Siyaset, bin yıllardır insanlar tarafından ilgilenilen bir konu olmuştur. Toplumsal yaşamın işleyişi için gerekli olan düzenlemelerin seyrini bir çatı altında toplayan siyaset, görmüş olduğu ilgiyi her zaman hak etmiştir. Birey ve toplum arasında olan ince çizginin nasıl çekilmesi gerektiğinden, bireysel hak ve özgürlüklerin belirlenmesine dek uzanan geniş bir alanı kucaklayan siyaset; her geçen gün önemini arttırarak gelişmeye devam etmektedir. Bu minvalde siyaset kavramının tarihsel bağlamı içerisinde, kendisine yönelik birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların çoğu “siyaset” kavramının anlamlarını belirlemeye ve sınırlarını ortaya koymaya yönelik çalışmalardır.
“Siyaset” kelime kökeni itibariyle Arapçaya dayanmaktadır. “Seyis” kelimesinden türemiştir. At bakıcılığı anlamlarına gelmekle beraber, devlet yönetimi ve yönetme anlamlarında kullanılmaktadır.[1] Tanım itibariyle yönetime vurgu yapan siyaset, içerik olarak çok boyutlu bir yapı taşımaktadır. Onun çok boyutlu bir yapı taşıması, toplum halinde inşa edilmiş her bağlamın siyasete ihtiyaç duymasından ileri gelmektedir. İklimden dahi etkilenebilen bir kavram olarak siyaset, tarzı itibariyle her çağda farklı anlamlarda karşılık bulmuştur. Dolayısıyla bu farklılıklar, siyasetin ihtiyaç duyduğu temel özelliklerin belirlenmesini önemli kılmıştır. Tam olarak bu bağlamda Carl Schmitt’in “siyasal” kavramı, bu ihtiyacın nedenlerini ve siyasetin içerisinde taşımak zorunda olduğu ölçütleri ortaya koyması bakımından önemli bir değerlendirmedir.
Bu çalışmamızda Carl Schmitt’in Siyasal kavramının ölçütü olarak dost ve düşman ayrımı üzerinde durulacaktır. İki bölümden oluşacak olan çalışmamızın ilk bölümünde Schmitt’te “siyasal” kavramı işlenecektir. Ardından ikinci bölümde siyasal kavramının ölçütü olarak beliren dost-düşman ayrımı üzerinde durulacak ve anlaşılması sağlanacaktır.
CARL SCHMİTT’TE SİYASAL KAVRAMI
Schmitt’te siyasal kavramı devlet kavramından önce gelmektedir.[2] Dolayısıyla Schmitt çalışmasında devlet kavramına öncelik vermek yerine siyasal kavramına öncelik vermiştir. Çünkü Schmitt’e göre devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde örgütlenmiş bir halkın siyasal statüsüdür.[3] Devleti sadece siyasal olanın bir betimlemesi olarak gören Schmitt, bundan dolayı siyasal olana ontolojik bir öncelik tanımaktadır. Böylelikle tarihsel bağlamı içerisinde devlet için yapılan betimlemeler, siyasal olanın anlaşılmaması halinde bir anlam ifade etmemektedir. Buradan hareketle Schmitt siyasal kavramının tanımlanmasıyla yola çıkmaktadır.
Schmitt’e göre siyasal kavramı çoğu zaman olumsuz bir anlamda kullanılmaktadır. Bu türden olumsuz ve çoğu kez de polemik amaçlı karşıtlıklar, bağlama ve somut duruma göre, kısmen açıklayıcı olabilsede, kesinlikle özgül bir tanım içermezler.[4] Ayrıca siyasal kavramı çağrışım olarak yanında her zaman devleti ve devlet kavramı da çağrışım olarak yanında her zaman siyasalı bulundurmaktadır. Bu durum Schmitt’e göre tatminkâr olmadığı açıkça belli olan bir döngüdür.[5] Oysa Schmitt, siyasal olan ile devlet olanın her zaman yan yana olma zorunluluğunun olmadığını belirtmek istemektedir. Schmitt’e göre siyaset ile siyasal farklı şeylerdir. Siyasetin kendi içinde bir konu olarak değerlendirilmesi Schmitt’e göre eksik bir okumadır. Çünkü Schmitt, siyasetin alanını her yerde görmektedir. Kendisi bizzat buradan hareketle, alanların siyasallaşmasını konu edinmiştir. Bu yaklaşım Schmitt’in, olması gereken ile olan arasında bir yaklaşım geliştirmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Schmitt’in bu konuda takınmış olduğu tavır bir siyaset bilimci tavrıdır. Siyaset, toplumsal işleyişin nasıl olması gerektiğine karşılık gelirken, siyasal olan bir etkileşimi ve sürekli dolaşımda olan bir iletişim ağına karşılık gelmektedir. Bizzat bu yüzden Schmitt’e göre siyasal olan her şeye nüfuz edebilmektedir.
Siyasal kavramının tanımı ancak özgül siyasal kategorilerin keşfi ve saptanmasıyla mümkündür. Çünkü siyasal kavramının, insan düşüncesinin ve eyleminin çeşitli ve görece bağımsız alanları karşısında -özellikle ahlaki, estetik, ekonomik alanda- etkili olan kendine özgü ölçütleri vardır. Siyasal kavramı bu nedenle, özgül anlamda her türden siyasal eyleme kaynaklık eden, kendine özgü nihai ayrımlarla tanımlanmak zorundadır.[6] Bu ayrımlar insanlık tarihinin her zaman bir değerlendirme ölçütü olarak beliren ayrımlardır. Schmitt’e göre siyasal olanında kendi içerisinde bu ayrımı zorunlu olarak taşıması gerekmektedir. Nasıl ki ahlak alanındaki nihai ayrımın iyi ve kötü; estetikte güzel ve çirkin; ekonomide yararlı ve zararlı ya da kârlı ya da kâr getirmeyense, siyasal eylem ve saikleri açıklamakta kullanılabilecek özgül siyasal ayrımda, dost-düşman ayrımıdır.[7] Çatışmanın zıtlıklar üzerinden inşa edildiği bir akış içerisinde, siyasal olanın zıtlığının kendine özgü bir tutumu olmaması kaçınılmazdır. Schmitt için bu zıtlık her koşulda, yeni ve bağımsız bir inceleme alanı anlamında olmasa dahi, diğer karşıtlıklann birine ya da birden fazlasına dayanmaması ya da onlardan kaynaklanmaması anlamında özerktir.[8]
Siyasal kavramı için beliren bütün bu görüşler göz önüne alındığında, Schmitt’in siyasal olanı tanımlama anlayışının; sadece bir toplumsal olgunun belirlenmesi olmadığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda siyasal kavramı, bir mücadele halinin, çatışmanın ve kavganın hatta savaşların merkezi bir kavramı olarak belirmektedir. Tam olarak bu durumdan dolayı siyasal olanın imleyeni “dost-düşman” ayrımı düşüncesinin anlaşılması büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü Siyasal olanın kendisini görünür kıldığı bu saha her an meydana inmeye hazır bir vaziyette durmaktadır.
CARL SCHMİTT’TE DOST-DÜŞMAN AYRIMI
Carl Schmitt’in dost-düşman ayrımı bütün canlı türlerini kapsayabilecek bir doğa yasasını içinde taşımaktadır. Bu doğa yasası güvenliktir. Güvenlik, verili imkanlar çerçevesinde canlı varlığın kendi yaşamını korumaya alabileceği bütün davranışların toplamıdır. Bu canlı türleri içerisinde insan, akli yetisi ile mevcut verili imkanları açık ara en iyi kullanabilen canlı olmuştur. Bunun yanında fizyolojik kazanımların aklın buyruklarını destekleyebilecek şekilde gelişmiş olması önemli bir ayrıntıdır. Bu serüvende düşmanlar zorunlu olarak beliren bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bir yerlerde yaşam adına bir yükseliş varsa orada bu yükselişin evrenselliğini taşıyan diğer canlı türleri de her zaman mevcuttur. Hayatiliğin her fırsatta kendisini gerçekleştirme imkanına doğru akması, beliren düşman ilişkilerini bilinçli bir yaratıdan ziyade zorunlu bir konuma taşımaktadır. Bu zorulunluluk, yaşam için aynı amaçları güden ortak türler için bir dayanışma yaratmakta ve varlıklarını olabilecek en iyi konuma getirebilmek adına sürekli bir mücadele halinde olmaktadırlar. Bu noktada Schmitt’in dost-düşman ayrımı altında yatan şeyin zorunlu bir güvenlik refleksi olduğu açıktır.
Schmitt için dost-düşman ayrımının farkına varılması ve anlaşılması imkânı, dolayısıyla duruma ilişkin görüş bildirme ve karar verme yetkisi, ancak varoluşsal anlamda dahil olma ve katılma aracılığıyla mümkündür.[9] Schmitt bu bağlamda düşmanı varoluşun karşısında duran öteki olarak tanımlamaktadır. Böylelik düşman olanın çatışmacı yönüne vurgu yapılmaktadır. Düşman aynı zamanda Schmitt’e göre rakibimiz ya da genel anlamda hasmımız değildir. Düşman, antipatik duygularla nefret ettiğimiz kişisel hasmımız da değildir. Düşman sadece, gerçek bir olasılık olarak, insanlardan oluşan bir bütün karşısında mücadele eden benzer bir bütündür.[10] Bu bütünün varlığına her zaman ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü düşman bir öteki olarak basit bir nefretle geçiştirilmeyecek kadar derinlikli bir konumdadır. Hatta Schmitt için düşmanın gerçek bir tehdit oluşturması bile gerekmemektedir. Varoluşşal bir yaşam sosyal ilişkiler ağı içerisinde anlamını bulduğundan dolayı, düşman varoluşsal bir yaşamın zorunluluğu olarak bulunmaktadır. Dolayısıyla Schmitt, hıristiyanlıktaki inimicus(bireysel düşman) ve hostis(kamusal düşman) arasındaki ayrımdan hareket ederek, düşmanın sürekli olarak kamusal düşman olduğunu belirtmektedir.[11]
Böylelikle yaşanan çatışmalar insanlar tarafından oluşturulmuş bütünler arasında gerçekleşmektedir. Bu yüzden belirlenmiş düşmana karşı bireysel bir tavır takınmanın da bir anlamı yoktur. Önemli olan topyekün belirlenmiş olan düşmana karşı tavır alabilmektir. Bu minvalde siyasal olanın ilişkisi, toplumdaki diğer tüm ilişkilerden farklı bir konumda durmaktadır. Devlet ve politikalarıyla birlikte bir bütün olarak halk, kendi varlıklarını koruyabilmek adına tüm yabancı veya öteki unsurları dışlamaktadır. Dolayısıyla halkın varlığını koruyabilmek adına dost-düşman kararını kimin verdiği önem arz etmektedir. Bu konuda takınılacak tavrın belirleyeni egemen olarak kabul görmektedir. Egemen düşman-dost belirleyerek halkına bir duruş kazandırır ve böylelikle birliği temin eder. Bu tutumu örnekleyecek olursak, faşist ideolojilerin bu şekilde bir tutum sergilediklerini söyleyebiliriz. Schmitt’e göre siyasal birlik, ya dost-düşman ayrımını belirleyen ve bu anlamda egemen olan birliktir; ya da siyasal birlik mevcut değildir.[12]
Schmitt’te siyasal olanın kriteri olarak belirlenmiş olan dost-düşman karşıtlığı, siyasal olanın olumsuz bir yönüne vurgu yapıyormuş gibi gözüksede; aslında olabilecek en olumlu yönünü vurgulamaktadır. Çünkü siyasal olanın halk nezdinde kenetlenme yaratabilmesi, o halk bütünlüğünün varoluşsal bir zorunluluğudur. Ancak Schmitt için dost-düşman ayrımı, bir halkın başka bir halkla ilelebet dost ya da düşman kalacağı, tarafsızlığın olanaksız ya da siyaseten mantıksız olduğu anlamına gelmez. Her siyasal kavram gibi tarafsızlık kavramı da gerçek bir olasılık olarak varolan dost-düşman ayrımına ilişkin önkoşula dayanır.[13] Dost-düşman ayrımının ilelebet devam etmesi mümkün olmadığı gibi tarafsız kalmakta mümkün değildir. Bizzat bu mümkün olmamadan dolayı, dost-düşman ayrımı sürekli olarak bulundurulması gereken bir siyasal belirlenimdir. Schmitt’e göre esas olan daima, bu belirleyici duruma, gerçek mücadeleye ilişkin olasılık ve sözü edilen durumun mevcut olup olmadığna dair verilen karardır.[14]
Schmitt’e göre mücadelesiz bir dünya, pasifize edilmiş bir yerküre, dost-düşman ayrımının olmadığı, dolayısıyla siyasetin de olmadığı bir dünya anlamına gelirdi.[15] Böyle bir dünyada insanların varlıklarını sürdürebilmeleri adına mücadele etmelerine imkan veren organize birtliktelikleri olamazdı. Bu bağlamda Schmitt’e göre siyasal kavramının belirlenmesinde, siyasetin olmadığı bir dünyayı ideal durum olarak arzulayıp arzulamadığımızın bir önemi yoktur. Siyasal olgusu, ancak dost-düşman ayrımına ilişkin gerçek olasılıkla kavranabilir; siyasal kavramının dinsel, ahlaki, estetik, ekonomik bakımdan nasıl değerlendirildiği ise önemsizdir.[16]
Görüldüğü üzere Schmitt’te siyasal olanın gerçekleşebilmesi için, mutlak surette bir ötekinin var olması şarttır. Bu öteki ile anlaşabilmenin zeminini bulmakta neredeyse imkansızdır. Çünkü Schmity’e göre, tüm insanların dost olduğunu söylemek, yalandan başka bir şey değildir: “Kim insanlıktan söz ediyorsa kandırmak istiyordur.”[17] İnsanlık olduğu sürece siyasal olanın zorunluluğu her zaman dost düşman ilişkisine dayanmak zorundadır. İnsanın siyasal bir varlık olarak kabul görmesi, böylelikle dost-düşman ilişkisi bağlamında anlaşılabilir bir konum almıştır. Siyasal olanın zorunlu ölçütü böylelikle şekillenmiştir ve siyasetin tıpkı bir kader gibi insan varoluşuna sirayet ettiği açıktır.
SONUÇ
Carl Schmitt Siyasal kavramı adlı eserinde kitabı için “siyasal kavramının doğasının tartışıldığı kitap” olarak bahsetmektedir. Schmitt için öncelikle siyasetin ne olduğu belirlenmelidir. Bunun için ise işe siyaset ve devletin ayrımlarının yapılması gerekmektedir. Schmitt için siyaset, devletten gücünü alan bir konumda değildir. Hatta devletin olmadığı yerde bile siyasetin olacağını söylemektedir. Dolayısıyla Schmitt için devlet sadece tarihsel bir öneme sahiptir, oysa siyaset olgusaldır. Günün birinde devletin bir şekilde yıkılabileceğini ancak siyasal yapının başka bir şeye dönüşerek devam edebileceğini belirmektedir Schimitt. Schmitt’e göre insanlar var oldukça siyasette var olacaktır. Çünkü insanların örgütlenmeden yaşamaları mümkün değildir. Dolayısıyla insanların örgütlenerek bir siyasal yapı oluşturmaları zorunlu görünmektedir. Fakat bütün bunların yanında Schmitt devletin siyaseti içerebileceğini düşünmektedir. Siyasetin doğasında güç olgusu olduğunu dile getiren Schmitt, devlet yapılanmasının bu gücü görünür kıldığını söylemektedir.
Bu değerlendirmelerinden sonra Schmitt, bir ilişkinin siyaset içerip içermediğinin nasıl anlaşılabileceği üzerine durmaktadır. Schmitt’e göre bir ilişkinin siyaset içerip içermediğinin kıstası dost – düşman ilişkisidir. Bu durumun siyasal kavramının ne demek olduğunu belirginleştiren en önemli durum olduğunu söylemektedir. Bu durumun siyasetle ilgilenen kişinin dost-düşman ayrımını yapabilme yeteneğinde olmasını gerektirmektedir. Özellikle bu durumu bir yetenek olarak gören Schmitt’e göre, bu durumun üstesinden gelemeyen devletlerin ise siyasal olma özelliklerini yitirdiğini söylemektedir. Schmitt için burada bahsi edilen düşmanın gerçek bir tehdit olması gerekmediği açıklaması önemlidir. Bu düşman durumu siyasal oluşum olarak beliren toplumsal örgütlenmelerin birlikte hareket edebilme ve kenetlenebilme durumlarını etkin kıldığı için, söz konusu bir düşman yoksa bile bir düşman varmış gibi davranılabilmesi gerektiğini düşünmektedir Schmitt.
Schmitt’in bahsini ettiği dost-düşman ayrımı ebedi bir düşmanın ve ebedi bir dostluğun olmasını zorunlu kılmaz. Bizzat düşmansız olarak varlık göstermenin siyasal oluşumlar için neredeyse imkansız olduğunu, dolayısıyla her savaşın ve barışın bu düzlemde bir karşılık bularak sonlandırıldığını dile getirmektedir Schmitt. Burada beliren düşman ifadesi asla kişisel bir düşmandan bahsetmemektedir. Bu tamamen kamusal bir düşmandır. Kişisel bir nefret olarak algılanmamalıdır. Hasım olarak beliren kişiye bireysel anlamda bir diz çöktürme düşüncesi de yersiz bir düşüncedir. Burada önemli olan belirlenmiş olan hasımı topyekün dışlamayı başarmaktır. Ona topyekün diz çöktürmektir. Schmitt siyasetin asıl hedeflerinden birisinin de bu durumu sağlamak olması gerektiğine inanmaktadır. Bu duruma örnek olarak Weimar cumhuriyetini örnek veren Schmitt, Weimar cumhuriyetinin siyasal eksikliğine neden olan bu dost- düşman ayrımını görememiş olması olduğunu belirtmektedir. Schmitt, belirlenmiş olan düşmanın ortadan kaldırılması gerektiği düşüncesini onaylamamaktadır. Ona göre düşman siyaset gereği elenmesi gereken bir unsurdur ve bundan geri kalan da bizzat kendisi elenmeye hazır olmalıdır. Bu durumda düşmanı tam anlamıyla ortadan kaldırmak yerine düşmanla anlaşma yapmanın daha hayırlı olacağını ifade etmek demektir.
Sonuç olarak Schmitt siyasal kavramının devlet kavramından daha öncelikli ve önemli konum arz ettiğini dile getirmektedir. Önemini ise dost-düşman ayrımında görebilmekteyiz. Yaşamın zorunlu bir ilişkisi olarak görebileceğimiz bu ayrım, siyasal kavramının devlete karşı olan öncelikli temelini bizlere sunmaktadır.
[1] https://www.etimolojiturkce.com/kelime/siyaset
[2] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.49
[3] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.49
[4] Carl Schimitt, Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.50
[5] Carl Schimitt, Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.50
[6] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.57
[7] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.57
[8] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.57
[9] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.57-58
[10] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.58
[11] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.59
[12] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.59
[13] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.65
[14] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.65
[15] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.65
[16] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.65
[17] Carl Schimitt. Siyasal Kavramı (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s.75