TEPEDEKİ EV ÇEMBER

Gamze Güven
1.179 views

 

Yazarımız Murat Bulut

Puslu Yayıncılık

1.Baskı Eylül 2019

176 sayfa

22 bölüm halinde hazırlanan, son derece sade bir dille yazılmış, şahane ruhsal ve fiziksel betimlemelerle dolu, su gibi akıp giden bu kitapta anlatılan yaşamların “çember” ine hoş geldiniz!

Aslında çember yaşamın, yaşamda kat ettiğin yolun ta kendisidir. Dünya ve biz insanlar düz bir hatta ilerlemeyiz, yaşamın akışı, kendi döngüsü çember gibi daireseldir. O nedenle de geleceğimiz dümdüz ve bilinebilir olmaktan çokkk uzaktır. Bizler sonsuz ihtimallerle dolu bu çemberin içinde, insanca hayallerimiz, isteklerimiz, hırslarımız ve her neyse yaşamdan beklentimiz, bunlara ulaşmak için döner dururuz.   

Yazar, kitabın önsözünde okura şöyle seslenir: “Dünyayı güzelleştiren yalnızca sevgidir. Gerçek sevgiyi yaşayabilenler için mutluluk kaçınılmazdır. İnsanın yaşadıklarından ders alamayışı ve iradesine yenik düşmesi ise çemberde savrulmasının en büyük nedenidir. Evet, her şey başladığı yerde biter ve hiçbir şey göründüğü gibi değildir…”

Bu kitapta, taşrada yaşayan Metin, Ahmet ve Zeynep’in hayatları, bu gençlerin taşranın dar alanlarına, sıkışmışlığına sığmayan hayalleri, aşkları, mutlulukları, beklentileri ve bunların yanında yürüyen hayal kırıklıkları, duygusal ve fiziksel çöküşleri ve uğradıkları ihanetleri okursunuz. Anlatılan yaşamlarda kendi duygu dünyanızdan parçalar bulursunuz. Özellikle hayatının bir döneminde taşrada yaşamış olanların bu kitabı bir solukta okuyup, “işte bu anlatılan benim, bu benim de hayatım!” diyeceğinden eminim.

Kahramanlarımızdan Metin, taşralı bir genç. Hayata karşı öfkeli, başarılı olmak için çok para kazanmak isteyen, çok zengin olma hayalleri kuran, gerçekte ise “cep delik cepken delik” durumunda, inadına hırslı ve her şeye rağmen umutlu… Hırsından arınabildiği, özgür olduğu, gerçek benliğini hissettiği anlarda ise hayatta en güzel duygunun sevgi olduğunu düşünen, şair ruhlu bir genç. Evet yazarın anlatımı ile Metin hep kısa süreli işlerde çalışmış ama hep yarın zengin olacakmış gibi yaşamış bir hayalperesttir, yani kapitalizmin çarkları arasına sıkışmış, hayal peşinde koşan bir yığının parçasıdır.

Metin’in arkadaşı Ahmet, hayattan bıkmış, kasvetli ve küf kokan bir eve kendini hem ruhen hem de bedenin hapsetmiş, hassas, kırılgan ve psikolojik sıkıntıları olan bir felsefe öğretmeni. Yine yazarının anlatımı ile” Ölü bir dev, artık ışık saçmayan bir fener! “

Zeynep ise zengin bir ailenin kızı. Ancak para hayatının merkezinde değil. Müzikten, şiirden hoşlanan, felsefeye meraklı bir kitap kurdu.  Dürüst ve karşısındakilere güven veren çok güzel bir kız.

Metin ve Zeynep’in yolu Ahmet’in evinde kesişir ve Metin onu görür görmez rüzgarına kapılır, henüz kim olduğunu bile bilmediği “meleğine” âşık olur. Bu rüzgâr ona önce kendini sorgulatır. Zeynep’i tanımaya çalışırken, daha doğrusu, onu kafasında kendi hayallerine göre şekillendirirken, peki ben kendimi ne kadar tanıyorum? sorusunu sorar kendisine. Bu sorusunu, Goethe’nin “ İnsan kendisini yalnızca kendisinin sınırları içinde tanır ve dünyanın sınırları içinde kendisinin farkındadır. Gerçekten tanınan her yeni nesne, bizim içimizde yeni bir nesne oluşturur.” Sözüyle cevaplar ve kendini tanımadığını fark eder.

Metin işsiz güçsüzdür, arada garsonluk yaparak ve geçici işlerle para kazanır, yaşam şartları ağırdır. Zeynep zengin bir evin kızı… Hiçbir şeyin önemi yoktur. Metin  Zeynep’e o kadar aşıktır ki bunu hemen belli eder, kendisini sonuna kadar açar ve buluşmak ister. Fakat acele yapılmış bu teklif, Zeynep tarafından küstahlık olarak algılanır. İkisi arasında bir had bildirme/ güç savaşı başlar. Birbirlerini incitirler, hem de bunu hiç istemeyerek, yaptıklarından acı duyarak yaparlar.  Yazarın da kitapta dediği gibi “Oysa yaşamın kendisi bir düştü ve onu kabusa çevirmek insanların elindeydi. “

Nedir insanı sevdiğine acı verecek kadar kötüleştiren şey ve nasıl/neyle yenilir, nasıl yok edilir bu yıkıcı duygu? Diye sorarsanız; Cevapları kitabın her bölümünde yer alan bilgece anlatımları ve örneklemeleri ile verir yazar. Kendinize verebileceğiniz pek çok öğütle ve aldığınız pek çok güzel dersle veda edersiniz bu kitaba…

Gençler sonrasında naif bir taşra aşkını yaşamaya başlarlar. Sinemalar, birlikte izlenen ilk filmler, çingene panayırları ile renklenen bir aşk… Metin; “ Gönlümde yeşerirken sen, ruhumdaki tanrısal düşler vücut buluyor.” diye başlayan cümlelerle ifade eder,  sınırsız, taşkın ve zapt edilemeyen duygularını…  Mutludur. Onunla olabilmek için yalanlar söyler, kendini gizler kısacası yolundan şaşar. Ancak bu Zeynep’in ailesini kandırmaya yetmez. Metin onların gözünde, kendilerinden para sızdırmaya çalışan, açın biridir.

Sonrasında Zeynep’in, belki de kendi ailesi de Metin’i kabul etsin diye, onun iş kurması için gereken parayı bulabilmek adına, ailesini, yaşadığı yeri ve belki de en kötüsü, kendini terk ederek İngiltere’ye gider. Dönüşünde işe başlar ve Metin için yaptığı fedakârlık mıdır ya da yalanlara katılarak kendini kandırma mıdır bilmediği ama tümüyle iyi niyetli olarak yaptığı davranışlarının karşılığını, iş arkadaşlarının yanında Metin’den yediği hayatının ilk tokadı ile alır. Hayatta en çok sevdiği ellerden, hayatının ilk tokadını yemiştir. Dili tutulur…

Metin, Zeynep ’siz kâbus gibi günler geçirirken bir taraftan da paralı ve güçlü olması gerektiği hırsına yeniden bürünmektedir. Garson olarak çalışmakta olduğu çatı restoranı almaya karar verir. Bunun için öldürüldüğüne tanık olduğu birinin sakladığını gördüğü balya balya kumar paralarını saklandığı göletten alır.  “Ben güçlüyüm” diyebilmek için tüm ahlaki ve insani kuralları hiçe sayar. Sevgi, adalet, iyilik, insanlık, sadece güçlü hissetmek adına ayaklar altına alınır. Artık Metin’in, güçlü olmak adına yok oluşuna ve bir ihanet sonucunda da yeniden doğuşuna, belki de eski Metin’e dönüşümüne tanıklık ederiz.

İşleri büyütmüştür Metin, artık güçlüdür. Güç gösterilerine çocukluk aşkı, kötü yola düşmüş Ayşe’yi himayesine alarak devam eder. Ayşe, bu “iyiliğine” ihanetle karşılık verince Metin uyanır!.. Para, şatafat, hızlı yaşam, lüks arabalar, evler mutluluk getirmemiştir. Hepsi sıradandır ve anlamsızdır. Yazarının anlatımı ile “Sevgi, ulaşılması gereken asıl hedef olarak kendisini daha belirgin hissettirmiştir.”  

-Patron yok bundan böyle, hepiniz patronsunuz, diyerek sahibi olduğu iş yerini ceketini alıp terk eder Metin. Bu terk ediş, kendine dönüştür. Sonrasında hapishane günleri, orada yaptığı içsel yolculuk ve şiirler ve bitmeyen özlemi Zeynep…

Metin bu süreçte ruhunda ki kirlenmişlikle mücadele eder. Bitmeyen umutlarına ve kalemine sarılır. İçinde ki savaşçıyı uyandırır ve kendi kendini yeniden keşfe çıkar. Acı veren bu süreci de ruhunda ki aşkla sırtlar götürür.  Kim olduğunu, gerçekte istediği şeyin ne olduğunu bulur, artık dengededir. İşte şimdi gerçekten güçlüdür. 

Yaşadığı inanılmaz acılara rağmen aşkını kirletmeyen Zeynep de hala bedenen olmasa da ruhen Metin’ledir. Metin’in ona yazdığı yazılar, şiirler onun hala Metin’le atan kalbini iyice yumuşatır. Sonunda zaman mefhumunun kaybolduğu, sarsıcı ve yakıcı bir kavuşma ile bir olurlar. Aşklarına ve hep istedikleri bir hayata kavuşmuşlardır. Tüm sadeliği ile devam eden bu yaşam döngüsü nasıl sona erer, okunası bir sonla tabiii…

 Son derece sarsıcı tespitler içeren, ağzımızda eski Türk filmlerinde ki lezzeti bırakan bu kitap, aynı zamanda taşrada ki insan manzaralarını da sunar bize. O talihsiz, o arafta kalan, “varlığını kendi dışında ki bir merkezin varlığına borçlu olan “taşrayı… Orada ki sıkıntıyı, kıstırılmışlığı, kapitalizmin daha da yıkıcı olan yok ediciliğini okudukça hissedersiniz.

Özellikle iş hayatının, sistem adı altında çizdiği sınırları, “çember”i kırıp çıkabildiğiniz oranda insansınız. Farkında ya da değil, kendinize, hayallerinize ördüğünüz kafesin içinde dönüp durduğunuz çemberden çıkmadan, kendinizi sonu uçurum da olsa bu çemberden dışarı atmadan, mutlu olmanız yani siz olmanız mümkün değil. Bunun için çoğunlukla bizi çemberin dışına itecek bir ele ihtiyaç duyarız. İşte o eli bulduğunuzda asla bırakmamanız gerektiğini de anlatır bize bu kitap. Bu hayatta hepimiz birbirimizin basamağıyız. Bu basamakları aşağı inmek için mi yoksa yukarı çıkmak için mi kullanacağımızı bizim tercihlerimiz belirler.

Birde! Çıktıktan sonra, çemberin dışını, çemberin içine çevirmemek de sizin hayallerinize ve emeğinize kalmıştır…

Bu güzel yapıtın içinde soluklanmak için yer verilen pek çok güzel şiir yer almaktadır. Ben kendimce bir tane seçerek şimdi size sunuyorum. Siz de eminim özünüze, ruhunuza dokunan bir tane bulacaksınız.

Yaz günü kar yağdırır.

Canlı Yüreği elleriyle teslim eder,

Ve kadim zamanların yıllanmış şarabını

Yudumlarken şehvetli dudaklarında umarsızdır.

Arkasında çaresiz bir insan imgesi bırakır.

Dağların öbür yamaçlarında sultandır.

Nazlı ayaklarını suya değdirir,

Habersizdir boz bulanık günlerden,

Altıpatlar ölümü hiç bilmez.

Yaz günü kar yağarken kendisi isyandır.

Dipsiz kuyulara bağırılan bir çığlık,

İştahsız bin yıllık sofrayı terk eder.

Ve hasret

Bitmez

Gelmez…

Sevgiyle kalın.