Şimdiki Aklım Olsaydı

Gönül Erenler
746 views

21. yy.

Doğumumuzla başlattığımız zaman süreci dünümüz, bugünümüz ve yarınımız başlıkları altında üçe bölünür. Bu bize, çemberin içine, yani kendi dünyamıza ait bir işleyiş şeklidir.

Bebekliğe eklenilen zaman dilimi, her bireyde aynı seyreder. Hiçbir bebek zaman denilen olguyu kavrayamaz. Çünkü onlar zamansızlık denilen bir boyuttadırlar. Ne vakit bilinç açılıp genişler – olaylar ve onlarla paralel olarak – zaman da büyür gelişir. Burada kişi kendi algıları doğrultusunda zamanı şekillendirir, ona kılıf giydirir.

Herkesin ucundan tutup çekiştirdiği, ayaklar altında çiğnediği zamana, umut, amaç, vuslat benzeri değerli misyonlar yüklenmiştir. Hatta türkülere bile mevzu olmuş, içi duygularla doldurulmuştur. Ne var ki değerini bilenler varsa da çoğunluk ona binek havyanıymış muamelesi yapar. Genelde de bu konuda acımasız davranırlar. Örnek verecek olursak; bilinç beslediği beş duyu organıyla beraber zamanın üzerine yüklenmektedir. Dizginleri istekleri, arzuları, hırsları, sevgisi, kısacası ihtiyaçları doğrultusunda kimi zaman sıkmakta kimi zaman gevşetmektedir. Bilhassa o tipler, çevreleriyle hep yarış halindedirler. Bu yarış kişinin, “Hayat Çemberi,” ismini verdiği, alana dâhil ettiği varlıklara göre şekillenir. Bu durumda,

“Zamanı idare eden kim?” diye sorulduğunda bütün parmaklar birbirini gösterecektir. Bu soru bizi şu kapıya çıkarmaktadır. Diğer bir taraftan buna sonuç da diyebiliriz. Parçalar birleştiğinde bütünü oluşturur ve nedense kişi, parçayla ilgilenmekten bütünü görmekte zorlanır. Ve her nedense o parçayla didişir durur. Oysa nehirdeki bir su damlası da bilince sahiptir. O kaynağını bilir, hangi nehre ait olduğunun farkındadır. Kaynağına ve yatağına güvenmesi gerektiğini, bazı şeyleri kontrol edemeyeceğini, sadece bütünün küçük bir parçası olduğunu kabul eder. Bu ifadeyi gerçek saydığımızda bu kez önümüze;

“Peki, insan denilen varlıkta bu karmaşa, bu çeşitlilik, aykırılık, dağınıklık en önemlisi doyumsuzluk nedendir?” sorusu çıkar. Bunu yine küçük bir örnekle açıklamak konumuza fayda sağlayabilir.

Hepimiz trenlerin neye benzediğini biliriz. Birbiri ardı sıra dizili vagonlar, yolcu yahut yük taşımaktadır. Bu vagonların yol almasını sağlayan ise başı çeken lokomotiftir. Arkasıyla ilgilenmeyen baş, yüzünü bilinmezliğe çevirmiş, gözünü geleceğe dikmiştir. Zira sapması gereken yönler, gitmek zorunda olduğu mevki ve de duraklar vardır. Zaman dediğimiz olgu biraz buna benzer. Onun görevi ilerlemektir. Nelerin taşınacağına karışmaz, ona kişinin kendisi karar verir. Önemli noktaları şöyle bir saydığımızda; hız, yük, rota, durak, mevsim, makinist, lokomotif, vagon gibi şıkların uzayıp gittiğini görürüz. Her biri önemli elbet. Kaldı ki saydığımız şıklar, hayat içerisinde bir dinamo görevi görür.

Bütüne hizmet eden ya da etmeyen her birey geleceğe doğru hareket ederken beklenti içerisindedir. Kendinden emin olan ise ne istediğini bilendir. O, verdiğimiz lokomotif örneğindeki gibi yalnızca varacağı yeri düşünür. Nereye gittiğini biliyordur ve hedefe ulaşmayı başaracaktır. Zaman onun için sadece bir araçtır. Hatta hareket edenin zaman değil kendisi olduğunu idrak edendir. Gelgelelim amaçsız ya da küçük amaçlar edinen biri sürekli hesaplar peşindedir. Sırtında taşıdığı geçmişini indirmez, karşılaştığı her olayda eskilerini ortaya döküp içlerini karıştırır. Pişmanlıklar, keşkeler, eyvahlar, ahlar, diz dövmeler, veryansınlar derken serzenişleri uzayıp gider. Tam da burada durup lafı,

“Şimdi ki aklım olsaydı…” adlı başlığa çevireceğim. İçinde soru çengeli bulunduran bu cümleye takıldınız mı, geçmişin kapısı aralanır. Kendinize yakın bulduğunuz anıyı düşünmekle işe başlar, bulunduğunuz çizgiden gittikçe kayarsınız. Artık nehir tersine akmaya, tren geri gitmeye başlamıştır. Değiştirdiğiniz her makas (yani olay) sizinle zaman arasına girer ve sizi ondan koparmak için zihninizi deşip durur.

Ancak geçmişle hesaplaşmayı bıraktığınızda zamanla bir alıp veremediğiniz de kalmaz. Aksine her şeyin olması gerektiği gibi ilerlediğini görürsünüz. Bu bir bakış açısıdır. Ve bu bakış açısına ulaşmayı başardığınızda küçük hesaplar yapmaktan vazgeçip, resmin bütünüyle ilgilenirsiniz. Velev ki zamanı daraltmak, genişletmek, uzatmak, kısaltmak kişinin kendi elinde. Bunun bilincinde olanlar, içlerindeki kargaşaya son verip huzura erenlerdir. Geleceğe doğru yürüdükleri yolu aydınlatır, diğer yolculara yardımcı olurlar. Sürekli yol kesen Hırs ve Ego’dan uzak durur tuzaklarından sıyrılırlar.

Zaman bir bütündür. Onu bölmeyi bıraktığımızda dünle ilgilenmez, yarın için kaygılanmaz, anın tadını çıkarırız. Geçmiş ve gelecek yaşamımızdan beslenir. Biz onları beslerken eksildiğimizi hissetmeyiz. Eksilen zamanmış gibi görünse de işin özünde bizim deneyimlerinizin doyumudur,  duyularımızın körelmesidir.

Bir amaç belirleyip o amaç doğrultusunda yol aldığınızda, zaman size hizmet edecektir. Bir amaç edinin ve gerçekleştirmeden onu terk etmeyin. Ancak… Renksiz, kokusuz bir su damlasıysanız, işe yaramak için benzerlerinizle birleşin.

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR