Bundan uzun zamanlar önce uzak diyarların birinde, güneşin doğmadığı, yağmurun yağmadığı, kimsenin uğramadığı adı da yeri de belli olmayan küçük bir şehir varmış. Oldukça yoksul olan bu şehrin halkı açlık ve sefaletle baş etmeye çalışır, hayatta kalabilmek için çırpınırlarmış. Çünkü ne başlarını sokabilecekleri evleri ne de ekip biçecekleri verimli toprakları varmış. Halkın yetişkinleri sürekli bir araya toplanır, fakirliği ortadan kaldırmanın yollarını ararlarmış. En büyük sorunları da insanlarının genç denilecek yaşta ölmeleriymiş. Sayılarının azaldığını gördükçe kaygılanır, sürekli el açar, dua ederlermiş. Eğer bir çözüm bulmazlarsa soyları tükeneceğinden korkuyorlarmış. Yiyecek için birbirlerinin yanına gittikleri bir gece, kim olduğu belli olmayan bir adam gökten düşer gibi aniden ortaya çıkmış. Kendilerinden daha da yoksul görünen bu adam öyle bakımsızmış ki üzerindeki giysiler etlerini zor örtüyormuş. Şehirlerinde ilk kez yabancı birini görmenin şaşkınlığıyla insanlar, bu garip adamın etrafını sarmışlar tabi. İlgilerini çeken bu yabancı kimdir, nerden, niçin gelir; bir hayli merak konusu olmuş anlayacağınız. Derken soru üstüne soru sormuşlar. Halkın etrafını sardığını gören bu yabancı, onlara bakarak:
“Buraya çok uzaklardan geldim. Ne yemeğim ne de suyum var.” diyerek ellerini açmış. Doğru dürüst yiyeceği olmayan yoksul halk, adamın yardım istediğini görünce birbirlerine sokularak kendi aralarında konuşmuşlar. Günlerdir ağzına tek lokma koymayan biri:
“Ne yapacağız? Ben çok açım. Midemize tek lokma girmedi. Yiyeceğimiz yokken ona nasıl vereceğiz?” diye sormuş. İçlerinden bir başkası:
“Adam ölecekmiş gibi duruyor. Ya ona yiyecek vermedik diye ölürse. Laneti üzerimizde kalmaz mı? Bu bize uğursuzluk getirebilir. Bence bu fedakârlığı yapalım.” demiş. Aralarına katılan biri elini kaldırıp:
“Ben de vermekten yanayım. Biraz yiyecek kaybetmekle ne ölür ne de kurtuluruz. En azından iyilik yapmış olacağız. İyilik iki lokma yiyecekten daha değerlidir. Adamı gördünüz. Bize dua edecektir, verelim gitsin.” diyerek dostlarını sıkıştırmış. Müzakere yapıp kendi aralarında fikir birliğine vardıklarında yiyecek bulmak için etrafa dağılmışlar. Geri döndüklerinde, adamı bıraktıkları yerde kendilerini bekliyor bulmuşlar. Aralarında topladıkları yiyeceği ona uzatarak kenara çekilip onu izlemişler. Verilenlerle karnını iyice doyuran yabancı eliyle ağzını silerek:
“Karnınızın aç olduğunu biliyorum. Sırf benim için gidip yiyecek aradınız ve bulup getirdiniz. Bana yaptığınız bu iyiliğe karşılık ben de size bir şey vermek istiyorum.” demiş. Ne vereceğini merak eden halk adama iyice sokulmuş. Aralarında, “İyilik iki lokmadan değerlidir,” diyen kişi bu kez:
“Ben size dedim, hiçbir iyilik karşılıksız kalmaz diye. Adam şimdiden vermekten bahsediyor bakın.” deyip ellerini çırpmış.
“Size vereceklerimden önce üç dilek tutmalısınız. Dahası hepinizin aynı dileklerde buluşması gerek. Aranızda konuşup ne istediğinize karar verin. Bende onları gerçekleştireceğim.” Yabancının bu dediğini duyan insanlar önce şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşırmışlar. Sonra akılları başlarına gelmiş, kendi aralarında tartışmaya başlamışlar. Onca kişi olmalarına rağmen hepsinin derdi aynı gibiymiş. Bu yüzden ortak bir karara varmaları zor olmamış. Belirlediklerinde aralarında sözcü seçip bunu adama bildirmişler.
“Hepimizi doyuracak kadar lezzetli yemekler, hepimize barınak ve hayatımızı güzelleştirecek mallar istiyoruz.” Halkın seçtiği dilekleri duyan yabancı:
“Güzel yemekler, barınak ve mal istiyorsunuz, doğru mu?” diye sormuş. Hep bir ağızdan bağırarak:
“Evet, bunları istiyoruz.” diyerek onay vermişler.
“Peki, istekleriniz gerçekleşecek.” Elini gömleğinden içeri sokan yabancı, dışarıya bir bez parçası çıkarmış. Onu halka uzatarak, “Bunun içinde üç tohum var. İlkini gün aydınlanmadan önce havaya, ikincisini gün ortalandığında toprağa, üçüncüsünü ise akşam olduğunda uyuduğunuz yere atın.” demiş. Ellerindeki tohuma bakan insanlar, soru sormak için başını kaldırdığında adamın yerinde olmadığını görmüşler. Velhasıl yabancı, yaptığı açıklamadan sonra geldiği gibi uçup gitmiş. O gece kimsenin gözüne uyku girmemiş. Olayı konuşarak aynısını yapmaya karar vermişler. Adamın dediği gibi gün ağarmadan ilk tohumu havaya, bir diğerini toprağa, sonuncusunu uyudukları yere atıp beklemeye başlamışlar. Umutlarını kaybetmek üzerelermiş ki gökyüzünden toprağa sular damlamaya başlamış. Ardından toprakta bitkiler büyümüş. Derken ateşin yandığını görmüşler. Ölmek üzere olan o insanlar, toprağın üstünde büyüyen nimetleri toplayıp kimini çiğ kimini ateşte pişirerek lezzetli yiyecekler yapmışlar. Karınları doyunca doğadaki malzemelerle evler inşa edip içlerine girmişler. Kendi kumaşlarını üretip yeni giysiler dikmişler. Ateşi kullanarak araç gereçler yapmışlar. Kısacası istedikleri gibi servet sahibi olup zenginleşmişler. Tabi, bununla beraber soyları da genişlemiş. Fakat yine de ters giden bir şey varmış. Bütün bu refaha karşı herkes kendi evinde oturuyor, birbirlerinin yanına gitmiyor, malını bölüşmüyormuş. Birbirlerinden öylesine uzaklaşıp kendi kabuklarına çekilmişler ki aralarına kin, nefret, intikam, hırs, hırsızlık, gasp gibi kötü huylar girmiş.
Artık kimse kimsenin yüzünü görmek istemiyormuş. Gittikçe mutsuzlaştıklarını fark ettiklerinde nedenini düşünmüşler. Sorunlarını çözmek için bir araya geldikleri vakitte aralarında tartışma başlamış. Olaylar tam da büyürken kendilerine tohum veren o yabancı tekrar ortaya çıkmış. Haberi şehre yayılınca herkes heyecanla yanına koşmuş. Adam yine aynı kılıkta ve aynı görüntüdeymiş. Bu kez yemek istememiş, sadece:
“Dileklerinizden memnun musunuz?” diye sormuş. Onun sorusuna karşılık hep bir ağızdan:
“Karnımız tok, evlerimizin içi eşyalarla dolup taştı ama mutsuzuz. Gülmeyi, paylaşmayı, en önemlisi iyiliği unuttuk. Ne oldu bize, neden bu kadar mutsuzuz?” diye sormuşlar. İnsanlar keder dolu bakışlarını yabancıya dikerken aldıkları yanıt şu olmuş.
“Üç dileğe karşılık üç tohum hakkınız vardı. Size dileklerinizi sorduğumda benden yiyecek, barınak ve mal istediniz. Ben de dileklerinizi gerçekleştirdim. Yiyeceğe ve mala o kadar çok odaklanmıştınız ki başka ihtiyaçlarınız olabileceğini düşünmediniz. Oysa tuttuğunuz üç dilek de bedensel doyumları temsil ediyordu. Hâlbuki üzerimde ruhunuzu besleyecek sevgi, inanç ve iyilik tohumları da vardı. Onlardan birini seçmediğiniz için mutsuzsunuz…”
Yukarıda okumuş olduğunuz öykü Koryon Yıldızı adlı kitaptan alınmıştır.