“Kötü” olarak nitelendirilebilecek davranışlar, dört temel gruba ayrılabilir ve asla türümüze has değildir.
Görülebileceği üzere, kötülük, dört bir yanımızdadır. Hitler, Ruanda soykırımı, ya da Ted Bundy… Ne zaman haber okusanız ya da televizyon izleseniz, birtakım zararlara sebep olan kötü davranışın örneklerini görürsünüz.
Günümüzde, “kötü” kelimesinin dini çağrışımları vardır. Ahlâki davranışlarla ve ilahi varlığın iradesine karşı gelmekle bağlantılıdır. Eski İngilizce’deki özgün halinde ise yalnızca fena, bedhah ve gaddar anlamlarına geliyordu.
Kötünün, art niyetli davranmakla ilgili olduğu yönündeki bu dini olmayan, daha kapsamlı tanımlamaya bağlı kaldığımızı farz edersek, onun neden ortaya çıktığını sorgulamak akla yatkın hale gelecektir. İnsanların, insansı maymunlardan ve en nihayetinde de çok daha basit hayvanlardan evrimleştiğini biliyoruz. Yani bu,
davranışlarımızın birçoğunu hayvan atalarımızdan aldığımız anlamına geliyor. Peki buna kötü davranışlar da dahil midir? Eğer öyleyse de, kötü olmak bazı durumlarda avantajlı olduğu için midir?
Ya da bir başka ifadeyle, kötülüğün nasıl evrimleştiğini bulabilir miyiz?
“Kötülüğün doğası”na dair birçok farklı tanım bulunmaktadır, ancak biz onu, A’nın yararına olacak şekilde B’nin acı çekmesine, yıkım yaşamasına ya da zarar görmesine neden olan kasıtlı davranışlar olarak tanımlayacağız. Konuyu daha fazla açımlamak adına, bu kasıtlı davranışları dört temel kategoriye ayırabiliriz; buna Karanlık Dörtlü (the Dark Tetrad) de denmektedir.
British Columbia Üniversitesi’nden Del Paulhus ve öğrencisi Kevin Williams’ın da aralarında bulunduğu bir grup psikolog, ilk olarak 15 yıl önce bu kategorileri öne sürmüştür. İlk başlarda, Makyavelizm’i (çıkarcılık, hilecilik, aldatıcılık), Psikopati’yi (asosyallik, acımasızlık, duygusuzluk) ve Narsisizm’i (gösterişçilik, kibir, empatisizlik) kapsayan bir Karanlık Üçlü tanımlanmıştır. Paulhus daha sonra, (acı çektirmekten zevk almak anlamındaki) Sadizm’i de ekleyerek Üçlü’yü Dörtlü’ye çıkarmıştır. Bu davranışlar insanda neden bulunmaktadır? Ve diğer hayvanlarda da görülebilirler mi?
Makyavelizm
Makyavelizm, güç elde etmek ya da bir rakip karşısında üstün gelmek amacıyla zekice stratejilere ve kurnazlığa başvurmakla alakalıdır. Siyasi çıkarlarına göre davranan bireyler insan olmasa bile, bu, siyasi hayatta gayet normal bir şeydir.
Chicago Üniversitesi’nden Dario Maestripieri, yirmi yıldan fazla süren araştırmalarında, rhesus maymun kabilelerinde merak uyandırıcı, Makyavelyan davranışlara rastlamıştır. Alfa erkekler; uyuma alanlarını, dişileri ve yiyecekleri korumak adına tehditkâr davranışlar ve şiddet içeren taktikler sergiledi.
Baskın maymunlar, kendilerinden daha aşağı olanlara hükmetmek için önceden kestirilemeyen saldırganlıklara başvurdu. İttifaklar kuruldu. Dişi maymunlar alfa erkeğiyle çiftleşerek kendi dişi yavrularına sahip çıktı; ancak alfa erkek öldüğünde ya da tahttan indirildiğinde korunmaya devam etmek için, gizlice diğer erkeklerle de çiftleşti.
Aslında, her bir maymunun Makyavelyan davranış sergileme kapasitesi bulunmaktadır, diyor Maestripieri. “Bu onların yapısında var. Mesele, bazılarının bu davranışları hep sergilemesi ve bazılarının ise hiç sergilememesi değildir. Biz insanların yapısında da bu var; fakat, bu, her zaman bu türden davranışlar sergileyeceğimiz anlamına gelmiyor.”
Rhesus makakları bu şekilde davranıyor, çünkü güç istiyorlar. Makyavelyan davranışlar, hakimiyet ya da diğer baskın bireylerle ittifaklar kurup sürdürmek açısından etkili bir yoldur. Fakat birtakım riskler de barındırmıyor değil. Eğer aldatırken yakalanırlarsa, cezaya çarptırılacaklarını söylüyor Maestripieri. Örneğin bir keresinde, bir grup üyesinin bebek maymunlara saldırdığı belirlendi ve cezalandırıldı.
Durum böyle olsa da, Makyavelyan stratejilere başvurmanın artıları, bu eksilerden ağır basabilir, özellikle de maymunlar veya insanlar gibi fazlasıyla toplumsallığı bulunan hayvanlarda.
Austin’deki Teksas Üniversitesi’nde psikoloji profesörü ve insan olmayan hayvanlarda kişilik türleri alanında öncü araştırmacılardan birisi olan Samuel Gosling, “görevlerin iş birliği içerisinde yerine getirildiği yerlerde, yapmaya çalıştığınız neredeyse bütün işlerde bu yöntem işe yarayabilir,” demiştir. “Söz konusu iş, ister yem arama olsun, ister besleme, ister çocuklara bakma isterse de grubu savunma.”
Aslına bakılırsa, daha basit hayvanların Makyavelizmin ilkel bir biçimine başvurabildiklerini ileri sürebilirsiniz de. Viceroy kelebekleri, zehirli olan ya da kuşlara tiksinç gelen diğer türleri taklit ederek kendilerini korur. Fener balığı, ismini, kafasından sarkan lamba telinden almıştır; bu telin ucunda da, balığı ya da solucanı andıran bir kısım bulunur. Bu lamba telinin yardımıyla, çok düşünme gerektirmeyen bir saldırı sonucu, küçük balıkları tuzağa düşürür.
Yani, Makyavelizmin temelinde yatan kasıtlı aldatmanın oldukça derin evrimsel köklerinin bulunduğuna inanmak için haklı nedenler bulunuyor. Nihayetinde, epey kullanışlı bir hayatta kalma stratejisidir.
Psikopati
Şaşırtıcı gelebilir; ancak görünüşe göre, bazı hayvanlar hakikaten de hoş değil.
Primatolog Frans de Waal’in Arnhem Hayvanat Bahçesi kolonisinde Puist isimli bir şempanzesi vardı. Waal’a göre, Puist, “iki yüzlü”, “cimri”, “düzenbaz” ve “yalancı” idi. Dünya çapında araştırmacıların sevmediği, cadıya benzetilen bir şempanzeydi.
Bu arada, Jane Goodall iki şempanzeyi inceliyordu; birisi anne, diğeri de onun dişi yavrusuydu (Passion ve Pom). Bu şempanzeler, dört yılda sistematik olarak sekiz bebek şempanzeyi öldürüp yemiştir. Goodall, Passion’a “soğuk anne” diyordu.
Peki, bu insansı maymunlar psikopat mı?
Psikolog Peter Buirski ve Robert Plutchik’e göre, olabilirler. 1991 yılında bu ikili, Passion’u incelemek adına, gözlemsel bir ölçüm olan Duygu Profili Endeksi’ni kullandı. Endeks, “aldatıcılığı, vurdumduymazlığı, saldırganlığı, duygusal bağların olmayışını ve korkusuzluğu” kapsamakta olup, Passion’un sosyal yönden sapkın davranışlar sergilediğini öne sürmüştür.
2006 yılında büyük insansı maymunların psikopatolojisi üzerine yapılan bir araştırma, yine Passion ve Pom’u incelemiştir. Araştırmacılara göre, bu iki şempanze öyle bir ısrarla yamyamlık yapıyordu ki, bir psikiyatr, bunu asosyal kişilik “bozukluğu” olarak değerlendirmek istemiştir.
Ancak bu araştırmacılar, “bebek katilliğinin davranışsal bir anormallik mi yoksa uyarlanımcı bir üreme stratejisi mi olduğunun bir tartışma konusu olduğunu” belirterek, “bozukluk” kelimesine bu kadar çok önem atfedilmesine karşı uyarıda bulundu.
1999 yılına ait bir araştırma kapsamında, 34 şempanze, Georgia’da bir araştırma merkezinde “Şempanzelerde Psikopati Ölçümü”nün denekleri olarak bir yere kapatıldı. Şempanzelerin yaşadıkları yer, hayvanlar oynasın diye, oyuncaklarla, merdivenlerle, dış lastiklerle ve plastik varillerle dolduruldu.
Şempanzelerin can sıkıntısına meyilli olma, cezadan ders çıkaramama, öfke krizlerine girebilme ve diğerlerine sataşma gibi özellikleri incelenmiştir. Bu türden özellikler bir araya geldiğinde bir psikopatoloji teşkil edebilir.
Araştırmacıların Büyük Beşli‘den (Uzlaşabilirlik, Dışa Dönüklük, Nevrotiklik, İnsaflılık ve Deneyime Açıklık) en uygun olan özelliği seçmesi istendi. Bu arada, Büyük Beşli, insan kişiliğini tasvir etmek için psikologlarca hâlâ kullanılan bir modeldir.
Araştırma ekibi, “şempanzelerde psikopati yapılarına dair kanıtlar bulunduğu” ve risk alma ya da cimrilik gibi insan psikopatisine ait belirli özelliklerin büyük insansı maymunlarda da bulunduğu sonucuna varmıştır.
Yalnızca şempanzelerin değil, aynı zamanda yunusların da psikopatça eğilimlere sahip olduğu öne sürülmüştür.
Birleşik Krallık, Inverness’teki Highlands and Islands Üniversitesi’nden Ben Wilson, şişe burunlu yunuslar ile bayağı musurları (bir yunussu balina türü) arasında şiddet içeren etkileşimlere dair gözlem yapan bir ekibin üyesiydi. İskoçya, daha sonra Galler, Güney İngiltere kıyılarına ve Kaliforniya Monterey Koyu’na vuran bayağı musurları, vücutlarında, yunusların neden olduğu yaralar taşıyordu.
“Bunu yapanların, zehirlenmiş ya da psikoza girmiş birkaç sıra dışı yunus olduğu düşünülüyordu,” diyor Wilson.
Fakat saldırılara dair daha fazla bilgi sahibi olmaksızın, özellikle de söz konusu davranışı açıklamanın alternatif yolları bulunuyorsa, bu fikri desteklemek kolay değildir.
Mesela, yunuslar, av için musurlarla rekabete girmiş, dolayısıyla rakiplerinden kurtulmak istemiş de olabilir. Bununla birlikte, Wilson, yunusların foklara benzer bir beslenme biçimi olduğunu, ama foklara saldırmadıklarını ifade etmiştir.
Ayrıca, musur saldırıları, yunuslarda gözlemlenmiş olan bebek katilliğiyle alakalı da olabilir.
Bazı memelilerin yavruları öldürmesinin mantıklı biyolojik sebeplerinin bulunduğunu biliyoruz. Erkek bir aslan, sürünün liderliğini ele geçirdiğinde aslan kabilelerinde de böyle şeyler olur. Wilson’a göre, şişe burunlu yunuslarda da bu tarz şeyler olabiliyor. Yavrulardan kurtulmak akıllıca bir fikir olabilir, zira yavrusuna bakmak durumunda olmayan bir dişi, üremeye müsait olacaktır.
“Eğer annesinin koruması altındaki bir yunusa saldıracak olursanız, kendinizi tehlikeye atmış olursunuz; biraz pratiğe ihtiyacınız olabilir; bir musur da bu anlamda iyi bir seçimdir,” diyor Wilson.
Sonuç olarak, yunusların bazen neden musurlara saldırdığını bilmiyoruz. “Tek bir teorinin ya da görüşün doğruluğuna dair kanıt bulunmuyor. Bütün bu sebeplerin, artıları ve eksileri, bilgi konusunda eksikleri bulunuyor.”
Sadizm
Karanlık Üçlü’de sadizm, acı çektirmekten zevk almak olarak tanımlanmaktadır.
Paulhus’a göre, sadizm bir kişinin sahip olduğu gücü ve hakimiyeti sürdürmesine imkân tanıyabilir. “Görünüşe bakılırsa, gücünü sürdüren siyasetçiler, zamanla daha da sadistleşiyor; belki de, iktidarda kalabilmek için bunu yapmak zorundalar.”
Paulhus, Kazıklı Voyvoda’yı örnek olarak vermiştir. Kazıklı Voyvoda, sınıra insan cesetleri asarak istilacılara, eğer devam ederlerse, başlarına neler geleceğini gösteriyor ve böylece onları krallığına girmekten vazgeçirebiliyordu.
Peki sadizm, insan olmayan hayvanlarda da gözlemleyebileceğimiz bir davranış mıdır?
Wilson, suyun altında yüzerek su üzerinde oturan martıları korkutan yunuslar gördüğünü söylüyor. Bu davranış, birilerini kasten rahatsız etmek olarak değerlendirilebilir; fakat sadizmin, Wilson’ın reddettiği oldukça ahlakçı imaları bulunmaktadır. Wilson’ın reddi, özellikle de yunusların kuşlara verdiği rahatsızlığın farkında olup olmadığını kesin olarak bilmememizden kaynaklanır.
“Tıpkı baloncuklu naylonları patlattığımız gibi,” diyor Wilson. Yunuslar, bu davranışın kuşlar açısından rahatsız edici olduğunu anlamaksızın, yalnızca ortaya çıkardığı kişisel eğlence dolayısıyla bu şekilde davranıyor olabilir.
“Bu iyi bir alıştırma olabilir; oyun, fiilen bir alıştırmadır ve gayet eğlenceli olabilir. Uzun zamandır, yunuslar teknelerin yakınından çok hızlı geçer. Bu çok açık bir davranış. İyi bir eğlence kaynağı gibi de görünüyor; bunun dışında ise, açıklaması hâlâ epey zor.”
En saf eğlence biçimlerinden bazılarını çocukluk oyunlarıyla ilişkilendirebiliriz, ve Paulhus’a göre, belki de bu, sadizmin en nihai kökenlerinden birisidir.
“Kurbanlarıyla oynayan hayvanlara bakacak olursanız, onları öldürmediklerini, onlara işkence yaptıklarını görürsünüz … Belki de bağlantı buradadır; yetişkin bir hayvan olmayı öğrenmek için ilk başta oyun oynamak zorundasınızdır. Oyun oynamak ile öldürmek zorunda olan bir yetişkin olmak arasında bir çizgi bulunuyor. Bu oyun hali, bazen yetişkinlikte de devam eder; oyun sahnesine adeta çivilenirler, bundan asla kurtulamazlar.”
Yani belki de sadistler, gerçekten de bir tür durdurulmuş gelişme sergiliyordur. Eğer durum böyleyse, bu davranışın yetişkin kabilelerde uzun süre varlığına devam edebilmesi tuhaf görünebilir.
Paulhus’un bir teorisi var. Karanlık kişiliklerin, farklı şekillerde, parazit olduğunu düşünebilirsiniz, diyor. “Hayvan toplumlarında parazitlerin bir hayli olumlu bir işlevi bulunuyor. İleri sürülebilecek argümanlardan bir diğeri de, uyarlanımcı bireyleri, yani sürüde onlara destek çıkacak nitelikleri pek bulunmayanları ortadan kaldırdıklarıdır.”
Bu, ahlâki açıdan sıkıntılı bir argümandır; fakat, Karanlık Üçlü davranışları, mantığa aykırı biçimde, insan ve hayvan toplumlarına faydalıdır, çünkü diğer bireyleri tetikte olmaya ve güven duyguları üzerine dikkatlice düşünmeye sevk eder. “Bu davranışlar, türleri bir bakıma zinde tutuyor,” diyor Paulhus.
Narsisizm
Narsisizm ile ilişkilendirilen gösteriş, gayet insani bir özellik gibi görünebilir. Peki gerçekten öyle mi? Bir narsistin alımlılığı ve etkileyiciliği ile bazı hayvanların dikkatleri üzerine çekmek adına denediği yollar arasında benzerlikler bulabilir miyiz?
Güzel kuyruklu erkek tavus kuşu, tilkinin güzel kokulu feromonları, çardak kuşunun dansı… Sözlü iletişim kuramayan hayvanların kasıtlı olarak gösterişli olduğundan emin olamayız; ancak bu fiyakalı görüntüler, narsisizmin nasıl evrimleştiğine dair bize belirli bulgular sağlayabilir mi?
Sıklıkla narsisizmle ilişkilendirilen aşırı bencilliği, geni merkeze koyan evrim yorumuyla açıklamak daha kolay olabilir. Pek çoğumuzun da bildiği üzere, Richard Dawkins genlerin ya da onların bulunduğu organizmaların bencilliği hakkında yazmıştır. (Tartışmaya açık şekilde, genlerin biricik “amacı”, nesilleri sürdürmektir ve başarıları başka genetik dizilimler pahasına da olsa, genler için bunun pek bir önemi yoktur.)
İnsanlar bencil dürtülerini kısmen kontrol altına almış ve kültürel etkilenim yoluyla bencilliğin denetiminden kurtulmuş olmasına karşın, bütün canlılar “genlerden oluşan hayatta kalma makineleri”dir. Bu, bir dereceye kadar, hem narsisizmin, hem de Karanlık Üçlü’nün diğer bileşenlerinin evrimini ve hayatta kalışını açıklamaya yardımcı olabilir.
“Üremenin çeşitli yolları bulunmaktadır,” diyor Paulhus. “Bazılarının [şu an] kabul edilemez olduğunu düşünebiliriz, fakat görünüşe bakılırsa geçmişte işe yaramışlar.”
Örneğin, psikopat ve Makyavelyan bireyler, davranışlarıyla ilişkili olarak biraz hafifmeşrepliğe meyilli oldukları için, insanların çoğundan daha fazla seks yapabilir (ya da insanlık tarihi boyunca, yapmış olabilir). “Başkalarının duygularını incitmeme yönünde empatik bir kaygı olmaksızın stratejik olarak düşünürseniz, partnerinizi çok daha başarılı şekilde ikna ve idare edebilirsiniz,” diyor Paulhus.
Sadistlerin üreme avantajına sahip olmasını açıklamanın daha zor olduğunu da kabul eder. “Sadizm, geçmişte büyük olasılıkla etrafa daha fazla güç duygusu saçmanıza imkân tanıyordu; güç ise, üremeye yol açar.”
Tennyson, doğal yaşamın sertliğine dair “Doğanın dişlerinde ve pençelerinde kan vardır,” demiştir. Onun bu tasvirini destekleyecek şüphesiz birçok örnek bulunmaktadır. Brezilya’da margay kedileri, avını kandırmak adına, yaralı bir alaca pembe maymun yavrusunun sesini taklit eder.
Dişi peygamber böceği, çoğu zaman seks sonrasında, partnerinin kafasını ısırıp onu yemeye başlar; bazen de seks anında bunu yapar. Sırtlan yavruları, kardeşleri doğar doğmaz onları öldürür. Bitkiler bile kandırma yöntemine başvurur: arı orkidesi, dişi böcek taklidi yaparak erkek arının ona polen yaymasını sağlar.
Düzenbazlık, bencillik ve diğer “kötü” özellikler doğada yaygın görünmesine ve genel olarak genlerin, hayvanların, türlerin hayatta kalması açısından faydalı olmasına rağmen, tartışmaya açık şekilde, asıl gizemli olan, bu “kötü” davranışların kökeni değil, insanların günümüzde bu davranışlara nahoş gözüyle bakıyor olmasıdır.
Hayat Okulu’nda filozof olan İngiliz yazar John Armstrong, insanların adalet ve etik arzusu ile doğanın kanunları arasında bir uçurum olduğunu düşünüyor. Çoğu zaman, varlıkların doğasına aykırı olanın, ya da Armstrong’un ifade ettiği üzere, “umulabilecek her şeye aykırı olanın” “kötü” olduğunu düşünürüz.
Ama belki de, gerçekten doğru olan bunun tersidir: doğal ve başarılı olan “kötü” davranıştır. “Şaşırtıcı olan ise, insanların bu doğal düzeni tersine çevirmek adına ortaya koyduğu (hâlâ epey sorunlu olsa da) inanılmaz çabadır,” diyor Armstrong.
Yazar: Lucy Jones
Çeviren: Rafet Koca