Bizim insanımız bir garip! Seçim sandığı ortaya konulduğunda, emekçi olduğunun farkında olmayanlar, haklarını savunanlar yerine kendilerini ezenlerden yana oy kullanırlar. Kendisini aydın sanan sözde enteller ile işleri tıkırında olanların bir kısmı da sözde emekçiden yana tavır koyar. Böyle yapınca da kendilerini aydın sanırlar.
Kısacası bu kısır döngü Osmanlıdan bu yana sürüp gider.
Yüzyıllar öncesinden bu yana, emekçi hareketinin nasıl başladığı konusunda yeterli bir araştırmanın yapılmış olduğunu söyleyebilmek oldukça zordur. Ancak bizde ve çoğu ülkelerde emekçi hareketleri hep olmuştur. Ne var ki bunların çoğu halk hareketleri veya isyanlarla karıştırılmıştır. Örneğin, Osmanlıdaki Celalî İsyanlarının altında ezilen emekçilerin olup olmadığı üzerinde de yeterince durulmamıştır.
XIX. Yüzyılda ortaya çıkan bazı emekçiler, seslerini duyurmaya başlamışlardır. Nitekim aynı yüzyılın ikinci yarısında İstanbul başta olmak üzere Çukurova, Selanik, İzmir, Bursa gibi yerlerde bazı işletmelerin kurulması emekçi sınıfının ortaya çıkmasına etken olmuştur. Buralardaki emekçi sayısının 15-20 bine ulaştığı da bazı kaynaklarda yer almıştır. Çoğu işverenin yabancı olması, sürülen emekçilerin haklarını almasını engellemiştir. Yine bu dönemlerde emekçilerin haklarını elde edebilmek için eylem yapıp yapmadığı konusunda tarihler yeterli bilgi vermiyor. Ancak, büyük olasılıkla o dönemlerde bu tür girişimler vukuu bulmamıştır. Yalnızca, yüzyılın sonlarına doğru ağırlaşan koşullar basit de olsa emekçi hareketleri bir bakıma grevlerin ilk adımlarını atmıştır. Özellikle İstanbul’da telgrafhane, demiryolu, tersane, tramvay, deri kundura ve Feshane’de çalışan emekçiler hak ettikleri ücretlerinin zamanında ödenmemesine tepki göstermişlerdir. Başlangıçta bu tepki Osmanlı Hükümetine, mutasarrıflıklara, valiliklere topluca dilekçeler vererek olmuştur. Yabancı mühendis ve yöneticilerin emekçilere yaptıkları haksızlıkları, sebepsiz işten çıkarılmaları şikâyet etmişlerdir. Ardından kendilerine düşük para ödenmesi, iş saatlerinin kısaltılması ve birikmiş ücretlerini alamayışları gibi şikâyetler gelmiştir. Bütün bunlar o günlerin ortamına göre alışılmamış girişimlerdi. O dönemde başlayan ilk emekçi hareketlerinin ömrü çok kısa olmuş, kısacası devletin baskısıyla sindirilmişlerdir.
Osmanlı dönemindeki emekçi girişimleri 1898 yılına kadar son derece sınırlı kalmıştır. Bu girişimler dönemin gazetelerinde birkaç haber dışında hemen hiç yer almamıştır. Yalnızca İstanbul’daki tütün ve matbaa işçilerinin ve bazı tezgâhlarda çalışanların şikâyetleri basında yer bulabilmiştir. Bir örgütlenmenin olmayışı emekçilerin çaresizliğini ortaya koymuştur. Yaptıkları ise kısa süreli günlük eylemler olarak kalmıştır.
Osmanlı dönemindeki ilk işçi örgütü Tophane’de 1894’de “Osmanlı Amele Cemiyeti” ismiyle kurulmuştur. II. Abdülhamit dönemi baskısı altında emekçi hareketlerine 1896’da yasaklama getirilmiş ve her türlü örgütlenme ve toplanma engellenmiştir. Bu türdeki emekçi girişimlerinin yasa dışı olduğu ilan edilmiştir. Kuruluşundan bir yıl sonra “Osmanlı Amele Cemiyeti” kapatılmış, yöneticileri sürgüne gönderilmiştir. Yeri gelmişken, Osmanlı’da emekçi hareketini başlatanların büyük bir kısmının Hasköy Tersanesinde çalışan yabancı emekçiler olduğunu belirtmekte yarar vardır diye düşünüyorum. Diğer taraftan çoğunluğu Yahudi olan emekçilerin merkezi ise Selanik olmuştur. Bu arada yapılan bütün baskılara rağmen İstanbul’da çoğunluğu Yahudi olan emekçiler haklarını aramak için birbirleriyle güçlü bir bağlantı kurmuşlardır. Müslüman emekçiler ise bu tür girişimlerde çoğu kez azınlıkta kalmışlardır.
II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte 1908-1913 arasında bazı emekçiler sokaklara dökülmüş ancak o zaman basında haber olmaya başlamışlardır. Bu arada içlerinden bazıları meclise girmeyi başarmışlardır.
II. Meşrutiyetin sağladığı olanaklarla Cibali Tütün, Paşabahçe Cam, Anadolu-Bağdat demiryolu, Balıkhane ve müskirat işçileri başta olmak üzere, emekçiler birtakım grevler gerçekleştirmişlerdir. Emekçilerin bu grevleri yapmalarının ana nedenlerinin başında ücret artışı olmak üzere, işçilerin istemediği yöneticiler, işten keyfi uzaklaştırmalar, sağlık yardımı yapılmaması gelmektedir. Emekçilerin direnişi devam edince 1908’de “Tadil’î Eşgâl Kanun-ı Muvakkatı” (Geçici grev yasağı) çıkarılmış ve hareket son bulmuştur. Baskıyla çözümleneceği sanılmışsa da, tüm baskılara rağmen işçiler grevlerini sürdürmüş ve bunun başını da Selanik işçileri çekmiştir.