Yakın Tarihimizin Acı Bir Sayfası Sansaryan Hanı

Erdem Yücel
734 views

Osman Balcıgil’in, Nazım Hikmet’in yaşamından kesitler veren geçmişte sosyalizmi ve komünizmi benimsemiş aydınların karşılaştıkları tutuklamaları, işkenceleri anlatan “Putlar Yıkılırken” isimli kitabı beni geçmişe götürdü. O yılları yaşamamış ancak sonraki yıllarda o dönemleri ve olayları anlatan pek çok kitap okumuştum.
Balcıgil’in kitabındaki olay ve kesitler 1930’lu yıllar ve sonrasında yaşananlara ışık tutuyordu. Düşüncelerinden ötürü tutuklanan, sorgulanan, hapsedilen, yıllar sonra değerleri anlaşılan, övünülen ünlü fikir ve yazı ustalarının çektikleri acıları, ödün vermeden nelere katlandıklarını şimdilerde çok daha iyi anlayabiliyoruz. Bu olayların çoğunlukla yaşandığı yer ise günümüzde ismi hatırlanmayan Bahçekapı’daki Sansaryan Hanı idi.
Bahçekapı, bugünkü Eminönü ve Sirkeci arasındaki yere verilmiş bir isimdi. Yedikule, Topkapı ve Edirnekapı’ya giden tramvaylar buradan kalkarlardı. Çocukluğumdan hatırladığıma göre kırmızı renkli birinci mevki tramvaylar 5 kuruş, yeşil renkli ikinci mevki olanlar da 3 kuruştu.
Bahçekapı’da tarihi eser olarak Sultan I.Abdülhamit’in (1774-1769) ismini taşıyan sıbyan mektebi, imaret, sebil, medrese ve türbeden meydana gelen 1776-1778 yıllarında yaptırdığı külliyesi bulunuyordu. Sultan I. Abdülhamit, yakınında bulunan Cami’den ötürü külliyesine yeniden cami yaptırmamış, onun yerine daha hayırlı olacağını düşündüğü imareti eklemiştir.

Yapı topluluğunun mimarı büyük olasılıkla Mehmed Tahir Ağa olup bina eminliğini Mustafa Ağa yapmıştır. Osmanlının son dönemlerinde Evkaf Nazırı Hayri Efendi zamanında imaret yıktırılarak yerine Dördüncü Vakıf Han yaptırılmış, sebili Gülhane Parkı karşısına taşınmıştır. Günümüze bu külliyeden yalnızca barok üslupta yapılmış olan padişahın türbesi gelmiştir. IV. Vakıf Hanın olduğu yerdeki Hamidiye Caddesi ile Mimar Kemalettin Sokağı’nın kesiştiği sokakta da yazımın konusu Sansaryan Hanı bulunmaktadır.
Erzurumlu Mıgırdıç Sansaryan isimli bir tüccar, Erzurum’da 1881 yılında kurduğu vakıf ve fakir çocukların eğitimi için açtığı kolejin giderlerinin karşılanması için bu hanı 1899 yılında yaptırmıştır. Hanın arsasını 18.000 Osmanlı altınına Çerkez İsmail Paşazade’den satın almıştır. O yılların sevilen ve çoğu yerde kullanılan Neo-üsluptaki hanı Mimar Housep Anzavur yapmıştır. Bodrum ve beş kattan oluşan yapı yığma taştandır. Plan düzeninde geniş bir iç avlunun çevresinde katlar yükseltilmiştir.
Sansaryan Hanı 1909 yılı tapu kayıtlarında Türkiye Ermeni Patriklik makamı boş olduğundan vekilinin mülkiyetinde gösterilmiştir. Böyle olunca da yasal olarak kullanma hakkı Ermeni Patrikliğine verilmiştir. Bu durum Cumhuriyetin ilanından sonra 1828 yılına kadar sürmüştür. Bu tarihten sonra hana İdare-i Hususiye-i Vilayet tarafından el konulmuştur. Patrikhane karşı dava açmış ve kazanmıştır. Buna rağmen hana devlet tarafından yeniden el konulmuş ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak uzun yıllar kullanılmış, içerisinde gözaltılar ve işkenceler yaşanmış, intiharlar olmuştur.
Burada göz atılan alınanlar ve isimleri kaynaklarda geçenler arasında, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Deniz Gezmiş, Mihri Belli, Aziz Nesin, Ruhi Su, Nihal Atsız, Necip Fazıl ve 1944 olaylarındaki Turancılık davasında Alpaslan Türkeş’tir. Sağdan veya soldan, sonradan değerleri kabul edilen ve övünülen pek çok kişi Sansaryan Hanı’nda sorgulanmıştır.
Sansaryan Hanı’na ben de birkaç defa girip çıkmıştım. Ancak benim gidişlerim fikir veya herhangi bir suç nedeniyle değil, kaçakçılık şubesine bilirkişi olarak davet edildiğimdendi. Benim izlenimim psikolojik olarak çok soğuk bir yapı olmasıydı ve aynı zamanda oraya yolu düşenlerin acı anılarla ayrılmış olmalarıydı. O günlerin gazetelerinde handa birkaç intihar olayının olduğundan da söz edilmişti.
Sansaryan Hanı İstanbul Emniyet Müdürlüğü olduktan sonra özellikle siyasi şubede ve halk arasında tabutluk veya işkence hane olarak ismi geçmiştir. Gözaltına alınanların sorgu öncesi ve sonrasında tutuldukları 2.00×2.00 metre ölçüsünde odalar bulunuyormuş. Burada ismine yakışır biçimde tabutluklar da varmış. Tabutluklar 1,00 metre eninde, 2,00 metre yüksekliğinde ve 60 cm derinliğinde olup, insanların uyumak bir yana bacaklarını uzatmaları bile mümkün değilmiş. Her tabutluğun tavanında dönemin Nazi Almanya’sından işkence amaçlı getirilen ısısı yüksek ampuller bulunuyormuş. Ses geçirmeyen yalıtımı yapılmış işkence odasında askılar, falakalar, değişik boyutlarda sopalar, içi su dolu kovalar, elektrik veren aletler bulunuyormuş.
Burada işkence görenlerden Nihat Sargın yaşadıklarını şöyle anlatmıştır:
“On gün boyunca gözleri bağlı uykusuz, bir iskemlede oturtularak sorgulandım. Soyularak çırılçıplak biçimde beton zemin üzerinde bırakıldım. Gözaltına alınmamdan yaklaşık on gün sonra askıya alındım. Askıya alınmadan önce bir süre tazyikli soğuk su altında tutuldum. Birkaç gün sonra askıya alındığımda, cinsel organıma ve ellerime elektrik bağlandı. Elektrik verilmeden önce su ile bütün vücudumu ıslattılar…”
İnsan haklarını ters düşen bu tutumların günümüzde olmayışı sevindiricidir. O günlerin dış ülke siyasetinde devletler İtilaf ve Mihver olmak üzere ikiye ayrılmış, Türk hükümeti de II. Dünya Savaşına girmemek için yapılan baskılara karşı koyarken yeri geldiğince taraflardan birine yaklaşmak zorunda kalmıştır. II. Dünya Savaşı sürerken siyasilerimizden bazıları mihver, bazıları da itilaf devletlerinden yana tutum izliyorlardı. Onlara paralel olan basın da ikiye ayrılmış, yazarlar tuttukları tarafa göre yazılar yazıyor, ileriye gittiklerinde sansürleniyorlardı. Kısa aralıklı da olsa gazete ve dergi kapatmaları da oluyordu. Onların yanı sıra komünizm veya sosyalizmden yana olanlar yasa dışı yollardan bazı bültenleri teksir makinelerinde çoğaltarak el altından dağıtmışlardır.
Konumuz olan Sansaryan Hanı’na döndüğümüzde, Türkiye Ermenileri Patrikliği 2014 yılında mülklerine haksız olarak el konulduğu gerekçesiyle tapu işlemleri konusunda İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açmışsa da mahkeme yetki alanına girmediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Ardından Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 13 Aralık 2017’de davanın reddedilmesi kararını bozmuştur. Bu konudaki hukuki süreç devam ederken Vakıflar Genel Müdürlüğü kararı beklemeden hanı ihaleye çıkarmış ve yirmi yıllığına kiraya verilmiştir. Han İstanbul Adalet Sarayı yapılıncaya kadar bazı mahkemeler tarafından adliye olarak kullanılmıştır.
Demirtaş Ceyhun, Cem yayınevi tarafından 1976’da yayınlanan “Sansaryan Hanı” isimli hikâye kitabında 1970-1971 yılında burada yaşanan olayların belgesel niteliğinde genel bir kesitini vermektedir.
Sağ görüşlülerden Reha Oğuz Türkkan da buraya kapatılanlardan olup izlenimlerini yazmıştır:
“İstanbul’a nakledildiğimizde, Emniyet’in Sansaryan Han’ın en üst katındaki hücrelere kapatıldık. İşkenceler orada uygulandı. “Mutena Oda” adı verilen, iki metre yükseklikte, 50 cm eninde ve tepesinde Nazi Almanyası’ndan alınma özel yapılmış (…) şiddetli acı veren ampuller yerleştirilmişti. Yukarıdan kelepçelerle asılı duruyorduk. Bütün bunlar Sansaryan Han’ın 8. katında oluyordu. Sansaryan’ın en alt kattaki mahzenlerinde de hücreler vardı. Beton, lağımla ıslak, akrepli yerlerdi. Ne yatak vardı, ne oturacak bir şey…”
Ruhi Su da “Bu nasıl İstanbul Zindan İçinde” isimli türküsünde Sansaryan Hanı’nı anlatmıştır:
“Bu nasıl İstanbul zindan içinde
Kayboluverdi gecem gündüzüm
Bu nasıl İstanbul zindan içinde.”

Sansaryan Hanı bir dönemin siyasi ve toplumsal konumunu gözler önüne seren, baskının, işkencenin insanlık dışı bir vahşet olduğunu ve diğer taraftan özgürlüğün önemini kavramak için pek çok acı anıyı içerisinde toplamış bir yapıdır. Belki ileride burası da bir müzeye dönüştürülebilir diye düşünüyorum.