Milli Mücadele’de Şehirlerimiz: BURSA (HÜDAVENDİGAR)

Ahmet Hür
1.707 views

            Bursa Şehri, Milli Mücadelede öncesi ve sonrası, doğu kültürü ile batı kültürünü birlikte yaşayan kentlerdendir. Bir yanda İslam geleneğinin mistisizmini gördüğünüz bu kentte diğer yandan gerek azınlıklarıyla gerekse sanayi bölgesi niteliğiyle bir Batı Avrupa şehri, Osmanlı’nın Batıya açılan İzmir’den sonraki penceresini görürsünüz. Bunun için Bekir Hoca’nın önderliğinde İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti, İstanbul’dan sonra Bursa’da örgütlenmişti. Abdülhamit’in zulmüne karşı savaşanlarla Abdülhamit taraftarları aynı şehirde yaşıyordu.

            “31 Mart isyanı gençleri endişeye düşürmüştü. Sultan Hamit taraftarlarını da sevindirmişti. Bir gece İttihat ve Terakki mensupları Birinci Kulüp’e davet edildi. Azalar toplandıktan sonra Reis Mahmut Celal Bey(ben) kürsüye gelerek: Arkadaşlar, Meşrutiyet tehlikededir. Meclisi Mebusan tecavüze uğramıştır. Memleket bizden yardım bekliyor. Yarın sabah Redif debboyuna (askeri malzeme deposu) girerek elbiselerimizi giyecek, silahlarımız alacak, vatan ve Meşrutiyet hizmetine koşacağız dedi.”[1]

            Celal Bayar’ın başkanlığını yaptığı İttihat ve Terakki Bursa şubesinde 31 Mart ayaklanmasında Bursa’da Gönüllü Birlik kurarak İstanbul’a gitmek istenmiş, ancak Mahmut Şevket Paşa, İstanbul’da yeterince asker olduğunu, isyanın bastırılması sonrası yobazların Mudanya üzerinden Anadolu’ya kaçmaya çalışacaklarını ve bu kişilerin yakalanmasını istemiştir. Nitekim Bursa Gönüllü Birliği, Mudanya iskelesinde görev yapmış ve İstanbul’dan kaçan yobazları yakalamaya çalışmıştır. 

            Bursa Hüdavendigar adıyla anılıyordu ve vilayetin merkeziydi. Gemlik, Orhangazi, Karacabey, Mudanya, Kirmastı (Kocamustafapaşa), Orhaneli ilçeleri/kazaları Hüdavendigar vilayetine bağlıydı. Ayrıca Ertuğrul Sancağı da Hüdavendigar vilayetine aitti. Bu sancakta da İnegöl, Söğüt, Yenişehir kazaları vardı. 1867 yılında vilayet olan Bursa, Bilecik, Kütahya ve Afyonkarahisar livalarını da içine alıyordu. Ancak 1915 yılında yapılan düzenleme ile Afyonkarahisar ve Kütahya livaları, 1918 yılında yapılan düzenleme ile de Bilecik livası Bursa’dan ayrılmıştır. İkinci Meşrutiyet’in ilanı sırasında nüfusu yaklaşık 1.691.000 kişi idi.

            Bursa nüfusunda önemli bir orana sahip olan Rum/Yunan ve Ermeniler, Birinci Dünya savaşı yıllarında tehcire tabi tutulmuşlar ve nüfusları azalmış yerine Balkanlardan ve Kafkaslardan göç eden Türkler, Çerkezler (dinsel açında bakılırsa Müslümanlar) yerleştirilmiştir. Rum/Yunanlıların göçü, adalara ve Yunanistan’a olurken, Ermenilerin göçü iç bölgelere ve Bilecik’e yapılmıştır.  

            Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, azınlıklar özellikle kıyı bölgelerinde ayrışma hayalleriyle harekete geçmişlerdir. Bursa’da da Rum/Yunan azınlık önemli bir yer tutmaktaydı. Bursa, Gemlik ve Mudanya’da üç Ortodoks Metropolit vardı. Yine Ermenilerin Gregoryan ve Katolik dini örgütlenmeleri mevcuttu. Birinci Dünya savaşı sırasında Bursa’da Sağlık Müdürü olarak görev yapan İttihatçı Doktor Emin (Erkul) Bey anılarında Bursa’da Ermeni nüfus yoğunluğundan söz eder.

            “Bursa’da Sıhhat Müdürü aynı zamanda Beleye Reisi vekiliyim. İttihat ve Terakki Cemiyeti vatani teşekkül. Memurların da çalışmaları yasak değil. Bursa Heyeti Merkeziyesi’nde de aza bulunuyorum. Bursa vilayeti bir Ermeni kesafeti arz eder. Bu cümleden İnegöl, Yeniköy, Burçin ve Pazarköy civarları Ermenilerin çoğunlukta bulunduğu yerlerden sayılıyor. Bursa’nın içinde de hatırı sayılır derecede ve bilhassa zengin ve münevver Ermeniler büyük bir kesafettedirler.”[2]      Rum/Yunan Ortodoks Patrik vekili seçilen Bursa Metropoliti Doretheos Efendi, İngiltere Başbakanı Lloyd George’a yazdığı 14 Şubat 1920 tarihli mektubunda şöyle demektedir:

            “Biz İstanbul’a self determinasyon ve Bağlaşık Devletlerin çıkarlarını garanti ediyoruz. Bu kabul edilmez ise, İstanbul’un mandasını da almaya hazırız. Artık yeniden doğan Yunanistan, Türk mayasına katlanamaz. İstanbul’dan Türk Hükümeti ve Türk Sultanı atılmalıdır.”[3]

            Diğer yandan İslamcı kesim, genelde kara cahil, yobaz, Padişaha biat etmek dışında bir şey bilmeyen, toplumsal olaylara duyarsız, ekonomik olarak da güçsüz bir kesimdi. Konya’dan sonra en çok medrese bulunan şehir Bursa idi. Bağnazlığı oluşturan ve hain Padişaha biat etmeyi sağlayan en önemli etken bu medreselerdi. Zaten bu medreselerin varlık nedeni Padişaha koşulsuz itaatti. Elbette ki Bursa’daki din adamları arasında özellikle İttihat ve Terakki taraftarı din adamları, Milli Mücadele döneminde de direnişe katkı koymuşlardır. Örnek olarak Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi Efendi, Büyük Millet Meclisinde de görev yapmış önemli bir ittihatçı din adamıydı.

            Kısaca söyleyebileceğimiz, Anadolu’da olduğu gibi Bursa’da da Milli Mücadeleyi İttihat ve Terakki geleneğinden gelen bir kaç asker, sivil aydın başlatmıştır.

            “Bursa, önündeki verimli ova ve ipek üretimi sayesinde fevkalade zengin bir Osmanlı Vilayeti idi. İpekçilik çok eski tarihlerden beri Bursa’nın birinci derecede ekonomik kaynağı olmuştur.”[4]

            Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti aleyhine bitişi, ekonomik zorluk altında yaşayan Anadolu’da olduğu gibi Bursa’da da olumsuz etkisini göstermiştir. Şehir merkezleri dışında eşkıya ve çeşitli çeteler yüzünden asayiş sorunu yaşayan Anadolu sürekli göçer bir haldeydi. Bursa’da da işgal edilinceye kadar, işgale uğrayan yerlerden göç alan kentler statüsüne girdi. Asayiş sorunu, ekonomik çöküntü, göçler, azınlıkların yaklaşımları nedeniyle kaotik bir yapıya dönüşen Bursa’nın Türk yöneticileri de ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Bu karışık dönemde Ebubekir Hazım Bey 12 Aralık 1918 tarihinde Bursa’ya vali olarak atanır. 

EBUBEKİR HAZIM (TEPEYRAN) BEY

            1854 Niğde doğumludur. Rüştiye’yi bitirdikten sonra devlet hizmetine girmiştir. Dedeağaç Mutasarrıflığından sonra, Musul, Manastır ve Bağdat valilikleri görevinde bulunmuştur. Meşrutiyetten sonra, Sivas, Ankara valilikleri de yapmıştır. Bir süre de İstanbul Şehremini görevini üstlenmiştir. 

            Mondros mütarekesi döneminde dâhiliye nazırı (içişleri bakanı) olan siyaset adamlarındandır. Hem Ali Rıza Paşa hem de Salih Paşa kabinesinde dâhiliye nazırlığı yapmıştır. Şurayı Devlet (Danıştay) üyeliği de yapmıştır. 1920 yılında Bursa Valiliğine atandı. Ebubekir Hazım Bey Nemrut Mustafa Paşa’nın Divan-i Harbi Örfi mahkemesinde yargılanıp idama mahkûm oldu. Suçlama, Abdülhamit’in Yıldız Sarayından çıkarılması sırasında değerli eşyaları toplayıp Harbiye Nezaretine teslim eden komisyonda olması ve Milli Mücadeleye destek olmasıdır. İdam cezası Padişah tarafından ömür boyu hapse çevrilir. Tevfik Paşa Hükümetinin aldığı karar gereğince temyiz hakkı elde eder ve temyiz yargılaması sonrası beraat eder.

            Ankara Hükümeti’nin Sivas ve Trabzon valisi olarak başarılı çalışmaları vardır. Sivas valiliği sırasında merkez komutanı Nurettin Paşa ile anlaşmazlığa düşmüştür. Nurettin Paşa’yı hukuk ve kural tanımaz ve keyfi hareket eden bir kişi olarak tanımlar.  Trabzon’da Enverci hareketin yükselmesi üzerine Vali Naci Bey’in yerine Trabzon valiliğine atanır. 26 Ağustos 1921 tarihinde Trabzon’a giderek valilik görevine başlar.

            2. Meclise Niğde milletvekili olarak girmiştir. Mecliste Anayasa Komisyonu Başkanlığı da yapan Ebubekir Hazım Tepeyran uzun süre milletvekilliği yapmıştır.

            Edebiyat dünyasına öykü yazarak giren Ebubekir Hazım’ın ilk romanı “Küçük Paşa”dır. Türk edebiyatında köy gerçekliğini okuyucuya ilk gösteren edebiyatçı olarak da bilinir.

            5 Haziran 1947 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Gazeteci yazar Oktay Akbal’ın dedesidir.

            Ebubekir Hazım Bey’in ilk valiliği sırasında İngiliz ve Fransız birlikleri az sayıda da olsa Bursa’ya konuşlanmışlardır. (11 Ekim 1919 tarihinde ikinci kez Bursa valiliğine atanmıştır.) Orhangazi ve Mustafa Kemalpaşa/Kirmastı da İngiliz karakolları kurulmuştur. Bu arada Bursa’dan ayrılmış olan Rum/Yunanlılar Bursa’ya geri gelmeye ve mallarını geri talep etmeye başlamışlardır. Ermenilerde aynı şekilde davranmaktadırlar. Halk arasında “Taktil Tehcir Divanı Harbi” denilen Divanı Harbi Örfi/Sıkıyönetim mahkemesi İstanbul’dan sonra Bursa’da da kurulmuştur. Askerlik Şube Başkanı Binbaşı Akif Bey, Bursa’daki mahkemenin başkanıdır.

            Hürriyet ve İtilaf Fırkasının yeniden siyasal yaşama girişi sonucunda, Bursa’da bulunan Hürriyet ve İtilafçılar ve derhal Hürriyet ve itilaf saflarına katılan eski Müftü Ömer Fevzi ve Yeşilizade Aziz Nuri Bey gibi işbirlikçiler taşkınlıklarına başlamışlardı. Ebubekir Hazım Bey bu hainlerin taşkınlıklarını önlediğinden İstanbul’a sürekli şikâyet ediliyordu.

            Damat Ferit Paşa’nın hükümeti kurması sonrasında Ebubekir Hazım Bey’in yerine hain işbirlikçi Gümülcineli İsmail Bey Bursa valiliğine atandı.

GÜMÜLCİNELİ İSMAİL HAKKI BEY

            Milli hainlerden Gümülcineli İsmail Hakkı Bey, 1877 yılında Gümülcine’de doğmuştur. 

            Milli Mücadele sırasında ki Bursa valilerindendir. İkinci Meşrutiyetin ilânından sonra İttihat ve Terakki listesinden Gümülcine mebusu seçildi. 31 Mart Olayının ardından ortaya çıkan anlaşmazlık üzerine bir kısım arkadaşıyla birlikte partiden koparak Ahali Fırkasını kurdu ve bu fırkanın başkanı oldu.

            Ahali Fırkası’nın kendisini kapatma ve 21 Kasım 1911 tarihinde kurulan Hürriyet ve İtilâf Fırkasına katılma kararı almasından sonra, Hürriyet ve itilâf Fırkasının yönetiminde yer aldı. 2 Haziran 1912′ tarihinde toplanan kongrede ikinci başkan Sadık Bey’in vekilliğine seçildi. Ancak yeni partisinde de Rıza Nur ve Rıza Tevfik’in öncülüğündeki grupla çatıştı. Babıâli baskınından sonra, yoğunlaşan İttihat ve Terakki baskısı nedeniyle yurtdışına kaçtı ve Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran 1913 tarihinde suikast sonucu öldürülmesi üzerine, bir darbe tasarladığı iddiasıyla yokluğunda idama mahkûm edildi.

Mondros Mütarekesi sonrası İstanbul’a döndü. İstanbul’da hainler ve işbirlikçiler tarafından “mücahidi muhterem” olarak karşılandı. Hürriyet ve İtilâf fırkasının yeniden siyasal yaşama başlama ve iktidara tırmanma hazırlıklarına etkin biçimde katıldı. Damat Ferit hükümetinde bakan olmayı bekliyordu ancak beklediğini bulamadı. Kendisine önerilen “Divanı Harbi Örfî” başkanlığını da kabul etmedi.

13 Mart 1919 tarihinde Hudavendigâr/Bursa valiliğine atandı. Vali Ebubekir Hazım Beyin (Tepeyran) ve bazı eşrafın tepkisine  karşın Müftü Ömer Fevzi ve bazı arkadaşlarının çalışması üzerine Bursa’ya geldi. Yeni vali, müftü Ömer Fevzi ve yandaşları, Bursa’da tam anlamıyla bir terör havası estirdiler. Bu arada Şehzade Abdulrahim Efendi başkanlığında oluşturulan “Heyet-i Nasihat” (Öğütçü Kurul) Bursa’ya geldi. Vali ve müftü, kurulu var güçleriyle desteklediler.

Yunanlıların 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i işgal etmesi üzerine oluşan direniş hareketlerini bastırmaya çalıştı. Miralay Bekir Sami Beyin 20 Mayıs’ta Bandırma’ya çıkışı ve zorlu bir yolculuktan sonra 27 Haziranda Bursa’ya gelişinden önce, hain, işbirlikçi Gümilcinelinin İstanbul’a kaçtığı bilinmektedir.

56. Tümen emir subayı Yüzbaşı Selahattin, Gümilcineli İsmail Hakkı Bey ile ilgili olarak anılarında; “Ahlâksızlık ve benzeri nedenlerle ordudan ve devlet görevlerinden atılmış ne kadar adam varsa, kaymakam, bucak müdürü, mektupçu vb. görevlere atanmıştı. Her yanda Ermeni, Rum vb. çevrelerin kulüpleriyle Hürriyet ve İhtilâfın yetmiş iki şubesi açılmıştı. Gümülcineli İsmail Bey bütün bunları güvenle yapabilmek için, şehre bir Fransız sömürge birliği getirtmişti. İzmir’den kaçarak ve çekilerek gelen subay ve erata da her türlü hakareti reva görmüş; subaylara maaş verdirtmemiş, erat aç kalmış, firarlar yoğunlaşmıştı” demektedir.

İstanbul’a kaçan hain işbirlikçi Gümilcineli, 29 Haziran günü Miralay Bekir Sami Bey’e şöyle bir telgraf göndermiştir:

Bursa’da hain, namussuz, katil Miralay Bekir Sami’ye

 Şimdiye kadar döktüğün kanlardan utanmadan Bursa gibi medeni bir şehre geldin. Ya defol, ya başına geleceğe razı ol hain, namussuz adam.”

Bu telgrafa Miralay Bekir Sami Bey şu karşılığı vermiştir:

Bursa Valisi İsmail Hakkı Bey’e

 Berâ-yi tedavi (tedavi olmak üzere) Mazhar Osman’a (dönemin çok ünlü akıl hastalıkları uzmanı) müracaatınızı tavsiye ederim.”

Bursa’dan İstanbul’a kaçan İsmail Hakkı Bey, İstanbul’da da kalamadı ve Gümülcine’ye gitti. Buradaki Cemaat-i İslâmiye Cemiyeti’nin başkanlığını üstlendi. Yunan ordusunun kenti işgal etmesine karşı koymaya kalkışmadı. Haziran 1920 tarihinde yeniden İstanbul’a döndü. Damat Ferit’in dördüncü sadrazamlığına rastlayan bu dönüşünde, parti içindeki çekişmeler nedeniyle Divan-ı Harbi Örfi tarafından tutuklandı. Damat Ferit partisinin Hocalar kanadıyla anlaşmazlığa düşerek 31 Temmuz 1920’de beşinci kabinesini kurunca serbest bırakıldı. Miralay Sadık Bey’le işbirliği yaparak 1921’de partisinin idare heyetini düşürdü ve yerine yeni bir kurul oluşturulmasına katkıda bulundu.

Milli Mücadele sonrası İstanbul’daki İngiltere elçiliğine sığındı. Lozan’dan sonra, 150likler listesinde 25. sırada “Esbak Bursa Valisi Gümülcineli İsmail” tanımlamasıyla yer aldı.
            Gümülcineli İsmail Bey, Şeyhülislam Mustafa Sabri Hoca, Vehip paşa ve eski Dâhiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey ile Sanremo’da bulunan Vahdettin’i ziyaret ederek, “İntak-ı Hak” isimli bir gazete çıkaracaklarını ve bu gazete etrafında örgütlenerek Mustafa kemal ve arkadaşlarını devirip, Padişahlığı tekrar inşa edeceklerini söyleyerek, 2.000 İngiliz lirasını padişahtan almışlardır. Gümülcineli İsmail Hakkı Bey, bu parayı aldıktan sonra soluğu Londra’da almış ve arkadaşlarına da beş bin Romen frangı gibi bir değeri olmayan bir para bırakmıştır. Görüldüğü gibi, hainlikte sınır tanımayan Gümülcineli İsmail bey, yurtdışına kaçtıktan sonra dava arkadaşlarına ve padişahına da kalleşlik yapabilmiştir.[5]

Fransa’da maceralı bir yaşam sürdüren Gümilcineli İsmail Hakkı Bey, birini ispiyonladığı için ayağından vurulmuştur. Fransızlara. İngilizlere ve Yunanlılara hizmet ettiğini söyleyerek Fransızlara casusluk yapmak isteyen bu kişi daha sonra Ankara’ya da başvuruda bulunup 300 frank aylık karşılığında Türkiye lehine casusluk yapabileceğini söylemeye çekinmemiştir.

Af çıktığında Marsilya’da yaşayan, Hürriyet ve İtilafçı Gümülcineli İsmail Hakkı Bey, bir süre sonra Gümülcine’ye dönmüş ve burada Mustafa Kemal, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı bir gazete yayımlamıştır.

            Hain ve işbirlikçilerden biri de 150’likler listesinde 40. Sırada olan Yeşilizade Aziz Nuri’dir. “Yeşili Nuri Molla’nın oğludur. İttihatçılara karşı olduğu için Mısır’a sürgün edilmiş savaş sonrasında dönmüştü. Daha sonra Kuvayi Milliye karşıtı ve koyu İtilafçı politika izlediğinden, işgalden önce ilkin Kütahya’ya sonra da Uşak’a sürgün edilmişti. Ebubekir Hazım Bey’in Padişaha bu bilgileri verdiği sırada Aziz Nuri Kütahya’da sürgün bulunmaktaydı. Hazım Bey Manastır Valiliği sırasında, Aziz Nuri’nin hapishane müdürü olarak yanında çalıştığını, kendisini o zamandan tanıdığını belirtmekteydi. Bursa’nın 8 Temmuz 1920’de işgali üzerine kente dönen Aziz Nuri, işgalcilerle tam bir işbirliği içinde ulusal savaşıma karşı çıkmıştır. 1922’de Yunanlılar adına zorla valiliği ele geçiren Aziz Nuri, kurtuluştan hemen önce (8 Eylül 1922)Bursa’dan kaçmış ve 150’likler listesinde 40. Sırada yer almıştır. Daha sonraki yaşamına ilişkin bilgi edinilememiştir.”[6]

            Diğer yandan göç ile sayıları artan Rum/Yunanlılar “Mavri Mira” isimli yasadışı örgütün Bursa şubesini de kurmuşlardı. 22 Ağustos 1919 tarihli Mustafa Kemal Paşa tarafından çok gizli ibaresiyle yetkili asker ve yöneticilere yollanan genelgede, Bursa Metropoliti ve Rum Ortodoks Patrik vekili Doretheos Efendi’nin Mavri Mira gizli örgütünün başkanı olduğu açıklanmıştır.

            İzmir’in işgali üzerine, Yunanlılara gönüllü teslim olan Ali Nadir Paşa ve emrindeki askerler, çeşitli hakaret ve fiili tacizlerle Timiztokoli isimli Yunan şilebi ile Mudanya’ya getirildiler. Burada karaya çıkan asker ve subaylara kimse yardım etmedi. Mudanya eşrafından Lütfü Bey, bu askerlerin haline acımış ve kendilerine yiyecek sağlamıştır. Mudanya’dan dağılan askerler memleketlerinin yolunu tutmuştur. Sadece esirler arasında bulunan Yarbay Rahmi Bey, toplayabildiği askerlerle Bursa’ya gitmiştir. Bekir Sami Bey Bursa’ya geldiğinde 56. Fırka/Tümen de sadece 14 subay ve 331 er ve erbaş kalmıştı. 56. Fırka ve Ayvalıkta bulunan ve bu fırkaya bağlı olan 172. Alay karargâhı Bandırma’da bulunan 14. Kolordu emrine verilmiştir.

            Bu arada İzmir’in işgalinden önce Anadolu’ya yollanan Şehzade Abdürrahim Efendi başkanlığındaki Nasihat Heyeti 16 Nisan akşamı Mudanya’ya varmış, ertesi gün özel bir trenle Bursa’ya gitmiştir. Bursa’da yoğun bir kalabalık tarafından “Padişahım çok yaşa” sloganlarıyla karşılanmışlardır. Padişahın “direnmeyin, uslu durun” olarak özetlenebilecek fermanı okunmuş, Cuma namazı halkla birlikte kılınmış ve 20 Nisan günü Balıkesir’e doğru yola çıkılmıştır. Eski Müftü Ömer Fevzi Efendi de bu heyetle birlikte Bursa’dan ayrılmıştır.

            “Bu dönem Bursa’da halifelik onuruna bağımlılığın en üst düzeye ulaştığı bir karşı devrim sürecini kapsamaktadır. Bu durum Heyeti Nasiha’nın kentten ayrılışının hemen ardı sıra 6 Mayıs’ta yayın yaşamına giren ‘Mücahede’ adlı gazete ile de belli olmaktadır. Tutucu ve dinsel niteliği ağır basan bu gazetenin tek sayısı günümüzde kalmıştır. Yayın süresi ve kapanış tarihine değin yeterli bilgi elde edilememiştir.”[7]

            Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Bursa’da yasadışı Karakol örgütünün örgütlendiğini görmekteyiz. İstanbul merkezli, İttihatçılar tarafından kurulan bu cemiyetin, İstanbul’dan sonra en iyi örgütlendiği yer Bursa olmuştur. İzmir’in işgali üzerine “Ay Yıldız” isimli bir gizli cemiyetten de söz edilmesine karşın faaliyetleri ile ilgili bir bilgi bulamadım.

            Savaştan dönenlere yardım eden ve yardım toplamak için çeşitli etkinlikler yapan bir Cemiyette, İhtiyat Zabitanı Teavün/Yedek Subay Yardımlaşma Cemiyeti/derneğidir. Derneğin kurucu başkanı Okul Müdürü Süleyman Faik Bey’dir. Ahmet Necati Bey, Teğmen Fuat Bey ve Muhallebici Galip Bey’de kurucular arasındadır. Bursa Barosu başkanı Osman Nuri (Özpay) Bey’de bu cemiyetin onursal başkanıdır.

            Oldukça kalabalık Çerkez ve Kafkasya kökenli nüfusa sahip Bursa’da Kafkas kökenliler de kendi arasında “Kafkas Cemiyeti Hayriyesi” adı altında bir dernek kurmuşlardır. Bu derneğin yaptığı etkinliklerle ilgili fazla bilgi bulunmamaktadır.     

            İngiliz Muhipleri Cemiyeti de Bursa’da bir şube açmıştır.

            Erzurum Kongresi Doğu illerini ilgilendirdiği düşüncesiyle Bursa’da fazla ilgi görmemiştir. Bursalılar Alaşehir Kongresine de ilgi göstermemiştir.  Alaşehir Kongresine sadece İnegöl’den Ethem Efendi ile Mazlum Bey katılmıştır. Sivas Kongresi’ne ise Bursa Barosu başkanı Osman Nuri (Özpay) Bey, Ahmet Nuri Bey, Asaf Bey, Necati Bey seçilmiştir. Her ne olursa olsun, Bursa, Sivas Kongresine delege yollayan vilayetlerden biridir.

            Bu dönemde Bursa’da önce gizli olarak oluşan Reddi İlhak Cemiyetinin yöneticileri de; Jandarma Alay Komutanı Miralay İsmail Hakkı Bey, İdare Meclisi Başkatibi, Hami Bey, İstinaf Mahkemesi Başkanı Süleyman Vehbi Bey, Şer-iye Mahkemesi Başkanı Nurettin Efendi, Öğretmenlerden Ali Rıza Efendi, Öğretmen Okulu Müdürü Hamit Bey, Celal (Avcıoğlu) Bey, Hüsnü (Uluğ) Bey, Kara Yusuf Efendi, Salih Hoca, Hasan Sami Bey, Yenişehirli Hafız Abdullah Efendi, Mudanya Müftüsü Hafız Ahmet Efendi, Gürcü Murtaza Efendi, Urgancı Abdullah Efendi, Fesçi Hafız Halit Efendi, Müdür Salih Bey, Doktor Mehmet Ali (Arap) Bey, Doktor Şefik Hidayet Bey, Emekli Kurmay Binbaşı Nevres Bey, Emekli Jandarma Binbaşısı Mehmet Ali Bey, Değirmenci Ömer Ağa, Fabrikatör Cemil, Muhittin Baha (Pars) Bey, Hakkı Baha (Pars) Bey, Diş doktoru Anber Bey, Operatör Doktor Emin Erkul (Seyitoğlu) Bey, Mustafa Ağa, Tüccar Hüseyin Avni Bey’dir. Oldukça değişik kesimlerden ve farklı düşüncelere sahip kişilerden oluşan bu heyet sadece işgallere karşıdır. Zaten kısa bir süre sonra ayrışma başlayacaktır. Miralay Bekir Sami (Günsav) Bey’in Bursa’ya gelişi ve Bursa Valiliğine atanan Nemrut Mustafa Paşa’nın kovulmasıyla hatlar keskinleşmiş ve netleşmiştir. Müdafaa-i Hukuk Örgütlenmesi ancak Ekim ayı başında başlamıştır.

            Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanlığını Erzurum’dan milletvekili seçilecek olan ve uzun süre Bursa’da yaşamış olan Erzurumlu Salih Hoca yapmıştır. Yönetiminde, Muhittin Baha Bey, Urgancı Abdullah Efendi, Bursa Kadısı Tahir Efendi, Yüzbaşı Hacı Ahmet Efendi, Binbaşı Abdullah Bey, Öğretmen Kara Yusuf Bey, Öğretmen Ahmet Muhtar Bey, Öğretmen Ali Osman Bey, Memduh Bey, Cemil Bey, Emin Bey, Mümtaz Şükrü (Eğilmez) Bey, Gemlikli Necati Bey, Baro Başkanı Osman Nuri (Özpay) Bey bulunmaktaydı.

            Bursalı hanımlarda işgallere karşı protesto gösterilere katılmış ve protesto telgraflarında da isimleri yer almıştır. “İşgallere karşı Bursalı hanımların hislerini dile getiren ve vatanın müdafaası fikrini savunan protesto telgraflarında ‘Kamuran Fehmi, Zehra Şükrü, Himamet Cemil, Şekibe Ali, Zübeyde Abdullah, Sabriye İskender, ilmiye Ziya, Fikriye Zekai, Adviye Necip, Hatice Ragıp, Vehbiye Arif, Zehra Hamid, Aliye Nazım, Güzide Faik, Halide İsmet, Vedia Emin, ZehraEmin, Pakize Rıfat, Fatma Nuri, Gülizar İskender, Müveddet Naim, Rebia Osman’ isimleri bulunmaktadır. Bursa’nın işgali üzerine başlayan mücadele faaliyetleri engellenmiştir.”[8]

            Bursa’nın ilçelerinde de örgütlenmeler Bursa ile benzer tarihlerde başlamıştır.

MUDANYA: Mudanya’nın nüfusunun önemli bir kısmı Rum/Yunan olmasına karşın, İzmir’in işgaliyle birlikte Mudanya’da direniş başlamıştır. Bunun en büyük nedeni, 56. Tümenin denetimi altında bulunmasıdır. Çünkü Mudanya, Anadolu’nun İstanbul ile bağlantısını sağlayan yerdir. Anadolu’nun beşiği denilen Mudanya’nın kaybedilmesi kolay kolay kabul edilemezdi. Dolayısıyla Mudanya’da bulunan İttihat ve Terakki’nin taraftarları, Birinci Dünya savaşının kaybedileceği anlaşılınca Anadolu’da gerçekleştirilecek direniş için uyanık durumda idiler. Bu yüzden Rum/Yunan azınlık diğer yerlerde olduğu gibi Mudanya’da etkili olamamıştır.

            Müftü Hafız Ahmet (Erozna) Efendi ve Faik (Tuğberk) Bey, Mudanya Kuvayi Milliyesi’nin oluşmasında adı geçen kişilerdendir. Bu kişiler dışında Hacı Cemal (Bilge) Efendi, Komiser Muharrem Bey, Teğmen Şükrü Efendi, İhsan Bey, Ahmet Nafi (Dinç) Bey, Akköylü Halil İbrahim Efendi, emekli öğretmen Halil (Parmaksızoğlu) Bey de Milli Mücadelede yer almış yurtseverlerdendir.

ORHANGAZİ: Orhangazi Bursa, Yalova ve İznik yol ayrımında olması nedeniyle coğrafi açıdan önemli kabul edildiğinden, Mondros Mütarekesi sonrası İngilizler tarafından denetim altına alınmıştı. Ayrıca Ermeni nüfusun yoğunluğu ve Mondros Mütarekesi sonrası göç edenlerin geri dönmesinin sağlanması için İngilizler kendilerini görevli saymışlardı. Milli Direniş, İngiliz ve Ermeni baskısı nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Orhangazi Kaymakamı da, İngilizlerle uyum içinde çalışan Mehmet Tevfik Bey’dir. Milli kımıldanış Ekim ayından sonra başlamış ve eski valilerden Bahaeddin Bey’in önderliğinde gerçekleşmiştir. Ahmet Derviş (Tarakçıoğlu) Efendi ve Refik (Atay) Bey bu direnişe ilk katılan kişilerdendir. 5 Ağustos 1920 tarihinde Yunan Ordusunun işgali ile birlikte direniş de gücünü kaybetmiştir.      

MUSTAFAKEMALPAŞA: O zamanki ismi Kirmastı olan bu ilçede de Milli Mücadele hemen başlayamamıştır. Sivas Kongresi sonrasında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti oluşturulabilmiştir. Gizli olarak oluşturulan Reddi İlhak Kurulu başkanlığını üstlenen Gürcü Mehmet Efendi’yi, Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin başkanlığında da görüyoruz. 172. Alayın bulunduğu Kirmastı’da Kasap Osman lakabıyla bilinen acımasız ittihatçı komutan Yarbay Osman Bey’in Alay komutanı olması, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin oluşmasında ki en önemli etkendir. Yine Askerlik Şube Başkanı Ömer Lütfü Bey, Yüzbaşı Halis Bey ve Ali Saip Bey, Kaymakam Hüsnü Bey gibi direnişten yana kişilerdi. Nitekim bu kişiler, köylerde oluşturulan Milli çeteleri teşvik ediyorlardı. Hafız Ağanın Ahmet Çetesi, Laz İsmail Çetesi, Gürcü İsmail Çetesi, Hacı Bekir Çetesi, Karapınarlı Mehmet Çetesi, kurtuluşa kadar mücadelelerini devam ettirmiş ve işgalci Yunana göz açtırmamış çetelerdir.

            Kirmastı’da, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin ileri gelenleri olarak, Hafız Mustafa Efendi’yi, Baş Hafız Ahmet Efendi’yi, Mustafa Efendi’yi, Gürcü Ahmet Efendi’yi, Kürt Mevlit Efendi’yi ve ağalardan Benli Ahmet Ağa ile Kaçaburuk Hasan Ağa’yı sayabiliriz.

YENİŞEHİR: Yenişehir’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, 1919 yılının Kasım ayı içerisinde oluşmuştur. Yenişehir’in on yedi köyünde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti oluşturulmuş ve böylece Bursa’da köy tabanında direniş gerçekleştirilmiştir. İlginç olan köylerde gerçekleştirilen Milli Mücadelede ruhu ne yazık ki, ilçe merkezinde tam olarak gerçekleştirilememiş ve ilçenin ileri gelen eşrafı, Yunan korkusuyla işbirlikçiliğe soyunmuştur. Hatta ilçenin işgali için Yunan komutanlarına çağrı bile yapılmıştır. Subaşı köyünde ortaya çıkan Arslan Bey Çetesi ise, Milli Mücadelede pek çok yararlı işler yapmış ve Yunan Ordusuna hiç rahat vermemiştir. Yine Yüzbaşı Esat Bey komutasında oluşturulan Kuvayi Milliye Süvari Alayı da pek çok yararlı işler yapmıştır. Yenişehir merkezinin korkaklığı karşısında, Yenişehir köylüsünün cesareti alkışlanacak bir davranış olarak Milli Mücadele tarihinde yerini almıştır.         

İZNİK: İznik’te Kuvayi Milliye’nin oluşmasında Dr. Enis Bey tarafından oluşturulan Milis gücün varlığı ön plana çıkmaktadır. Dr. Enis Bey’in varlığı İznik Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin adeta güvencesi konumundadır. Ermeni çetelerle yapılan bir çatışmada şehit olduğu söylenen Enis Bey, direniş ruhunun oluşmasını sağlamıştır. Mehmet Şükrü Bey ile Hacı Cıyık Ali Efendi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin önde gelen kişileridir.  

GEMLİK: Yoğun Rum/Yunan nüfusu nedeniyle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti oluşturulamamıştır. Gemlikli yurtseverler, Bursa’ya giderek orada Milli Mücadeleye katılmak zorunda kalmışlardır. İttihatçı Dr. Ziya (Kaya) Bey’in İstanbul’da Divanı Harbi Örfi mahkemesi tarafından tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak salıverilmesiyle birlikte Gemlik’e gelmesi sonrası direniş hızlanmıştır. Buna karşın ciddi bir örgütlenmeye gidilememiş daha çok Umurbey tarafında çalışmalar yapılmıştır.

KARACABEY: Eski Müftü Mustafa Fehmi Efendi’nin çalışmalarıyla oluşturulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Karacabeyli Hilmi Bey’in Dr. Ziya Bey’le birlikte serbest kalıp bölgeye gelmesiyle hız kazanmıştır. Belediye Başkanı İbrahim Bey’in ve Müftü Abdullah Sıtkı Efendi’nin Milli Mücadeleye sıcak bakması örgütlenmeye güç katmıştır.

İNEGÖL: Kuvayi Milliye taraftarı bazı milis güçlerden söz edilmekle birlikte, İnegöl’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulamamıştır.        

ORHANELİ: Uzun süre Türk gücü egemenliğinde kaldığından olumsuz bir tavrı görülmemekle birlikte, Orhaneli’nde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin oluştuğuna dair herhangi bir bilgi ve belge bulunamamıştır.

KELES: Bursa merkezine yakın olan bu belde de Canip Efe, Topal Sadettin Efe bilinen Kuvayi Milliyeci kişilerdir. Daha çok milis güçlerin bazı etkinlikler yaptığı görülmüştür.

            Bursa’da 15 Ekim 1919 tarihinde yayın hayatına başlayan “Yoldaş” gazetesinden de söz etmek gerekir. Sahibi İbrahim Hilmi Efendi, yayın yönetmeni Cezbi Efendi olan bu sosyalist gazete 21 Mayıs 1925 tarihine kadar yayınına devam etmiştir. “İşçi, çiftçi ve emekçi halk faydasına çalışır, siyasi, edebi ve içtimai müstakil Türk gazetesidir.” İbaresiyle çıkan Yoldaş gazetesi, Yunan işgali nedeniyle yayınına ara verse de zaman zaman çıkmaya devam etmiştir. Yunan işgali sırasında bazı zamanlar sansüre uğrasa da çıkmaya devam ettiği için sosyalizm karşıtları bu gazeteyi Yunan işgaline karşı çıkmadığını iddia etmektedirler. Ancak bu yaklaşım doğru değildir. Gazete öncelikle antiemperyalist bir gazetedir. İbrahim Hilmi Efendi’nin büyük olasılıkla Yeşilordu Cemiyeti’nden olduğu düşünülmektedir. Yoldaş gazetesi emperyalist karşıtı ve Sol-İslam düşüncesi noktasında yayın yapması bu düşüncemizi güçlendirmektedir.

            20 Ekim 1919 tarihinde Şeyh Sunusi Efendi de İstanbul’dan ayrılıp Bursa’ya gelmiştir. Bir süre Bursa’da kalan Şeyh Sunusi Efendi daha sonra Konya’ya gitmiştir. Milli Mücadele taraftarı olan Şeyh Sunusi’nin Milli Mücadeleye çok ciddi katkıları olmuştur. 

            Ocak ayına gelince Bursa’daki yurtsever kadınlarında Milli Mücadeleye katkı sundukları ve işgalleri protesto için toplantılar düzenledikleri görülmektedir. Her ne kadar “Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyet’inin şubesi Bursa’da kurulmamış olsa da, Bursalı kadınlar Milli Mücadelede yer almışlardır.

            “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kuruluna

            Biz, her türlü güven koşulları içeren bir areşkes anlaşmasına dayanarak silah bırakıp tam bir yetersizliğe düştükten sonra, vatanımızın birçok kutsal bölümlerinin, geçici olarak da olsa yavaş yavaş işgal edilmesinden ve özellikle İzmir ve bağlantılarından bazı yerlerin, ebedi hasmımız olan Yunanistan’a istila ettirilerek insanlık tarihini sonsuzluğa değin kirletecek feci belalara ve rezaletlere meydan verilmesinden ve bu durumlara uygarlık âleminin süregelen umursamazlığından, biz Bursa’nın İslam kadınları, olağanüstü şaşkın ve üzüntülüyüz. Avrupa’nın merkezinde çıkarılarak ülkemize de bulaşmasına karşı koyamadığımız savaş felaketleri yüzünden babalarımızın, kardeşlerimizin, kocalarımızın en gençlerinden milyonlarcasın ın ebedi kaybıyla gönlü yaralı olduğumuz gibi, Avrupa’nın bütün dünya ile birlikte ülkemize de musallat ettiği Genel Savaş kederlerinin acılarını azaltmaya, uygar dünyanın bu esef edilecek kayıtsızlığı sürecek olursa, sağ kalan erkeklerimiz de yaşamalarını feda etmek zorunda kalacaklarına göre, artık Türkiye’de sakat ve yaralılar, öksüz çocuklar ve aciz kadınlardan başka kimse kalmayacaktır. Kaçınılmaz olan şu acı son, uygarlık alemi için hiç olmazsa sonsuz bir pişmanlığa olsun neden olmayacak mıdır?

            Kamuran Fehmi, Zehra Şükrü (Budunç, sonra milletvekili olacaktır),Himamet Cemil, Şekibe Ali (Kız Öğretmen Okulu Müdürü), Zübeyde Abdullah, Sabriye İskender, İlmiye Ziya, Fikriye Zekai, Adviye Necip, Hatice Ragıp, Vehbiye Arif, Zehra Hamit, Aliye Nazım, Güzide Faik, Halide İsmet, Vedia Emin, Zehra Emin, Pakize Rıfat, Fatma Nuri, Aliye Esat, Hayriye Nuri, Gülizar İskender, Müveddet Naim, Rebia Osman.”[9]    

            Son Osmanlı Meclisi Mebusan’ın toplanma yeri konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Mustafa Kemal Paşa gibi 56. Tümen Komutanı Miralay Bekir Sami Bey’de, İstanbul’da toplanan Meclisin uzun ömürlü olmayacağı ve özgürce çalışmayacağı görüşündedir.

            “Heyeti Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine, (Bursa 21 Kasım 1919)

            Bursa örgütü, seçilen mebuslar Hasan Fehmi Bey ve Zühtü Beylerle aynı görüşteyiz. Meclis’in emin ve müdahalesiz olarak toplanması ve çalışması gerekir düşüncesindeyiz. İstanbul’da toplanması zorunlu ise, kanaatimiz odur ki, o meclisin ömrü uzun olmayacaktır. Bu nedenle İstanbul’a gitmeden önce, herhangi bir müdahale halinde nerede toplanacağının belirlenmesinde yarar görüyoruz. 56. Tümen Kumandanı Bekir Sami”  

            Ali Rıza Paşa Hükümetinin istifası üzerine, Mustafa Kemal Paşa’nın yayınladığı genelge doğrultusunda Saraya, meclisin güçlendirilmesi ve Damat Ferit Paşa gibi işbirlikçilerin sadrazam yapılmaması için protesto telgrafları çekilmiştir. Bursa vilayetinden de şu kişiler telgraf çekmiştir.

            “Mudanya Müdafaa-i Hukuk cemiyeti adına Cemil.

            Gemlik Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Başkan Rüstem, üyeler Cahit, Mehmet, Dr. Ziya (Kaya).

            Yenişehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Başkan Tevfik, Müftü Hüseyin Hüsnü, Belediye Başkanı Sülale-i Keylani’den Postinpuş Dergahı Postnişini Esseyyit Mehmet Yasin.

            Orhangazi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Bahaettin.

            İznik Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Mehmet Rüştü.

            Kirmastı (Mustafakemalpaşa) Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Belediye Başkanı Benli Ahmet.

            Karacabey Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Cemiyet Başkanı Mehmet Fikri, Müftü Abdullah Sıtkı, Belediye Başkanı İbrahim.”[10]

            1920 yılında Anadolu’ya damga vuran bir cemiyette Yeşilordu Cemiyetidir. Ayrıntılı bilgiyi “50 Soruda Milli Mücadele” kitabımda bulacağınız bu gizli cemiyet hakkında pek çok tartışma bugün dahi yapılmaktadır. Herkesin kabul ettiği, Yeşilordu Cemiyeti’nin kurucularının ittihatçı olduğu gerçeğidir. Bursa’da Yeşilordu Cemiyeti’nin de örgütlendiği görülmüştür. Yeşilordu taraftarı olan Muhittin Baha (Pars) Bey’in 22 Şubat 1920 tarihinde çıkarmaya başladığı “Millet Yolu” isimli gazetede de Yeşilordu övülmektedir. Emperyalizme karşı oluşu nedeniyle Sol ve Sol-İslam olarak kabul edilen bu gazetede, Bursa’da bulunan Teali İslam Cemiyeti gibi Padişahçı, Hilafetçi ve İşbirlikçi yapılara karşı da mücadele edilmiştir.  

            Anzavur Ayaklanmaları sonucu, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile işbirlikçi cemiyetler “Cemiyet-i Ahmediye” isimli dinci gerici bir yapı/platform oluşturmuştu. Bu karşı devrimci yobaz yapının ele geçirmek istediği yerlerin başında Bursa geliyordu. Bursa’da ki yandaşları ile “din elden gidiyor” diyerek halk ayaklanması başlatılacak, yönetim yerleri ele geçirilip Ankara ile iletişim kesilecek, Anzavur Ahmet ile birleşme sağlanacaktır. Cemiyeti Ahmediye’nin askeri güçlerinin başına da komutan olarak Nemrut Mustafa Paşa getirilecektir. Vahdettin’in de desteklediği bu hain plan Miralay Bekir Sami Bey tarafından bozulmuştur. Bekir Sami Günsav, Milli Mücadelenin özellikle Batı Anadolu’da gerçekleşmesinde en büyük pay sahiplerinden biridir. İlk Meclisin Bursa milletvekillerinden Emin Erkul Bey’de Bekir Sami Bey’i takdir edenlerdendir.

            “Bekir Sami Bey’in milli hareketlere hizmetleri çok büyüktür. Askeri bakımdan hizmet itibariyle Karbekir ve Ali Fuat paşalardan sonra adını anmak hakşinaslık olur. Eğer Bekir Sami Bey olmasaydı Bursa’da bir Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı kurmak mümkün olamaz, bilhassa halifecilerle yobazlar; gayri Müslim anasır ve eşkıyalarının el ele vermesi yüzünden bir anarşi ocağı haline gelirdi. Bekir Sami Bey’a Padişah vahdettin tarafından on beş bin liralık atiyuye ile Mirlivalık rütbesi teklif dildiği halde milli hareketten ayrılıp İstnabul emrinde çalışmayı kabul etmemiştir. Ne yaz ık ki sonradan bir sui tefehhüm yüzünden bu mert ve namuskar insan bir tarafa atılmış ve zaferden sonra meyus ve perişan bir halde ölüp gitmiştir.”[11]

BEKİR SAMİ (GÜNSAV) BEY

            Milli Mücadele içindeki Bekir Samilerden benim için en önemlisi, Ege’de Milli Mücadeleyi örgütlemeye çalışan Bekir Sami Günsav’dır. Çerkez kökenlidir. İttihat ve Terakki üyesi olmasının yanında aynı zamanda Teşkilatı Mahsusa üyesidir. İstanbul’da kurulan “Karakol” isimli gizli örgütün de Bursa’daki yetkili kişilerindendir. Damat Ferit Paşa, gazeteci Ali Kemal ve Sait Molla’ya yapılmak istenen ancak yapılamadan açığa çıkarılan suikast girişiminde de parmağı olduğu söylenir.

            Bekir Sami (Günsav)ın 17. Kolorduya tayininde Rauf Orbay’ın katkısı olduğu bilinmektedir. Rauf Bey, Bekir Sami’ye, Ege’de başsız kalan ordunun başına geçmesi gerektiğini belirtir ve Mili Savunma Bakanı Şevket Turgut Paşa ve Genel Kurmay Başkanı Cevdet (Çobanlı) Paşa ile görüşüp tayin işini halledeceğini söyler.

            Teklifi kabul eden Bekir Sami Bey, ertesi gün Harbiye nezaretine gider.

            “Milli Savunma Bakanı Şevket Turgut Paşa’ya veda etmek üzere odasına girdim. Paşa, 1910 senesinde Makedonya Tedip Kuvvetleri Komutanı iken ben yüzbaşı rütbesiyle yanında çalışmıştım. Beni çok iyi karşıladı ve sordu.

            -Ülkenin ve ordunun durumunu, İzmir’in işgal faciasını biliyorsunuz. Size hiçbir emir vermiyoruz. Anadolu’da ne yapmayı düşünüyorsunuz?

            -Vatanım neyi emrediyorsa onu yapacağım. Gönlünüz rahat olsun Paşam, dediğimde duygulandı.

            Paşa, sessizce çekmecesini açtı, içinden 1.000 lira kâğıt para çıkarıp bana verdi. Gözleri yaşarmış, ağlıyordu. Eliyle kolumu tutup şöyle dedi.

            -Allah, başarılı kılsın oğlum. Vatanın çıkarı neyi gerektiriyorsa onu yap. Hükümetin belki seni koruyamaz. Belki güç durumlara da düşebilirsin. Yılma, üzülme, vatan kendisine hizmet edenleri ölseler de unutmaz ve onları aziz tanır. Askerleri ve subayları toplayınız. Fakat zorunlu olmadıkça Yunanlılarla çarpışmaya girmeyiniz.”[12]

            Ayvalık Mıntıka Kumandanı Kaymakam Ali’ye (Çetinkaya) göre de Albay Bekir Sami bey’in 17. Kolordu Komutanlığa tayin edilmesi doğru idi. Sadece Ali Çetinkaya’ya göre Harbiye Nazırlığı geç kalmıştı. Ama Osmanlı’da Harbiye Nazırlığı o günlerde zor bir görev yeriydi ve sıkça değişiyordu. Nitekim Şakir Paşa’nın yerine 19 Mayıs 1919 tarihinde atanan Şevket Turgut Paşa’da ancak 10 gün görev yapabiliyor ve 29 Mayıs 1919 tarihinde Milli Mücadeleye destek verdiği gerekçesi ile görevden alınıyordu.

            Bandırma’ya giden Bekir Sami ve yaveri Yüzbaşı Selahattin, şehrin Yunan bayrakları ile donatıldığını görür ve şaşırırlar. Bandırma’da 61. Tümen bulunmaktadır. Tümen komutan vekili ve Kalem Reisi Yarbay Refet’e yunan bayraklarının derhal kaldırılmasını emreder. Tümen Komutanı Yarbay Refet de, bu emri yerine getirir, karşılığında, Bekir Sami Bandırma’dan ayrıldığında “Memlekette fitne çıkarıyor” diye Bekir Sami’yi İstanbul’a şikâyet eder.

            Milli Teşkilat kurulması için her yerde çalışmalar yapmaya başlayan Miralay Bekir Sami’ye ilginçtir ki, Padişah ve yandaşlarıyla Hürriyet ve İtilaf Partilileri tarafından “Bolşevik” olduğuna dair suçlamalar yapılır. İstanbul hükümeti dışında, Rum metropolitliği ve Fransız temsilciliğine de “Bolşevik Bekir Sami” diye ihbarlar yapılır.

            Alaşehir’e gelen Bekir Sami, burada gönüllü toplarken, Alaşehir’e gelen dört hoca tarafından, Yunan ordusunun Padişahın daveti üzerine geldiğini ve karşı çıkılmaması gerektiğini, Yunan ordusuna karşı çıkmanın Padişaha karşı çıkmak olduğunu ve direnmeye kalkanların kötü niyetli olduğu yolunda propaganda yapıldığını görünce bu hocaların cezasını ibret olsun diye kendi verir.

            “Bekir Sami Bey’in aleyhte propaganda yapan hocaların cezalarını verişini Yüzbaşı Selahattin hatıratında şöyle anlatıyor:

            Bekir Sami Bey, hocaların Kaymakamlık binasının önüne getirilmesini istemişti. Biz atlara binip Alaşehir Hükümet konağının önüne geldiğimiz zaman, Kaymakam, jandarma Kumandanı ve dört hoca oradaydı. Kumandan sordu:

            -Hocalar bunlar mı?

            Birisi: -Evet bunlar dedi.

            Bu karşılığı alır almaz ani bir hareketle belinden çektiği tabanca ile dört hocayı da yere serdi.”[13]

            O günün koşullarında her şey çok zor ve kimsenin ne yapacağı pek belli değil idi. Bekir Sami Bey anılarında Ödemiş’te Jandarma komutanı Tahir Fethi Bey’in Mestan Efe’nin askeri danışmanlığına verdiği Yüzbaşı Rahmi Bey’in perişan bir halde kendisini Alaşehir’de bulduğunu söyler.

            “Tahir Fethi Bey’in emri ile vazifeli olarak civarda Yunanlıları gözlüyorduk. Yanımızda 100 kişilik bir kuvvet vardı. Yunanlılar uykudayken yakaladık. Ben saldıralım dedimse de Mestan Efe kabul etmedi. ‘Sen git, biz Yunanlılara teslim olacağız’ cevabını verdi. Şaşırdım ve karşı koydum ama vazgeçiremedim. Beni de adamakıllı dövdüler. Mestan Efe sık sık ‘Yunanlılar Padişah efendimizin daveti üzerine gelmişler’ diyordu.”

            Mestan Efe, Turgutlu’da bulunan Yunan ordusuna gidip teslim olur. Dağlarda efelik yapanlar bile korkmakta ve etkili düşman propagandasının etkisinde kalmaktadırlar.

            Ödemiş’te ilk kurşun halk tarafından örgütlenmiş Yiğit Ordusunca atılmıştır. Ancak Ödemiş’te Zeybekler, efeler kendilerinden beklenen hizmeti verememiş, bir kısmı çarpışmaya bile katılmadan sıvışmış, bir kısmı ise, çatışmaya katılmışsa da yeterli direnç gösterememiştir. Bu durumda Bekir Sami tarafından tespit edilmiştir.

            Bekir Sami Bey, pek çok kez olumsuz kişilerle ve olumsuz olaylarla karşılaşmasına karşın umudunu hiç yitirmez. Bekir Sami beyin direnci ve umudu sonucunda Ege’de Milli Mücadele bir noktaya gelebilir. Çerkez Ethem’i de Milli Mücadele içine sokan Bekir Sami Bey, Yunanlılara karşı bir direniş hattı kurar.

            İki kez İstanbul’a geri çağırılmasına karşın, çeşitli gerekçeler ileri sürerek gitmez. Nemrut Mustafa Paşa’nın Bursa Valiliğine atanması üzerine, Nemrut Mustafa’nın bir konuşmada, subay ve erlerin meşru olmayan savaşlarda ölmesinin köpek ölüsünden farklı olmadığı ve şehitlik mertebesine erişemeyeceklerini söylemesini çok iyi kullanmış ve askerde infial uyandığını ileri sürerek, Nemrut Mustafa Paşayı İstanbul’a geri yollamıştır.

            “Yazılı tebligatımı alan Merkez Kumandanlığı, vilayeti sardıktan sonra yazıyı valiye tebliğ ettiğinde, ‘Ben Padişah emriyle geldim. Sami’nin emriyle gitmem’ diye diretmişse de subayların silahlarını çekip öldürmeye teşebbüs etmesi üzerine eşyasını toplayarak vilayetten ayrıldı. Gece otelde kaldı. Ertesi gün de Mudanya’ya ve oradan da İstanbul’a gönderilmiştir.”[14]

            Operatör Doktor Emin (Erkul) Bey anılarında, Bekir Sami Beyden övgüyle söz eder;

            ”Bekir Sami Bey olmasaydı, Bursa’da bir Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı kurmak mümkün olamaz, bilhassa halifecilerle yobazlar, gayri Müslim anasır ve eşkıyalarının el ele vermesi yüzünden bir anarşi ocağı haline gelirdi. Bekir Sami Beye Padişah Vahdettin tarafından on beş bin liralık atiye ile Mirlivalık (Tuğgeneral) rütbesi teklif edildiği halde milli hareketten ayrılıp İstanbul emrinde çalışmağı kabul etmemiştir.”[15]

            Bursa’nın işgali üzerine Bekir Sami Bey görevinden alınır. Savaşmadan Bursa’yı terk etmekle suçlanır. Mustafa Kemal mecliste Bekir Sami Bey’i savunur. Hatta Bekir Sami Beyin hatasının “Bursa’yı savaşmadan terk etmesi değil, emri gereğince bir gün önce terk etmemesidir” der. 

            Mustafa Kemal tarafından, Antalya Bölge Komutanlığına atandıktan yaklaşık 4 ay sonra, yine Mustafa Kemal tarafından Kuzey Kafkasya delegeliğine tayin edilir. Bekir Sami, Trabzon’a ulaştıktan sonra Kazım Karabekir Paşa’ya haber yollar ve Kuzey Kafkasya’ya gitmesi gerektiğini söyler. Kazım Karabekir, yolların tehlikeli olduğunu söyleyip, burada kalmasını ve kendisini Kars Müstahkem Mevki Kumandanlığına tayin edebileceğini söyler. Bekir Sami Bey burada hata yapar. Kazım Karabekir’in önerisini kabul eder. Mustafa Kemal, buna izin vermez ve Bekir Sami, Daday’da zorunlu ikamete tabi tutulur. Bir daha görev alamaz, kendisine son kez 6 Haziran 1922 tarihinde önerilen 6. Depo Alay Komutanlığı görevini de Kolordu komutanlığı yapmış bir kişinin Alay komutanlığı yapmasının mümkün olmadığını söyleyerek kabul etmez. Emekli olup İstanbul’a döner. Ali Fuat Paşa’nın yardımıyla Devlet Demiryollarına girer ve ölünceye kadar burada çalışır.

            Kazım Karabekir, Mustafa Kemal çatışmasının arasında kalan Bekir Sami Bey iyi niyetinin kurbanı olur. Milli Mücadelenin unutulmaz kahramanlarındandır.  

            10 Nisan tarihinde Dürrizade Esseyyit Abdullah tarafından hazırlanan ve Padişahın onayı ile yayınlanan ve Milli Mücadele taraftarlarını katli vacip gösteren fetva Mudanya’da özellikle azınlık Rum/Yunan çocukları tarafından dağıtılmıştır. Mudanya Kaymakamı Asaf Bey tarafından toplatılıp yakılan fetva için Kaymakam: “Fetva-ı Şerifleri Rum çocuklarına dağıttıracak kadar aşağılık davranan hükümete ne denir?” diyerek tepkisini göstermişti. Bursa’da da dağıtılan hatta duvarlara asılan fetva yüzünden ortalık gerilmiştir.

            Ali Fuat Paşa Bursa’ya gelir. Başta Libyalı Şeyh Sunusi olmak üzere Bursa’nın ileri gelen din adamaları ile görüşür. 21 Nisan akşamı Belediye binasında bir toplantı yapılır. Bu toplantıya yaklaşık seksen hacı, hoca katılır. Padişahın işgal altında olduğundan söz eden Ali Fuat Paşa’ya genç bir hoca karşı çıkar. Ali Fuat Paşa genç Hocanın üstünün aranmasını ister. Üstünde İngiliz İstihbarat Şefi Yüzbaşı Bennet’in imzalı mektubu çıkar. Casus olduğu anlaşılan bu hoca, istemeden Milli Mücadeleye yardım etmiş olur. Toplantıya katılanların en yaşlısı; “Hepimiz aynı fikirdeyiz. Tutsak olduğu kesin olan fetva emininin fetvasıyla Padişah iradesine boyun eğilmesi zorunlu değildir” demiştir. Bursa Müftüsü Ahmet Hamdi Efendi Ankara fetvasına imza koyanlardandır.  

            Genel olarak Milli Mücadele karşıtlarının güçlü olduğu 1920 yılı başlarında Anzavur Ahmet Kirmastı tarafına yönelince, Yarbay Osman Bey 13 Nisan sabahı, Kirmastı halkının Anzavur’a katılabileceğini düşünerek, Bursa’nın güvenliğini sağlamak için Kirmastı’yı boşaltmış ve Sülüklü bölgesine savunmaya geçmiştir. Ahmet Anzavur’da savunmasız kalan Kirmastı’ye girmiş kasaba halkını Hükümet Konağının önündeki alanda toplayarak nutuk çekmiştir. Anzavur kendisinin Halife’nin askeri olduğunu ve kurtarıcı/halaskar olarak görevlendirdiğinden söz ederek bugünün Türkçesiyle halka şunları söylemiştir: “Kuvayi Milliye’yi bastırmakla görevli komutan ve Paşa rütbesiyle gönderilen Kuvayi Muhammediye Komutanı Anzavur Ahmet benim. Haydut ve asileri bastırmaya çıktım. Elimde kılıç, göğsümde iman, koltuğumda Kuran; abdest almadığım çeşme, namaz kılmadığım ağaç gölgesi, dolaşmadığım dağ tepe kalmadı. İşte ben, böyle bir Anzavur Ahmet Paşa’yım

            Bursa’da Milli Mücadele için hava oldukça kötüydü.

            “16 Nisan sabahı saat 05.00 sularında Çekirge’den Sülüklü’ye doğru yola çıkarılan son tabur da akşama doğru dağılmıştı. Bu tabur bahçeler arasında geçerken, bahçelerde çalışan kadınlar, ‘Askerler, bu subaylar sizi Padişah’ın askerlerine karşı muhabere etmeye götürüyorlar, siz Müslüman kardeşlerinize karşı kurşun mu atacaksınız? Padişah’a karşı asi oluyorsunuz’ diye propaganda yapmışlardı. Bunun üzerine tabur erleri, kendilerini engellemeye çalışan subaylarına silah çekerek dağılmışlardı.”[16]

            Anzavur’a haddini bildirmek Çerkez Ethem’in Kuvayi Seyyariyesi ile mümkün olmuştur. Anzavur ayaklanması bastırıldıktan sonra, özellikle Karacabey ve Kirmastı dolaylarında, Anzavur’a yardım yataklık yapanlar hakkında ciddi bir temizleme hareketi yapılmış ve “Seyyar Tedip Kuvveti/Gezici Yola Getirme Gücü” adı altında idam sehpalarından çok kişi asılmıştır. 172. Alay Komutanı Yarbay Osman acımasızlığı ile “Kasap Osman” lakabı almıştır. 

            İstanbul’un işgali ve Meclisi Mebusan’ın kapatılması üzerine, Mustafa Kemal paşa tarafından Ankara’da meclisin toplanmasına karar verilmiş ve Anadolu’nun her yerinde seçim yapılması kararlaştırılmıştır. Bursa’da da yapılan seçimlerde beş kişi Bursa Milletvekili olarak seçilmiştir.

            Heyeti Temsiliye’nin 19 Mart 1920 tarihli genelgesi ile son Osmanlı Meclisi Mebusan’da görev yapanların da Ankara’da açılacak meclise katılmaları istenmişti. Bursa mebuslarından Ahmet Münir Bey ile Hacı İlyas Efendi Ankara’daki meclise katılmazken, Osman Nuri Bey ile Hasan Fehmi Bey bu genelge doğrultusunda Ankara’da toplanan meclise katılmıştır. Seçilen beş milletvekili ise, Dr. Emin (Erkul Seyitoğlu)Bey, Muhittin Baha(Pars)Bey, Mustafa Fehmi (Gerçeker)Efendi, Necati (Kurutuluş)Bey ve Şeyh Servet (Akdağ)Efendi’dir.

            Bekir Sami Bey’in katkıları ve aldığı önlemlerle Bursa’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışı görkemli bir şekilde kutlanmıştır.

            Vali vekilliği yapan Miralay Bekir Sami Bey, Bursa’ya iyi bir vali gönderilmesini Mustafa Kemal Paşa’dan istemekteydi. Meclis açıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanı seçildiği gün yani 24 Nisan 1920 tarihinde Balıkesir milletvekili Hacim Muhittin (Çarıklı) Bey, Meclis tarafından Bursa’ya vali olarak atanmıştır. Bursa’nın bir önemi de, İstanbul’dan kaçanların Mudanya üzerinden Anadolu’ya gelmesi için seçilen yol olmasıdır.               

            22 Haziran 1920 tarihinde başlayan Yunan Ordusunun ilerlemesi durdurulamadı. Cephenin çökmesi ve düzensiz geri çekiliş panik havası da oluşturmuştu. Sonuçta 2 Temmuz günü Kirmastı ve Karacabey Yunanlılar tarafından işgal edildi. 6 Temmuz’da İngilizler Mudanya ve Gemlik’e asker çıkardılar.

            Bu arada 22 Haziran’da başlayan Yunan saldırısını desteklemek 25 Haziran günü Mudanya’ya asker çıkaran İngilizlere karşı çıkıp şehit olan Şükrü Çavuş’un unutulmaması gerektiği düşüncesindeyim.

            “Mudanya’da kasaba içinde bulunan 5. Bölük savunma bölgesine çekilmek üzereyken; bu bölükte görevli Kavaf Canipoğlu 1898 doğumlu Şükrü çavuş, karaya çıktıktan sonra Kadıçeşmesi yönünde ilerleyen düşmana ateş açtı. Şükrü Çavuş’un ilk atışında İngiliz birliğinin binbaşı rütbesindeki komutanı vurularak öldü. Bir yüzbaşı ile bir astsubay yaralandı. İngiliz birliğinin açtığı karşı ateşle de Şükrü Çavuş vurularak şehit oldu.”[17]

            7 Temmuz günü Mustafa Kemal Paşa’dan, Bekir Sami Bey’e gelen telgraf ile Bursa’nın boşaltılması, İznik, Yenişehir ve Uludağ çizgisinde savunma düzeni alınması istenmiştir. Aynı gün Yunan Ordusu da Bursa’ya harekât başlatmıştır. Bursa 8 Temmuz öğleden sonra Yunan Ordusu (dört piyade, iki süvari ve topçu birlikleri ile birlikte yaklaşık 20.000 kişiyle) tarafından işgal edilmiştir. Yunan Ordusu Bursa’yı işgalde ciddi bir direnişle karşılaşmamıştır.

            İlginç bir not: 56. Tümen Yunanın İzmir’i işgalinde direniş göstermemiştir. Sonra Yunan gemisiyle Mudanya’ya getirilen ve Bursa’da tekrar oluşturulan 56. Tümen, Bursa işgalinde de direnç gösterememiş ve kaldırılmıştır.

            Bursa’nın işgali Ankara’da büyük bir üzüntü yaratmış, 10 Temmuz günü otuz bir milletvekilinin verdiği önerge ile Büyük Millet Meclisinin kürsüsüne siyah örtü örtülmüştür. (Siyah örtü 6 Eylül 1922 günü kaldırılmıştır.) 12 Temmuz’da Bursa ile ilgili görüşmelerde, abartılı dedikoduların da katkısıyla sorumlu aranmaya başlanmıştır. İşgal sırasında Bursa’da bulunan Saruhan milletvekilleri Mustafa Necati Bey ve Mahmut Celal (Bayar) Bey’in açıklamaları da komutan Miralay Bekir Sami (Günsav) Bey’in ve vali Hacım Muhittin Bey’in suçlanmasına engel olamamıştır. 13 Temmuz gününe sarkan tartışmalar sonucu Bakanlar Kurulu Miralay Bekir Sami Bey’i görevden almıştır.

            Bursa’yı işgal eden Yunan Ordusu ilk aylarda Padişahın emriyle geldiği izlenimi vermeye özen göstermiştir. Buna karşın işbirlikçiler sürekli olarak birilerini ihbar etmekten, işgal kuvvetlerinin gözüne girmek için olmadık şeyler yapmaktan çekinmemişlerdir. Mudanya Kaymakamı Zeynel Abidin (Özmen) Bey’de böyle bir ihbar sonucu Yunan savaş Divanında yargılanmıştır. İhbarı yapan polis Alaattin Efendi’dir. Bursa’ya Türk askeri gelmeden Yunanistan’a kaçmış, 1933 yılında çıkan afla birlikte tekrar Bursa’ya geri dönmekte sakınca görmemiş bir kişidir.

            Zeynel Abidin Bey, yapılan yargılama sonucu 101 yıl hapis cezasına çarptırılmış, Yunan cezaevlerinde uzun süre kaldıktan sonra 30 Ocak 1923 tarihinde Yunanistan’la yapılan, “Yunan-Türk Halklarının Mübadelesine ilişkin Sözleşme” gereğince 14 Şubat 1923 tarihinde serbest kalabilmiştir.

            Rum/Yunan ve Ermeni çetelerinin saldırıları, özellikle ikinci İnönü savaşı sonrasında artmış ve sistemli bir hale gelmiştir. Özellikle Türk köylerine pek çok baskın yapılmıştır.

            Batı Cephesi Komutanlığınca gerçekleştirilen Gediz saldırısı başarısızlığa uğradığı gibi aynı zamanda Yenişehir ve İnegöl’ün işgal edilmesine de neden olmuştur. Ayıca pek çok ev ve dükkânın ve pek çok köyün yakılmasına da neden olmuştur. Kasım başında Yenişehir ve İnegöl’ü boşaltan Yunan Ordusu kendi mevzilerine çekilmiştir. Bu arada işgal sırasında işbirlikçilik ve hainlik yapan bazı varsıl kişiler de, Türk birlikleri Yenişehir ve İnegöl’e girince tutuklanmış ve Eskişehir İstiklal Mahkemesinde yargılanmışlardır. Yenişehir ve İnegöl üç kez Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.

            Bursa ve çevresinde Yunanlıların zulmü sonucu sadece 1921 yılında 286 sivil kişi öldürülmüştür. İnönü savaşlarında Yunan ordusunun yenilmesi bu zulümleri daha da arttırmıştır. Türk milis güçleri de ellerinden geldikçe hem sivil halkı korumak hem de Yunan ordusunu taciz etmek için çalışıyordu.

            “İşgal altındaki Bursa kesiminde etkinlik gösteren çetelerin belli başlıları: Yetim İbrahim, Laz İsmail, Gürcü Osman, Arif Kaptan, Arnavut Arslan Çavuş, Keleş yöresinde Akalan köyünden Topal Sadettin ve Canip Efe, Uludağ’da Püskülsüz İsmail ve arkadaşları Abdürrrezzak, Gavur Ali, Vakıflı Osman vb. çeteleridir.”[18]

PÜSKÜLSÜZ İSMAİL

            1888 yılında Bursa’da doğdu.  Milli Mücadele döneminde yararlıklar gösteren çete reisi ve milis önderidir. Kabadayı ve gözünü budaktan sakınmayan atak bir kişiliği olan Püskülsüz İsmail, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerimde, kumar yüzünden çıkan kavgada, kendisini karakola kelepçe ile götürmeye çalışan polisi vurması sonucu, dağa çıkmış ve eşkıya olmuştu. 1920 yılı Mayıs ayı başlarında Vali Hacim Muhittin Bey’in (Çarıklı) çağrısı üzerine Gökbayrak Cemal önderliğinde kurulan milis gücüne katıldı. Bursa’nın işgalinden sonra Gökbayrak Cemalle anlaşmazlığa düştü, arkadaşı Abdürrezak’la (Sözgeçiren) birlikte Gökbayrak müfrezesinden ayrılarak Keşiş Dağı’na (Uludağ) çıktı.

            Püskülsüz İsmail ve çetesinin, Yunan ordusuna yaptığı gerilla savaşı ve baskınların yanında işgalcilerle işbirliği yapan hainlere karşı giriştiği eylemlerde önemlidir. Böylelikle İşbirlikçi ve hainler düşmanla ilişkilerini hoyratça ve yurtseverleri rencide edecek şekilde yapamadılar.

            Püskülsüz İsmail’in bu eylemleri sonucu hain ve işbirlikçilerin yardımıyla Yunan ordusu Püskülsüz İsmail’in Hamile eşini gözaltına alındı ve bir süre sonra da önce İzmir’e ve ardından Yunanistan’a sürgüne gönderdi.

            Kendisine yapılan şantaja boyun eğmeyen Püskülsüz İsmail, İşgal komutanlığının teklifini getiren ve kendisine Prens Abdullah diyen casusun başını kestirip Yunan askerlerinin bulabileceği bir yere astırdı.

            Türk ordusunun Bursa’ya doğru yürüdüğü 10 Eylül 1922 günü akşam saatlerinde, Uludağ eteklerinde hazır bekleyen çetesini üç koldan Bursa’ya soktu. Yakın arkadaşı Abdürrezak (Sözgeçiren) Belediye’ye bayrak çekerken, o da kaçan Yunan askerlerinin kente herhangi bir zarar vermemesi için gereken önlemleri aldırdı. Bu arada kentin yakılmasını engellemek amacıyla İstanbul’dan Bursa’ya gönderilen ve Bağlaşık orduları subaylarından oluşan kurulla ilişki kurdu ve 11 Eylül sabahı Türk askerinin güvenlik içinde görevini yapmasına yardımcı oldu. Bursa’nın yakılıp yıkılmamasında, Püskülsüz İsmail çetesinin ve Kabakçı Efe ile kızanlarının çok büyük payı vardır.

            Püskülsüz İsmail, 1922 yılı ekim ayında Batı Cephesi Komutanlığı’nca verilen emir gereğince dağdan inerek silâh bıraktı. O günden sonra sivil yaşama uyum sağlamaya çalışan Milli Mücadelenin çeteci kahramanlarından Püskülsüz İsmail 1939 yılında yaşama veda etti.

            Kral Konstantinos 4 Eylül 1921 tarihinde Bursa’ya geldi ve buradan Sakarya Savaşı’nı izlemeye başladı. Ancak görünen tablo Yunan Kralı için pek iç acıcı değildi.  

            Sakarya ve Büyük Taarruz sırasında Bursa ve çevresindeki işgal edilen yerlerde Yunanlıların baskısı artmıştır. Aynı şekilde işbirlikçi ve hain Padişahçı, yobazların çalışmaları da artmıştır. Özellikle din adamları cami cami dolaşarak Yunan ordusu lehine vaazlar vermektedirler.

            “Ey Müslümanlar! Cenabı Hak, dinsizlerin tevriyesi için bu işgal kuvvetlerini göndermiştir. Camilerimizde bunların sayesinde cemaatimiz çoğalmış ve cemaat bulabiliyoruz. Padişah’a isyan eden dinsizlere uyarsak, emin olunuz akıbetimiz hüsrandır. Bu nimetin kadrini bilelim ve ibret alalım”[19]

            İşbirlikçileri biraz daha yakından inceleyelim. İşbirlikçilerin en büyük özelliği, maddi çıkardır. Belli bir becerisi olmayan, tembel, cahil kişiler, okumuşlardan öç almak, toplumda yer edinmek, saygı görmek gibi maddi olmayan nedenlerle de işbirlikçi olmuşlardır. İşbirlikçi olanların başka bir gerekçesi de kendini koruma ve korkaklıktır. Padişah ve İstanbul Hükümetlerinin işbirlikçi tutumu da, hilafete bağlı halk kesiminin işbirlikçi olmasındaki etkenlerin önemlilerindendir.

            “İşbirlikçilik, ne Türkiye’de ne de Bursa’da karalı bir çizgi izlemektedir. Kişiler veya toplum kesimleri, başlangıçta halife yandaşı iken Kuvayi Milliyeci, ya da ateşli bir Kuvayi Milliyeci iken işbirlikçi konuma geçebilmişlerdir. Bunun ilgi çekici örneklerini Bursa’da görebilmek olanaklıdır.

            Örneğin Burdurzade Osman Fevzi Efendi ve oğlu Cemil Bey, İzmir’in işgalini izleyen günlerde kurulan Reddi İlhak Cemiyeti’nin maddi manevi destekçisi olmuş; ardı sıra Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesini benimsemişlerdir. Hatta Cemil Bey’in aktif görevler aldığı da bilinmektedir. Ne var ki Osman Efendi’nin Bursa’nın işgalini izleyen 1920 Ağustosunda ölmesinden sonra, oğlu Cemil Bey’le bunun kayınbiraderi Necip Bey işgalcilerle çok içli dışlı ve de çevreyi rahatsız edici ilişkiler içine girmişlerdir. Bu ikisi büyük olasılıkla ekonomik güçlerini sürdürebilmenin koşulu olarak işgalcilerle işbirliğini yeğlemişlerdir.

            İtilafçı Aziz Nuri ve yine İtilafçı eski müftü Ömer Fevzi gibileriyse, siyasi görüşleri dolayısıyla kaçınılmaz olarak işbirliğine soyunmuşlardır. Bu gibiler İttihatçıların düşmanlarıyla niyet ve eylem birliğine girmeyi, Osmanlı’yı felaket sürüklediğine inandıkları siyasal rakipleriyle savaşımda başarı kazanabilmenin önkoşulu saymaktadırlar. Bu da sonuçta, emperyalizm ve işgalcilerle aynı safta yer almayı gerektiriyordu”[20]

            Bursa ve çevresinde, kışkırtmalar sonucu Çerkez ayrımcılığı da görülmüştür. Çerkezlerin bir kısmı özerk yönetime dahi soyunmuş ve Yunanlılarla, İngilizlerle işbirliği içine girmişlerdir. İzmir’de 1921 yılının Ekim ayında gerçekleştirilen Çerkez Kongresine Kirmastılı Harunreşit başta olmak üzere Bursa’dan da temsilciler katılmıştır. 

            Çetelerin içinde de Yunanla beraber hareket eden ve Türk köylerini basan Müslüman, yağmacı çeteler vardır. Bunların sayısı azdır ve Kuvayi Milliyeci çeteler tarafından dağıtılmışlardır. Prens Abdullah’ın, Püskülsüz İsmail tarafından cezalandırılması Bursa bölgesinde bilinen en çarpıcı örnektir. Prens Abdullah’ın kafası kesilip telgraf direğini asılması, hain ve işbirlikçilerin gözlerini korkutmuştur.

            Türk Ordusunun Bursa’ya girişinde işbirlikçilerin pek çoğu kaçmış, kaçamayanlar ise askerden çok halkın tepkisiyle karşı karşıya kalmışlar linç edilmeye çalışılmışlardır.

            Bu arada işgalde Yunan Ordusu tarafından çoğu Yunanistan’a olmak üzere 328 kişi tutuklanıp sürgüne yollanmıştır. Savaş bitiminde bu kişiler Yunanistan’la yapılan sözleşme gereği geri gelebilmişlerdir. Bu kişiler dışında tespit edilemeyen çok daha fazla kişi olduğu da söylenmektedir.          

            Bu arada Sakarya Savaşı’nın bitiminde, İstanbul’da “Anadolu Cemiyeti” adında bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyet Bursa merkezli özerk Anadolu Müslüman Devleti kurulmasını istiyordu. Yunan Devletinin yardımıyla kurulacak özerk Anadolu Devleti için Yunan Hükümeti Atian Üniversitesi Profesörlerinden Aleksandros İzvolo’yu görevlendirmişti. Bursa’ya gelen İzvolo, bu düşüncesini işbirlikçi pek çok kişiye kabul ettirmişti. Belediye yakınında bulunan büyük bir alanda miting düzenlenmiş ve yoğun bir katılım (Yunan Jandarmasının zorlamasıyla) toplanmıştı. İlginç olan bir noktada, bu özerk Anadolu Devleti’nin Padişahın vesayetinde olması, başında da Hıristiyan bir valinin bulunmasıdır. Ancak bu Hıristiyan vali, Yunanlıların halka yaptıkları zulüm nedeniyle Yunanlı olmayacaktı.

            Kurtuluştan sonra Bursa’da ki bu Özerk Anadolu Devleti komedisine katılanlar askeri mahkeme de yargılanmışlardır. Kaçak olanların tümü idam cezasına çarptırılmış, Feraizci Hamdi Efendi üç yıl ceza almış, diğerleri ise beraat etmiştir. Beraat edenler; Öğretmen Erturan (Uğuralp) Bey, eski Vali Nafiz Bey, Müftü vekili İzzet Efendi, gazeteci Vasıf Necdet Bey, gazeteci Mümtaz Şükrü (Eğilmez) Bey, Mısri Şeyhi Şemşettin Efendi, davavekili Hasan Ferit Bey, Kemal Levi Bey, Yahudi Nesim Saban Bey ve Hayim Palaçi Bey’dir.

            Türk ordusu 11 Eylül günü Bursa’ya girmiştir. Aslında 6 Eylül itibariyle Yunan Ordusunda ve azınlıklarda yaşanılan panik her şeyi anlatıyordu. 8 Eylül’de işbirlikçiler başta olmak üzere Bursa boşalmıştır. 9 Eylül günü İstasyon karşısında bulunan hapishane Yunan askerleri tarafından yakılmış ve içindeki tutsaklar yanarak ölmüşlerdir. 10 Eylül’de Yunan Ordusu Bursa’yı tamamen terk etmiştir. Püskülsüz İsmail Çetesi ve Gökdere tarafından Kabakçı Mustafa Çetesi, 10 Eylül’de Bursa’ya girerek, Bursa’nın yakılmasını önlemiştir. İnegöl tarafında gelen 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili (Gökberk) Paşa ve birlikleri ise 11 Eylül Pazartesi sabahı Bursa’ya girmişlerdir.

            Bursa’nın Yunanlılar tarafından yakılmamasını sağlayanlardan biri de Fransız Binbaşı Brissot’tur. Fransa’yı temsilen 1919 yılından kurtuluşa kadar Bursa’da bulunan Binbaşı Brissot, Fransız Konsolos Kocher ile birlikte şehrin yakılmadan teslimi için uğraşmışlar ve Yunan komutanı ikna edebilmişlerdir.

            Bursa’nın yakılmamasında TBMM nezdinde İtilaf devletlerine yapılan başvuru ve Başkan vekili Dr. Adnan (Adıvar) Beyin açıklaması ve bunun üzerine İngiliz, Fransız ve İtalya devletlerinin temsilcilerinin kararlı tutumu da bir etken olmuştur. Nitekim 10 Eylül günü İngiliz Binbaşı Howell, Fransız Yüzbaşı Oliveur, İtalyan Yarbay Ciampi Mudanya üzerinden Bursa’ya gelerek şehrin Yunan Ordusundan Türk Ordusuna devir için çalışmalara başlamıştır.

            Milli Mücadele’nin sonunda, Anadolu’da ve Osmanlı devletinin içinde örgütlenmiş olan İttihat ve Terakki düşüncesi, Padişah ile Hürriyet ve İtilaf düşüncesine karşın, Anadolu’da milli mücadeleyi örgütlemiş ve Büyük Taarruz ile de son noktayı koymuştur. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’e gelişi ile Türk Yunan savaşı fiilen bitmişti. Ancak İstanbul, Boğazlar ve Trakya hala işgal altındaydı. 

            Bağlaşıklar/müttefikler derhal Mustafa Kemal Paşa ile görüşme yollarını aradılar. Önce Fransız Yüksek Komiseri General Pelle İzmir’e gelerek, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile görüşür. Fransız General, tarafsız bölge olarak ileri sürdükleri bölgelere Türk askerinin girmemesi gerektiğinden söz eder. Mustafa Kemal Paşa, tarafsız bölge diye bir bölge tanımadıklarını ve Trakya’nın işgaline son verilmediği sürece Türk askerinin yürüyüşüne devam edeceğini söyler. Mustafa Kemal Paşa’nın haklı tutumu üzerine, daha önce Ankara’ya gelmiş olan Fransa’nın eski bakanlarından Mösyö Franklin Buyyon, gemiyle İzmir’e gelerek barış görüşmelerine başlanılacağını söyler. Nitekim Fransız, İngiliz ve İtalyan dışişleri bakanları İzmir’de bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekerek, barış görüşmelerine acilen başlanılacağını, Türkler dışında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Japon, Romanya, Sırp, Bulgar, Slovan temsilcilerinin katılacağı bir konferans için Türk tarafının delege göndermeye hazır olup olmadığını sormuşlardır. Ayrıca telgrafta, Türk Yunan barışı içinde çalışılacağı belirtilmektedir.

            Söz konusu telgrafta özetle; tarafsız ilan edilen bölgeye Türk askerleri girmez ise, Trakya’da Edirne’ye kadar olan kısmın Türklere verilmesi için çalışılacağı, Yunan askerinin Doğu Trakya’dan çekilmesinin sağlanacağı, Milletler Cemiyeti kararları altında Çanakkale’nin serbestinin sağlanacağı,  yapılacak barış anlaşmasının sonunda, İstanbul’un Türklere teslim edileceği, İzmir ya da Mudanya’da bir ateşkes anlaşmasının yapılması istenmektedir.   

            Mustafa Kemal Paşa ve kurmay heyeti bu önerilere sıcak bakarlar. Sonuçta Mudanya’da ateşkes için masaya oturulmasına karar verilir. Mudanya’da İngiltere’yi Yüksek Komiser General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı General Monbelli, Türkiye’yi de İsmet Paşa temsil edecektir.

            Türk heyetinde Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın yanında, Batı Cephesi Kurmay başkanı Asım (Gündüz) Paşa, Batı Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Kurmay Yarbay Tevfik (Bıyıklıoğlu) Bey de bulunmaktaydı.(Mudanya Mütarekesi. İsmail Eyyüpoğlu. Atatürk Araştırma Merkezi.2002. Sf:138) İsmet Paşa, Tevfik Beyi Lozan’a da götürecek ve Musul sorununda, Tevfik Beyin yanlış yönlendirmesi sonucu Kuzey Irak’ın Süleymaniye, Refanduz bölümü Türkiye’ye katılamayacaktır.

            İngiliz, Fransız, İtalyan generaller, 3 Ekim 1922 günü Mudanya’ya gelirler. Mudanya Konferansına Yunan temsilcileri alınmaz. Yunanlıları, felaketlerine yol açan büyük ağabeyleri İngilizler temsil edecektir. Bir haftalık görüşmeler sonrasında anlaşmaya varılır.

            Doğu Trakya’nın bir buçuk ay içinde –savaşmadan- Yunan ordusundan temizlenip, Türkiye’ye iadesi İsmet Paşa’nın önemli bir başarısıdır. Yine İstanbul’da ve boşaltılan Trakya’da asayişin sağlanması için sekiz bin kişilik Jandarma kuvvetinin yollanması, Bağlaşıklarca kabul edilir. 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanır.

            Mustafa Kemal Paşa 17 Ekim günü Bursa’ya gelir. Görkemli bir törenle karşılanır. Başkomutan kısa bir konuşma yapar. Bu konuşma Bursa’daki ilk konuşması olduğu için bugünün Türkçesi ile paylaşmayı uygun buldum.

            “Sayın Bursa halkının hakkımızda göstermiş olduğu içten tezahürat nedeniyle olağanüstü duyguluyum. Bugün mutluluğunu duyduğumuz zaferi, ulusumuzun kararlılık ve kutsal inanç gücü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının süngüleri kazanmıştır. Üzerinde başka hiçbir güç, hiçbir baskı yoktur ve olmamıştır. Ulusun ve ordularının yeteneği, bütün ulusal emellerimizi elde edecek düzeydedir. Ülkenin kaynaklarının genişliği, halkın çalışkanlığı ve yeteneği ve ordularının süngüleri, barış döneminde de her türlü sonucu elde edecektir. Üç buçuk yıl süren bu savaştan sonra, bilim açısından, eğitim ve öğretim açısından, ekonomi açısından savaşımlarımızı sürdüreceğiz ve güveniyorum ki bunda da başarılı olacağız. Fabrikacı olacağız, sanatkâr olacağız. Bundan sonra düşüncelerimizi hep buna adayalım.”

            O akşam halk, Yunan askerlerinin kaçarken bıraktığı miğferlere sopa geçirip içine gazlı bez koyarak fener alayı düzenlemiştir.

            Mustafa Kemal Paşa 20 Ocak 1923 tarihinde Bursa’ya ikinci kez gelmiş ve dört gün Bursa’da kalmıştır. Bu gelişinde de özellikle irtica tehdidi konusunda dikkatleri çekmiştir. Bir başka önemli noktada gazetecilerin bir sorusu üzerine resim ve heykel ile ilgili açıklama yaparak, sanatı dine aykırı bulanları eleştirmiştir. Konuşmasını şöyle bitirmiştir.

            “Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, bir ulus ki bilimin gerektirdiği şeyleri yapmaz; kabul etmeli ki, o ulusun gelişme yolunda yeri yoktur. Oysaki bizim ulusumuz, gerçek nitelikleriyle uygar ve gelişkin olmaya yaraşır ve öyle olacaktır”[21]

            Bursa ile tartışmalı bir konu da Atatürk’ün “Bursa Nutku” olarak söylenen nutku söyleyip söylemediğidir. Bu konu hiç dile gelmez iken, 1948 yılından bu yana zaman zaman ortaya atılan ve tartışılan konulardan olmuştur. Hürriyet ve İtilaf taraftarları böyle bir nutkun olmadığını hatta bir kısmı, Bursa’da Mustafa Kemal’in söz edilen tarihte yemek yemediğini, bir kısmı ise bu sözlerin Stalin’e ait olduğunu (yanlış anlamadınız Sovyetlerin ikinci başkanı olan Stalin’e ait olduğunu) söylerken, İttihat ve Terakkiciler ise böyle bir nutkun olduğunu ve bunu bizzat Atatürk’ün söylediğini ileri sürüyorlar. Atatürk’e o zamanlar yakın olan bazı ittihatçılar ise, Atatürk’ün Bursa’da yemekte bir şeyler söylediğini ancak bu söyledikleri Bursa Nutku olarak dile getirilen sözler olmadığını söylüyor.

            Önce Bursa Nutkunda söylenenlere bakalım:

“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım’ diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!

            Bursa nutkunun söylenmediğini iddia edenlerden Yeni Osmanlıcı Mustafa Armağan, böyle bir nutkun olmadığını, gazeteci Rıza Ruşen Yücer isimli bir kişinin 1947 yılında 24 sayfalık “Atatürk’e ait birkaç fıkra ve hatıra” isimli kitapçık/broşür yazdığını ve bu kitapçıkta bu “nutku” dile getirdiğini, yazarın dahi bunu ciddiye almadığını ve kitapçığın önsözünde “Naklettiğim fıkra ve hatıralar gerçekten olmuş mudur? Bunu da kesin olarak temin edemem. Çünkü ben belgelendirmekten ziyade ve sadece işittiklerimi tesbit ve nakle önem verdim.” dediğini gerekçe göstermektedir.[22] Bunun yanında kitapçıkta yer alan bazı fıkra ve hatıraların gayri ciddiliğini ele alarak, Bursa nutkunun varlığını sadece Atatürk’ün ölümünden 9 yıl sonra yazılan gayri ciddi kitapçıya dayandığını böylece böyle bir nutkun olmadığını iddia etmektedir.

            Bursa Nutku’nun varlığını savunanlardan Reşit Ülker ise, bu tartışmalar sonucu 1966 yılında Bornova Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Türk Tarih Kurumu’nun incelemesi sonucu Bursa Nutku’nun 1933 Şubatında Atatürk tarafından Bursa’da yaptığı konuşmadan mealen alınarak çeşitli tarihlerde basılmış olduğunu belirtmiştir.[23] Reşit Ülker, Bursa Nutku’nun Atatürk tarafından söylendiğine dair gazeteci Rıza Ruşen Yücer’i, tarihçi Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nu, gazeteci Musa Ataş’ı, Atatürk’ün yaverlerinden Cevdet Tolgay’ı ve Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’ı tanık olarak göstermektedir.

            Oktay Akbal ise, Bursa Nutkunu Atatürk’ün söylediğini, Türkiye Cumhuriyeti’ni gençlere emanet ettiğini, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ile Bursa Nutkunun benzerlikler gösterdiğini ve bunun da bir kanıt olduğunu söyler.

            “Bursa söylevi Atatürk’ündür. Bir yemek sırasında söylenmiştir. Bursa’daki bir gericilik olayından sonra gençliğe seslenmek istemiştir Ata. Bu hem ilk seslenişi değildir. Gençliğine. Çevresindeki birtakım kimselerin ne denli içtenliksiz olduğunu anlayınca tek umut kaynağı olarak gençliği görmüştür. Alın dikkatle okuyun Genliğe Seslenişini. Bir de Bursa söylevini okuyun sonra. Bir ayrım var mı arada? İkisi de aynı amaca yönelmiştir, aynı korkuyu, kuşkuyu belirtir. Bir gün iktidara Atatürk Cumhuriyetinin temel ilkelerine ters düşen birtakım insanlar gelebilir, onlarla savaşmak gençliğin görevidir, der. Gençliktir her umudun kaynağı. Her şeyi o düzeltecektir. Atatürk devrimlerine yakışır bir biçimde koyacaktır her şeyi.”[24]

            Bu yazılanlar üzerine bir değerlendirme yapmak gerekirse: Bursa Nutku öncesi 1 Şubat 1933 tarihinde Bursa’da ezanın Arapça okunmasını isteyen bazı kişiler Evkaf müdürlüğüne başvurmuş bu istekleri yerine getirilmeyince daha büyük bir kalabalık toplamışlar ve Bursa Valiliğine doğru yürümek istemişler, polis müdahalesi ile bu kalabalık dağıtılmış ve bu işe ön ayak olanlar gözaltına alınmıştır. Anladığımız kadarıyla gözaltına alınan bu kişiler serbest bırakılmıştır. Bu durum bir şekilde Mustafa Kemal’in bilgisine sunulmuş ve bunun üzerine 5 Şubat sabahı İzmir’den Bursa’ya gelen Mustafa Kemal Atatürk olaya el koymuş ve Adalet bakanı ile İçişleri bakanını görevlendirmiştir. Olayın soruşturmasıyla Adalet Bakanı Yusuf Kemal Beyle, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya görevlendirilmişlerdir. Olayda görevlerini ihmal eden Bursa Savcısı Sakıp Bey’e, Bursa Sulh Ceza Hakimi Hasan Bey’e ve Bursa Müftüsü Nurettin Bey’e işten el çektirilmiş ve 15 kişi tutuklanmıştır. (Atatürk’ün gizlenen Bursa Nutku. Reşit Ülker. Nokta Kitap yayınları. Eylül 2008. Sf:35) İsmet Bozdağ’a göre işten el çektirilen bu kişiler daha sonra açılan dava da sanık olarak da yargılanmışlardır.[25]

            1 Şubatta ortaya çıkan ezanın Türkçe okunmasını protestoya yönelik eylem, Bursa’da görevli savcı ve hâkim tarafından fazla ciddiye alınmaması ya da bu kişilerinde örtülü de olsa protestocuların yanında yer alması (nitekim daha sonra sanık olarak yargılanmışlardır) ve bu durumun Mustafa Kemal tarafından öğrenilmesi üzerine yurt gezi takvimini derhal değiştiren Cumhurbaşkanı 5 Şubatta Bursa’ya gelmiştir. Devamında Adalet ve İçişleri Bakanı bizzat soruşturmaya başlamış, savcı, hâkim ve müftü görevden alınmış 15 kişi de tutuklanmıştır. Savcı, hâkim ve müftünün görevden alınması Bursa Nutkunda söylenen sözlerin söylendiğinin açık bir kanıtıdır. Olaya el koyan Atatürk’ün onuruna düzenlenen Balodan sonra çekirge yolundaki Atatürk köşkünde (geç) akşam yemeğinde yemeğe katılanlardan Milli Mücadele Albaylarından Necip Kartalkaya “Efendim, Bursa gençliği sıkı devrimcidir, bu hadiseyi hemen bastıracaktı. Fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü…” diye başlayan konuşmasını kesen Atatürk’ün Bursa nutkunda yer alan konuşmayı yapması gayet normaldir. Daha sonra ertesi gün 6 Şubatta Anadolu Ajansına açıklama yapan Mustafa Kemal, protestonun bastırılması nedeniyle daha yumuşak bir beyanda bulunmuştur ki, bu da çok doğaldır. Yemekte yaptığı sertlikte bir konuşma ya da bir nutuk söylemesi bu bağlamda gereksiz ve anlamsız bir gerilimi yükseltmek olacaktır ki, bunu acemi siyasetçilerin bile yapmayacağı açıktır. Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük bir siyasetçinin zaten el koyup kontrol altına aldığı bir olayı tahrik etmesi beklenemez. “Olay din sorunu değil dil sorunudur” diyerek Türk diline verdiği önemden söz edip sorunu kapatıyor.

            Bu arada onuruna düzenlenen baloda da bir konuşma yapıyor, söyle diyor:

            “Olay sade bir zabıta olayıdır, hiç de önemli değil…Ama taşıdığı hedef kavradığı anlam önemlidir. Biz Türkiye’nin ölümsüz temellerini atmaya çalışıyoruz, onlar bizi bundan alıkoymaya çalışıyorlar. Önemli olan üç beş kişinin alıştıkları hayatın, alıştıkları biçimde sürmesini sağlamak için Vali’ye başvurmaları değildir; önemli olan bu hareket karşısında savcının duraksaması, Müftünün bunları önleyecek yerde akıl öğretmesidir. Burada masumiyetin arkasına sinmiş bir amaç var”[26]        “Atatürk Baloda bir şeyler söyledi ama Bursa Nutkunda söylenen şeyler değildi”, diyenler doğru söylüyor. Ama Atatürk Bursa Nutku denilen konuşmayı baloda değil, Atatürk köşkündeki yemekte yapıyor.

            1947 yılında Bursa’da yayınlanan “Arkadaş” isimli gazetenin sahibi gazeteci Rıza Ruşen Yücer’in yazdığı 25 sayfalık kitapçıkta yer alan Bursa Nutku ile ilgili, 1958 yılına kadar herhangi bir itiraz söz konusu olmamıştır. Hatta 1949 yılında İzmir’de o zaman muhalefette bulunan Demokrat Parti toplantısında (kongresinde) Celal Bayar tarafından okunması için İlçe idare kurulu üyesi Şeref Balkanlı isimli kişiye verilmiş ve bu kişi toplantıda Bursa Nutkunu okumuş ve salondaki Demokrat partililer tarafından alkışlanmıştır.

            19 Mayıs 1958 yılında “Ulus” gazetesinde yayınlanınca Ankara Cumhuriyet Savcısı Rahmi Ergil, gazete hakkında soruşturma başlatmıştır. Yapılan soruşturmadan bir şey çıkmamış, herhangi bir iddianame düzenlenmemiş takipsizlik kararı (kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karar) verilmiştir.   

            Bursa’da çıkan “Hakimiyet” gazetesinde 5 Mart 1963 ve 18 Mart 1963 tarihlerinde tekrar yayınlandığını biliyoruz. Bilmediğimiz başka yerel gazetelerde de yayınlanmış olabilir. Yine pek çok yerel ve yaygın basında Bursa Nutku’nun Atatürk tarafından söylendiğine dair yazılar yayınlanmıştır.

            1954 yılında Bursa nutkunun ilk cümlesi Ankara Ziraat Fakültesinde Atatürk heykelinin arkasındaki taşlar üzerine yazılmıştır. Bu yazı demokrat partili olduğu bilinen Atıf Benderlioğlu başkanlığındaki bir komisyon tarafından yazılmasına karar verilmesi üzerine yazılmıştır.[27]

            Bursa Nutku, Mustafa Kemal Atatürk tarafından söylenmiş, günümüz insan hakları açısından “direnme” hakkını içeren bir konuşmadır. Otoriter ve totaliter yaklaşım taraftarlarınca kabul edilmeyen konuşmada ki içerik, hiçbir zaman darbeci yaklaşımlara da yeşil ışık yakmamaktadır. Bursa Nutku’nu darbe çığırtkanlığı olarak ele almak ise, kötü niyetli ve zorlayıcı bir yorumdan başka bir şey değildir.

            Sonuç olarak: 12 Aralık 1966 günü Erzurum’da Doğu sinemasında halka konuşma yapan Bülent Ecevit’e, Atatürk Üniversitesi öğrencileri, Bursa nutkunun Atatürk tarafından söylenip söylenmediği üzerine soru sorunca, Ecevit şunu söylüyor. “Atatürk, Türk devleti yıkılmak üzere olduğu vakit, ‘bu devletin ordusu var, polisi var, jandarması var, benim neme gerek’ deyip İstanbul’da bir köşeye çekilmemiştir. 19 Mayıs 1919 günü Anadolu’ya çıkıp Türk Kurtuluş savaşını başlatmıştır. Bunu yapan insan, Bursa Nutkunu da söyleyebilecek insandır.”[28]

            2008 yılında Türk Tarih Kurumu’nun başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun yazılı açıklamasında, Türk Tarih Kurumu (TTK) arşivinde 1966 yılında aynı konu ile ilgili yapılmış araştırma bulunduğu, “Nutuk” diye bilinen sözlerin Atatürk’ün Şubat 1933’te Bursa’da bir akşam yemeğinde yaptığı konuşma olduğu belirtilmiştir. Doğrusu da gerçeği de budur.


[1]  Ben de Yazdım-2- Celal Bayar. Sabah yayınları. 1997. Sf:17      

[2] Op. Dr. Emin Erkul’un Milli Mücadele Anıları. Melih Tınal. Zeus yayınevi.2011. Sf:33

[3] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:24

[4]  Milli Mücadelede Bursa. Orhan Hülagü. Emre yayınları. Haziran 2001. Sf:25

[5] Vahidettin. Tarık Mümtaz Göztepe. Sebil yayınevi.1968. Sf:126

[6] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yy. 2008. Sf:41

[7] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yy. 2008. Sf:47

[8] Milli Mücadele Dönemi Kadın Cemiyetleri. Leyla Kaplan. Sempozyum. 1996. Sf:125

[9] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:139

[10] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:163

[11] Op. Dr. Emin Erkul’un Milli Mücadele Anıları. Melih Tınal. Zeus yayınevi.2011. Sf:50

[12] Miralay Bekir Sami Günsav’ın Kurtuluş Savaşı Anıları. Muhittin Ünal. Cem y.evi. Kasım 1994 Sf:23

[13] Miralay Bekir Sami Günsav’ın Kurtuluş Savaşı Anıları. Muhittin Ünal. Cem yayınevi. Kasım 1994 Sf:70

[14] Miralay Bekir Sami Günsav’ın Kurtuluş Savaşı Anıları. Muhittin Ünal. Cem y.evi. Kasım 1994 Sf:165

[15] Op.Dr.Emin Erkul’un Milli Mücadele Anıları. Melih Tınal. Zeus yayınları.2011. Sf:50

[16] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:217

[17] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:355

[18] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:514

[19] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:530

[20] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:533

[21] Kurtuluş Savaşında Bursa. Yılmaz Akkılıç. Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi yayınları. 2008. Sf:677

[22] Cumhuriyet Efsaneleri. Mustafa Armağan. Timaş yayınları. Mayıs 2014. Sf: 22-30

[23] Atatürk’ün gizlenen Bursa Nutku. Reşit Ülker. Nokta Kitap yayınları. Eylül 2008. Sf:9

[24] Atatürk Yaşadı mı? Oktay Akbal. Cumhuriyet gazetesi yayını. Haziran 2000. Sf:132

[25] İşte Atatürk’ün Türkiyesi. İsmet Bozdağ. Truva yayınları. Ekim 2009. Sf:50

[26] İşte Atatürk’ün Türkiyesi. İsmet Bozdağ. Truva yayınları. Ekim 2009. Sf:51

[27] Atatürk’ün gizlenen Bursa Nutku. Reşit Ülker. Nokta Kitap yayınları. Eylül 2008. Sf:74

[28] Milliyet Gazetesi 14.12.1966 tarihli nüshası.