Ya egemenlerin kiralık uşaklığını yapacaktım ve refah içinde yaşayacaktım, ya da halkımın gönüllü hizmetkârlığını yapacaktım ve yoksulluğu, mahpusluğu, işkenceyi hatta ölümü göze alacaktım. Ben, ikincisini tercih ettim.”
Fikri Sönmez
Takvimler 14 Ekim 1979 gösterdiğinde Ordu’nun Fatsa ilçesinde bir ses duyuldu bu güçlü ses devrimin ayak seslerinden başka bir şey değildi Fatsa’nın CHP’li belediye başkanı Nazmiye Komitoğlu’nun yakalandığı hastalık nedeniyle 79’da hayatını kaybedince, seçimlerin yenilenmesine karar verildi. Devrimciler halkın da destek ve teşvikiyle seçimlere katılmayı kararlaştırdılar. Adayın belirlenmesi deyim yerindeyse devrimcilere bırakılmadı; Fatsalıların adayı çoktan belliydi: Fikri Sönmez, nam-ı diğer Terzi Fikri 1960’lardan beri toplumsal mücadelelerin ön saflarında yer alan Sönmez yalnızca devrimci gençlerin değil tüm Fatsalıların sevgi, saygı ve güvenini kazanmıştı. Çıraklıktan yetişen bir terzi olarak halkın “bizden biri” dediği bir emekçiydi. İdeallere olan sarsılmaz bağlılığı, sosyal adalet ve insan haklarının kararlı savunuculuğu ve kendinden emin duruşu, halkın onu desteklemesinde en büyük etkenlerden biriydi ve Seçim, Sönmez’in açık ara zaferiyle sonuçlandı. Sönmez, o yıllarda ülkenin en büyük iki partisi olan CHP ve AP adaylarının toplamından daha fazla oy almıştı Bağımsız aday Sönmez: 3,096, CHP adayı 1,133, AP adayı 859 oy. Belediye başkanlığına seçilmesinden önce Fatsa’nın en büyük sorunlarından biri çamurlu yollarıydı. Altyapının yetersizliğinden dolayı salgın hastalıklar başlamış halkın yaşamsal gıdaları temin etmesi imkansız hale gelmişti. Rüşvet ve yolsuzluk ilçeyi zapt etmişti. Terzi Fikri, yönetime geçtiği ilk günden itibaren canla başla Fatsa için çalışmaya başlamıştı. Seçilir seçilmez ilk iş olarak Fatsa’yı özelliklerine göre 11 bölgeye ayırdı Belediye çalışmalarını denetlemesi ve hatta gerekirse görevden alması için halk komitelerini oluşturdu. her bölgede üç ila yedi üyeden oluşan Komite üyeleri, okullarda yapılan ve her birine yaklaşık 300 mahallelinin katıldığı toplantılarda, kapalı oy açık sayım ilkesi uyarınca belirleniyordu. Seçilen üyeler, temsilcisi oldukları mahallenin sorunlarını ve varsa çözüm önerilerini belediyenin ilgili birimine iletmekle görevliydiler. Mahalleli, icraatlarını beğenmediği üyeleri geri çağırma ve yerlerine yenilerini seçme hakkına sahipti. Mahalle halkı kısa sürede bu komitelere sadece belediyeyle ilgili sorunlarını değil, arazi ihtilaflarından kız kaçırmalara, kan davalarından aile içi şiddete dek her türlü meseleyi getirmeye başladı. Özellikle kadınlar, komiteleri alkolik, kumarbaz, tembel ve şiddete eğilimli kocalarını hizaya getirmekte etkili bir şekilde kullandılar. Ayrıca köylerde de kendiliğinden komiteler oluştu. Halk kendi sorunlarını kendisi çözmeye başlamıştı. Bu eğilim, mahkeme ve güvenlik güçleri gibi devlet kurumlarını neredeyse gereksiz kılacak derecede etkili olmaya başladı. Bu komitelerin gerçekleştirdiği önemli çalışmalardan biri ‘Çamura Son’ kampanyası idi. Terzi Fikri önderliğinde Fatsa’da Çamurlu yollar artık olmayacaktı ve sadece 8 ay gibi kısa bir sürede Fatsa komünü olarak tarihe geçecekti. Bir önceki belediye döneminde Fatsa’da kanalizasyon çalışmalarına başlanmış ancak işler yarım kalmıştı. İlçe her mevsim yoğun yağış aldığından, kazılıp öylece bırakılan sokaklar çamur deryasına dönmüştü. Yeni belediye, bu önemli sorunu kısa sürede çözerek insanlarda bir şok etkisi yaratmak istiyordu. Bu nedenle eldeki tüm güçlerin seferber edilmesine karar verildi. Özellikle çamurlu yolların ceremesini en fazla çeken kadınların bastırmasıyla mahallelinin önemli bir kısmı işe koyuldu. Fatsa Belediyesi çevre belediyelerden çok sayıda iş makinesi ve işçi temin ederken, Dev-Yol örgütü de Karadeniz’deki yüzlerce yoldaşını, mimar ve mühendisi Fatsa’ya yönlendirdi. Gelenler Fatsalılar tarafından ağırlandılar. Çalışmalar tam bir imece usulüyle yapıldı. Yani yok olmaya yüz tutmuş bir halk geleneği, güncel ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden canlandırıldı. Böylece sadece altı günde (13-18 Kasım 1979) sokaklar çamurdan temizlendi, dört kilometrelik yeni bir cadde açıldı ve kanalizasyon sistemi onarıldı. Bu dönemde ayrıca imar planına göre yol yapılması gerektiği halde nüfuzlu kimselere ait olduğu için yıkılamayan yapılar yıkıldı, yollar açıldı. Un dağıtımı özel kişilerden alınarak vatandaşlara ucuz ekmek sağlandı. Otobüs ve minibüs terminallerine çöreklen mafya benzeri yapılanmalar temizlenerek ulaşım ucuzlatıldı. Şükrü Aslan’ın yorumuyla kentsel alan, kapitalist toplumsal ilişkileri yeniden üretecek şekilde değişim değeri üzerinden değil, kamu yararını gözeten kullanım değeri üzerinden tanımlandı. İşte bir rüya gerçekleşmek üzereydi. Fatsa adeta bir komün düzenine ilerlemekte, halk dönüşüme kısa sürede ayak uydurmaktaydı. Bütün bu gelişmeler artık egemenler için fazlasıyla dayanılmaz olmuştu, çünkü Fatsa artık bir emsal teşkil ediyordu. Dönemin başbakanı Demirel “Bırakırsanız yüz Fatsa daha çıkar” diyerek korkusunu açıkça ifade ediyordu. Bu noktada da kapitalizmin enstrümanı faşizm devreye girdi ve Demirel Reşat Akkaya’yı Ordu’ya vali atadı Akkaya ise hiç vakit kaybetmeden kısa bir sürede tamamı faşistlerden oluşan ekibini kurdu. Demirel 9 Temmuz günü gazetecilerin Çorum’da katledilen alevi yurttaşlar hakkında soru yönetilmesi üzerine “küçük terör odaklarının kurutulacağız siz Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın!” yanıtını vererek 12 Eylül’ün provasını Fatsa üzerinden yapılmasını sağladı Nokta Operasyonu öncesi CHP, MSP, AP ilçe başkanlarının ortak basın açıklaması yaparak “Fatsa’da operasyon yapılacak bir şey yok. Huzur içindeyiz” sözleri yeterli olmadı. Çünkü Türkiye devletinin suç ve ceza politikası geçmişten bugüne her zaman; merkezi otoritenin korunması, sağlamlaştırılması ve bunun aksi yönünde hareket edenlerin, devletin kurumsal ideolojisini sarsanların en ağır şekilde ve en insanlık dışı yöntemlerle cezalandırılması şeklinde olmuştu. Kenan Evren komutasındaki il alay komutanlığı, jandarma komando birliği, mekanize piyade taburu, Konya, Erzincan, Samsun emniyet müdürlüğü ekipleri zırhlı araçları, iki hücumbotu ve Reşat Akkaya’nın yüzleri maskeli faşist muhbirleri ile Fatsa’ya girdiler Fikri Sönmez ile beraber 300 kişi gözaltına alındı bunlardan 250 kişi 15 Temmuz’da serbest bırakıldı.12 Temmuz’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve kaymakam görevden alındı.
Fikri Sönmez’in ilk savunması:
3. Ordu ve Erzincan Sıkıyönetim Komutanlığı 2 numaralı Askeri Mahkemesi
                            770 sanıklı THKP-C Fatsa davası
“İddianamedeki suçlamaların nedenleri vardır. Çok ağır suçlama getirilmiştir. Türkiye’de belediye başkanı olarak, gizli örgüt üyesi veya yöneticisi olarak yargılanan ilk kişiyim, iddianameyi hazırlarken, malzeme olarak özellikle sağ basındaki iddialar aynen iddianameye geçirilmiştir. Ben bütün yaptıklarımı açık yaptım. Fatsa belediye başkanıyım, yaptıklarımı halkla beraber yaptım. Bunun dışında iddia edildiği gibi, iddianamenin hazırlanışında faktörleri olan ve 3 seneden beri tutuklu olduğum sırada sürdürülen bu kampanya Tercüman gazetesinin başını çektiği beyanlar da bu iddianameye monte edilmiştir. Biz tutukluyuz, mahkeme heyetinizin teminatı altındayız. Hiçbir açıklama, hiçbir tekzipte bulunma hakkımız yokken, 52 ve 70 nolu MGK bildirilerine rağmen, bu kampanya sürdürülmüştür. Sıkıyönetim yetkilileri, bu sürdürülen kampanyada ve gazetelerde çarşaf çarşaf beni karalayan suçlu duruma kamuoyunda mahkum etmiştir. Bu konuda biz çok dilekçeler vermişizdir, hakkımızı aramışızdır. Ancak şu ana kadar bir cevap gelmemiştir. Savcı, savunma yapmaktan, hesap vermekten kaçıyorlar diyor. Benim Fatsa belediye başkanı olarak, göremeyeceğim hiçbir hesabım yoktur. 3 seneden beri de bu hesabı vermek için bekliyorum. Benim ifadem önemlidir. Gerek Fatsa, gerek belediyesi ve onun başkanı olarak benim hakkımda oluşturulan gerçeğin, gerçek yüzün açıklanması gerekmektedir. Bu dava sanıklarının aklanması veya ceza yemesinde, benim vereceğim ifadelerin büyük rolü olacaktır. Ancak bana, sonuna kadar savunma hakkı tanınmalıdır. Birinci sayfadan son sayfasına kadar suçlandığım bir iddianamede 5 aydan beri devam eden mahkeme günümü Tercüman gazetesinden öğrendim, bunu takdirlerinize bırakıyorum. Ben madem ki bu davanın en önemli sanıklarından biriyim, iddianamenin mantığına göre öyle suçlanmaktayım. Ben ve benim gibi olan insanların, buraya toplu olarak getirilip yargılanması gerekmektedir. Kim ne yapmışsa burada açık açığa tartışılsın. Kamuoyunda bugün mahkum edilmiş bir adamım. Konuşmamın ne Fatsa davasını açıklığa kavuşturacağına, ne de kendi özsavunmama fayda sağlayacağına inanmıyorum. Burada açıkça söylüyorum, bu açıklamalarım Türkiye’de çoklarının uykusunu kaçıracaktır. 300 kişiyi aşkın sanığın bu davada idamı istenmektedir. Evet Fatsa’da olaylar olmuştur. Olmamıştır demiyorum, ama bu olayların nedenleri vardır, bu olayların teşvikçileri vardır ve Fatsa olayının bu duruma getirilmesinin nedeni vardır. Bunu açıklayacak en yetkili ağız mutlaka benim. Ancak bütün bir yükü de bir belediye başkanı sırtına yüklenmemelidir. Bu konuda gerekli savunma hakkım dikkate alınmalıdır. Bu konuda heyetinize güvenim vardır. Ancak şunu söyleyeyim, bu olay heyetinizi aşan bir olaydır.”
-Duruşma hakimi Hasan Karakılıç:
 “Heyetimizi aşan hiçbir olay yok, vereceğiniz hesabınız var ise ki biz onun için burada bulunuyoruz siz ve arkadaşlarının onun için buradasınız. Mahkeme sizi dinlemeye hazır, savunmanız ile ilgili hiçbir sözünüz kesilmeyecek. Sizden önceki arkadaşlarınıza da aynı şeyi söyledik, ancak savunma dışı konuşmalarınıza müsaade edilmeyecektir. Savunma ile ilgili 10 ay da konuşsanız dinlenecektir. Burada hepinize savunma hakkı verildi. Hiçbirinize tahdit koymadık. Mahkeme kendi sorumluluğunu biliyor. Mahkeme heyetinin kaçacak uykusu yoktur. Kimin uykusu kaçarsa kaçsın siz savunmanızı yapın”
“Diğer sanıkların neden ifade verip vermedikleri beni ilgilendirmez. Ben bu davada merkez komitede gösteriliyorum, burada bir örgütlenme ile ilgili duruşma yapılmaktadır. Tüm sanıklar, mahkeme salonuna getirilmedikçe savunma yapmayacağım”
Sönmez ve Yoldaşları Hakkında bazı suçlamalar ve Savunmalar
İddianamenin 127. Sayfasında
“Belediyenin Devrimci Yol örgütünün egemenliğine geçmesiyle; Başkan Fikri Sönmez, siyasetin unsurlarından ve stratejik aşamalarından biri olan direniş komitelerini gündeme getirmiş; ve halk komiteleri adıyla 11 mahallede 5’er kişilik direniş komitelerini kurdurmuştur. Çamura Son Kampanyası, Fatsa Halk Kültür Şenliği gibi faaliyetlerin Devrimci Yol Merkez Komitesinin kararı gereğince yapılmıştır. Fatsa Halk Kültür Şenliği ve Çamura Son Kampanyası hakkında herhangi bir delil toplanmadığından, ve olaylarla ilgili fotoğraflar iddianamenin yazılması aşamasında elimize geçtiğinden, bu konu hakkında soruşturmanın genişletilerek, ek iddianamenin tanzim edilmesi düşünülmektedir. Başkan Fikri SÖNMEZ dinlenen tanık beyanlarında ve kendisinin de gazetelere verdiği demeçlerde ifade ettiği üzere, muhtarlar, belediye encümen üyeleri gibi yasal temsilcileri devreden çıkarmıştır. Belediye ile ilgili bütün hizmetleri Kemal ATASOY’un başkanlığını yaptığı militan Ahmet ÖZDEMİR, Aynur TANDOĞAN, Seher ERTOP’tan oluşan Belediye Halkla İlişkiler komitesince ve yukarda belirtilen ve Halk Komitesi adıyla anıdan direniş komitesi vasıtasıyla yerine getirmiştir. Devrimci Yol Merkez Komitesinin ve Fatsa Yerel Komitesinin bağımsız aday gösterdiği Terzi Fikri SÖNMEZ’in başkan seçilmesi, Devrimci Yol Örgütünün planlı ve yoğun çabası sonucu Fatsa’nın yapısal bozuklarından faydalanılarak Tarafsız kesimin sıkıştırılıp kandırılması karşı görüşlerin ise, İttihat ve Terakki Partisinin sopalı seçimlerine benzer şekilde sindirilmesi suretiyle vuku bulmuştur.”
Belediye başkanı olmamdan önce Fatsa Belediyesi’nin bir kanalizasyon sorunu vardı, bu kanalizasyon da bir müteahhide verilmişti. Müteahhit bütün yolları açmış, belediye ile anlaşma yapmış. Hendekleri açıp, büzleri döşeyecek, belediye de arkadan hendekleri doldurup, döşemeyi yapacak, çamuru kaldıracak. Ancak, müteahhitten aldığı parayı belediye ilgilileri başka alanlarda kullanmışlar. Bu yollar yapılmamış ve müteahhit kendi çıkarı doğrultusunda bütün şehri ve her tarafı hendeklemişti. Yani, Fatsa’da tek bir cadde yoktur ki hendek açılmamış, hiçbirinin üstü kapanmamış, olsun. Sökülen parke taşları yolun bir tarafına, çıkarılan çamurlar da öbür tarafına yığılmış yollarda. Ve bir de bölgemizin yağışlı olduğunu düşünürsek, yağışların da doldurduğu bu çukurlar, aylarca, günlerce ortada kalmıştır. Buralar, sivrisinek yatağı olmuştur. Kurbağalar ve yılanlar dolmuştur. Ve Fatsa barikatlanmıştır. Araba, taksi herhangi bir yere gidecek durumda değildir. O dönemde Fatsa’da bir yangın çıksa, itfaiyenin söndürecek, müdahale edecek durumu yoktur. Mahallede ani bir yaralı yahut, hasta olsa, hastaneye kaldırmak için, herhangi bir aracın mahalleye girme imkanı yoktur. Fatsa’da giriş yoluyla beraber, her taraf barikat içinde, çamur ve göl içindedir.
Belediye reisi olduğum zaman zaten belediye seçimlerinde halka ben bir program sunmuştum. Bu programda, belediye sorunlarını halkla birlikte çözeceğimi ve bu sorunları çözerken, tüm mahallelerde komiteler oluşturacağımı halka anlatmıştım. Bu vesileyle hem program çizmek açısından, hem de bu komitelerin ön çalışmalarını yapmak maksadıyla, belediye başkanı olduğumun ilk haftası, Fatsa’nın çeşitli mahallelerinde seri toplantılar düzenledim. Bu toplantılarda, halkın ilk çözülmesi gereken sorununun ne olduğunu bizzat halktan tespit etmeye çalıştım. Kimi mahallelerde yol önemli. Kimi mahallelerde elektrik ön sırada, Kimi mahallelerde su önde. Ama Fatsa halkının tek ortak olduğu bir nokta var. Ve bir an önce belediyeden bekledikleri tek hizmet var, o da kanalizasyon. Dolayısıyla harap olan Fatsa’nın kurtarılması olayı. Çamur derya, çocuklar okula gidemiyor. Esnaflar birbirlerine tahtalar üzerinden geçiyorlar. Çocuklar boğulacak. Yaz, sivrisinek başladı. Yılanlar oluştu, Kurbağalar oluştu. Böyle bir felaketin karşısındayız. Bu konuda tüm Fatsa’da yaptığım toplantılarda halk “Bu sorunu hallet Başkan, başka bir şey istemiyoruz. İki seneliğine seçilmişsin. Senin vazifen bitmiştir. Yeter ki, bizi kurtarın bundan. Kolera olacağız, öleceğiz”. Bir de kanalizasyonlar patlamış, bu pislik suların içine karışmış… siz düşünün işte. Ben anlatıyorum. Daha fazla ve bu durumda bir şehir teslim aldım. Ve bu anlamda halk, bu görevi yapmamızı istiyor. Ancak, bu toplantılardan sonra belediyeye geldim. Belediyenin bu konuyla ilgili Fen İşlerindeki teknik elemanlarını ve mühendislerini çağırdım. Bu sorunun halli için bana bir rapor sunmalarını istedim. Bu konuyu, hangi zaman içinde, hangi imkanlarla ne kadar parayla halledebileceğimizi bana rapor edin, çünkü ben doğma-büyüme belediyeci değilim dedim. Ancak, bu nasıl olacak? Nedir bunun kolayı? Onlar eski yönetim anlayışına alışmışlar. Yani salla başı, al maaşı. Adamların kafasında, “Reis bey bunu hesaplamaya lüzum yok, Fatsa Belediyesi bütün imkanlarını seferber etse, bu dört senede yapılmaz. Devlet de para yağdırsa Ankara’dan, dört senede bu senin dediğin işler gerçekleşmez”. Ben, aptallaştım. Dört senede insanlar ölür, kolera olur. Bu anlamda bu sorunu tekrar halkla beraber tartışma ihtiyacını duydum. Ve kendimde, kafamda belli bir belediyecilik anlayışım var. Çözebilirsem halkla çözeceğim. Sorunu anlattım. Yani, “belediye imkanlarıyla bu işin üç-dört senede zor yapılacağını söylüyorlar. Nasıl yapabiliriz? Düşünceleriniz nedir? Öyle ya yıllardan beri Fatsa Belediyesinde encümen üyeleri, meclis üyeleri de var bu halkın içinde, onları da topladım. Onlarla da tartıştım. Ve en sonunda Fatsa halkının ortak vardıkları bir nokta oldu. İmkanlar yoksa eğer herkes kendi evinin önünü temizlerse bu iş biter şeklinde bir anlayış üzerinde tartışırken, bir kampanya oluştu kafamızda. Ve halkla tartışarak bu kampanyayı, “Çamura Son Kampanyası” adıyla anılan bir kampanyayı halkla beraber tespit ettim. Ve bunun programını hazırladım. Ve belediyenin teknik elemanlarını topladım. Bir arada kampanyanın programını açıkladım. Bu programa göre, civar belediyelerin Ordu Belediyesi, Perşembe, Ünye, Yalıköy, Medreseönü, Bolaman, Ilıca, Gürgentepe, Yukarı Çamaş, Aşağı Çamaş, Çatak, Çatalpınar, Aybastı, Korgan, Kumru yani, Ordu ve yakınında bize yakın olan tüm belediyelerin araçlarını 6 günlüğüne Fatsa Belediyesi’nin hizmetine aldık. İkincisi, devletin güçlü kuruluşları olan Kara Yolları, DSİ gibi kuruluşlarına da haber vererek onların da elindeki güçlü araçlarını altı günlüğüne Fatsa Belediyesi hizmetine aldık. Bunun yanı sıra Fatsa’da arabası bulunan tüm araba sahiplerinden bir günlüğüne Fatsa Belediyesinin hizmetine arabalarını vermelerini ve benzini belediyeden olmak kaydıyla bu kampanyaya bir günlüğüne katılmalarını istedik. Dar olan yollara büyük arabaların girip çalışamayacağı düşünülerek traktörleri olanlardan traktör, el arabası olanlardan el arabası temin ederek o dar sokaklarda kullanımını sağladık. Bunun dışında her köyden onar kişi bu kampanyaya kazmalı, kürekli olarak katıldı.
Bu kampanya benim umduğumdan daha fazla bir ilgi gördü ve Fatsa’nın içi araçlarla doldu. Bırakın siz Fatsa’daki vatandaşların araçlarını bir gün vermesini, Ünye’den, Ordu’dan araba sahipleri bile, arabalarını birer günlüğüne Fatsa Belediyesi’ne göndererek, bu kampanyaya katıldılar. Civar belediyelerin teknik elemanları, diğer belediyelerin işçileri, Belediye Reisleri de dahil kampanyamıza gelip, katıldılar. Bu kampanyada Fatsa’lılar gelen misafirleri evlerinde ağırladılar. Yemek yedirdiler. Yollarda akşama kadar kazmayla, kürekle araba yükleyen, boşaltan insanlara Fatsa halkı, misafirperverlik gösterdi. Halk, civarın il ve ilçe insanlarıyla Fatsa halkının kaynaşmasını, birliğini, beraberliği, kardeşliği ve ortak çalışmanın ne gibi şeyler kazandıracağını orada yaşayarak gördü
Ayrıca, İddianamede suç olarak gösterilmeye çalışılan Fatsa Belediyesi Halkla İlişkiler Şubesi üzerinde durmak istiyorum. Bu şube üzerinde, çeşitli çevreler, yıllardan beri çok yazdılar, çok söylediler ve bundan dolayı da bu şubenin gerçek amacının ve faaliyetlerinin neler olduğunu kısaca açıklamak istiyorun. İleri sürülen iddianamede Kemal ATASOY, Ahmet ÖZDEMİR, Aynur TANDOĞAN, Seher ERTOP’tan oluştuğu iddia edilen Halkla İlişkiler Komitesi’nden söz edilmektedir. Bu, bir komite değildir. Belediyenin bir şubesidir. Bu tür şubeler gelişmiş belediyelerde mevcuttur. Fatsa Belediyesinde benden önce olmayan bu şubeyi ben, halka hizmet götürmeyi kolaylaştırmak amacıyla açtım. Bunun bir komite olduğu doğru değildir. Bu, bir şubedir. Adı geçen Halkla İlişkiler, Belediyenin bir şubesidir. Kemal ATASOY hariç, diğer adı geçenler bu şubede yasal görevli kişilerdir. Yani, Kemal ATASOY resmi görevli değildir o şubede. Ve o şubeyle Kemal ATASOY’un hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca Kemal ATASOY benim dönemimde Fatsa Belediyesine girmiş değildir. Benim dönemimde Kemal ATASOY Fatsa Belediyesi’nden ayrılmıştır. Kendi isteği ile ayrılmıştır. Ve bu şubede bunun dışında yukarda adı geçen insanlar görevlidir. Çalışıyorlar ve yasal görevleri gereğince bu şubeyi denetliyorlardı. Halkla İlişkiler Şubesinin görevini kısaca açıklamak istiyorum. Halkla İlişkiler Şubesinin özellikle Fatsa Belediyes’inde ikili bir görevi vardır. Bunlardan birisi, belediyede işi olan vatandaşların belediyenin diğer şubelerinde işlerini takip etmek olayı. Halk adına o işleri çabuklaştırması için halk, bu şubeye müracaat ediyor, bu şube ilgili şubelerde vatandaşın işinin bir an önce görülmesi doğrultusunda belediye içinde faaliyette bulunuyor. Bunun dışında bu şube ayrıca, belediyenin tüm Fatsa’da yürüttüğü faaliyetleri mahallinde denetleyerek, halkın sorunlarını dinleyerek, o işlerin çabuklaştırılması için, belediye adına, yani, belediye reisi adına bu denetimleri yürütüyor. Bu ikili görevin dışında bu şubenin herhangi bir görevi söz konusu değildir. Bu Halkla İlişkiler Şubesi, saydığım görevleri yapmak için kurulmuştur. Bu görevleri dışında herhangi bir görevi de söz konusu değildir. Yani, bu bir komite falan değildir. Bu, Tercüman Gazetesi’nin ben tutuklandıktan sonra – 11 Temmuz 1980’den sonra- dün de söylediğim gibi, hakkımda geliştirdiği geniş kampanyada, Paris Komünü, Belediye Halkla İlişkilerin komite olması, komitelerin yönettiği şehir, ve ona benzer yakıştırmaları içeren alıntının iddianameye yansımasıdır. Bunun dışında, bu işi doğrulayacak, dosyada hiçbir delil söz konusu değildir.
Fatsa “Halk Kültür Şenliği” Fatsa Belediyesi’nin Belediye Meclisinin 1980 Şubat dönemi hazırladığı belediye bütçesinde adı geçen şenliğin kararını almış ve bütçeye bu konuda ödenek koymuştu. Belediyeler yasasına göre, belediyenin faaliyetlerini, belediye reisinin icraatlarını belediye meclisi ve ilgili organlar tayin eder, karara bağlar. Belediye Başkanı da bunları hayata geçirir ve 1980 Şubat döneminde meclis toplantısındaki bu karar dosyanızda mevcuttur. Belediye meclis tutanaklarında-paragrafını şu anda bilmiyorum- bu konuda alınmış belediye meclisinin kararı vardır. Bu karar gereğince, bir belediye başkanı olarak, her sene 8-14 Nisan arasında süreklilik kazandırılarak böyle bir şenliği gündeme getiren Fatsa Belediye Meclisi kararını uyguladım. Kararı aldığı iddia edilen, yani iddianamede yakıştırılmak istenen Devrimci Yol Merkez Komitesi, eğer Fatsa Belediye Meclisi üyeleri ise, ona diyeceğim yoktur. Çünkü, bu kararı bu meclis almıştır. Resmi karardır. Dosyada vardır. Onun dışında herhangi bir merkez komitesi bilmiyorum ben.
Fatsa Halk Kültür şenliğinde neler yapılmıştır? Bu şenlik, kapalı kutular içinde yapılmamıştır. Şenlik bu, ismi üstünde. Fatsa Halk Kültür Şenliği’ni en geniş kitlelere duyurmak için, ülkemiz sınırları içindeki tüm belediyelere davetiye çıkartılmıştı. Şenliğimizin propagandasını TRT ile basında yapmışızdır. Bu konuda bir sürü demeçler vermişizdir, bildiriler yayınlamışızdır. Şenliğimizin görkemli olması için çeşitli afişlemeler yapmışızdır. Ve bu şenlik bu şartlar altında düzenlenmiştir. Bu şenlik aracılığıyla Fatsa’da Marksist-Leninist bir propaganda sergilendiği iddiası vardır. Bu, tamamen hayal ürünü bir iddiadır. Çünkü, olacak şey midir, bir belediye başkanı bölgesinde Marksist Leninist bir propaganda çalışması düzenleyecek, Reisicumhura davetiye çıkartacak şenlik için. Bu belediye başkanı Adalet Bakanlığına, şenliğimiz var, buyrun diyecek, İçişleri Bakanına davetiye çıkaracak, Kültür Bakanına davetiye çıkaracak, Türkiye’nin en büyük belediyeleri Ankara, İstanbul, İzmir belediye reislerine davetiye çıkartacaktır. Çeşitli demokratik kitle örgütlerine davetiye çıkartacaktır. Gelin ben Fatsa’da ne haltlar yiyorum, gelin, görün. Olmaz…. Ve bu adı geçen kurumların bir çoğu şenliğe katılmış, heyet göndermişti. Bir çoğu da tebrik göndermişti. Ve bu şenlik münasebetiyle düzenlenen gecelerde Kültür Bakanlığından, Başbakandan veya onun adına bir başkasından, Meclis Başkanından tebrikler gelmiştir. Meclis Başkanının tebriği halka okunmuştur. Başarı dileğinde bulunulmuştur. Ve böyle bir şenlik, böyle bir amaçla düzenlenecek ve o belediye başkanı kalkacak, buyrun diyecek, ben böyle işler yapıyorum 12 Eylül’e kadar bütün bu yetkililer korktu, ses çıkartamadılar, baskı altındaydılar, 12 Eylül’den sonra da mı baskı altındaydılar? Halen bu insanların bu konuda en ufak bir ifadeleri, beyanları yoktur. Özellikle izlemişlerdir şenliği. Evet, Fatsa Halk Kültür Şenliği yurdumuzdaki diğer belediyelerin düzenlediği festivallerden farklı olmuştur. Fatsa’daki Şenlikte halka toplumsal içerikli filmler gösterilmiştir. Yani, araştırılmıştır. Ülkemizde sinemalarda oynayan en iyi filmler, toplumsal içerikli, insanları eğitecek, öğretecek, ileriye dönük yetiştirecek, yeni nesile hitap edecek toplumsal içerikli filimler oynatılmıştı. Burada Dallas, Şahin Tepesi gibi, kültürümüze yabancı olacak filmler gösterilmemişti. Bu şenlikte Hamsi Güzeli seçilmemişti. Bu şenlikte Fındık Güzeli de, Kiraz Güzeli de seçilmemişti. Ancak, bu şenlikte Fatsa Köylerinden gelen folklor gruplarına etkinliklerini sergileme fırsatı tanınmıştı. Fatsa’nın mahallelerinde, yoksul kesimden insanların gelip tiyatro, koro ve benzeri faaliyetlerde bulunmasına imkan sağlanmıştı. Bu şenlikte spor karşılaşmaları yapılmıştı. Voleybol, atletizm, bisiklet yarışmaları, futbol karşılaşmaları ile halkın spora eğilimi geliştirilmişti. Fatsa’da belediye başkanlık seçiminde kimseye tarafımdan baskı uygulanmamıştır. İddianame ’deki iddianın tam tersine bana karşı baskı uygulanmıştır. Bana karşı saldırılar yapılmıştır. Adaylığımı koyduğum günden itibaren türlü entrikaların karşısında kaldım. Adaylığımı engellemek için, müracaat dilekçem üzerinde eksiklik yapılarak, adaylığım engellenmek istendi. O olayı da şu şekilde izah etmek istiyorum. Ben hayatımda seçimlere hiç katılmadım. Yalnız çok önceleri 1965 yıllarından 1971 yılına kadar, Türkiye İşçi Partisi kapatılıncaya kadar Türkiye işçi Partisi’nin üyesi ve Fatsa İlçe Teşkilatında zaman zaman sekreterlik, başkanlık görevi yürüttüm. Sadece o parti seviyesindeki, yani parti yönetimindeki ilgili seçimlerin dışında genel seçimler ve benzeri seçimlere girmiş değilim. Bilgim yoktur. Ve bundan dolayı dilekçemi İlçe Seçim Kurulu’na, Hakim Beye götürdüğümde, kendisi bana bir liste verdi. “Şu şu eksiklikleri tamamla… İşte askerlik şubesidir, savcılık sicil şeyidir, bilmem nedir… işte o kanuni şeyleri tamamla getir” dedi bana. Ben de onları getirdim. Orada çok ilginç bir durum oldu. Ben dosyamı tamamlayıp kendisine verince, “Hakim Bey tamam mı?” dedim. “Tamam”. Dedi. “Bir eksiklik olmasın, sonra bir aksaklık çıkar” dedim. “Yok, tamam” dedi. “Benim fazla bilgim yoktur, onun için endişe ediyorum.” Dedim, ayrıca belirttim. “Yok, öyle bir şey olursa bildiririz biz” dedi. Dedim ki: “benim bildiğim kadarıyla bağımsız adayların bir miktar para yatırmaları gerekiyor böyle bir şey vardır. Partiler yatırmaz da, bağımsızlar belli bir ücret yatırırlar, seçim için ilçe seçim kuruluna, adaylık parası; böyle bir şey olacaktır.” Hakim bey bana “Bu genel seçimler için, bağımsız milletvekilleri içindir. Yoksa, yerel yönetimler için böyle bir şey yoktur. Ben bilmiyorum. Gene ben bir yukarı sorarım. Ama, bilmiyorum böyle bir şey” dedi. Ve ben ayrıldım oradan. Bu müracaatımı adaylığımın kesinleşmesinden 15 gün önceden yaptım. (Çok önceden yaptım) Yani, o arada bir aksilik çıkmasın diye. O zamanki yasalara göre seçimlere yirmi gün kala adaylıklar kesinleşecek. Daha sonra aday müracaatı resmen mümkün değil. Yasal olarak yapılamıyor. Üç saat kala İlçe Seçim Kurulu’ndan bir katip gelerek; İlçe Seçim Kurulu Başkanı’nın beni istediğini söyledi. Gittiğimde, Hakim bey bana aynen şöyle dedi. “Fikri bey 57.600 lira para yatırmanız gerekiyormuş.” Ben terzi adamım. Ben hayatım boyunca 57.600 Lirayı bir arada görmüş değilim. Ki o dönemin parasıyla cidden görmüş değilim. Mümkün değil, yani o kadar parayı ben hiç bir arada taşımadım. Ben kendilerine “Zamanında söylemiştim, bu para işi olacak diye, şimdi ben parayı bulamazsam ne olacak?” dedim. “Adaylığın kesinleşmez, bize yazı yeni geldi” dedi. Ben o söylediğim 15 gün önceki müracaatım döneminde bu tür şey olabileceği düşüncesiyle kendi çevremden, arkadaşlarımdan ve imkanlarımdan zorlayarak 50.000 lira para hazırlamıştım. Kalanı da döndüm o iki saat içinde tamamladım. Ve getirdim, yatırdım ve adaylığımı bu şekilde kesinleştirmiş oldum. Ancak, Fatsa’da benim belediye başkanı olmamı istemeyen ve olduktan sonra çıkarı bozulacak olan çevreler, bu engellemeyle başarılı olamayınca, bu sefer Ankara’nın yolunu tuttular. Ankara’da Bülent ECEVİT’e kadar çıktılar. O zaman Başbakan Bülent ECEVİT idi. Ve Cumhuriyet Halk Partisi yöneticileri ECEVİT’e kadar çıktılar. “Fatsa Belediye seçimlerini biz kaybediyoruz, Fatsa’da ve önümüzde 14 Ekim seçimleri var. Fatsa gibi yerde biz seçimi kaybedersek, Türkiye çapında çok olumsuz bir propaganda olur bu, seçimin süresiz engellenmesi lazımdır.” Şeklinde meseleyi Bülent ECEVİT’e dayatıyorlar ve Malatya’daki süresiz ertelenen Malatya Belediye Başkanlığı seçimleri gibi, Fatsa Belediye seçimlerinin de süresiz ertelenmesini Bülent ECEVİT’ten istiyorlar. Ecevit kendilerine-sonradan öğrendiğime göre- “Malatya’da Belediye Başkanı öldürüldüğü; yakın bir zamanda seçim yapılması sonucunda çıkabileceği için nedeniyle süresiz bir erteleme söz konusudur; ama Fatsa’da böyle bir durum yok; Fatsa’da belediye başkanı kendi eceliyle ölmüş, koltuk boşalmıştır, yasalara göre seçim günü ilan edilmiştir, seçimin yapılması gerekmektedir.” Demiştir. Ecevit, “Ancak size bir iyilik yapabilirim, önümüzde 14 Ekim ara seçimleri vardır. Türkiye’de 5 tane daha ilçe boşalmış, belediye seçimleri var, onların hepsiyle birlikte l4 Ekim’e uzatabilirim; size de bu arada bir çalışma fırsatı verebilirim, gidin çalışın kazanın seçimi. Ben ne yapayım.” Diyor ve geri gönderiyor bunları. Mesele bu. Geri geldikten sonra seçim cidden, Yüksek Seçim Kurulu tarafından 14 Ekim ara seçimlerine alınıyor 24 Ağustostan, ancak planlar dümenler ve provakasyonlar bitmemiştir. Bu sefer, Cumhuriyet Halk Partisi’yle bağımsız aday arasında böyle bir seçim ertelemesi sürtüşmesi çıkmasından yararlanan, daha önce, savunmamın önceki bölümlerinde anlattığım gibi, ÜGD’li kişiler Fatsa’da bazı olaylar yaratarak, seçimleri ertelettirip, bu arada Fikri SÖNMEZ’i ortadan kaldırabiliriz, anlayışıyla saldırılara başlamışlardır. İkinci seçim, (14 Ekim) için müracatlar yeniden yapıldıktan sonra, adaylığım kesinleştikten, iki akşam sonra, yani seçimlere 19 gün kala evime araba ile gelip kapının zilini çaldığım zaman, üç ayrı yerden yaylım ateşine tutuldum. Büyük bir tesadüfle yani orada bir yere yatmakla mı, elimde olmayarak bir hareketle nasıl kurtulduğumu ben bilmiyorum- bacağımdan iki yerden yara ile kurtuldum. Daha sonra kendi kendime karar aldım. Yani eve gitmeme kararı. Seçimler boyunca eve gitmeme kararı aldım. Yakınlarıma, akrabalarıma ve her akşam değişik bir eve gitme şeklinde bir önlem aldım. Baktım adamlar vuracaklar beni. Bir hafta sonra, bu saldırıdan bir hafta sonra, aynı yerde gene taksiyle içinde kayınbiraderim – çünkü ben eve gitmiyorum-ben zannedilerek evimin önünde tekrar araba tarandı. Bu sefer arabadan inmeye de fırsat tanınmıyor, araba taranıyor. Ve arabanın şoförü hafif yaralı kaçabiliyor ve o şekilde kurtuluyorlar. Bununla da yetinmiyorlar. Durmadan Fatsa’da olay yaratma peşindeler. İlle seçimleri erteleyecekler. İlle insan katledecekler. Ve seçim ortamını kaldıracaklar ortadan. Bu anlamda, bu olaydan bir hafta sonra- yahut üç, dört gün sonra bilemeyeceğim hatırlayamıyorum o kadar- Kurtuluş Mahallesi’nde bir kahve toplantım var. Ki, yasal bir toplantı. Adayım, bütün adaylar istediği kahvede, istedikleri gecede, istedikleri saatte toplantı yapıyorlar. Ben de Kurtuluş Mahallesinde bir kahvede toplantıya gittim. Konuşmamı yaptım. Ayrıldım oradan. Evim Kurtuluş Mahallesinde olmasına rağmen ben, gene bir başka tarafta bir yakınımın evine gittim. Çünkü, eve gidemiyorum. Ancak, bu arada anlatmak istediğim bir önemli husus var. Bu birinci saldırının hemen peşinden Kaymakam, Emniyet Amiri, Jandarma Bölük Komutanı ve Savcı, dördü beni Kaymakamlığa çağırdılar. Gittim, dördü bir aradaydılar. Olayı benden dinlemek istediler. Yaralıydım zaten. Ben olayı anlattım ve olayda saldırganları tanıdım. Çünkü, mahallemin çocukları, aynı mahallede oturuyoruz o insanlarla ve tanıdım. Çok yakın mesafeden atmışlardı. Yani, benim silahım olsaydı, tertipli olsaydım vururdum da. Bugün de burada bir adam öldürmekten yargılanabilirdim. Ama, öyle bir şeyi o saate kadar düşünmediğim için öyle bir niyetim olmadığı için silahsızdım. Silah da taşımıyordum zaten, ve anlattım. Kimlerin olduğunu ve bunları kimlerin tertiplediğini de. İsimle, yani kurşunu bunlar bunlar attılar, ama suç esasen bu çocukların değildir, bunu tertipleyenler şunlar şunlardır diye kaymakama da, savcıya da, jandarma komutanına da, emniyet amirine de anlattım. “Siz gidin, biz hallederiz” dediler. İkinci saldırı oldu, tekrar çağırdılar. Tekrar aynı şeyleri bir daha anlattım. Gene “Gidin biz bakarız” dediler. Ancak, o arada bir gelişme oldu. Gelişme oldu da nasıl bir gelişme oldu? Giresun’dan, Samsun’dan toplum polisi ve komando birliği getirdiler. Ve Cumhuriyet Halk Partisinin yöneticileri “Biz seçimleri normal yoldan olmazsa, süngü ile, zorla, baskı ile alacağız, sandık başına beş asker koyacağız, genede bu seçimi biz alacağız” diye, onu bir baskı aracı olarak kullanmaya çalıştılar. Ancak ilçe yetkilileri – orada kimsenin hakkını yemek istemem-, benim evime en az beş-altı asker bekçi, polis de koydular. Muhasaraya aldılar, yani “güvence”ye aldılar. Buna benzer bazı yerleri de aldılar. Halkevi Binasını, TÖB-DER binasını, bankaları, çünkü gelişmeler iyi değildi. Bir şeyler olabilirdi her an karşı taraftan, bu endişeyi biraz ben anlatmıştım kendilerine. O endişeden bu tedbirleri böyle aldılar. Ama, bu gelen birliği bazı çevreler daha kötü amaçlarla kullanmaya çalıştılar, Fatsa’da. Neticede, bu anlattığım kahvede toplantı bittikten sonra, ayrıldıktan hemen yarım saat sonra, kahve basmaya üç maskeli geliyor. Ancak, toplantının bitmiş olduğunu görüyorlar. 10-15 dakika bir zamanlama oluyor bu arada. Gelmişken herhalde boş dönmeyelim, diyorlar. Orada bir ara kahvesi, bir çayhane var, ben de o mahalleden olduğum için, tanıyorum o kahveyi, biliyorum yerini. O kahvede insanlar televizyon seyrederken kahveye dalıyorlar. Maskeli hepsi zaten. İki kişi dalıyor içeriye. Kahveyi tarıyorlar. Orada Tevrat GÜLER isminde birisi ölüyor. İki kişi halen felçli, yatıyor. Saldırganlardan biri orada kendi arkadaşlarından mı, yoksa oradaki insanlar tarafından mı orasını ben bilemem orada olmadığım için, bir saldırgan da orada ölüyor. Maskesi ile her şeyi ile orada kalıyor. Bunun üzerine gece hemen, bu olayın peşinden, gece aynı ilgililer beni çağırdılar. Buldurdular beni. Ve Kaymakamlık Odasında “Geçenlerde biz sizin anlattığınızı seçim manevrası yapıyor, işte politikacılar böyle yapar, öbür tarafa baskı yapsın diye, bize böyle böyle lafları söylüyor diye değerlendirdik. Yanıldığımızı anladık. Eğer bu insanlar kimse, kim olabileceklerini biliyorsan, bize anlat, bu sefer biz ciddi olarak üzerine gideceğiz. Geçen iki anlatımını böyle değerlendirmiştik” dediler. Yani ben, öbür gruba baskı yapsın kaymakam, amir, memur; ben de ortadan seçimi kazanayım, şeklinde yorumlamışlar. “E, politikacısınız” gibi laf ettiler” ancak, cidden bu işler kötüye gidiyor, senin de bu konularda araştırmaların, bildiğin var, geçen söyledin bazı isimler, bunları biz nerede bulabiliriz?” dediler. Ben baskını yapanları anlattım. İsim, isim, birisinin Sezai GÜNGÖR olduğunu, zaten ölü olarak orada kaldığını, o akşam bana saldıranlardan birinin de o olduğunıı, Recai GENÇ ve İsmail YILMAZ olduğunu, üçünün bana saldırdığını, bu üç eylemin de failinin bunlar olduğunu anlattım ve bunları bulmak istiyorsanız Konakbaşı Köyünde falanca ev, gidin silahı ile beraber alın gelin, ben de burada oturuyorum, dedim. Ve atladılar arabaya gittiler, yarım saat, bir saat sonra geldiler. Ve eylemde kullandıkları silahla beraber geldiler. Buldular, aldılar, geldiler, basit, zor bir iş değil, açık açığa yapıyorlar. Ve bugün Erzincan 2 numaralı Askeri Mahkemesi tarafından biri idama, biri 36 yıla mı bilmiyorum, Yargıtay’dan herhalde temyizde bozulmuş, tekrar yargılanıyorlar. O konuda bir şey demek istemiyorum. Böyle bir cezaya çarptırılıyorlar. Bu eylem de bu şekilde bittikten sonra iş bitmedi bir türlü rahat edemiyoruz. Seçimlerin yapılmasına dört gün kala bir gece, bir baktık bir patırdı daha: Fatsa’da Yozgat Milletvekili Hüseyin ERDAL yanında dört tane Çorum, Yozgat illerinde aranan, bir sürü eylemlerden aranan dört tane militanla beraber silahlı bombalı yakalanıyorlar. Gece yarısı saat 1 sıralarında benim olan, eskiden bana ait olan terzi dükkanının 100-150 metre önünde taksiyi durdurmuşlar ve -daha önce söylemiştim işte, tedbir alınmıştı bazı yerlerde jandarma ve komando birliği tarafından- askerler, jandarmalar gezerken şüpheleniyorlar iki kişiden, benim terzihanenin ara sokağında; “Kimsiniz, necisiniz” derken, jandarmalar arama yapmak istiyor, üstlerini aratmak istemiyorlar. “Biz ileride milletvekili var O’nun arkadaşıyız” falan diyorlar. Emniyete getiriyorlar. Emniyette üst-baş araması yapıyorlar. Hepsi silahlı çıkıyorlar, arabayı arıyorlar, arabada altı tane patlamaya hazır bomba, dinamit, bir tane saatli bomba, çok miktarda bomba yapımında kullanılan malzeme, ile yakalanıyorlar. Hüseyin ERDAL elindeki çantayı aratmak istemiyor, Kendisinin Yozgat MSP milletvekili olduğunu, Rize’den Erbakan hocanın mitinginden geldiğini, gece uykusu gelip, otel aradıklarını falan söylüyor. Ancak, yetkililer diyorlar- savcısı falan- “Kardeşim bombayla otel mi olur, ne oteli? Olmaz böyle şey. Sen milletvekili falan da değilsin” diyorlar. O gün CHP’nin, seçimleri yürütmek için Fatsa’da bulunan Ordu Milletvekili Ertuğrul GÜNAY’ı olduğu yerden kaldırmışlar, gece getirmişler, yüzleştirmişler. Cidden Hüseyin ERDAL olduğunu, MSP milletvekili olduğunu Ertuğrul GÜNAY söylüyor ilgililere, güvenliğini alıyorlar. Samsun’a kadar yolcu ediyorlar. Şimdi bu noktada düşünmek lazım. Bu, alelade sokakta bir insan değil, çocuk da değil. Bir milletvekilinin bu durumda seçimlerden önce, bu kadar da olayların aniden geliştiği bir Fatsa’da böyle dolaşması bir tesadüf olamaz. Bunu ben öğrendikten sonra Kaymakam’a gittim. “Ben, seçim çalışmalarımı durduruyorum.” Yani, bundan böyle ne meydanda ne kahvede ne bir yerde seçim toplantısı yapmıyorum. Çünkü, koyarlar bir yere saatli bomba, bir toplantıda bir sürü insan ölür. Ben belediye başkanı olsam da olmasam da olur. Ama, bu insanların katledilmesine göz yumamam. Bu şekilde seçim faaliyetlerimi dört gün kala durdurdum. Bütün bunların karşısında şimdi iddia makamına ben sormak isterim. Bunlar, Fatsa Adliyesinde şikayetleri tarafımdan yapılmış, diğer olaylarda tespit edilmiş, ve oralarda işlem görmüş duran dosyalardır. Yani, seçimlerden yirmi gün önce, beş gün önce, on gün önce olan olaylardır. Şimdi iddia makamından ben sormak isterim: Bu kadar Fatsa halkı içeri alındı. İşkenceden geçirildi. Gerek sanık gerek tanık, bırakın sanığı, tanığı, en sağdaki MHP’liler dahi, onların anaları ve babaları dahi “Fatsa’da belediye seçimlerinde ben bir dayak yedim, oyunu bu yönde kullanacaksın diye dövdüler, sövdüler,” veyahutta “ölümle tehdit ettiler” şeklinde şikayette bulunamazlar. Fatsa’da devlet yok, diyorlar, ona da cevap vereceğim ileride. 12 Eylül’e kadar şikayette bulunamadılar, dilekçe veremediler. 12 Eylülden sonra 4 sene geçmiştir. Bu dört sene içinde bir tanesini göstersinler bana, ben seçimleri cidden zorla aldığımı, ve tüm yakıştırmaları da kabul edeceğim. Yok, hiçbir Fatsa’lı böyle bir şeye rastlamamış, böyle bir olay olmamıştır, ama, iddianamede böyle bir olay yer almıştır.
İddianamenin 131. Sayfasında
“Yine yaptığımız tespitlere göre Fatsa etnik yapı olarak, Alevi Türkmenler, Sünni Gürcüler, Sünni yerlilerden oluşmaktadır, “Genellikle muhafazakar yapıdaki Gürcülerle, yine bölücü akımların etkisiyle Alevi Türkmenlerle işbirliği halinde devrimci eylemlere katılmışlardır. Nitekim, Başkan Fikri SÖNMEZ’de Gürcü asıllıdır,”
İddianamenin birçok bölümünde bu konular çarpıtılmış kimi yerinde, etnik gruplar arasında bölücülüğü teşvik ettiğimiz, kimi bölümünde de işbirliğine gittiğimiz iddia olunmaktadır. Bu baştan sakat bir mantık. Bir yandan işbirliğine gidiyoruz. Öbür yandan da bu insanları bölmeye çalışıyoruz. Bu tür bir iddia yakıştırınanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Fatsa’nın geçmişinde bu etnik gruplar arasında geleneksel sürtüşmeler olmuştur. Bunları büyüklerimizden duymuşuzdur. Yani, Gürcüler, Aleviler, Türkler arasında geçmiştir. Eşkiyalık diye vasıflandırıldığı bir dönemde, bu insanlar arasında öldürmeye benzer birçok olaylar yaşandığını büyüklerimizden zaman zaman dinlemişizdir. Fatsa’nın yakın geçmişinde çeşitli çıkar ve siyasal grupların bu etnik gruplar üstünde nasıl oyun oynadıkları ve bölücülük yaptıklarını bizzat yaşayarak, görmüşümdür. Yani, bu insanlar, çeşitli çıkar grupları ve siyasal grupları birbirlerine kışkırtarak menfaat temin ettiklerini ben kendim yaşayarak görmüşümdür. Onları uzun uzun anlatma ihtiyacını duymuyorum. Günümüzde ise, kastettiğim 1980 Fatsa’sı. Fatsa’da birlik ve beraberliğin sağlandığı bu etnik gruplar arasında hiçbir olay olmadığını gösterecek olun durum şudur Fatsa’da 1980 Türkiye’sinde Alevi-Gürcü-Türk çatışması veya buna benzer en ufak bir olay söz konusu değildir, böyle bir şey olmamıştır. Ki, Fatsa tarihinde, sayıların azlığından dolayı hiçbir dönemde seçimlere katılmalarına karşın Gürcü kesiminden belediye başkanı seçilememiştir. Birçok kere seçime girilmiştir. Seçime giren Gürcü kesimi çeşitli partilerden, hatta Cumhuriyet Halk Partisi’nin benden önce bağımsız adaya seçimi kaptırma olayı Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayının Ayhan TANDOĞDU isminde bir Gürcü olmasındadır. Yani, Yener TOPALOĞLU’nun bağımsız seçimi kazanması olayı, Cumhuriyet Halk Partisi adayının Gürcü olmasıydı. Bu kadar zıtlaşma körüklenmiştir, o dönemlerde. Bunun nedeni ise, yıllardan bu yana bu etnik gruplar arasında sürtüşmeyi bazı çevreler körüklediği içindir. 1979 belediye seçimlerinde soygun ve sömürüye karşı olan bir kişi olarak tanınmamın ötesinde, bölücülüğe de karşı olan bir insan olarak tanınırım; bundan dolayı Alevi kesiminden, Gürcü kesiminden ve yerli Türklerden geniş desteği bulup, belediye başkanı seçildim. Fatsa’da bölücülükten çıkar umanlara indirilmiş bir darbe olduğu gibi, iddianamede, bölücülük yaptığım iddiasına da en iyi bir cevaptır bu. Çünkü ben, Fatsa’da salt bir kesimin oyunu almamışımdır. Toplumun, o etnik yapının her tarafından oy almışım. Çullu semti, Akıl Tepesi, Alevi kesimleridir. Silmece oy almışımdır. Kurtuluş Mahallesi’ndeki Gürcüler çoğunlukta, %80’i silmece oy almışımdır. Mandıra tarafı Türktür, silmece oy almışımdır. Benim tek oy düşük aldığım yer, Fatsa merkezden, M.Kemal Paşa Mahallesi’dir. Ve orası da sermaye çevrelerin oturduğu bir mahalledir. Orada da adayları geçmişimdir. Ancak, 10 oy geçmişimdir, 5 oy geçmişimdir. Ama, diğer yerlerde 3-5 çıkarken, 300 oy almışımdır, böyle silmişimdir. Bu da benim bölücülüğe karşı oluşumun en iyi göstergesidir. Bu olay, benim bölücülükten yana değil, birlik ve beraberlikten yana oluşumun en güzel örneğidir. Zaten devrimci olmanın bir kıstası da, ırkçılığa ve bölücülüğe karşı olmaktır. Bu gün önümüzde duran, Fatsa Devrimci Yol İddianamesi adıyla anılan bu iddianamede yasal dayanaktan yoksun, hele şahsımla ilgili bölümler tamamen varsayımlar üzerine inşa edilmiştir. Tüm isnatlar ve ithamlar gücünü hukukça geçerli olmayan kaynaklardan almıştır. Şöyle ki: Şahsıma getirilen suçlamalara delil olarak gösterilen belge, tanık ve atf-ı cürümlerin kaynağı şunlardır:
Bazı gazetelerde 12 Eylül öncesi ve sonrası çıkan haberler ve bana ait olduğu iddia edilen yayınlar.
Nokta operasyonu döneminde ve Vali Reşat AKKAYA tarafından oluşturulan sorgulama heyetinin hazırladığı sorgulama tutanakları.
Tanık olarak gösterilen kişilerin büyük bir çoğunluğunun MHP’li ve ÜGD’li maskeli muhbir kişilerden oluşması.
Aramalara taraflı polislerle birlikte katılan maskeli muhbirlerin suç delili olarak elde edildiği iddia olunan bazı eşyaların varlığı.
Bant çözümü ve bazı fotoğrafar, vb.
Kişisel suçlamalarıma en büyük kaynak Tercüman ve Fatsa Güneş Gazetesi’nde çıkan bazı yorumlar ve değerlendirmelerdir. Yani, Tercüman’la, Fatsa Güneş Gazetesi’ne dikkat ederseniz, elinizdeki iddianamedeki bölümlerin bana ait olan bölümleri bu gazetelerde çıkan yayınlardan alınmıştır, başka delil yoktur
İddianamenin 159. Sayfası
“14 Ekim 1979 tarihinde yapılan seçimler sonucu, Devrimci Yol örgütünün, başkan seçilen Fikri SÖNMEZ i1e Devrimci Yol siyasetinin kişilik kazandığını yukarıda belirtmiştik, bu tarihten itibaren Devrimci Yol Örgütü devlet imkanlarının desteğinde devlet içinde devletmiş gibi hareket etmeye başlamış ve özlenen Fatsa komünü kurulmuştur. Devrimci Yol örgütü devlet imkanlarının desteğinde devlet içinde devletmiş gibi hareket etmeye başlamış ve özlenen Fatsa komünü kurulmuştur.”
Savunmamın önceki bölümünde Fatsa Belediyesi’ne bir kuruş devlet yardımı gelmediğini, anlatmıştım. Ve yapılan hizmetlerden artacak bir kuruşun dahi olamayacağını ve bundan dolayı da herhangi bir yardımın söz konusu olamayacağını belirtmiştim. Fatsa Belediyesi ve o belediyenin başkanı olarak ben, ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktım. Onun için, hiçbir yere yardım yapmış değilim. Şunu açıkça söylüyorum: Eğer ben İddianame’nin mantığıyla hareket etmiş olsaydım, bırakın üç-beş kuruşu, milyonları aktarırdım. İddianame, yardımlar konusunda hiçbir delil göstermemektedir. Gösterdiği tek delil, dayanaksızdır. Fatsa Belediyesi’ne aldığım 9 insandan söz edilmekte ve bunların maaşlarından artan paralarla örgüte yardım ettiğim öne sürülmektedir. Ben demin anlattım: kaçak inşaatları idare edebilirdim, geçici ruhsatlar verebilirdim. Belediye reisi olarak bunları yapmaya yetkim vardı. 800.000 lira ceza vurduğum bina sahibinden ikili görüşerek 200.000 lira 300.000 lira alıp, geçici ruhsata bağlayabilirdim. (Bunlar Fatsa’da geçmişte olmuştur.) Ama onlar, ceplerine koymuşlar, ben cebime değil de örgüte aktarmışım!. Bu anlamda un bayiliğinden tutun su bayiliğine varıncaya kadar, sebze pazarından limanına kadar ben söyleyeyim 500 milyon siz daha fazlasını anlayın örgüte aktarırdım. Ama görülüyor ki, Fatsa Belediyesi’nin yapmış olduğu hizmetler mevcut gelirlerle zor karşılanır, hatta karşılanamaz. Fedakarlık istiyor. Halktan destek alınmıştır, ve halkın katılımı sağlanmıştır. Para ile olacak birçok işlerde halkla girişilen iyi ilişkiler sonucunda Fatsa’da yaratılan kardeşlik ortamı içinde halledilmiştir. Kaldı ki, bunun ötesinde devletin bu müessesesinin bir tarafa yardımı söz konusu olamaz (…)
Fatsa’da devletin etkinliği demin anlattım, eğer bir hakimi delirtmek ve onu Fatsa’dan kovmak, rezil etmek devletin etkinliğini kırmak değil de, benim yol yapmam, su getirmem, bunun için komite kurmam devletin etkinliğini kırmaksa ben bu etkinliği kırdım. Gidip devletin kasasından milyonları çalıp, onu rüşvet karşılığında idare etmek, devletin itibarını ve etkinliğini Fatsa’da kırmadıysa, ben komiteler kurup, halka götürdüğüm hizmetlerden dolayı devletin etkinliğini kırdım. Bunu kabul ederim. 13 yaşındaki çocuğun boynuna iplik geçirip, dolaştırmak devletin etkinliği ise, ben etkinliğe katılmıyorum (…)
Bana göstereceklerdir hangi kaymakamın işine müdahale etmişim? Hakkımda bir tek kaymakamın ifadesi var mıdır, gelmiştir benim işime müdahale etmiştir, ben bu hizmeti götüreceğim, belediye başkanı kalktı yapamazsın, dedi, bir tane devlet görevlisi şu işleri ben yapıyordum da engelledi diyen bir ifade mevcut mudur? Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi, Fatsa’da da devletin bütün kurumları vardı. Hatta benim dönemimde Türkiye’nin diğer yörelerinden daha fazla etkin olmuştur. Çünkü, Fatsa’da halk, rüşvete, kayırmacılığa, himayeye, karşı mücadele veriyordu. Emniyette, jandarmada ve diğer devlet kurumlarında olan rüşvet ve benzeri alışkanlıklar bu dönemde Fatsa’da asgariye inmiştir. Ne yapmışım ben Fatsa’da? Adam mı öldürmüşüm? Adamları mı katlettirmişim? Var mıdır bunun bir örneği ? Yok. Sadece ismimden dolayı mücadelelerimden dolayı, siyasi karşıtlarım, hakkımda dört senedir propaganda geliştire geliştire beni canavar yapmışlardır. Yarattıkları bu canavardan bugün kendileri de korkmaktadırlar (…)
Devletin etkinliğini kırmakla suçlanmamın yersiz olduğunu söylüyorum. Ve Fatsa’ya iki kez en geniş şekilde operasyonlar yapılmıştır. Devletin tüm kurumları Fatsa’da işlemiştir, benim dönemimde Fatsa’da bu operasyonlar yapılırken devletin güçleri her zaman geldiği gibi, Giresun Komando Birliği 10-15 günde bir gelir, Fatsa’yı dolaşır, Samsun Toplum Polisi hafta geçirmez her zaman Fatsa’dadır. Buna karşın Ünye’de insanlar öldürülür o dönemde, o dönemdeki zabıtlardan bellidir. Ünye’de en azından 10 kişi ölmüştür bu dönemde, Fatsa’da aramalar yapılırken. Ordu’da birçok, olaylar olmuştur, ama, ne Ünye’de ne de Ordu ilinde tek bir operasyon yapılmamıştır. Ölüler Ünye’de, cinayetler Ünye’de bunlar Fatsa’yı arıyorlar. Ünye’de hiçbir operasyon olmuyor, kimse gözaltına alınmıyor, çünkü, orada MHP’liler hakim durumda. İşgal etmişler Ünye’yi. Öldürebildikleri kadar öldürüyorlar, bir kere arama yapılmamıştır Ünye’de. Fatsa halkı- arkadaşlar geniş geniş anlattı Ünye’ye Samsun’a, Ordu’ya hastaneye yahut ticaret nedeniyle bu yerlere gidemiyorlardı. Burada da bir çarpıcı örnek vermek istiyorum: Bir gün kaymakam istetti beni yanına, gittiğimde yanında bir adam oturuyordu. Başı sarılı, başını çok kalınca sarmışlar. Ben, Kaymakam beye, neydi falan dedim. Adamı gösterdi bana, ben adama “geçmiş olsun” dedim. Adamı ilk etapta tanıyamadım. Kimsiniz falan dedim. “Ben Geçtin Köyü’nün imamıyım” dedi. Yani Fatsa’nın Geçtin Köyü’nün imamı. “Geçmiş olsun, ne oldu? Trafik kazası mı geçirdin, dövdüler mi? Kurşunladılar mı?”diye sordum adama. Kaymakam bey de, “ben zaten o durumu merak ettiğim için sizi istettim, çok acayip bir durum olmuş, hatta Samsun Valisi’ne telefon açtım bu konuda, adamın karısı da kayıp onun için telefon açtım bir de sen duruma vakıf ol diye haber verdim” dedi. Ben bu sefer sordum” ne oldu kardeşim?” Ailesi hastalanmış, Fatsa’da İbrahim Varnalı’ya gelmiş, muayene etmiş İbrahim Varnalı, ailesinin hastalığına kendisinin aklı ermeyeceğini, yani, kendi branşının dışında olduğunu söylemiş ve Samsun’da bir doktorun adresini vermiş. “Aileni sen oraya götür” demiş. “benim selamımı söyle o hastalıkla ilgili iyi bir doktordur” ve ben de bindim bir arabaya, indim Samsun’a, Mecidiye’de doktorların çoğunlukta olduğu yerde geziyorum. Doktorun levhasını arıyordum elimdeki kağıttan, arkadan birisi “Fatsa’lı” diye seslendi, bende zaten doktoru bulamadığım için, herhalde tanıdık diye döndüm geri. “Beni mi çağırdınız dedim” adama “Sen Fatsa’lımısın” dedi.
“Fatsa’lıyım kardeşim bir şey mi var” dedim. Yanaştılar, etrafımı aldılar, hiçbir şey demeden başladılar vurmaya. Odunlarla, tekmelerle, ellerinde silah kabzalarıyla vuruyorlar. Ben imam olduğum için, herhalde komünistlerin saldırısına uğradım diyerek, imam olduğum için ben sağcıyım, ben başladım alttan kafirler, komünistler, anarşistler, bilmem ne diye sayabildiğim kadar sayıyorum. Hem de dayak yiyorum, betondayım. Bu arada durdular, “Lan sen kime komünist diyorsun? Biz milliyetçi ülkücüyüz, komünist Fatsa’lılardır” “Kardeşim, milliyetçi, ülkücüyseniz, ben de imamım, ben de sağcıyım” “Git eşekoğlu eşek, Fatsa’da müslümanlık mı varki, cami olsun, imamı olsun” diyerek, bu sefer bir daha giriştiler. Ve ben gözümü hastanede açtım. Dün çıktım, karıyı da Samsun’da kaybettim. Kaymakam beye geldim müracaat ettim ki neticeyi bekliyoruz.” Dedi.
Şimdi zihniyet: Vatandaş Fatsa’lı, imam dahi olsa madem ki Fatsa’lıdır. Fatsa’da din ne arıyor, hepsi komünisttir ve katli vaciptir diyerek, bir imam bu şekilde hakarete uğratılabiliyor. Bu ortamda Fatsa’da operasyonlar, aramalar, taramalar yapılabiliyor, ancak bu adı geçen olayların bölgesine bir tek eğilen yok. 2-3 gün sonra karısını bulup getirdiler adamın, daha sonra öğrendim.
Ayrıca, belediyemiz ekonomik baskı altındaydı. Yukarıda zaman zaman anlattığım bu baskı nasıl yürütülmüştür? Bunu bir-iki örnekle geçeceğim, fazla zamanınızı almak istemiyorum. Belediyelerin bazı yasal hakları vardır. Mesela, kıtlık zamanında belediye mazota, benzine el koyar, yani o hakları vardır. Deprem zamanında araçlara ve sair şeylere el koyar, belediyelerin yetkileri vardır. Yani, bunlar belediye yasalarında vardır. Bu anlamda belediyemiz bırakın benzin bulmayı, el koymayı, kendi yasal hakkını alamıyordu. Samsun Deposu’na tankerimizi gönderdiğimiz zaman, ki bir defasında gönderdim zabıtayla. Görevlilerle beraber, oradaki müdür çağırıyor Fatsa Belediyesini. Özellikle seçiyor o kadar belediyenin içinden. Yetkililerini çağırıyor yanına “Siz niye geldiniz Samsun’a?” Belediyenin yetkilileri de “ Benzin almaya geldik” diyorlar.
“Yahu sizin işiniz yok mu? Sizin belediye başkanına Rusya’dan vapurlarla geliyor benzin, mazot, hadi bir daha da gelecek değilsiniz” diyor. İşte zihniyet. Bu devletin itibarını zedelemiyor, ama biz mazot istediğimiz zaman, veya götürdüğümüz hizmetlerden dolayı itibarı zedelemiş oluyoruz. Bu insanlardan hiçbir şey sorulmuyor. Bunu nice yerlere bildirdiğimiz halde, bu insanlar hakkında en ufak bir işlem, ne o gün ne de daha sonra yapılabiliyor.
Bu anlayışla gene Tekel, Fatsa’ya sigara getirmedi. Resmen sigara getirmiyor. Kumru, Korgan, Ünye, diğer ilçelere geliyor. Fatsa’ya bir gram sigara verilmiyor. Gaz verilmiyor, tuz verilmiyor, ambargo var, resmen ambargo var. Yağ hiç verilmiyor. Bakanlığın tahsis ettiği yağ, belediyemizin hakkı olan yağ, diğer belediyelere geliyor. Bize verilmiyor, bunlar orada zabıtlarla bellidir. Diğer belediyelere bakıldığında, Fatsa Belediyesi’ne bakıldı mı, aynı tarih içinde bakanlığın tahsisi vardır. Bolaman Belediyesi’nden yağ alıyor Fatsa belediyesi, 3 bin nüfusu oranın var, 30.000 nüfus Fatsa’nın var ve biz Bolaman Belediyesi’nden, Yalıköy Belediyesi’nden, civar belediyelerden, Kumru’dan, Korgan’dan sigara dileniyoruz ve halkımıza sigara yetiştirmeye çalışıyoruz. Böyle ambargonun içerisindeyiz. Bu kadar baskılanmanın içersindeyiz. Ayrı bir evlat, ayrı bir ülkenin insanları…. İşgal kuvvetleri bile yapmaz. İşgal kuvvetleri bile insanın geçim maddelerini verir, yani kısmaz. Bunlar işgal kuvvetlerinden de çok fena. Bu durumda kaldık biz. Aylarca bir gram sigara gelmez mi Tekel’e? .. Tamam, kıtlık vardır, ben de anlıyorum. Yeteri kadar hiçbir yere gidemiyordu o dönemde, o doğrudur. Ancak, diğer belediyelere giderken, Fatsa Belediyesi’nden özellikle bunun kesilmesi.. Bunlar, evraklarla ortada olan şeylerdir, onun için anlatıyorum. Fatsa’ya bir gram bir şey verilmediği, çıkar ortaya. Tekel’e yazı yazılsın, Korgan, Kumru Tekel’ine yazı yazılsın o dönemde diyelim ki, 4 aylık bir zaman alalım, Kumru Tekeline yaza yazılsın, oraya gelen sigarayla Fatsa Tekeline gelen sigaraya bakılsın. Fatsa’da yoktur sigara, gelmemiştir, ama, Kumru’ya gitmiştir. Neden?.. Fatsa halkı cezalandırılıyor. Neden?.. Böyle bir belediye başkanı seçtiğinden dolayı. Yani, “Milli irade” diyoruz. ‘”Milli iradeye saygı” deniyor. Yöneticiler kendileri saygı göstersinler, ondan sonra halktan saygı beklesinler. Yok. Kendileri varsa “ Milli iradededir”, kendileri yoksa “Milli irade” değildir. Çıkar çevrelerinin emrinde, onlara hizmet eden yöneticiler, kaymakamlar, hakimler, belediye reisleri, varsa o tamamdır. Ama, onların çıkarlarına engel olan ve halkın çıkarlarına, toplumun çıkarlarına hizmet eden bu görevliler varsa bunlar olmayacaktır. Bunlar her şeye uğrayacaklardır ve uğramışlardır. Anlattım… Bir Remzi bey örneğini de söyledim.
Bu nedenlerle, bu şekilde bir ekonomik ambargonun altındaydık. Ve bu da tutuklandığım güne kadar süregelmiştir.vBütün bu olumsuzluklara karşı Fatsa halkı omuz omuza vermiştir. Bu kötü koşullarda kardeşliğin, beraberliğin, bütünlüğün, birliğin örneklerini sergilemişlerdir. AP’lisi, MSP’lisi, CHP’lisi, devrimcisi, ilericisi hepsi bir olmuşlardır. Bütün haksızlıklara karşı bu temelde birleşmişlerdir. Fatsa halkı tek yumruk olmuştur bu temelde. Ama, başka bir temelde demiyorum. Siyasi partiye, istediği partiye oy vermiştir vatandaş, istediği siyasi düşüncesini istediği gibi söyleyebilmiştir vatandaş. Ancak, bu haksızlıkların karşısında tek yumruk olmuştur Fatsa. Birliğin, kardeşliğin, dostluğun en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Ve işte bu zinciri kırabilmek için, Fatsa’da MHP’nin, ÜGD’nin etkinliğini kurabilmek için, Fatsa halkı hedef gösterilmiştir. Eğer, devletin itibarı, saygınlığı Fatsa’da MHP’nin örgütlenmesi ise, doğrudur, devletin o saygınlığı Fatsa’da olmamıştır hiçbir zaman. Eğer devletin saygınlığından, onun itibarının zedelenmesinden, Fatsa’da MHP ve yan kuruluşları ve çetelerinin örgütlenememesi kastediliyorsa, buna Fatsa halkı müsaade etmemiştir. Çünkü, bütün bu yapılanların karşısında demin söylediğim tavrı koymuştur halk.
İddianamede daha önce okuduğum alıntıda, Fatsa’da Fatsa Belediye seçimlerini Fikri SÖNMEZ’in kazanmasından sonra, komünleşme, Paris komününe benzetilerek, suçlama getirilmektedir. Her şeyden önce iddianamede getirilen bu suçlamaya herhangi bir delil gösterilmemektedir. Bunun tek delili, tek dayandığı, Tercüman Gazetesi’nin 1980’in 11 Temmuz’undan sonra Fatsa’da yapılan “Nokta Operasyonu”ndan sonraki günlerde şahsımla ve Fatsa Belediyesi’yle ilgili bir yazı dizisi çıkmıştır bu gazetede. Ve burada ilk defa sözü ediliyor: Fatsa Belediyesi’nin Paris Komününe benzetilmesi olayı, bu gazetenin tespitidir. Bu iddianamede, iddia makamı komün nedir, ne değildir, bunun bir tarifini yapmalıydı. Ben de kalkıp cevap verebileyim. Bu, Paris komüne benzer mi, benzemez mi? Böyle bir komünleşme olayı söz konusu mudur? Bunun açıklık kazanabilmesi için sadece yapabileceğim şudur: Benim bildiğim kadarıyla daha öncede söyledim, ben çok kitap okuyan bir insanım, araştırırım ve zaten ülkede politikayla uğraşan herkesin bilmesi gereken şeylerdir. Yani, bir Paris Komününü siyaset işleriyle, politikayla uğraşan insanların çoğunun bildiği şeylerdir az veya çok. Bu anlamda benim de Paris Komünü konusunda genel bir bilgilenmem vardır. Benim bildiğim kadarıyla Paris komünü,1871’de Paris işçi sınıfı ayaklanır, devleti ele geçirir. Fabrikalarda başlarlar bu ayaklanmalar, bunun sonucunda birçok fabrikaları, özel kurumları kamulaştırır, toplumsallaştırır. Kısa bir dönem yaşar ve sonra düşer Paris Komünü, Kaba tabiriyle budur Paris Komünü.
Şimdi Tercüman Gazetesi’nin yazarları bu olayı, Paris Komününü tutup, Fatsa olayıyla, belediye olayıyla denkleştirmeye çalışmıştır. Günlerce yazı yazmıştır bu konuda. İddianamedeki bu suçlama o günkü tarihlerdeki Tercüman Gazetesi’nin bu konudaki yazıları bir araya getirilirse aynıdır. Hiç değişikliğe uğratılmamıştır. Aynen o ne diyorsa, iddianamedeki bu suçlama aynen getirilmektedir. Bunun dışında tek bir kaynak yoktur. Ben şimdi sormak isterim ; Paris Komününe benzeyebilmesi için, önce iddia makamı açıklamalıdır hangi tarihte Fatsa’da hangi fabrikanın işçileri ayaklanmıştır? Ve Fatsa’daki devlet kurumlarına hangi tarihte el koymuşlardır? Bu bir kere yazılmalıdır, şu tarihte işçiler, şu fabrikada ayaklanmışlardır. Fatsa’daki devletin şu şu kurumlarını ele geçirmişlerdir ve bunları toplumsallaştırmışlardır. Böyle bir şeyi getirmesi gerekir. Böyle bir gerekçe ortada yok. Fatsa’da hangi devletin hangi kurumu görevinden alıkonmuştur. Onun yerine kim geçmiştir ve nasıl geçmiştir?
Çağımızda üretim araçlarının bu kadar gelişkin olduğa bir dönemde bu iş hiç duyulmamış mı hiç kimse duymamış mı, yalnız Tercüman Gazetesi mi görmüş? Onun dışında bunu Fatsa’da Kaymakam görememiş, Fatsa’da Devletin güvenlik kurumlarının başkanları, savcısı, hakimi, görmemiş mi? İçişleri Bakanı görmemiş, Adalet Bakanı görmemiş mi, duymamış mı? Devletin tüm kurumları lağvediliyor ve yerine bir toplumsallaştırma hayata geçiriliyor ve komün olayı gerçekleştiriliyor. Ama, bundan Tercüman Gazetesi’nin dışında hiç kimsenin haberi yoktur. Tercüman Gazetesi’nin haberi olur. Onun değerlendirmelerine göre, Fatsa’da bir belediye seçimi yapılmıştır. Daha önce anlatmışımdır. Normal demokratik yollardan seçime katılan bir aday vardır, seçimi kazanmıştır. Anlattığım görevleri, anlattığım ölçüde ve anlattığım anlayış içinde yerine getirmiştir. Kaymakamı, savcısı, hakimi, karakolu, polisi, jandarması ve diğer kurumları, bankası Fatsa’da, ülkenin diğer taraflarında nasıl görev görebilmişse aynısını Fatsa’da görmüştür. Hatta daha da söylediğim gibi, belki de benim dönemimde biraz daha iyice görmüşlerdir bu görevi. Ben sadece, genelde bu yazıldığı için buna cevap veriyorum. Böyle bir olay, yoktur. Zaten iddianamede, dosyada başka bir delili de söz konusu da değildir. Bu sadece bir yakıştırmadır. Fatsa’da anlattığım gelişmelerin sonucunda Fatsa’yı çekemeyenlerin ve Fatsa insanının o onurlu mücadelesini karalamak maksadıyla yapılmış karalamalardır. Dolayısıyla böyle bir durumu red ediyorum” doğru değildir.
İddianamenin 160. Sayfası
“Fatsa Devrimci Yol örgütünün hukuki egemenliği bu şekilde devam ettiği sırada 20.4.1980 tarihinde Ordu Valiliği görevine başlayan Reşat AKKAYA Fatsa’daki komünleşme hareketini sezmiş ve devletin etkinliğini sağlamak üzere kararlı bir tutumla icraata başlamıştır”
Devletin etkinliği dediği olayı daha önce anlatmıştım, yani Fatsa’da devletin etkinliği her zaman nasıl olmuşsa dönemimde de öyle olmuştur. Onu örnekleri gösterdim, anlatmaya çalıştım, ancak Vali Reşat AKKAYA’nın buradaki etkinlikten anladığı Fatsa’da MHP ve yan kuruluşlarının silahlı çetelerinin üslenmeyişidir. O etkinliği sağlamıştır Vali ve bu etkinlikten anladığı devletten de anladığı odur. Onun dışında bir etkinlik söz konusu değildir. Görmüş olduğu hiçbir şey de yoktur. Buna dair en ufak bir delil de ortaya koyamaz.
Vali Reşat Akkaya’nın Ordu’ya vali olarak tayin edilmesi diğer arkadaşlarımın anlattığı gibi, normal bir tayin değildir. Tayini konusunda uzun laf etmeyeceğim. Çünkü, malumunuzdur. Birçok arkadaşlar anlattılar. Arkadaşlarımın o anlatımlarına katılıyorum.
Vali Reşat AKKAYA’nın kişiliği hakkında fazla söz etmeyeceğim. Diğer sanık arkadaşlar yeteri kadar söz ettiler. Arkadaşların bu konuda anlatımlarına katılıyorum. Yani, Vali Reşat AKKAYA’nın kişiliğini, davranışlarının neler olduğunu arkadaşlar uzun uzun anlattılar. Ben bir daha aynı şeyleri tekrarlamıyorum. Ancak, benimde değinmek istediğim bazı konular var. Kısaca, onları özetlemek istiyorum. Bir ile vali tayin olunduğunda, ilk yaptığı iş: O yörenin belediye başkanlarıyla ve il genel meclisi üyeleriyle toplantı yapmak olur. İlin sorunlarını, ilçelerin sorunlarını, köylerin sorunlarını vali o insanlarla tartışır. Ona göre o ilde yapılacak hizmetleri proğramlar. Bu iş bu şekilde geleneksel olarak yürütülür. Ancak, Ordu Valisi Reşat AKKAYA, göreve başlar başlamaz bu geleneği yıkmıştır. Yani, ne belediye reisleri ne de il genel meclisi üyeleriyle bir kere olsun toplantı yapmamıştır. Tüm belediye başkanlarının kendisiyle görüşme çabalarına karşılık hepsini reddetmiştir. Hiçbirisini kabul etmemiştir. Beni geçin, beni kabul etmemesi, benim hakkımda peşin hükümlü olmasının bir sonucudur. Bunu doğal karşılarım. CHP’li belediye başkanlarını da karşısına alıp konuşmamıştır. Hatta Adalet Partili belediye başkanlarını da makamına kabul edip, sorunlarını dinlememiştir. Böyle bir Vali Ordu’da görev yapıyor, o yörenin insanları olarak, böyle bir Valinin yönetimi altında 1980 Türkiye’sinde durumumuzu siz değerlendirin. Ne durumlara kalabiliriz? Bu Vali Ordu’ya gelir-gelmez toplantı yapmadı mı? Elbette yaptı. Kimlerle yaptı? İlk olarak MHP’li ÜGD’li militanlarla toplandı. Toplantı yeri Valilik Makamı hiç bir zaman olmadı. ÜGD salonu oldu. Orda yaptı toplantıları. Bu salonda Ordu Bölgesi’nde MHP’nin nasıl örgütlendirileceğini, nasıl yan kuruluşlarının teşkilatlandırılacağına, kararlar alındı. Yoksa Ordu halkının sorunları tartışılmadı burada. Bu Vali, 6-7 aylık görevi sırasında tek bir çeşme bile yapmadı. İyi bir iş yaptığını gösteren tek bir kişi çıksın, ben bütün suçlamaları kabul edeceğim.
Bu Vali, Ordu’ya 300’e yakın mezar hediye etmiştir. Ama bugün yargılanan benim. Ben “Kültür Şenliği” düzenlerken o silah dağıtıyordu. Tabutlarla cenaze geçiriyorum diye, otomatik silahları Gölköy’e taşıyordu. Önünde kendi arabası, arkada da cenaze arabaları. Bunlar, tespit edilmiş olaylardır. Birçok MHP’li, ÜGD’li kişiler, Validen silah aldıklarını bölgemizde sağ kuruluşlarla ilgili açılan davalarda açıktan açığa söylemişlerdir. Bir tek kişi kalkıp, ben Fikri SÖNMEZ’den silah aldım, diyemez. Gerek bu davanın sanıkları, gerek dışardakiler, gerek tanıklar, gerekse karşı görüşümde olan MHP’li ÜGD’li kişiler dahil hiç kimse böyle birşey söyleyemez. Mümkün değil. Çünkü böyle bir olay yoktur.
Mahkeme tutanaklarında, “Vali, bize polis elbisesi giydirdi, ben aranıyordum. Vali beni istetti.” şeklinde açıklamalar vardır. Adam, adam öldürmekten aranıyor, Vali makamına çağırıyor, polis elbisesi giydiriyor, Aybastı’ya operasyona gönderiyor. Gölköy’e operasyona gönderiyor. Ama, devletin etkinliğini, devletin şerefini, haysiyetini yok eden Fatsa Belediye Başkanı’dır! Bunlar mahkeme tutanaklarında ortadadır. Bunları ben söylemiyorum. Kendi işbirliği içinde olduğu o  günkü sanıkların dosyaları incelendiğinde, hepsi ortaya çıkacak olaylardır.
Vali, bu toplantılarda birçok eylem planları yapmıştır. Yani, MHP’lilerin, ÜGD’lilerin olmadığı bölgelere nasıl gireceklerini, nasıl örgütleneceklerini, nasıl eylemler yapacaklarını ve kendisinin nasıl destek alacağının planlarını yapmıştır. Bunlar da anlatılmıştır o mahkemelerde, zabıtlarda vardır bunlar.
Birçok olaylardan aranan faşistler, eli kanlı militanlar, polis ve asker elbisesi giyidirilerek, Gölköy’e, Çamaş’a, Aybastı’ya Ünye’ye ve Ordu’nun çeşitli bölgelerine, Hasancık Köyüne varıncaya kadar üslendirilmiştir. Bu arada saldırı hedeflerinden biri de belediyeler olmuştur. Bu belediyeler MHP’nin üsleri haline getirilmek istenmiştir.

Ordu’da köy, kasaba, ilçe ve merkez olmak kaydıyla 36 belediye olduğunu hatırlıyorum. Bunlardan 27 tanesi CHP’li ve belediyelerin büyük çoğunluğu da demokrat ve ilerici kişilerden oluşmaktadır. Belediyeler demokrattır. Demokratik bir yapıya sahiptir. Daha önce de söylediğim gibi, belediyeler demokratik olmak zorundadırlar. Bu anlamda bir demokratikleşme vardır, o yörelerdeki belediyelerde. Bunun dışında kalan belediyeler de MSP, AP, MHP arasında bölüşülmüş belediyelerdir. Bu 27 tane belediye Ordu Valisinin ilk hedefleri olmuştur. Bunlardan i1k saldırdığı yer, Gürgentepe Belediyesi’dir. Bir gece yarısı gider, kuvvetleriyle birlikte girer, belediyenin bütün kapılarını kırar, depolarını kırar, camlarını çerçevesini döktürür, arama gerekçesiyle. Ve belediye reisini evden aldırıp, getirtir makamına. Belediye reisinin kendisine, “Bu devlete yapılan bir zarardır, beni daha evvel kaldırsaydınız, ben daireleri açtırırdım, aramanızı yapardınız” demesi üzerine, belediye reisini dövmeye kalkıyor ve orada belediye reisi ile kapışıyor. ( Bu dava Ordu Adliye’sinde mevcuttur. Belediye reisi 200.000 lira civarında cam çerçeve bedeli olarak tazminat davası açmıştır.)
Ordan dönmüştür Ürmeli Belediyesi’ne. Belediye reisinin kemiklerini kırıyorlar. Mahalle halkı belediye reisi Osman UYGUN’u Ankara’ya hastaneye kaldırıyor. Göz yıldırma ve militanlar vasıtasıyla belediyelere karşı yapılan bu saldırılar, en son Fatsa Belediyesi’ne yönelmiştir. Fatsa ile Fatsa Belediyesi’ni her taraftan kuşattıktan sonra, civar il ve ilçelerdeki belediyeleri yerle bir ettikten sonra ve MHP’li, ÜGD’li militanların hakimiyetini bölgede kurduktan sonra hedef artık Fatsa’dır. Fatsa Belediyesi’dir ve onun Başkanı’dır. Bu anlayış içinde bir propaganda işine girişiyor. Ve işte o dönemde “Fatsa Kurtarılmış Bölge”, “Kızıl güneş Fatsa’dan doğacak”, “Komitelerin yönettiği Şehir” ve benzeri sıfatlar durmadan gazetelerde çıkmaya başlıyor.
Vali Reşat AKKAYA o dönemde, Samsun’dan, Ordu’ya geçmekte olan Genel Kurmay Başkanı Kenan EVREN’e “Paşam Fatsa’dan geçerken yüksekten uçun helikopterle, sebebine gelince Fatsa’da DEV-YOL militanları ateş edip sizi düşürebilir”, demiştir. Ki, Kenan EVREN bunu bir çok konuşmalarında da, bu durumun yetkililer tarafından kendisine bildirildiğini açıklamıştır.
Reşat AKKAYA, Fatsa’yı canavar göstermek peşindedir. Kendi yapacaklarına haklılık kazandırmak için bu tür bir propagandayı geliştirdi. Daha sonraki günlerde yine Nokta Operasyonu’ndan bir-iki gün önce Hürriyet Gazetesi’nde başlık çıkıyor, “Fatsa kuşatıldı” diye. Tüm bu haberlerin. Kaynağı, Vali Reşat AKKAYA ve adamlarıdır. Maksatlı yapmışlardır. Yani Fatsa’yı basında Türkiye’ye hedef göstermişlerdir.
Onun dışında “İki assubay kaçırıldı” diye gazetelerde manşet atmıştır. Ve her şey Fatsa’nın aleyhine hazırlanmıştır. Nihayet maskeli-maskesiz binlerce muhbir, faşist, eli kanlı katillerle beraber, devlet güçleri, Fatsa’ya “Nokta Operasyonu” düzenlemiştir. “Nokta Operasyonu”nun kısa tarifi budur. İlk etapta Belediye Başkanı başta olmak üzere, 300’den fazla Fatsa’lının gözaltına alındığını gazeteler yazmıştır. Yapılan arama, taramalarda 22 tane silah ele geçmiştir, bunun 17 tanesinin de ruhsatlı olduğu daha sonra tespit edilmiştir. Samimiyetle söylüyorum, 4 tane jandarmayla Bolaman Köprüsünde durun bir pazartesi günü, yani Fatsa’nın haftası günü, 50 tane tabanca alırsınız. Durdurun arabaları o gelen köylülerden 50 tane tabanca alırsınız. Operasyona lüzum yok. Bölgemizdeki silah merakı, hepinizce malumdur. Herkes silah taşır, orada. 4 tane jandarmayla durun, 50 tane silah alırsınız. Ama onbinlerce polis, jandarma, komando birliği, muhbir, maskeli, maskesiz militanlarla beraber yapılan operasyonlarda maalesef 22 tane tabanca ele geçiyor ve bu tabancaların 17 tanesi de ruhsatlı çıkıyor.
Daha sonraki durumda, belediye başkanı, iki ortaokul çocuğu, bir de lise talebesiyle beraber gizli örgüt kurmaktan tutuklanıyor. Vaziyete bakın… iki tane ortaokul çocuğu Ahmet ALKAN, Ahmet EMENCE, bir de lise birinci sınıftan Nevzat YAZAR isminde bir çocuk. Bir Belediye Başkanı hiç adam bulamadı Fatsa’da, iki tane çocukla beraber gizli örgüt kurdu ve tutuklanıyor…
Bu Vali, “Fatsa’yı vatan topraklarına katma” adı altında, halka kan kusturmuştur. Halkın malına, canına, namusuna el atılmıştır Fatsa’da. Aramalar adı altında evlere giren MHP’li militanlar, halkın parasına, kıymetli eşyasına el koymuştur. Bu aramalar esnasında babanın yanında kızına, kocanın yanında karısına, erkek kardeşinin yanında kızkardeşine el uzatılmıştır. Bu gün bu insanlar bunları anlatamıyorlar, bir çok tecavüz olayları olmuştur. Hiçbir tanesi adli mercilere intikal etmemiştir, ettirilememiştir.
Vatandaşlar şikayetlere gelmişlerdir, ama aylarca işkence görmüşlerdir. Baskılar sonucunda dava açmaktan vazgeçmişlerdir. Ama bunlar birgün mutlaka açıklanacaktır.
Belediyemizin bir memuresi, Fatsa Emniyeti’ne alınıyor. Ve ifadesinden vaz geçiyor. Burada ifadesi okundu. Kimseyi suçlamıyor, oysa ki benim telefoncum, yani Fatsa Belediye Başkanının tüm görüşmelerini temin eden kız. Ve bundan hakkımda ifade istenmiyor. Çünkü, istenemiyor, istendiği zaman sonuçları başka türlü çıkacaktı, çünkü kirletilmişti ve tehdit edilmişti. Halen tehdit altındadır. Söyleyemez gerçeği. Ama bu, gelecekte söylenmeyecek, bu haklar aranmayacak anlamına gelmez. Fatsa halkı bunu hiç unutmayacaktır.
Fatsa’da birçok iş yerleri talan edilmiştir, arkadaşlar burada anlattı. Benim bir daha onları bir bir, isim isim saymama gerek yok. Bu konuda benim de şikayetlerim, dilekçelerim oldu, delil yetersizliği, delil yetersizliği, delil yetersizliği…
İki kere belediye seçimlerinde, bir de ondan önce silahlı saldırıya uğramışımdır. Tanıklarla, her şeyiyle ortadadır, hiçbir dosya işlem görmemiştir. Evim yakılmıştır, isim isim hepsini vermişimdir. Ama, hepsi delilsizdir bunların! Ancak, öbür yandan bir fındık mitingine katıldı diye 3-4 sene burada yatan insanlar olmuştur. Daha sonra mahkemece tahliye olmuşlardır. Ama, öbür taraftan ev yakılmıştır, insan kurşunlanmıştır, iş yerleri talan edilmiştir, bunların hiçbirisinin hakkında bir işlem yapılmamıştır.
Vali Reşat AKKAYA, yaptıklarını açıkça söylemiştir, bunlardan en çarpıcıları da kullandığı maskeli muhbirler olayıdır. Vali Reşat AKKAYA, devlete yardımcı olarak gördüğü maskeli muhbirler olayına iddia makamı- şimdiki savcıları kastetmiyorum daha öncekileri kastediyorum- kendileri de devlete yardımcı olduklarını söylemişlerdir ki, onlar da o valinin düşüncesine katılıyorlar.
Şimdi, hep beraber bir bakalım, bu insanlar cidden devlete yardımcı mıdır? Yardımcı olma durumunda insanlar mıdır?
Daha sonra, bu maskeli muhbir faşistlere, valinin talimatı üzerine, sorgulama heyetlerinde görev verilmiştir. Yani bu insanlar, şu salonda bulunan ve bulunmayan Fatsa Davası sanıklarının sorgulamalarına girmişlerdir. Ve arkadaşların da anlattığı gibi, birçok olayların tezgahlanmasında insanların üzerlerine yüklenilmesinde başrol oynamışlardır. İnsanlara işkence yapmışlardır. Kendi bölgelerinde daha önce yaşanmış olayları, bildikleri, duydukları kadarıyla anlatarak, kendi bölgelerinden suçlamak istedikleri insanların sanık olmasını sağlamışlardır. Aynı zamanda bu insanlar, -ben daha sonra anlatacağım- bana yapılan saldırının da mimarıdırlar.
Bu anlattıklarımı daha fazla uzatmayacağım. Kısacası, valinin diğer yaptıklarını anlatmayacağım. Bu durumu, mahkemede ifade veren tanıklar ve sanıklar çeşitli biçimlerde anlattılar. Bunun ötesinde bir çok müşteki tanık, ve kendilerinin MHP’li olduklarını, kendi ifadelerinden anlaşılan kişiler, sorgulamalara ve operasyonlara katıldıklarını, burada söylediler. Kendileri söyledi. Bunu, ben söylemiyorum. “Falancanın sorgulamasma katıldım” diyorlar.
Fahrettin DEMİR, “Atıf ÖZGEL’in sorgusuna katıldım” diyor, ben demiyorum ki. Ve bu adam MHP’lidir, herkes bilir bunu, gizlenecek yanı yok, açık her şey. Atıf ÖZGEL’le aynı köydendir bu insan.
Ayrıca, bölgemizde devam eden Gölköy, Aybastı, Ünye davalarında mahkemede verdikleri ifadelerinde, birçok sağ çete mensubu kişiler, kendilerine vali tarafından silah verildiğini, asker, polis elbisesi giydirildiğini söylemekten çekinmemişlerdir. Bundan da gurur payı çıkarmışlardır, “biz devlete yardımcı olduk” diye. Birçok cinayet sanığı devlete yardımcı oluyor!….
Vali Reşat AKKAYA, hiçbir şekilde gizlemeyeceği bu faaliyetlerinden dolayı, devletin MHP’li ve ÜGD’li çetelere teslim etmiş olmuyor mu? Bu çeteleri yönlendirerek, birçok insanın ölümünden, birçok iş yerinin tahrip edilmesinden sorumlu olmuyormu?
Her şey ortadayken, herkes bu gerçekleri bilirken, iddianamede bu gerçeklere hiç değinilmemektedir.
Oysa, Ankara MHP iddianamesinde valinin birçok durumundan söz edilmektedir. Ama dikkat edilirse, Fatsa Dev-Yol iddianamesi diye adlandırılan elimizdeki iddianamede Vali Reşat AKKAYA’nın bu işlerinden söz edilmemektedir.
Kanımca şu mantıkla hareket etmiştir savcılar: “Devletin valisi suç işler mi?” Bu mantığa göre hareket edersek, devletin başbakanı, bakan da suç işlemez. Oysa ki, ülkemizde başbakan da bakan da suç işledikleri gerekçesiyle idam edilmişlerdir. Yakın geçmişimizde, (ki bu 12 Eylül’ü kastediyorum) bir bakan, yetkisini kötüye kullandığından dolayı ağır şekilde cezalandırılmıştır.
Ordu Valisi Reşat AKKAYA, devletin kendisine verdiği bu yetkileri kötüye kullandığı belgelerle ortadayken, şu ana kadar yaptıklarının hesabı kendisinden sorulmamıştır.
Ankara’da devam eden MHP Davası İddianamesi’nde Reşat AKKAYA’nın kişiliği ve Ordu Bölgesindeki faaliyetleri yer alırken, Fatsa Devrimci Yol Davası İddianamesi’nde, Valinin kişiliğinden, bölgemizdeki faaliyetlerinden hiçbir söz edilmemektedir. Bu taraflı bir mantığın sergilenmesidir bence. Adeta iddianamede Vali AKKAYA’nın faaliyetlerinin hesabı, Fatsa Belediye Başkanından sorulmaya kalkılmaktadır. Oysa, tam tersi olmalıydı, deminde söyledim, gene söylüyorum ve de gönül rahatlığı ile söylüyorum: Bütün Fatsa’yı MHP’liler de dahil, getirin şu salona doldurun, ifadelerini alın, bir tek kişi kalkar da vali AKKAYA’nın davranışları gibi, bir davranışımı anlatırsa tüm suçlamaları kabul ediyorum. Yoktur. Olmaz.
Davanın bütünlüğü içinde bir değerlendirme yapılırsa, Vali Reşat AKKAYA hakkında ortaya çıkan durum, çok net biçimde meydandadır. MHP ve ÜGD’nin bölgedeki örgütlenmesini sağlamış ve onları silahlandırarak, bölgemizde 300’e yakın insanın ölümüne neden olmuştur.

Bölgemizde gelişen olayların baş sorumlusu bu Vali ve yandaşlarıdır. Vali hakkında soruşturma açılması için yeterli belgeler, bölgemizde devam eden Fatsa, Aybastı, Gölköy, Ünye davalarında, ayrıca bölgemizde “Ülkücü Kuruluşlar” ismi altında devam eden mahkeme dosyalarında mevcuttur. Vali Reşat AKKAYA hakkında suç duyurusunda bulunulmasını mahkemenizden talep ediyorum.

Vali hakkında söyleyeceklerim bunlardan ibarettir şimdilik.

Aslında bu iddianamede ileri sürülen suçlamaların aynısıyla “41’ler Davası” diye isimlendirilen 1982 Haziran’ında Sıkıyönetim 2 Numaralı Askeri Mahkemesi’nde yargılanmıştım. Orda da aynı suçlamalara cevap vermiştim.
Köleci toplum bağnazlığı doğurup onu kahramanlaştırdıysa, ücretli köleliği de kapitalist toplum doğurmuştur. Ve yine ücretli köleliğe karşı mücadeleyi doğuran da bu sistemdir. Suç kavramı da içinde yaşanılan süreçlerden ayrı değerlendirilemez. Şöyle ki, bugün suç sayılan bir çok olgu, yarın suç sayılmayacağı gibi, yine bugün suç sayılmayan şeyler yarınlarda suç sayılabilir. Örneğin bugün soygun, talan, telefecilik, işkence suç sayılmıyor. Ama, yarınlar ne gösterir bunu yaşayanlar birlikte görecektir. Ve bugün soyguna, tefeciliğe, talana, işkenceye karşı mücadele suç sayılıyor, yine yaşayanlar görecektir ki, bunlar suç sayılmayacaktır. Hatta bu insanlar ölmüş bile olsalar onurlandırılacaklardır.
Bu genel doğrular benim için de geçerlidir.
Bunun için benim yaptıklarımı da bu bağlamda ele almak lazımdır. Yıllardan bu yana söylediğim gibi, ben devrimciyim. Neden devrimci olduğumu, hangi eylemler içinde bulunduğumu anlattım. Bundan dolayı beton duvarlara, demir parmaklıklara mecbur edildiğim için, hiç ama hiç üzüntü duymuyorum. Aksine gurur duyuyorum. Vatansever olduğumu burada söylediğim gibi, 25 seneden bu yana her yerde söyledim. Bunun için kavgalara girdim. İşkence gördüm, zindanlara atıldım, elbette ki bunlar doğaldı.
Eğer, bir ülkede vatan, İsviçre Bankalarındaki gizli hesap ve Amerikan Doları görülüyorsa, bu insanlar da ülkede yönetimi elinde bulunduruyorsa; vatanları için darağaçlarını omuzlayanlar, elbette ki “vatan haini” ilân edileceklerdir.
Demokrasiden yana olduğumu, bunun için de birçok çalışmanın içinde yer aldığımı belirttim. Özellikle belediye başkanlığı dönemimde belediyeyi bir demokrasi okulu haline getirmeye çalıştım. Ve belediyeyi öyle yönettim. Bu konuda çalışmalarımı yukarda anlattım. Her şeyden önce, bizce demokrasi, çoğulculuk demektir. Özcesi, çoğunluğun yönetimde söz ve karar sahibi olması demektir. Kitleler hem sorunların tespitinde, hem çözümüne ilişkin kararlar da katılımcı olmalıdır. Aynı zamanda bu kararların da pratiğe uygulanmasında var olmalıdır. İşte böyle bir anlayışın ürünüdür Fatsa Belediye pratiği.
Yağmuru bulutsuz yaşamı ölümsüz düşünemediğimiz gibi, gelişmeler de, maddi hayattan bağımsız ele alınamaz. Onun için yukarıda belli oranda da olsa anlattığım çalışmalarım, bu bağlamda ele alınıp, değerlendirilmelidir. Yaptıklarım neye hizmet etmektedir? Bu, tarafsız, önyargısız bir gözle değerlendirilirse; iddia makamının düştüğü yanlışlığa düşmek elde değildir.
Şöyle ki; yaptığım tüm çalışmalarım 1961 Anayasası çerçevesi içinde olmasına karşın, bugün bu koşullarda 146/1 maddesiyle; yani, mevcut anayasal düzeni tağyir, tebdil ve ilgaya eylemli kalkıştığımdan, idam istemiyle yargılanıyorum.
Ben yaptıklarımı, Fatsa, Türkiye ve Dünya halklarının gözleri önünde yine ben, yaptıklarımı mevcut devlet mekanizmasının, mevcut kurumlarının gözleri önünde yaptım. Ve yaptıklarımı hiçbir dönemde reddetmedim. Etmediğim gibi, ne savcılıkta, ne de sözlerin karşısında reddettim. Böyle bir yöntemi seçmem, her şeyden önce kişinin kendi kendisiyle çelişkiye düşmesi, kişinin kendine güvenmemesi demek olurdu. Riyakarlık olurdu. Kendine güvenmeyen kişi başkalarına da güvenemeyeceğinden, benim kısa süreli belediye başkanlığı dönemimdeki başarılarla da çelişirdi. Sorgumu bağlarken, burada uzun bir savunma yapma durumunda kaldım. Ben bu savunmayı, kendimi herhangi bir suçluluk altında görüp, o işlerden kendimi sıyırmak adına yapmadım. Sadece ve sadece Fatsa gerçeğini, Fatsa Belediyesi’ni anlatmak, ışık tutmak açısından yaptım.
Öyle bir derdim olmadı; ben, poliste ve savcılıkta da kabul ettiğim şeyleri, 20 sene önce söylediğim her şeyi, 20 seneden bu yana söylediklerimi mahkemeniz huzurunda nedenleriyle beraber açıkladım. Benim, inkar diye bir derdim olmamıştır. Bu, sorgumun, savunmamın bütünü içinde değerlendirildiği zaman çok net ortaya çıkacaktır. Ne olduğumu anlattım, daha fazlasını kendimi fazla göstererek değil, ne isem o şekilde anlattım. Düşüncelerimi o şekilde ortaya koydum. İşlediğim suçlar varsa, bunlar suç kabul ediliyorsa; bunları işledim, dedim. Ben suç kabul etmem; ama, bugünkü yasalar kabul edebilir. O benim takdir edeceğim olay değildir. O sizlerin takdirine bağlı bir olay.
Ve son olarak söyleyeceğim birkaç söz var; onu da söyleyerek, savunmamı burada noktalamak istiyorum:
Sorgumun başından bu yana, ne olup olmadığımı, neleri yapıp yapmadığımı, yine neyi ne adına yaptığımı somut örnekleriyle ortaya koydum. Her şeyden önce, yaptıklarım yaşadığım toplumsal süreçten ayrı değerlendirilemez. Böyle bir değerlendirme insanı bilimsizliğe, dolayısıyla bilim düşmanlığına ve sonuçta kaderciliğe götürür. Kişilerin tavırları, içinde yer aldıkları sosyal, siyasal, ekonomik koşullardan bağımsız ele alınıp değerlendirilirse; bu, babasız veya anasız çocuğun varlığını kabullenmeye benzer. Çocuğu ana doğurur. Olguları da maddi koşullar doğrur.
İddia makamı, eylemlerde bulunduğumu iddia ediyor, hem de hiç bir kanıt göstermeden. Niye böyle bir gayret içinde bulunuyor? Bu konuda elbette bildiğim ve kesin doğruluğuna inandığım düşüncelerim var. Ancak, bugün burada söylemeyeceğim. Benim çalışmalarımdan rahatsız olan Fatsa, Türkiye ve Dünya egemenleri, dün olduğu gibi, bugün de aynı dille konuşuyor. Hangi çalışmam, hangi eylemim Anayasal düzene yöneliktir? Kavrayamıyorum. İstanbul’da ve İzmir’de 6. Filo’nun sarışınlarını, vatanıma, onuruma ve namusuma sahip çıkarak denize dökmem mi? Fındık mitinglerinde konuşarak, zam zulüm, işkenceyi, taban fiyat politikasını emekçilere anlatmam mı? Çamurdan yürünmeyen sokakları halkla birlikte olup, halkın gücünün ne olduğunu göstere göstere çamurları söküp atmam mı? Kurbağa sesinden uyunmayan bataklıkları yine halkla beraber olup kurutmak ve oraya yol yapmam mı? Yozlaşmış emperyalist kültüre karşı, halkımızın öz kültürünü, öz değer yargılarını içeren Kültür Şenliği düzenlemem mi? Buna benzer çalışmalar mı? Anayasal düzeni silah zoruyla yıkmaya kalkma eylemi?
İddia makamı için, bunlar 146/1’den yargılanmaya yeterli oluyor. Bu mantık kendi içersinde çelişkilerle doludur. Kişiler hakkında çeşitli karlamalarda bulunmak, çeşitli iddialarda bulunmak, bir anlamda onları cezalandırmak kolaydır. Ama, burada unutulmamalıdır ki, bir de insanların vicdanları ve değer yargıları vardır. Hiçbir dönemde suçlu olduğuma inanmadım. İnanmıyorum da. Yaptıklarım, insanlar daha mutlu, daha özgür olsun diyedir. Halkım daha onurluca yaşayabilsin istedim. Kötüden, zordan, şiddetten yana olmadım, hiçbir zaman.
Savunmamın burasında- tahliye isteyip istemeyeceğim konusunda- bazı düşünceler belirebilir beyinlerde. Hemen yanıtlayayım. Ben tahliye isteminde bulunmayacağım. Tahliye isteminde bulunmamı gerektirecek bir nedenin olduğu inancında değilim. Bir gün benim ne denli haklı olduğum ortaya çıkacaktır.
Çalışmalarımdan dolayı suçlanıyorum. Halbuki çalışmalarından dolayı ben, Fatsa ve ülke halkının gönlünde, onların onurlu vicdanlarında çoktan aklandım. Tahliye isteminde bulunmama, bu çalışmalarımdan şu veya bu ölçüde de olsa, şüpheye düşmem olur. Halbuki ben bu çalışmalarımla bir parça da olsa faydalı olabilmişsem, (olduğuma inanıyorum;) onun için şüpheye düşmemi gerektiren hiç, ama hiçbir neden yoktur. Elbette bir belediye başkanı olarak herkesi memnun etmem düşünülemez. Şu veya bu nedenlerden dolayı karşıtlarım olacaktır, olmuştur da. Ancak, onların sayısı çok sınırlıdır. Onların memnuniyetsizliği, benim belediye başkanı olarak toplumsal hizmetleri yerine getiremeyişimden değil, kendi özel çıkarları ile ilintilidir. Toplumumuzda bu tür insanlar her zaman olmuştur. Ve bundan sonra da olacaktır.
Beni kim nasıl karalarsa karalasın, ben, Fatsa halkının gönlünde taht kurmuşumdur. Onu söküp atmanın imkanı yoktur. Çünkü, bu duruma beni Fatsa halkı getirmiştir. Bundan dolayı da gurur duyuyorum. Fatsa Halkının gözünde ben, kardeşliğin, beraberliğin ve bağımsızlığın, demokrasinin şahsında simgeleştirildiği bir insanım. Bu, kolay kazanılacak vasıf değildir, ve de öyle kolay kazanılmamıştır.
Burada yargılanmamın asıl nedeni, kısa yaptığım Fatsa Belediye Başkanlığı dönemimde, gerçekleştirmiş olduğum hizmetlerin unutturulmak istenmesidir. Ne var ki kendi çağlarında çağlarını değiştirmek için çaba harcayanlar, ne denli unutturulmak istenmişse, çağlar geçtikçe sulara, toprağa düşmüş çınar tohumu gibi büyür, ululaşır, saygı kazanır.
Bundan dolayı bugün siyasi düşüncelerime zincir vurulmak isteniyor. Tarihin hiçbir döneminde insanlığa yapılmış hizmetler unutulmamış, unutturulamamıştır. Çağımız uzay çağı da olsa, geçmiş çağlarda düşüncelere vurulacak zincir bulunamadığı gibi, çağımızda da henüz bulunmamıştır ve de bulunamayacaktır. Tarihi gelişmeler bunları bizlere göstermiştir. Bilimin de kabul ettiği budur. Bunun dışındaki çabalar boşunadır. Ve çağ dışıdır.
Fatsa Belediye Başkanlığım sırasında yaptığım hizmetleri belli bir amaç uğruna yaptığım ileri sürülebilir, öyle değerlendirilebilir. Ben ne iş yaptıysam, Fatsa halkıyla beraber yaptım. Halktan kopuk hiçbir davranışım olmamıştır. Tüm yaptıklarımı halkın katkılarıyla yaptım. Bu çalışmalarıma Fatsa’lı gençler de katılmışlardır. Bu insanlar çeşitli siyasi düşüncelerin taraftarları olabilirler. O benim bileceğim iş değildir. Bu durumu değerlendirmek benim görevim de değildir.
Amacım, halka hizmet olduğuna göre, herkesin bu hizmet yarışına katılma hakkı vardır. Öyle olmuştur. Fatsa Belediyesi’nin halka hizmet götürmesinde, tüm emeği geçen Fatsa halkına burada teşekkür ederim.
Bu hizmetlerde emeği geçen, şu veya bu siyasetin insanları olarak suçlanmak istenen gençlere, bu davanın tüm sanıklarına da teşekkür ediyorum.
Beton duvarlara, demir parmaklıklara mecbur edildiğim için hiç ama hiç üzüntü duymuyorum. Vatansever olduğumu bugün söylediğim gibi, 25 seneden bu yana her yerde söyledim. Bunun için kavgalara girdim. İşkence gördüm, zindanlara atıldım. Eğer bir ülkede vatan, İsviçre bankalarında gizli hesap defterleri ve Amerikan doları olarak görülüyor ve bu insanlar da yönetimi ellerinde bulunduruyorlarsa vatan için darağaçlarını omuzlayanları elbette ‘vatan haini’ ilan edeceklerdir.

Fikri Sönmez Amasya Cezaevi’ndeki direnişin liderlerinden biriydi. Direnişi kırmak amacıyla Suluova et ve balık kurumuna işkence yapılmak üzere götürülen 25 kişiden de biriydi. Üç ay süren işkenceye rağmen yine direndi. 4 Mayıs 1985’te kalp krizi geçirince saatlerce hastaneye kaldırılmadı. Henüz 47 yaşındayken cezaevinde yaşamını yitiren Terzi Fikrinin ruhu bugün bile faşistleri ve egemen sınıfları korkutmaya yetiyor.2011 yılında MHP Hatay Milletvekili Şefik Çirkin, PKK ile mücadelede Olağanüstü Hal ilan edilmesini önerdi. Çirkin, yaptığı yazılı açıklamada şu sözleri sarf etti: “Güneydoğu halkı teröre karşı yüreklendirilmedikçe PKK’nın psikolojik üstünlüğü kırılamaz. Bu konuda tedbirler bir an evvel alınmalıdır. Öncelikli tedbir ise Olağanüstü hal ilanıdır. Başka çare kalmamıştır. Hakkâri, Terzi Fikri’nin Fatsa’sına dönmüştür, devlet yoktur. Halk olmayan devletin nesine yardımcı olacaktır.”
2022 yılının Temmuz ayında Ordu Stadyumu, Fatsa OSB ve eğitim yatırımları ile yapımı tamamlanan diğer projelerin toplu açılış töreninde AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ordu’da fındığın taban fiyatını 54 lira olarak belirlendiğini açıkladı. Tabi ki malum kitleler ve Yandaş medyalar bu fiyatı üreticinin bayramı gibi duyurdu. Oysa ki bundan Dokuz yıl önce, 2015’te dolar 2,69 TL iken, fındığa verilen fiyat 15.48 lira 2022 yılında dolar kuru 18.54 TL ama fındığa verilen fiyat 54 lira yani 5dolardan 3 dolara düşüyor. Rekolte tahminlerini iklim koşulları ve külleme hastalığının verim kaybına etkilerini dikkate alacak olursak fındığın ortalama maliyeti 43,45 TL ancak Cumhurbaşkanı Giresun fındığına 54 TL veriyor Geçtiğimiz yıla kıyasla iki kat artış olmasına rağmen maliyetlerin yaklaşık üç katına çıkması üreticiyi çaresiz bıraktı. Verilen fiyat üreticiyi bahçeden uzaklaştırmak dışında hiçbiri işe yaramaz. Bu fiyat ancak ‘tefecileri’ memnun edecektir.
Erdoğan, yaptığı konuşmada “Bu Ordu terörün ne menem bir şey olduğunu gayet iyi bilir. Bu Ordu, Terzi Fikri’yi de iyi bilir. Onların bedelini benim Ordum çok ödedi çok. Terörle mücadelede Gabar’da, Tendürek’te, terörün belini kırdık mı? Artık terör diye bir bela var mı? Yardım ve benzeri sinsi görüntüler altında ticaretimizi kısır bıraktılar. Ordumuzu, diplomasimizi, medyamızı kontrol altında tutarak, bizi dört bir yandan kuşatarak adeta esir almışlardı. Rahmetli Erbakan ve Türkeş’in verdiği mücadele bir istikbal mücadelesiydi. Biz de bu büyük davanın son temsilcisi olarak 21 yıl önce sizlerin huzurunuza geldik.” demişti. Fındık fiyatını açıklamasından 15-20 gün kadar önce SOL Parti fındık üretim alanlarında çalışmalar yapmış fındık taban fiyatının en az 70 lira olmasına ilişkin talepte bulunmuş ve geniş bir katılımla Fatsa’da miting yapmıştı Erdoğan’ın fındık üreticilerine Sönmez’i hedef alarak gözdağı vermeye çalıştığı çok aşikardır. Bu korkunun köşeye sıkışmanın söylemidir. Yine aynı Erdoğan 2010 referandumu öncesi, 12 Eylül yönetiminin darağacına gönderdiği gençlerin mektubunu kürsüden gözleri yaşlı bir şekilde okudu. Hem Erdal Eren’den hem de sağcıdan söz ederek, referandumunda halktan “evet” oyu vermesini istedi. Referandumun sonunda kimlere hizmet edildiğini kime nelere yaradığını acı bir şekilde yaşadık. 12 Eylül’ün provasını iki ay önce “nokta operasyonu” ile yaşamış bir coğrafyada, 42 yıl sonra Fikri Sönmez’e yüklenmek kadar mevcut rejimin karakterini iyi anlatan bir örnek bulmak zor. Terzi Fikri Türk siyaseti alanında sürekli olarak statükoya meydan okuyan etkili bir figür olarak benzersiz bir konuma sahipti Türkiye sosyalist hareketi tarihinin simge isimlerindendi Soytarı politikacıların asla giyemeyeceği onur ve şeref gömleğinin Terzisiydi attığı dikişleri bugün bile sökmeye kimsenin gücü yetmeyecek..

 

 

KAYNAKLAR

Şükran Ketenci, “Fatsa Şenliği: Alışılmamış Bir Deney,” Cumhuriyet, 17 Nisan 1980
Can Yücel, “Ekmekbol,”Demokrat, 26 Nisan 1980; Can Yücel, “Kendini Kurtarmış Bir Yer
Can Hamamcı, “Halkın Belediyesi: Fatsa Örneği,” Demokrat, 18 Mayıs 1980

Şükrü Aslan, 1 Mayıs Mahallesi: 1980 Öncesi Toplumsal Mücadeleler ve Kent, İstanbul: İletişim Yayınları

Pertev Aksakal Bir Yerel Yönetim Deneyi SİMGE YAYINEVİ, 1989 İSTANBUL

“Terzi Fikri ve Fatsa Komünü | 1980 | 32. Gün Arşivi”. 9 Nisan 2019. 26 Aralık

Suavi Aydın, Yüksel Taşkın (2014). 1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi (2014 bas.). İstanbul: İletişim Yayınları. s. 310. ISBN 978-975-05-1462-3.

BirGün Gazetesi 01.08.2022 tarihli yayını Güven Gürkan Öztan yazısı

Fikri Sönmez savunma yapmıyor

http://www.devrimciyol.org/Devrimci%20Yol/kitaplar/kitap6_a11.htm

https://marksist.org/