Geçtiğimiz ay içerisinde dünyanın ve Türkiye’nin gündemi öylesine değişti ki insan hangisini yazacağına karar veremiyor. Onca olayların arasında 14 Mart Tıp Bayramı ve sağlımızı bağladığımız, zaman zaman saldırılara uğrayan doktorların sorunları öne çıktı. Özellikle pandemi sürecinde doktorların ve sağlıkçıların hayatlarını nasıl hiçe saydıklarını, bu yolda nasıl yaşamlarını yitirdiklerini hep birlikte gördük.
Doktorların çözüm bekleyen pek çok sorunu varken, sorunlarının üzerine eğilineceğine giderlerse gitsinler, yerlerine yeni mezunları istihdam ederiz demek bana biraz garip geldi.
Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi bizde de doktorluk saygın olduğu kadar zor kazanılan bir meslektir. Diğer mesleklerden çok farklıdır. Bu meslekte insan hayatı söz konusudur. Yanlış teşhis ve ilaç vermek insan yaşamını sonlandırır. Tıp Fakültesi giriş sınavını kazanmakda kolay değildir. Üniversitelerin Tıp Fakültelerindeki altı yıllık eğitimden sonra 1 yıllık mecburi hizmetin ardından uzmanlık sınavını başaranlar 4-6 yıllık bir eğitimden sonra uzman doktor oluyorlar. Bu da gösteriyor ki, Tıp Fakültesini bitirmekle doktor olunmuyor, önlerinde kat edecekleri çok daha uzun bir süreç oluyor.
Günümüzdeki Tıp Fakültelerinin sayılarını bilemiyorum. Ancak bazılarında yeterli hoca olmadığından doktor adaylarının nasıl yetiştikleri de tartışmalıdır. Ne derece doğru bilemiyorum ama kadavra üzerinde çalışmadan Tıp Fakültesinden mezun olan öğrencilerden söz ediliyor. Kısacası hangi Üniversitenin Tıp Fakültesine güvenilir, hangisine güvenilmez, o da tam bilinmiyor. Yaşadığım yerin dışında bir doktora veya diş hekimine gitmek zorunda kalırsam, önce ona hangi üniversiteden mezun olduğunu sorar, sonra derdimi anlatırım.
Kısacası ülkemizde yetişmiş, bilgili, yabancı yayınları, yeni tedavi usullerini izleyen doktorlarımızın değerini ne kadar biliyoruz?
Onları yurt dışına kaçırmamalıyız. Toplumun bazı kesimlerine ünlü doktor veya yabancı hastane hizmet verirken, bazılarına da pratisyen doktor bakiyor. Sizce bu durum Anayasa’nın eşitlik ilkesine ters düşmüyor mu?
Toplum olarak gariplikler içerisinde bocalıyoruz. Bazen doktora inanmayıp hastalığın nedenini de ilacını da komşudan öğreniyoruz. Onların tavsiyesiyle ilaç alanlar da bu toplumda yaşıyor!.. Doktorun muayenesini ve teşhisini beğenmeyip Alo 184 hattına başvuranların sayısı da az değilmiş. Teşhisi beğenmeyip şikâyet edince doktorun savunmasının alınması da bir başka gariplik. Hâkimin kararı, mimarın yapısı, mühendisin hesabı, arkeologun kazısı beğenilmeyince şikâyet edildiğinde savunmaları alınıyor mu?
Çevrenizdeki insanlara sorun hepsi ya doktor, ya mimar, ya mühendis ya da futbol teknik direktörü olmak ister.
Yeri gelmişken biraz geçmişe dönmek istiyorum. Osmanlının son dönemlerinde saygın yüksek okullar kurulmuş ve onlardan mezun olanlarda toplumun aydın kesimini oluşturmuştu. Mektep-i Tıbbiye, Mülkiye, Mektep-i Harbiye (Harp Okulu), Mühendishane-i Berri Hümayun bunların başında geliyordu. Bu okullardan çıkan emekçi aydınlar mesleklerinin yanı sıra istibdatla, bağnazlıkla mücadele etmişler ve ülkenin kaderini olumlu yönde etkilemişlerdir. Savaşlarda da ön planda yer almışlardır. Çanakkale’de, Milli Mücadelede şehit olmuş onlarca doktor vardır. Bilen bilir ama ben bir kez daha söyleyeyim; Çanakkale’de şehit olan Rum doktor da vardı.
Tıbbiyenin tarihine baktığımızda doktorluğun çok eskiye indiğini görürüz. Tıbhane-i Amire (1827) ile Cerrahhane-i Mamure’nin (1832) 1836’da birleştirilmesiyle Mekteb-i Tıbbiye kurulmuştu. Bunun ardından 1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane ismiyle Galatasaray’da bir kez daha açılmıştır. Sultan II. Mahmud Tıbbiye’nin daha gelişmesi için büyük çaba sarf etmiş, ilerleyen yıllarda tıp eğitimi çağdaş bir düzeye ulaştırılmıştı. Tıp eğitiminde yenileme 1933 yılında Üniversite Reformuyla yapılmış Tıbbiye de çağdaş bir düzeye ulaştırılmıştı. İstanbul, Ankara ve İzmir üniversiteleri onların önderliğini yapmış, ardından diğer büyük şehirlerdeki Tıp Fakülteleri onları izlemiştir.
Doktorların her yıl özenle kutladıkları 14 Mart günü Tıp Bayramı olarak Bursa Yıldırım Darüşşifası’nın açılışının ardından (1929-1937) Tıp Talebe Cemiyeti önderliğinde (1935) kutlanmış ve bu tarihten sonra da gelenekselleşmişti.
Her şey bir yana, doktorlarımızın değerini bilmeli onlara şükran duymalıyız. Atatürk’ün “Beni Türk doktorlarına emanet edin.” sözünün anlamını öğrenirsek belki utananlar olur diye düşünüyorum.