Cumhuriyet’in kuruluşundan bir süre sonra edebiyatımız öncekinden oldukça farklı bir değişim göstermiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında dünyadaki faşist düzenin yıkılmasının ve yeni ideolojilerin ortaya çıkmasının bu değişime etkisi olmuştur. Böylece Türk Edebiyatı büyük bir değişimin içerisine girmiş, ideolojik yazıların sayısı dikkati çekecek ölçüde artmıştır. Yurt içi ve dışında değişen siyasi ortamdan etkilenen yazarlar, şairler ve bilimsel kişiler edebiyatımıza yeni bir yön vermişler; önceki yılların belirli kalıplarının, daha doğrusu zengin ve elit tabakanın yaşantısının dışına çıkarak, toplumsal konular üzerine eğilmeye başlamışlardır. Olaylar, özellikle İstanbul’daki saray, köşk ve yalı yaşantısından, tarihi kahramanlardan sıyrılarak bir anda köylerde, gecekondularda yaşayanlara, kısaca gerçekçiliğe yönelmiştir. Zengin ve refah içerisinde yaşayan insanlar bir yana bırakılarak; ezilen, namuslu, dürüst, itilip kakılan, yaşam mücadelesi veren, ay sonunu zor getiren insanların yaşamlarını konu alan edebi eserlere ağırlık verilmiştir. Köy Enstitülerinin ortaya çıkmasının toplumsal edebiyatımızın gelişimine büyük katkısı olduğu da unutulmamalıdır.
Bu yeni dönemde roman, hikâye ve şiir başta olmak üzere yazılan eserlerin çoğunda, o zamana kadar üzerinde durulmayan temalar işlenmeye başlamıştır. Zenginlerin yerine, dar gelirliler ve yaşam mücadelesi veren insanlar roman ve hikâye kahramanları olarak öne çıkarılmıştır. Sosyal ağırlıklı bu tür yazılar, o günlere göre oldukça yeni bir hareketin başlangıcına işaret etmiştir. Alışılmamış bu yazım türü başlangıçta yadırganmış, kısa sürede toplumu etkilemiş ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali’nin ardından ezilenden, emekçiden yana yeni yazarlar ortaya çıkmıştır. Böyle olunca da toplumun bazı kesimlerinin görüşlerinde gözle görünür değişimler olmuştur.
Bu durum Türk Edebiyatı için büyük bir yenilikti. Bu yeni edebi akım, bazı dergi ve gazetelerin desteğini alırken, tepkileri de beraberinde getirmiştir. Gerçeklerin yazılması toprak ağaları başta olmak üzere sömürü düzeninin temsilcilerinin işine gelmemiş, insanların uyanmasını önlemeye çalışmışlardır. Toprak ağalarının baskısına oy uğruna boyun eğen yönetimler; değerli yazarların yetiştiği Köy Enstitülerini kapatarak toplumun aydınlanmasına büyük darbe vurmuşlardır. Bu darbenin uzantıları günümüze kadar gelmiştir. Onların dışında yetişen yazarlar düşüncelerinden ötürü baskı altına alınmaya çalışılmış, bazıları eserlerini cezaevlerinde yazmak zorunda kalmışlardır. Önceki yazılarımda değindiğim yazar ve şairlerden Nazım Hikmet uzun süreli cezaevi yaşamından sonra Rusya’ya kaçma olanağını bulmuş, Sabahattin Ali ise Bulgaristan’a kaçarken şaibeli bir şekilde öldürülmüştür. Ne gariptir ki; bir zamanlar okunması bile yasak olan bu yazarların, bugün sadece Türkiye’de değil, dünya edebiyatında da önemli yerleri vardır.
Romanlarında, hikâyelerinde, şiirlerinde ve düz yazılarında emekçilerin dramlarını, aşklarını yansıtan bu yazarlardan Orhan Kemal, Sait Faik, Orhan Veli, Kemal Tahir ve diğerlerinin edebiyatımızda kendine özgü yerleri vardır. Cumhuriyetin ikinci yarısında, gerçekçiliği ve toplumsal olayları konu alan yeni yazarların ortaya çıkması edebiyatımızı daha da renklendirmiştir. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Faik Baysal, Tarık Buğra, Tarık Dursun K, Talip Apaydın, Necati Cumalı, Kemal Bekir, Melih Cevdet Anday, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Oğuz Atay, Çetin Altan aydınlanma felsefesini öne çıkaran yazarların başında gelmektedir.
Cumhuriyet öncesinden, daha doğrusu Tanzimat’tan gelen edebiyatımız bir anda yıkılmış, yerini daha gerçekçi ve toplumsal bir edebiyat almıştır. Bu yeni akım ile edebiyatımız; nesirde eskinin ağdalı dilinden, şiirde aruzdan kurtarılmış, toplumun anlayacağı yalın bir dile dönülmüştür. Nazım tekniği, ölçü (vezin), kafiye anlayışı, şekilleri; daha doğrusu belirli kalıplar bırakılmış, onların yerini daha anlaşılır, daha özgün bir dil almıştır. Kısacası edebiyatta yeni bir dünya görüşü ortaya konulmuştur. Bu arada özgür düşüncenin bireysel çıkışlarına yer verilmiştir. Yeni edebiyat akımında eski edebiyatımızda sıkça görülen yakarışlar, kişilere, inançlara övgüler, çıkar sağlamak için yazılan methiyeler bir yana itilmiştir. Tevfik Fikret’in, Sami Paşazade Sezai’nin, Cenap Şahabettin’in, Ömer Seyfettin’in, Halit Ziya Uşaklıgil’in, Mehmet Rauf’un, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bir dönemi etkileyen eserlerinden bütünüyle ayrılarak yeni bir edebiyat anlayışı ortaya konulmuştur.
Türkiye’de yayınlanan ilk romanlardan sonra yüz yılı aşkın bir süre geçmiştir. Yüzyılın başlarındaki romanlarda, Halit Ziya Uşaklıgil’in insanı ve toplumu anlatan eserlerinde, özellikle Aşk-ı Memnu’da olduğu gibi, İstanbul’un belirli semtlerinde yaşayan varlıklı toplumdan söz edilmiştir. Bu romanlarda erkek kadın eşitsizliği, toplum baskısından sıyrılamamış aşklar ve aileler dile getirilmiş, toplumun ayrıntısına kadar inen bilim ve felsefe içeren eserler yazılmıştır. Bunlardan bazıları günümüzde de güncelliğini korumaktadır.
XX. yüzyılın başlarında Resimli Ay, Varlık, Aydede, Dergâh, Küçük Mecmua, Mihrap, Türk Dili, Kültür Haftası, Ağaç, Çınaraltı, Diriliş, Yaprak, Mavi, Yeni Dergi, Ülkü, Şadırvan gibi edebiyat dergileri, toplumsal yazım ekolünü benimseyen yazarlara, yazılarını yayınlama olanağı sağlamıştır. Gelişmemiş köy yaşantısını gerçekçi bir anlatımla ilk defa Mahmut Makal “Bizim Köy” isimli kitabında, 1959’da ortaya koymuş ve roman beklenmedik ilgi çekmiş, bildiğim kadarıyla kitabı 13 baskı yapmıştır.
İnsan ve toplumun gerçek yüzü abartıya kaçmadan anlatılmıştır. Bu yapılırken de edebiyatın biçim sorunu da bir dereceye kadar çözümlenmiştir. Kültürel değişim, maddi zorluklar, içgüdüler, inançlar ve töreler üzerinde de durularak aydınlatıcı bir yol izlenmiştir. Nitekim Köy Enstitülerinden yetişmiş birçok yazar 1950’li yıllardan sonra ustalıklı yazılarıyla köyün gerçeklerini, sömürülenleri, sömürenleri en açık şekilde dile getirmişlerdir. Mahmut Makal öncesinde üzerinde hiç durulmayan köy gerçeğini ilk kez ortaya çıkarmıştır. Edebiyatımızda roman, hikâye ve şiirin yanı sıra tiyatro eserlerinde büyük bir aydınlanma yaşanmıştır. Selahattin Batu, Cevat Fehmi Başkut, Haldun Taner, Ahmet Muhip Dranas, Halit Fahri Ozansoy gibi yazarlar bu yönde aydınlanmanın yolunu açmışlardır.
Türkiye’de yeni edebiyat ve güzel sanatların öncülüğünü yapan yazarlar, şairler ve sanatçılar ülke gerçeklerini, toplum sorunlarını dile getirmeye özen göstermişlerdir. Bu dönemde yazılan eserlerin kahramanlarını, düşünen, yaşam savaşı veren, geçimini sağlamaya çalışan, sevinçleri ve acıları olan halktan kişiler oluşturmuştur. Bu yeni kahramanlar, kendilerinden önceki edebi tiplerden farklı, içimizden birileri olarak karşımıza çıkmıştır. Kısacası yeni edebiyat akımında, bireyler, insan olarak karşımıza çıkarak anlam kazanmışlardır.