Balkan Savaşı, I.Dünya Savaşı ve Atatürk’ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşının ardından, Türkiye Cumhuriyeti büyük zorluklarla karşılaşmış, kısa sürede onları aşmayı başarmıştır. Osmanlı döneminde Anadolu ihmal edilmiş, okuryazar sayısı İstanbul’daki azınlık ve yabancılar dışında yok denilecek kadar azdı. Anadolu halkı sıtma, verem, trahom gibi hastalıkların yanı sıra yoksullukla da mücadele ediyordu. Her türlü yokluğa karşı 23 Nisan 1923’de kurulan meclis özveriyle çalışmalarını sürdürmüştür. Çeşitli güçlüklerle karşı karşıya kalan meclis, dünya ekonomisinde buhranın yaşandığı o yıllarda önemli girişimlerde bulunmuştur. Dışa bağımlı Osmanlının borçları 1940’lı yıllara kadar tüm zorluklara karşı ödenmiştir.
Atatürk 19 Ocak 1923’de İzmir’de yaptığı konuşmasında yaşanan zorlukları kısmen de olsa özetlemişti:
“Memlekete bakınız, baştan sona kadar harap olmuştur. Memleketin kuzeyden güneye kadar her noktasını gözlerinizle görünüz. Her taraf viranedir, baykuş yuvasıdır. Memlekette yol yok, memlekette hiçbir uygar kurum yoktur. Memleket ciddi düzeyde viranedir. Memleket kalplere acı ve keder veren, gözlerden kanlı yaş akıtan feci bir görüntü arz ediyor. Memleketin ferah ve refahından söz etmek mümkün değil. Halk çok fakirdir, sefil ve çıplaktır.”
Yüzyıllar boyunca akıl ve bilime yeterli önem verilmemiş, bağnazlık alıp başını gitmiş, cehalet yaygınlaşmıştı. Kurtuluş savaşı sürerken istilacılar köyleri yakmış, göçmen sayısı artmıştı. İnsanlar nereye göç edeceklerinin kaygısına düşmüşlerdi. O günlerde karayolu ve demiryolu yok gibiydi, olanları da yabancılar işletiyordu. Üç yönden denizlerle çevrili ülkede denizcilik adeta unutulmuştu. Deniz ulaşımı da yabancıların tekelindeydi. Tarımsal üretim çok azdı, köylü topraksızdı, sapanını yürütecek öküzü bile yoktu. Buna karşılık köylüyü sömüren ağalık düzeni sürüyordu.
Anadolu halkının kalkınası aydınlanması için bir şeyler yapılmalıydı. Bunun için öncelik eğitime verilmeli, toplum bilinçlendirilmeliydi. Cumhuriyet hükümeti de bu konunun üzerine özenle eğilmiştir.
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un 1935 yılında hazırladığı rapora göre o yıllarda köylerde 1-3 sınıflı 5000’e yakın köy ilkokulu, 7000’e yakın öğretmen ve 4000 civarında öğrenci vardı. Bu ortamda Maarif Vekili Saffet Arıkan ve İsmail Hakkı Tonguç’un Genel Müdürlüğünde 1936 yılında Atatürk’ün onayıyla askerliğini çavuş ve onbaşı olarak yapan bilgili gençlerin altı aylık bir eğitim sonrasında eğitmen olarak köylere gönderilmesine karar verildi. Bunun peşi sıra 1937 de Köy Eğitmenleri Kanunu meclisten çıkarıldı. 1939 da üç yıllık Köy Öğretmen Okullarının açılmasına karar verilerek Anadolu’nun aydınlatılmasının ilk adımı atılmış oluyordu. Bu ilk girişimlere rağmen ülkenin okur-yazar sorunu yine de çözülmüş olmuyor, okula gitme yaşındaki pek çok çocuk eğitim alamıyordu. Bu kez ilköğretimde yeni bir seferberlik başlatıldı. Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un girişimleriyle 1940 yılında “Köy Enstitüleri Kanunu” meclisten çıkarılarak Köy Enstitüleri kuruldu. İsmail Hakkı Tonguç’un düzenlediği genelgeye göre:
“ Köylerin kültürel ve genel hayatlarında ileri bir seviye yaratabilmek yalnız klasik anlamdaki öğretmenle mümkün olmaz. Bunun için okul, üretici bir okul olmalı, yaşayabilmesi için gereken bütün araçları kendisi üretmelidir. Bu okullarda öğrenciye köy genel hayatını gelişmesine yarayacak birkaç meslek birden öğretilmelidir.” (Sinan Meydan, Köy Enstitüleri, Sözcü 23 Kasım 2020)
Köy Enstitüleri Kanununa göre beş yıllık ilkokulları bitiren köy çocuklarının enstitülere alınması kararlaştırıldı. Enstitülerdeki beş yıllık eğitimi tamamlayanlar yörelerindeki okullara atanacaktı. Onlara gerekli araçlar, tarım aletleri, tohum, bir çift hayvan, 20 TL de ücret verilecek, kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılayacaktı. Bundan böyle köylere atanan bu öğretmenler verecekleri eğitimin yanında tarım, hayvancılık, bağ bahçe işlerinde de köylüyü aydınlatacak ve onlara yardımcı olacaklardı. Böylece 1940-1954 arasında 21 Köy Enstitüsü kuruldu. Eğitim kız-erkek karışık olarak başarıyla yapılmaya başlandı. Ankara’ya 35 km uzaklıkta kıraç bir alanda Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 1941 yılında kuruldu. Eskişehir Çiftelerder’de, Kırklareli-Kepirtepe, İzmir-Kızılçullak, Kastamonu- Gölköy, Malatya-Akçadağ, Antalya-Aksu, Samsun-Akpınar, Kocaeli-Arifiye, Trabzon-Beşikdüzü, Diyarbakır-Dicle, Van-Erçiş, Kayseri- Pınarören, Aydın-Ortaklar, Erzurum-Pular, Balıkesir-Savaştepe, Adana-Düziçi, Isparta- Gönen ve Sıvas-Pamukhisar kurulan diğer köy enstitüleriydi. Böylece Türkiye 21 bölgeye ayrılmış ve bunların şehirlerden uzak olmalarına ancak demiryollarına yakın olmalarına dikkat edilmişti.
Köy Enstitülerinde Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık, matematik, fizik, kimya, tabiat, yabancı dil, resim, beden eğitimi, askerlik ve müzik gibi belirli temel derslerin yanı sıra milli oyunlar, ziraat, kooperatifçilik, arıcılık, balıkçılık, tavukçuluk dersleri de verilmiştir. Erkeklere demircilik, marangozluk, teknik tarım, kızlara ev idaresi, çocuk bakımı, biçki dikiş örgü, dokuma gibi dersler de konulmuştur. Başarılı öğrencilerin 3 yıllık eğitim sonrası sağlık memuru olmalarının da yolu açılmıştır.
Köy Enstitülerinde 1940-1954 yılları arasında 18 bine yakın öğretmen 9 bine yakın eğitmen, 16 bine yakın sağlık memuru yetişmiştir. Böylece bu dönemde halkı ve emekçiyi aydınlatan bir öğretmen ordusuna sahip olunmuştur. Bu aydınlanma projesinde kitaplıklarında dünya klasiklerini okuma saatlerinde öğrenciler dilediklerini okuyordu. Demokratik bir düzenin hâkim olduğu bu ortamda ayrıca gazete ve dergiler okunuyordu. Güne halk oyunları,özellikle zeybek ve marşlarla başlanırdı.
Kısacası Anadoluyu kapsayan bir eğitim seferberliğiydi. Başlangıçta %3 olan okuryazar sayısı artmaya başlamıştı. Köy Enstitülerinin kuruluşundaki mimari yapıların planlarını çizen ve yapımlarında Hasanoğlun Köy Enstitüsü yapı kolunda görev yapan Mimar Mualla Eyüpoğlu (Anhegger)’nun enstitulerin gelişmesinde büyük payı olmuştur. İki Macar ustayla birlikte çizdiği planlar Eskişehir, Aydın, Erzurum ve Kayseri’deki Köy Enstitülerinin yapımlarında uygulanmıştır.
(Tûba Candar, Hitit Güneşi Mualla Eyüboğlu Anhegger Doğan Kitap İst 2003 Erdem Yücel, “Restoratör Mimarlardan Mualla Eyaboğlu (Anhegger)”, Yapı, İstanbul 2004, s.276, s.89-92.)
Türkiye’nin aydınlanması yönünden çok önemli olan bu girişimler çok uzun sürmemiş ve çeşitli girişimlerle önü kesilmiştir. Enstitülerin verdiği bu eğitim ve mezunlarının verdiği aydınlatıcı çalışmalar toprak ağalarının ve çok partili döneme geçiş sürecinde bazı siyasilerin tepkilerini çekmiş, komünist yuvaları diye suçlanmışlardır. Bu arada akıl almaz iftiralar atılmıştır. Enstitü yapıları tepeden bakıldığında orak çekici yansıtıyor diyenler bile çıkmıştır!..Kuşku yok ki bu suçlamaları yapanlar yıllar sonra Türkiye Komünist Partisinin yasallaşarak seçimlere gireceğini akıllarından bile geçirmemişlerdir. Bu arada yıllar sonra Türk işçi ve iş adamlarının Rusya’da işler yapacağını düşünememişlerdir.
Bu baskılara karşı koyamayan CHP hükümeti döneminde 1947 de Karaoğlan Köy Enstitüsü kapatılmış, eğitim ve sağlık memurlarına geçinmeleri için verilen toprakları ellerinden alınmıştır. O yıllarda “Çiftçiyi Topraklandırma Kanununa” karşı çıkan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın CHP’den koparak kurdukları Demokrat Parti’nin, 1950 seçimlerinde iktidara gelmesiyle birlikte Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer öncelikle karma eğitime son vermiştir. Sonunda 27 Ocak 1954 de çıkarılan 6234 sayılı yasayla İlk Öğretmen Okullarıyla Köy Enstitüleri birleştirilerek kapatılmıştır. Meclise giren bazı toprak ağaları, aşiret reisleri ve onları destekleyen bağnaz eğitimcilerin bu kapanmada büyük payları olmuştur.
Türk edebiyatına Mehmet Başaran, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam ve Osman Şahin başta olmak üzere birçok yazarı, aydın kişiyi yetiştiren Köy Enstitüleri girişimi böylece sona ermiştir. Kısacası aydınlanma felsefesinin önüne geçilmeye çalışılarak eğitim emekçilerine büyük darbe vurulmuştur.
Önceki