Türkler hareketini yaratmıştır. Sonrasında
İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulur.
Mustafa Kemal örgütleyici bir kişilik olduğundan arkadaşları ile Vatan ve Hürriyet adında gizli bir cemiyet kurarlar.
Zaman içinde bu Örgütler ittihat ve Terakki çatısı altında toplanarak güçlü bir yapı oluşturmuşlardır.
(Mustafa Kemal’in örgütteki adı Sarı Paşa’ dır.)
Aslında amacım tarihi anlatmak değil. Okur bunları zaten istediği yerden öğrenebilir. Ancak devletin sürekliliğini anlatmak için örneklemek gerekli olmuştur.
Kurtuluş Savaşı’nın komutanlarının, istihbarat subaylarının bir çoğunun bağlantısı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Teşkilatı Mahsusa üyeliğinden gelir.
(Ayrıca Çanakkale Savaşı’nda edinilmiş ilişkilerden.)
Hatta İttihat ve Terakki liderlerinden Talat Paşa, bir Ermeni tarafindan vurulmadan önce 22 Kasım 1919 da da Mustafa Kemal’e yolladığı bir mektupta memleketin kurtuluşu için yaptıkları çalışmaları anlatıyor.
Kendisine görev verilmesi halinde her görevi yapacağını söylüyor.
Mustafa Kemal 20 Şubat 1920 de Kurtuluş Savaşı’nda yaptığı çalışmaları anlatıyor. Hatta “varsa 50 bin lira” para göndermesini istiyor.
Talat Paşa’nın öldüğünü duyan Mustafa Kemal paşa ağlamıştır.
Bu örneği vermekteki amacım, Devlet ve milliyetçilik temellerinin bu gibi örgütler tarafından şekillendirilmesi ve ittihat ve Terakki geleneğinin Cumhuriyet dönemi darbelerinin meşruiyetini sağladığını göstermektir.
Babıali baskını sürecinde İttihat ve Terakki militanı Yakup Cemil tarafından, Harbiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa öldürülür.
Böylelikle milliyetçi darbelerin ve katliamların ilk adımı atılmış olur.
Aydın olan ve devlet kadrolarında yer bulmuş siyasetçiler, meşru ve gayri meşru yolları kullanmaktan hiçbir zaman çekinmezler. İttihat ve Terakki ile başlayan, muhalefet olan kişi yada zümre kim varsa imha edilmeli geleneği hala bu ülkede acımasız bir şekilde
devam etmektedir.
(Bu anlayış tarihler boyunca birçok ülkede uygulanmıştır, benzerlikler de çoktur fakat bu zihniyet bu ülkede 120 yıldır kanıksanmıştır.)
Türkiye Cumhuriyeti’nin faşizan darbelerle binlerce insanı işkenceden geçirip, bunu yapmasaydık “bu ülkeyi satacaklardı” gibi imkansız bir sözün arkasına saklanması, İttihat ve Terakki’nin, “Padişah bu ülkeyi yönetemiyor ve topraklarımız kapitülasyonlar bahane edilerek satılıyor.” argümanı ile aynıdır.
Burada İttihat ve Terakki’nin haklılık payı vardır olan budur ve buna karşılık verilmelidir.
İktidara gelen İttihat ve Terakki ideolojik olarak Balkan Savaşları sonucunda Turancılık ve Pantürkizm Cemiyeti içinde daha fazla seslendirilmeye başlamıştır.
Bu tavır Osmanlı topraklarında beraber yaşamak isteyen Arap toplumunun daha fazla ayrışmasına yol açmış, Arabistan ve Mısır da Arap milliyetçiliği hızla yayılmıştır.
Burada bir parantez açayım, CIA ajanı Graham Fuller’in”Yeni Türkiye Cumhuriyeti” ve “Neo Osmanlıcılık” kitabını AKP uygulamaya koyar. “Milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım”deyimi buradan gelir.
Bir zaman sonrası milliyetcilik temel bağlantısının emperyalist anlayış için tehlike arz ettiği görülür. Biat kültürü için dinin kullanılması daha uygundur. Suudi Arabistan gibi.
İttihat ve Terakki’nin homojen yapısı şöyledir. Üst kademe saraya yakın kişiler asker ve bürokratlar, alt kademe kabadayılar, sokak serserileri, uyuşturucu müptelaları…
Bunlar zaman zaman bugünki gibi partiye muhalefet olanları sindirmek ve yeri geldiğinde infaz etmekle görevlilerdi. ( Tanıdık geldimi ?)
Burada İttihat ve Terakki’nin 10 yıllık iktidarında olayları ve suikastları yazmak onlarca sayfa ister. Zaten okurlar uzun yazılar okumak isterse bu dönem kaynaklarına bakabilirler.
(İttihat ve Terakki tarihini araştırın! )
Fakat Cumhuriyet döneminde kurulan İttihat ve Terakki’nin devamı olan Terakki Perver Cumhuriyet Fırkasının Atatürk’e karşı İzmir suikastını organize etmesi kadroların sisteme zarar vereceğini gösterir. Bu olaydan sonra 1926 da Terakki Perver Fırkasının suçlu suçsuz tüm kadroları idam edilir.
Karşı çıkan kim varsa ya meşru mahkemeler kurularak yâda gayrimeşru olarak infaz edilir.
(Suikastı örgütleyen İttihat ve Terakki’ nin en önemli şahıslarından biri Kara Kemal’dir, İzmir’de tutuklanmaya çalışıldığında saklandığı kafeste kafasına kendi tabancasını ateşlemiştir. Söylenen budur.)
Türkiye tarihinde 27 Mayıs darbesi 12 Mart ve 12 Eylül burjuva darbeleri geleneği Cumhuriyetin mayasında vardır. Bu gelenek İttihat ve Terakki’nin Babıali Baskınında başlamıştır.
Cumhuriyet, aydın askerler tarafından kurulmuştur ve asker oligarşisi bu devletin sahiplerinin her zaman kendileri olduğuna inanmışlardır.
Halk, vatandaş, birey bunların umurunda bile olmaz. Gençlerine acımasızdır, anlamaya çalışmaz onlar sadece güdülecek koyundur.
Adolf Hitler’in en büyük hayranlık duyduğu kişi Atatürk’tür bunu röportajlarında sık sık söyler.
Atatürk ten bahsederken “1. Dünya Savaşı’nda yenilmiş iki devlettik. Atatürk kendi devletini kurup bağımsızlığını ilan etti, şimdi bizim sıramız” diye söz eder.
Hatta Atatürk’ten sonra gelen idarecileri “basiretsiz”bulur.
Burada Hitler’in Atatürk’ü lider olarak örnek aldığını söyleyebiliriz diğer türlü bir kıyas söz konusu değildir.
Atatürk 1933′ ler de Hitler’in dünya savaşı çıkartabileceğini öngörür.
Fakat Musolini için beceriksiz der.
Cumhuriyet kurulduktan sonra Devletin bekası adına onlarca mahkeme kurarak insanları idam ettiler. Silahlı militanlar kahve taramaları ile yargısız infazlar gerçekleştirdiler.
Ülkü ocakları gençlerini kullanarak Maraş ve Sivas da, Malatya ve Çorum’da Alevi ve devrimci katliamlarını hayata geçirdiler (Bunlar mahkeme önüne çıktılar sonra salındılar. Bazıları da Ökkeş Kenger, Mehmet Leblebici gibi parlamentoda milletvekili oldular.)
Devlet terörü sadece bizim topraklarımıza ait birşey değil. Burjuvazi kendi çıkarlarına düşman olan herkesi öldürme hakkı olduğuna inanır.
Almanya’da 1970’ler de sol bir hareket olan RAF: Rote Armee Fraktion olan Kızıl Ordu Fraksiyonu, örgütün önemli isimlerinden Andreas Baader ve Ulrike Meinhof yakalandıktan sonra ne garipdir ki cezaevi içinde infaz edildiler. (Kafalarına birer kurşun sıkılmış halde bulundular ancak kimse sıkı güvenlikli bu cezaevinde, ayrı koğuşlarda tabancayı nasıl buldular kafalarının arkasına nasıl sıktılar bunu sormadı!) Alman Devleti intihar dedi.
Amerika,Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra CIA kanalıyla paramiliter parti ve gençlik hareketlerini örgütler. Tabiki bu sadece Türkiye’de değil bütün NATO ülkelerinde istihbarat ve askeri yardım bahanesiyle yapılır. Düşman Sovyetler Birliği ve Türkiye de gelişen devrimci muhalefettir.
Plan şudur: Sovyetler askeri olarak Türkiye’ye saldırdığında saklanan silahlar, eğitilmiş milliyetçi gençlik tarafından Amerikan ve NATO askeri birlikleri gelinceye kadar Sovyetlere karşı kullanılması.
(Bu arada bilginiz olsun dağılan Sovyetler birliğinin arşivlerinde Türkiye’de hiç bir örgütlenmeyi desteklemediği ortaya çıkmıştır. Hatta hiç ilgilenmemiş.)
DEVLET: Kurumların toplamıdır yani devletin vergi toplayan, eğitim yapan, sağlıkla uğraşan, emniyetini ve dış güçlere karşı ülke sınırlarını koruyan kurumları toplumu terörize etmez.
Burada bu kurumları kendi çıkarına kullanmak isteyen ülkeler ( uluslararası sermaye) herzaman yerli sermaye ve işbirlikçi çeteleri kolayca kullanıma sokar.
Devletin gücünü arkasına alan (partileşmiş çeteler) emniyete ve yargıya kendi militanlarını yerleştirerek suçtan kolayca sıyrılacaklarını bilirler.
Geçmişte Mehmet Ağar ve çetesi güzel bir örnektir. Günümüzde hala devam etmekte olup adalet kim bilir ne zaman o semte uğrayacaktır.
Nedense iktidarlar her zaman gizli bir şekilde gayrimeşru dünyayla iç içedir.
Bu örgütler Güneydoğu da Kürt sorununun bitmesini kesinlikle istemezler çünkü işlenen suç kolaylıkla vatansever kimliğine bürünmekte ve adalet bu bölgede işlememektedir.
Jitem tarihi, kitaplara konu olmuş herkes tarafından bilinmektedir. Güney Doğu’da 15 bin ile 17 bin sivil, Devletin kurduğu Hizbullah tarafından infaz edilmiştir.
Susurluk kazası kimlerin yan yana saf tuttuğunun açık kanıtıdır.
Devlet kurumları kimsenin infazı için emir vermez.
Vatanseverlik adına kendi çıkarlarını düşünen bireyler (Çeteler) kendi adına bu cinayetleri işler.
Toplumları korku ve kaosla daha kolay yönetebilirsiniz.
Bazı eylemler paramiliter yada muhalif güçler tarafından topluma mesaj vermek adına yapılır,
Amerika’nın 11 Eylül’ü buna çok güzel bir örnektir.
Avrupa’da radikal müslüman saldırılarda böyledir.
Türkiye’nin dün Komünizmdi, bugün PKK, Fetö korkuları… Bu tür korkular iktidarların daha rahat yaşamasını, daha fazla askeri ve polisiye tedbirlerle ilgili yasalar çıkarmasını sağlar.
Türkiye’de terörün bitmemesinin sebebi budur KORKU TOPLUMU yaratmak çabası…
Yakın tarihimiz toplumun bi çeşit röntgenidir.
Neresi ezilmiş, nereden darbe almış ve kırık nasıl kaynamış bunu en güzel böyle görebilirsiniz.