Gazetecilik mesleği, amaçlanan demokratik bir toplum için olmazsa olmaz konumdadır. Medya ve gazeteler, toplumun demokratikleşmesinde, bireyin olgunlaşmasında, gelişmesinde ve özgür iradesiyle muhakeme yapıp, karar verebilmesinde önemli bir araç konumundadır. Gazetecilik mesleği, küresel ölçüde olan biteni öğrenebilmemizi sağlayan alt yapı ve felsefeye sahip. Toplumu oluşturan bireylerin yardımlaşmasına, sorunlarının giderilmesine ya da bireyde farkındalık oluşmasına katkı da bulunabiliyor. Bu açıdan her bir gazeteci, toplumda birer kanaat önderi konuma gelir ve onların ortaya koyduğu çalışmalar, ürünler, halk açısından değer taşır. ‘İçinde yaşadığımız toplumda, ülkede, dünyada neler oluyor‘ u bize sorgulatan medya ve gazetecilik mesleğindeki kişiler, bulunduğumuz çevreyi anlamada bize yüzlerce kapı açıyorlar. Bu kadar kutsal olan mesleğin, toplum üzerindeki etkisini göz önünde bulunduracak olursak; şüphesiz ki meslek içerisindeki yönetim şekli ve haberlerin ele alınış biçiminin ne kadar önemli olduğunu da anlayacağız.
Gazetecilik Mesleğinde Cinsiyetler Üzerinden Ayrımcılık Yapılıyor Mu?
Gazetecilik, yazarlık gibi meslek gruplarında içerik üretmek çok değerli. Meslekte yapılan cinsiyet ayrımlarına birçok noktada rastlıyoruz. Bir kere işverenler, iş arkadaşları ya da ortam tarafından objeleştiren bir anlayışla karşılaşabiliyor. Yazılarınızı takip eden bir okuyucu tarafından taciz edildiğimizde, açtığımız bir kamu davasında taciz suçunun karşılığı cezasız bırakılıyor. Yani burada cezasızlık sorunu var. Keza gazetecilik mesleğinde yer alan kadınlar, temsiliyet konusunda problem yaşayabiliyorlar. Yönetimle ilgili pozisyonlarda mobbing, cam tavan gibi uygulamalara maruz kalabiliyorlar. Cinsiyet ayrımı birçok meslek grubunda yapıldığı gibi gazetecilik meslek grubunda da yapılıyor. Eril dil konusu yine kanayan yaramız. Erkek gazeteci diye bir söyleme sıkça rastlıyor musunuz? Erkek gazeteci diye özellikle belirtmiyorlarken, gazetecilik mesleğindeki kişinin cinsiyeti kadın olduğunda iş değişiyor. Kadın gazeteci diye özellikle belirtiyorlar. Sanki gazetecilik mesleği erkeklere hasmış gibi rahatsız edici, ayrımcı bir söylemle karşı karşıya geliniyor. Gazetecilik mesleği üzerine örnek verdiğime bakmayın maalesef ki birçok meslek grubunda durum bu şekilde.
Haberin Ele Alınış Biçimi Neden Önemli?
Haberin odağına yerleştirilen kadının hakları kadının ismi ve fotoğrafıyla teşhir edilmesi; çıplak bir erkeğin bedeniyle ilgili medyatik haberler yapılmazken -ki doğru olan bedenin teşhir edilmemesi- kadının bedeniyle ilgili bir sürü haberin yapılması meslekteki ciddi problemlerden önemli olanları. Dolayısıyla burada cinsiyeti kadın olan bireylere psikolojik şiddet uygulandığı gerçeğini gözler önüne seriyor. ’Ses ol’ yerine ‘ses ver’ ‘kadına yönelik şiddet’ yerine ‘kadına yöneltilen şiddet’ kalıplarının kullanılması daha doğru bir bakış açısı. Kimse kimseye ses olmuyor, ses verebilir anca… İnsanlar ses çıkarabilir, çıkarıyorlar da zaten. Bizler, onların seslerini duymaya çalışıp, seslerine, ses verebiliriz. Haber dilinde kullanılan ‘ses ol’ kalıbı insanlar üzerinde baskı oluşturabilecek, onların inanç cesaretlerini kırabilecek bir noktaya evrilebilir. Şiddete bakış açımız ve yorumlayışımız noktasında doğru bir çerçeve olmasını istiyorsak kalıpları doğru kullanmak gerekir. Kadına yönelik şiddet diye bir şiddet türü yok. Şiddeti, kadın bedeni üzerine indirgeyerek, kadını güçsüz varlık gibi gösterebilecek bir noktaya getiren bu tarz yanlış söylem kalıplarının başta haber dili olmak üzere kullanılmaması gerekir Daha doğru kullanımı olan kelimelerle yazılan haber metinleri, halk arasında daha doğru ve daha sorgulatıcı bir bakış açısının kazanılmasında olumlu etki yaratacağını düşünüyorum. ‘Çocuk gelin’ demek; çocuğa uygulanan bu hak ihlalini meşrulaştırmaya çalışmak, tanımak gibi anlamlar ifade edebilir. Çocuk yaşta bireyin evlendirilmesinin suç olduğunu unutmamak gerekir.
Gazetelerde genellikle şiddet uygulayan erkeğin değil de şiddete maruz bırakılmış kadının fotoğraflarını görüyoruz. Kadın, cinsel bir obje ya da bir kurban değil. Haber aktarıcılarının da eril dil mensubu olması ve bu şekilde haberlerin yapılması temsiliyet anlamında eksikliğin olmasının da bir göstergesi. Şiddeti meşrulaştıracak ifadelere medyada yer verilmemesi diğer önemli husus. (Kısa etek giydi, babasından/sevgilisinden izin almadan, boşanmak istemesiyle, barışmak istemeyince vb. cümleler kadını kalıba sokmaya ve suçu meşrulaştırmaya çalışmaktır.) Şiddet suçunu meşrulaştırmaya çalışmanın uygulamada bir sürü metodu olabilir. Toplumun, ahlaki değerler adı altında kişilere biçtiği rollerin dışındaki her şeyi, suçu hafifletecek bir unsurmuşçasına ifade edilecek dil kullanımıyla haberlerin yapılması; çözülmesi gereken problemlerin başında gelmeli.
Türkiye’de Basın Özgürlüğü Var Mı?
’Türkiye’de basın özgürlüğü var mı ya da basın ne kadar özgür?’ işte tartışılması gereken bir konu! Kamusal tartışmaların, otoriter baskıcı güç tarafından bilinçli bir şekilde yozlaştırıldığını görüyoruz. Aslında Gezi Parkı Direnişi sonrası gazetecilerin, yazarların, basın kuruluşlarının üzerinde baskı arttı. 2020 yılında Gezi Parkı ile ilgili kaç tane haber, köşe yazısı var biliyor musunuz? Gezi Parkıyla ilgili konuşmanın, yazmanın karşılığında cezai yaptırımlar uygulanıyor bu ülkede. Yargı kurumları deseniz siyasi tavır içine girmeye başladı. Ülkedeki yayın yasakları, erişimi engellenen on-line yayın organları (vikipedi özgür ansiklopedi) yayın cezaları, tutuklanan gazeteciler (Can Dündar, Enis Berberoğlu vb.) getirilen sosyal medya kısıtlamaları, düzenlenmek istenen sosyal medya yasa tasarısı bunlara örnek. Otoriter yönetimler, görevleri süresince keyfi uygulamalarla sorgulamanın, şeffaflığın önüne geçiyorlar. Çünkü biliyorlar ki tek tuşla, küresel ölçekli erişime ulaşabiliyor, basındaki haberlerle ve gelişmelerle gündemi takip edebiliyoruz. Sosyal medyayı aktif kullanan bir kuşak var ve bu kuşak çok çabuk koordine olup, sesini duyurabiliyor. Korkuyorlar, korktuklarını, yaptıkları baskılarla, koydukları yasaklamalarla, keyfi uygulamalarla da ispatlıyorlar.
Toplumsal Dönüşümün Yolu, Habercilikten Geçiyor
Toplumsal dönüşüm için sorumluluğun önemli bir kısmı, gazetecilik mesleği içerisindeki kişilere düşüyor. Marx 11. tezinde bundan bahseder. Gelip geçen iktidarlar vardır ama haberler kalır, habercilik mesleği devam eder. Halkın, doğru haber alma, bilinç düzeyi yükseldikçe, gazetecilik mesleği ivme kazanır. Gazeteciler, yazarlar örgütlenmeli ki basın ve ifade özgürlüğü noktasında siyasal iktidarlara boyun eğmek zorunda kalınmasın. Örgütlenen, ivme kazanan gazetecilik mesleğinde yer alan kişiler, objektiflik çerçevesinde mesleğini icra ederek, demokrasiyi savunarak, halk mücadelesi vermelidir. Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Hrant Dink , Abdi İpekçi ve niceleri… Halkın gerçekleri öğrenmesi, olup biteni sorgulaması için, kendilerini mesleklerine adayan isimleri unutmadık, unutturmayacağız! Yazımı, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz.” felsefesiyle mücadele eden Uğur Mumcu’nun sözleriyle sonlandırmak istiyorum: “Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur.”