Bir yaz akşamıydı. Gaz lambasının alevi neredeyse hiç oynamıyordu. Günlerce esen karayelin getirdiği yağmur sonrası toprak ve orman kokuları arasında cırcır böcekleri içli şarkılar söylüyorlardı. Belli ki soylu düşleri vardı. “Başka bir yaşamda, belki”, “başka bir diyarda, belki” diyorlardı. Belki, başka bir gökyüzü altı daha vardır. Cırcır böcekleri devam ederken şarkılarına, ben ormanın içindeki harabe, çatısı olmayan kulübede yağmurdan korunmak için çektiğim naylonları kaldırmış, yatağıma uzanmış, lacivert gökyüzünü seyre dalmıştım. Gökyüzüne âşıktım. Beni düşündürüyor, rahatlatıyor, umutlandırıyordu. “Hiçbir şey yok olmaz bu uçsuz bucaksız evrende,” diyordum. “Evet, başka diyarların olmasının pek mümkün olduğu hissine kapılıyor ve inanıyordum. O arada kulübenin kapısı hızlıca açıldı.
- Hey, Karakabuk, pardon Karameşe, burada mısın?
- Gel gel Teneke Sıddık buradayım, şu diğer gaz lambasını da yakayım, otur şuraya.
- Yak, kulübe aydınlansın. Gerçi sen hep gökyüzüne bakıyorsun, aydınlık olsa ne olur. Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama belli ki bu seni çok mutlu ediyor.
- Gökyüzüne bakıp da mutlu olmayan insan olur mu? Ama herkes de bakamaz gökyüzüne, ya zamanları olmaz ya da unutmuştur artık küçükken âşık olduğu gökyüzüne bakmayı.
- Çok mu zor Karameşe? Bak ben de küçük bir hareketle başımı kaldırıp baktım gökyüzüne.
- O küçük hareketi yıllarca yapmayan, yapamayan insanlarla dolu bu dünya. Kaldırıp başını gökyüzüne baksa bile sadece bakakalır. Oysa yaz akşamları gökyüzü içli bir türkü söyler, tüm kâinat dile gelir, fısıldar sessizce. Sıcak akşamlarda esen hafif sıcak rüzgâr işte o fısıldayıştır. Yüzyıllardır gökyüzünde semaha durmuş ruhlar üfler, o büyülü nefesle birlikte amber kokuları gelir, yayılır etrafa. Leyla ile Mecnun oradadır; aşk oradadır. Mem ile Zin oradadır. Romeo ve Juliet oradadır. Sevgili oradadır. Umut oradadır. Sonsuzluk oradadır, her şey orada. İşte ben bu gökyüzünü, her gün akşam olunca, kederli bir halde, efsunlu gecelerden sabahlara kadar seyre dalarım. Hüzünlenirim. Onca yıldır bu gökyüzünü unutup boş hırsların peşinde koşmama üzülürüm. Yitip giden güzelliklere üzülürüm. Doyumsuzluk sadece burada olmalı derim. Tüm arzularımı, sevdiğimi, kavuşmalarımı orada bulurum. Şah-ı Merdan orada görürüm. Aslında hüzünlenip kederlenirken, bu dünyada kendimi keskin uçurumların başlarında hiçlik deryasında hissetsem de, bu beni mutlu eder. Yalnızlığın üzerindeki gökyüzünün siyah perdesi sırlarla doludur. İyi bakmak lazım. Gönül gözüyle yani.
- Şarap var mı Karameşe?
- Ben artık şarap içmek değil, şarap olmak istiyorum, Teneke.
- Neden şarap gibi olmak istiyorsun?
- Gönül gözüyle görmek için. İçime dolan gökyüzüyle birlikte evrene dalıp uçarak mutlu olmak için.
- Mutluluk nedir?
- Tanrının zerresi.
- Nerede o zerre?
- İçinde.
- Of, Karameşe, tüm paranı kaybettin şimdi mutluluktan bahsediyorsun.
- Para mutluluk getirmez kaç kere söyledim. Hem o para benim alnımın teri değildi.
- Ne fark eder?
- Çok şey fark eder. Eğer insan hak etmediğinin peşine takılmışsa o, hırs iblisine kanmıştır. Hak ettiğini isteyen ve gerçek isteklerini anlayabilen mutlu olur. İsteklerinin sınırı, köleliğinin sınırıdır.
- Nereden bilinir hırs kandırmacası?
- Olgunlukta anlaşılır.
- Yaşı var mıdır?
- Yoktur ama genelde gençlik sonlarına doğru başlar. Görmeden, yaşamadan, hata yapmadan, acı çekmeden olmaz. Eğer bunlardan ders çıkardıysan tayyare gibi olup uçarsın. O uçuş ikinci bahardır işte. Birinci baharda zahiride, ikinci baharda mana âlemindesindir. Olgunlukla birlikte bilinçli bir karar ve tercihtir.
- Şarap var mı Karameşe?
- Yok.
- Karameşe, ben yoruldum. Sokakta, köprü altlarında yatamam artık. Biraz huzur ve rahat istiyorum o kadar.
- Eskiden kral olmak istiyordun, ne oldu? Hayallerin, hırsların dizgini yoktu, çok hızlıydı, sonra sokağa düştün.
- Yok yok, kralların canı cehenneme. Kimseye muhtaç olmayayım yeter.
- Ben de babamın üçkâğıtlarla biriktirdiği paralarla ticaret yaptım, biliyorsun. Bıraktım her şeyi, tüm mal varlığımı. Sonra sokaklarda dilendim. İnsanları gördüm. Yukarıdan ve aşağıdan baktım insana, hayata, kendime.
- Ne gördün?
- Bir hiçlik deryasında sallanan sandal gördüm. Mavi hayalleri vardı ama denizin dibi büyük dalgaların batırdığı sandallarla doluydu.
- Eee, bu gözlem sonucunda neye karar verdin?
- Kulübemde gökyüzünü izlemeye karar verdim. İşte buradayım, doğa tanrısının koynunda. Artık dilenme faslını da geçtim Teneke. İkinci bahar kararını aldım. Kulübenin arkasına bahçe yaptım. Bahçeden ihtiyaçlarımın çoğunu karşılayacağım. Ne de olsa ihtiyaçlarım sınırlı ve doğru.
- Ekmeği nasıl yapacaksın, değirmen yapıp un eleyeceğim deme?
- Yok, şehre inip fırıncıya hıyar, domates verip ekmek alacağım.
- Kabul etmezse?
- Eder, tadına varsın bir hele. Bir ekmek değil iki ekmek bile vermek isteyecektir. Ama bana bir ekmek yeter.
- İki ekmek verirse al, daha ne istiyorsun?
- Daha sonra o da bir yerine iki hıyar, iki domates ister. Her gün dört saat çalışacağıma altı saat çalışmaya başlarım o zaman da. Beni mutlu eden gökyüzüne bakacağım zaman azalır ve tekrar daha az mutlu olurum. Kral olmayalım boş ver, bir lokma bir hırka yeter bize. Biraz önce dedim ya sana, “isteklerimizin sınırı, köleliğimizin sınırı,” diye.
- Peki, ben ne yapayım?
- Sana da burada kulübe yapalım. Doğaya zarar vermeden yapalım ama. Yıkılmış ağaçlar var. Onları marangoz Rıfkı’ya götürelim, bize kessin, çivi filan da alırız. Küçük kulübe yapacağız zaten.
- Yapmazsa marangoz? Götürdüğümüz ağaçları kesmezse?
- Israrcı oluruz. Hıyar getireceğimizi söyleriz.
- Sanmam, marangoz Rıfkı açgözlünün biri. Hıyarla yetinmez.
- Çok ağaç var burada devrilen. Ona götürürüz, “bize yetecek kadar ver, gerisi senin olsun” deriz. Zaten zamanla kendi kulübemizi kendimizde yapabiliriz, kaybettiğimiz becerilerimizi tekrar kazanırız.
- Hani mülkümüz olmayacaktı?
- Temel ihtiyaçları karşılayan araçlar mülk değildir. Fazlası ve lüks mülktür. Kendi ürettiği şeyler kendisiyle ilgili ve ‘öz’dür. Başkalarının ürettiği şeyler kişiye yabancıdır. Yürüyerek seyahate çıktığımızda geceyi geçirmek için barınaklarda yapabiliriz.
- Hastalanırsak ne yaparız?
- Doğaya uyum sağlarsan hastalanmazsın. Merak etme.
- Uyum sağlamadan hastalanırsam?
- Hastalığı yendiğinde uyum sağlamış olursun.
- Hastalığı yenemezsem?
- Ölürsün.
- Tamam, be Karameşe, kabul ediyorum. “Tüm ilaçlar doğada var” demiştin zaten. Hastalandığımızda onlardan yardım alırız, tam uyuma kadar. Evet, bir kulübe de bana yapalım, bahçesi olan. Ekip biçeriz birlikte bahçelerimizi. İkinci bahar kararını veriyorum. Kimseye muhtaç olmayız. Yaşasın, yaşasın özgürlük. İsteklerim sınırlı, yaşasın. Gerçek mutluluk için isteklerim var o kadar.
- Evet, ticaret, dilenme, olgunluk ve ikinci bahar serüvenimizin seyri sefası işte böyle devam ediyor Teneke.
- Ya Karameşe, insanlar izin verir mi buna? Gelip yıkarlar mı acaba, kulübemizi?
- Onu bilmiyorum işte.
- Hani her şeyi biliyordun?
- İnsanların çoğunluğu sürü içinde köle gibi yaşadıklarından, kölelikten kurtulmuş başkalarının özgür olmaları onların moralini bozabilir. Kölelik alıştırılmış ve gerçek bir yaşam formu diye yutturulmuştur. Özgürlüğe baktığın zaman esareti görebilirsin. Özgürlük olmazsa esaret olmaz, esaret olmazsa özgürlük olmaz. Devrimi özgür insanlar, özgün fikirlerle yaparlar. Bize baktıklarında tutsaklıklarını görebilirler. Sonraları belki bizim yanımızda onlar da kulübe yapmak isteyebilirler. Boş ver zaten. Ormanın derinliklerindeyiz. Biz bildiğimizi yapalım.
- Başkaları da kulübe yapmak isterse izin verecek miyiz?
- Tabii ki. Bu dünya, bu toprak, bu orman, üzerinde yaşayan herkesindir. Sadece doğaya zarar vermeden uyum içinde yapmalarını söyleriz. Sevgi ile söyleriz, anlatırız, öğretiriz.
- Acaba sidikli kontes Belkıs da gelir mi? Ya balık Necmi, o da gelir mi?
- Onlar gelmez Teneke. Sabit bir yerde durmazlar, duramazlar.
- Balık Necmi hep aynı sandalın içinde yatıyor akşamları ama.
- Ertesi gün balıkçıların motoru ile denize açılıyor, farklı yerlere gidiyorlar, o yüzden her akşam orada kalıyor. Özgürlüğüne düşkün. O da denize âşık. Özgürlüğü orada görüyor.
- Ama Necmi çok konuşmaz, hatta hiç, özgürlük filan bilmez, bahsetmez, garibin tekidir o. Hele Belkıs sadece küfür eder, tutarsız konuşur, çoğu zaman ne dediği de anlaşılmaz. O denize aşık, sen gökyüzüne, Belkıs kendi alemine, ben de bu ormana aşık olacağım Karameşe.
- Aşk emek ister, Teneke.
- Şarap var mı?
- Yok.
- Sözümü bölme, biz düşünüp karar veriyoruz, onlar yaşıyor. Belkıs, Necmi doğal, içgüdüsel karar içindeler. Hiçliğin içinde yaratılmışlar. İçgüdüsel olarak özgürlüğe erişenlere; duygularla ,akılla hitap edemezsin.
- Hiç mi olacağız yani bu serüvenin sonunda?
- Evet, tabii ki. Ama hiç olmamız, benliğimizi yok edeceğimiz anlamına gelmez. Öleceğimizi bile bile yaşadığımız gibi. Yeteri kadar çalışıp, yaşam alanlarımızı doğayla uyumlu hale getiririz. Herkesin güzel kulübeleri olur. Kulübeler için birbirimizi öldürmeyiz, yiyecek, su içinde. Sonra evlilikler yapacağız kendi isteğimizle. Kokana Ayşe’ye âşık olduğunu biliyorum. O da seni seviyor. Evlenirsiniz. Kır düğünü yaparız. Evlilik cüzdanınız sözünüz olur. Hediyeniz, çiçek böcek. Ben de yetiştirdiğim domateslerden veririm size hediye olarak. Fazla bir şey veremem. Herkes kendi emeği ile karşılar ihtiyaçlarını. Sonra denize çıkarız, ormanda yaşar gökyüzüne bakarız, çocuklarımız olur, sonsuzluğu düşünürken tefekkür halinde yaşarız. İsteklerimiz de değişir, yağmurun yağmasını, rüzgârın esmesini, güneşin doğmasını, kuşların ötmesini, cırcır böceklerinin soylu düşler kurmasını, papatyaların açmasını sonra solmasını bekler ve isteriz. Bir masal gibi yaşayıp gideriz, işte tüm hayat meselesi budur, gerisi yanılsamadır.
- Ayşe gelir mi?
- Gelir. Ben benimkiyle konuştum, Banu ile. “Artık dilenmeyi bırakıyorum, ikinci bahara başlıyorum, istersen sen de gel,” dedim. “Gelirim,” dedi ama bir şartı varmış.
- Neymiş?
- Kiraz mevsimi her gün kiraz istermiş.
- Ne yapacakmış her gün kirazı?
- Kulağına küpe yapacakmış,
- Hahaha. Sen ne dedin?
- Olur dedim tabii ki. İleride, ovanın başlangıcında kiraz ağaçları var, getiririm her gün.
- İyi de benim Ayşe inatçıdır, gelmez.
- İnsana sadece Aşk boyun eğdirir. Gelir.
- Onun şartı biraz zor olur muhakkak. Kaf Dağı’ndan değerli taş istemesin de.
- Yok, ben konuştuğumda hep manolyalardan bahsediyordu. Manolya çiçeği ister muhakkak.
- Şarap var mı Karameşe?
- Var.
- Sen içmeyecek misin?
- Ben gökyüzünü içiyorum. Sen de şarabını iç de yat. Belli ki gitmeyeceksin. Artık soru sormazsan ben de yatacağım.
- Tavuklarımız da olur mu?
- Olur. Gül bahçesi de olacak, sormana gerek yok.
- Türkü de söyler miyiz?
- Yaz akşamları gökyüzü içli bir türkü söyler. Sus artık.
- Tamam. Soru sormayacağım.
- İyi geceler.
- İyi geceler.
- Karameşe
- Ne var?
- Bir şey yok.
- İyi.
- Kiraz mevsimi manolyalarda çiçek açar mı?