Ercan Kesal ile edebiyat ve sinema üzerine konuştuk. Yazarlığı, hekimliği ve Anadolu’ya bakışını da kendisinden dinledik.
Söyleşi: Handan Kümbetlioğlu
1- “Yazarlığım, hekimlikten eski “diyorsunuz. Sizi yazmaya iten nedenler neydi? Okuma tutkunuz diyebilir miyiz?
Kuşkusuz…Hekimlik sonradan edindiğim, eğitimini alarak mezun olduğum bir iş. Hekimlikte fakültedeki hocalarım ustalarımdı. Yazma eylemindeki ustalarım ise benden önce yazanlardır. Kemal Tahir, Sait Faik, Dostoyevski, Victor Hugo, Emile Zola, Reşat Nuri…Hepsi… Okuduklarımızı çoğaltmanın bir yolu da yazmaktır. Okuyup, hayranlık duyduğunuz ustalarınıza benzemek ve onlar gibi kendinizden sonrakilere kalmak istiyorsanız, yazacaksınız!
2- Bozkır çocuğu olduğunuza dikkat çekiyorsunuz, hikayeleriniz de Anadolu kokuyor, (Çocukluğunuzdan, hekimlik döneminizi de dahil ederek, tanıklıklarınıza yer veriyorsunuz. Kendi edebiyat dilinizi de “Anlatı” olarak isimlendiriyorsunuz, bu size özel bir tür diyebilir miyiz, edebiyatta bu tür içinde gördüğünüz örnek yazarlar var mı?
Peri Gazozunun sunuşunda da yazmıştım, ‘’Hikayelerim okunsun değil, seyredilsin istiyorum’’ demiştim. Çekemediklerimi yazıyorum aslında. Sinemadan çıkmış bir arkadaşınız sizin gidemediğiniz filmi nasıl ballandıra ballandıra anlatır, siz de ordaymışsınız ve onunla birlikte seyrediyormuşsunuz gibi yaşarsınız dinlediklerinizi. Yaptığım ya da yapmak istediğim de böyle bir şey işte… ‘’Anlatı’’ tanımına E. Galeano’da rastlayınca çok sevindim. Yazılarımdaki üslubun ona çok benzediğini biliyordum çünkü.
3-Söyleşilerinizde iki isim öne çıkıyor; Çehov ve Tarkovsky. Bu iki isimle özdeşleşen yanlarınız nelerdir?
Sinemacı ve edebiyatçı yanımın birlikteliği! A. Çehov bir hekim ve dünyanın en saygın öykücülerinden. Tarkovski tek başına bir yönetmen değil, bir edebiyatçı ve felsefeci. Her ikisi de, bizim kültürümüze çok benzeyen bir kültürün, Rus kültürünün mensupları. Bu iki ismin yanına hiç düşünmeden Dostoyevski ismini de koyabiliriz elbette.
4-Bir yazar için dil, araç mıdır, amaç mıdır? yazarla okur arasında nasıl bir bağ vardır?..
‘’Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı / Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz…’’ Bu dizeler Yunus’a ait. Dil elbette araçtır. Başka ne olabilir? Ben dilimize aşığım. Derdimi anlatabilmem için ondan başka silahım yok. Yazarla okur arasındaki bağı yazdıklarımız kurar. Başka türlüsü mümkün değil. Okur, hiç tanımadığımız ama sürekli mektup gönderdiğimiz ve bundan vazgeçemediğimiz arkadaşlarımızdır.
5-“Kendi topraklarımızın gömüsünü ortaya çıkarmalıyız” derken, hangi kültürel özelliklerimizden söz ediyorsunuz, bu konuda toplumsal sorumluluğumuz nelerdir?
Anadolu’yu yaratan ve var eden gömülü ruhu. Coğrafyamızın hafızasını. Vazgeçemediklerimizi. Dilimizi. Acıyı, ölümü, umudu ve zafer duygusunu. Hepsi bir araya geldiğinde ancak eksiksiz bir bütün çıkabilir. Bu da Anadolu’nun ruhudur!
6- Senaryo çalışmalarınıza geçersek;” Senaryo da edebi bir metindir” diyorsunuz bu durumda, sinema ve edebiyatın birbirini beslediği kaynaklar nelerdir?
Sadece senaryo değil, yazdığımız her şey edebiyatın alanına girer.
İnsanın eşine dostuna, sevdiğine yazdığı mektup da bir edebi metindir, eğer özenlice yazılmışsa. Günce de bir edebi metindir. Hatıra defterine yazdıklarımız da bir edebi metindir. Bunun sınırlayıcı, engelleyici bir kıstası olamaz.
Senaryoyu basit bir metin gibi algılamamak lazım. O zaman senarist bir edebiyatçı değil de teknik bir ‘yazıcı ‘ gibi sunulmuş olur. Senaryo da edebi metindir ama yerini, konumunu bilen bir metin. Yönetmene sunulmuş bir tasarı düzeyinde kalması şarttır. Yönetmenin onu bozmasına, değiştirmesine, bir hamur gibi yoğurmasına, dönüştürmesine razı olması gerekir.
7- “İyi bir edebiyat eseri okuyan, iyi ve güçlü filmler izleyen ruhlar, dünyayı değiştirebilir.” diyorsunuz, iyi ve kötü ayırımını okuyucu ve izleyici neye göre belirleyebilir?
İyi yazılar da, iyi filmler de size acayip şeyler yaparlar. Bu dünyadan çeker alır, değiştirir ve daha iyi bir biçimde geri verirler.
İyi film, güçlü filmdir. İnsan bu güçten etkilenmeli ve bu yüzden harekete geçmelidir. Böyle filmler ve edebi metinler, sadece duyguları harekete geçirerek insan ruhunu dönüştüren yapıtlardır. İyi bir terapist gibi; telkin etmezler, öğretmeye çalışmazlar, yalnızca yol arkadaşıdırlar.
8-“Edebiyat ve sinemayla kendimi dünyaya sunuyorum” derken her ikisinin de ortak teması var mıdır? (Toplumsal hesaplaşma ya da yüzleşme diyebilir miyiz?)
Tüm yaratıcı sanatlar kendilerine dayatılanın karşısına daha sahici ve daha güçlü (kurmaca da olsa böyledir bu) başka bir gerçeklik sunarlar. Kendi ‘uydurdukları’ bir hayalle ve ‘gerçekliği yeniden icat ederek’ yaparlar bunu.
Zamanın tanığı ve vicdanıdırlar çünkü.
Söyleşi için Sayın Ercan Kesal’a teşekkür ederiz. Saygıyla.