Ne yazık ki bu ülke aydın insanlarını sevmez.
Bir yazıya böyle başlamak ne kadar ironik ve ne kadar acı.
Karanlıkta bir mum ışığı olmak için çaba gösteren insanların ne yazık ki sonları sadece yanmak oldu.
Yanmak, yakılmak derken orta çağda ateşe atılan aydınları kastediyorum, ölmeyi göze alarak gerçeği söylemek.
Sadece ateşte yakılanlar değil baldıran zehiri içirilen Sokrates var.
Bu kişiler sadece kendi fikirlerini söyledikleri için yok edilmediler kurulu düzene çomak soktukları için cezalandırıldılar.
Günümüzde değişen hiçbir şey yok. İktidarlar farklı seslerin duyulmasını istemez hele ki bu sesin geniş kitleleri etkileme gücü varsa çok tehlikelidir.
Bu coğrafyada Osmanlı döneminde bazı örnekler verebiliriz hazârfen Ahmet Çelebi Galata kulesinden Üsküdar’a uçarak insanlara uçabilecegini gösterse de dönemin uleması bunu “padişahtan daha yükseğe nasıl çıkar” diyerek gizlice infaz etmiştir.
Aynı durumda kanuni dönemin en ünlü haritasını yapan gemi komutanı Piri Reis’i çeşitli entrikalarla idam ettirmiştir.
“Kim okursa bu kitabı ey kişi!
Şunu bilin ki bütan ilimleri.
Okuyup öğrenmeli dünyanın illerini.
Akıllı adam odur ki kendi halini bilir,
Ona arif der hep anlayanlar.
Ömrümüz eğer geçse de yüzyılları,
Giden ömür gelmez bir daha ele”
Kitab-ı Bahriye nin girişindeki yazı.
Zeki ve sorgulayan beyin tarihin her zamanında güç sahipleri tarafından sakıncalı bulunmuştur.
Bunun için insanlık tarihinin neresine bakarsanız bakın her adımda aydınların çeşitli biçimlerde yok edilişlerine tanıklığı yazılara dökülmüştür.
Yazımız bir ülkede aydın olmak bir anlamda cezaevleri, işkenceler, sürgün ve ölümleri göze almak demektir.
Neden iktidarlar bu gibi beyinlerden korkar ve yok olmasını ister, her türlü susturmayı dener.
Korkar çünkü kitleleri uyutan güçlü bir uyuşturucu kullanan iktidar bunun etkisinin panzehiri olan karşıt düşüncenin yapıyı etkisiz hale getirmesi korkulacak bir şeydir.
Martin luther sonsuz güç gibi görününen Katolik anlayışı bir bildiri ile yerle bir ederek Protestanlığın kuruluşuna sebeb olmuştur, Hıristiyanlıkta sonraki bölünmelerin cesareti sadece bu cesaretir.
Kurumlaşmış yıkılmaz gibi görünen yapılar aydın, farklı zamanı gelmiş bir düşünce karşısında sarsılır devrim yada değişim kaçınılmazdır.
Karl Marx ve Friedrich Engels insanlık tarihini yazdığı bir manifesto ( Komünist Manifesto ) ile çağın anlayışını değiştirmiş doğal bir evrim süreci gibi görünen kapitalizmin doğal olmadığını anlatarak dünyayı sarmıştır.
Ne kadar ekonomik ve siyasi gücün olursa olsun Marksist düşüncenin gerçekliği karşısında ülkeler ve yönetimleri ya buna kökten karşı çıkmışlar yada uyum sağlamışlardır.
Ülkemizde devrimci düşünce bin sekiz yüzlü yılların sonunda Balkan göçlerinden ülkeye gelen aydın insanların çabaları ile tohumlar atılmış ve büyümüştür.
Bu devrimci yapı sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları saltanatın yıkılabileceğini kavramış eyleme geçmişlerdir.
Her devrim kendini geçmişe karşı ilerici görsede kendi iktidarını kurarken bağnaz ve muhafazakar olarak gerici kalacaktır.
Ve geçmiş iktidarın vahşi yanını alarak kendi toplumunun aydınına düşman olacaktır.
Ne yazık ki ülkemizde değerli yazar ve şairlerinden Sebahattin Ali bir astsubay tarafından başı taşla ezilerek öldürülmüştü.
Dünyanın en büyük şairlerinden Nazım Hikmet sadece şiir yazdı diye kendini aydın gören Kemalizm tarafından on üç yıl hapiste tutulmuş cezaevinden çıktıktan sonra akıbetinin Sebahattin Ali gibi olmasını istemediği için Sovyet sosyalist Cumhuriyetler birliğine kaçmıştır.
Ülkede yapılan karşı devrimci darbeler in generallerinin ilk yaptığı işlem devrimcilerin “aydın” düşüncenin bastırılması ve bu düşüncelerin köklerini kendince kurutma önceliği vardır.
Her aydın fikirli olan kişi mutlaka ilerici olmak zorunda değildir.
Geçmişte öyle gibi görünse de çetin altan ve oğulları gibi şahsiyetler sermayenin farklı sesler konumunda mevzilenebilir.
Burada kullanışlı
Emperyalizmin Uluslararası filozoflarından zizek bir yandan “yeniden Lenin” derken bir yanda da Amerika sermayesinin çıkarlarını “felsefe” olarak savununabilir.
Bu yüzden uluslararası Nobel ödüllü alan bir çok yazar Matrix filminde anlatılan mavi hapla beslenir.
( Bu örnek zizek’e bir göndermedir )
Aydın olmak bir okulu okuyup profesör olmak yada bir eğitmen, yazar, çizer olmak değildir.
Maksim Gorki ” ben Marksizmi Karl marks’tan öğrenemedim çocukluğumda çalıştığım fırıncı patronumdan öğrendim” der.
Yaşadığın sistemi algılayıp analiz edip yorumunu katman ve düşüncelerini korkmadan insanlarla paylaşman da aydınlığın yoludur.
Burada “Aydın” sorumluluğu devreye girer öğrendiğin ve yorum getirdiğin “bilgi” artık sana ait değildir. Ortaya çıkıp kendini tanıtmalı ve anlatmalıdır.
Nasıl bir şiir doğduğu an şair’e ait değilse ihtiyacı olana aitse düşüncelerde zamanı gelmiş toplumlara aittir.