Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığı yapanlar, bunun için Milli Mücadeleye birlikte başladıkları arkadaşlarını kullanmaya çalışırlar. Mustafa Kemal’in Milli Mücadeleye birlikte başladığı pek çok kişi, süreç içinde bir iktidar mücadelesine girildiği için tasfiye olmuşlardır. Bu kişilerin tasfiye olmasında kimi zaman kendi hataları, kimi zamanda Mustafa Kemal Atatürk ve onunla birlikte yürüyenlerin hataları olabilir. Bu durumu objektif bir şekilde değerlendirme yapmak yerine, -ister Mustafa Kemal Atatürk olsun ister tasfiye olan diğer kişiler olsun- sevmediğini ya da ideolojik olarak düşman bildiğini kötülemek ve bunu tarihçi olarak yapmak en büyük yanlış olduğu düşüncesindeyim.
Son yıllarda günümüz Hürriyet ve İtilafçıları yoğun bir şekilde Kazım Karabekir hayranı oldular. Nedeni Atatürk düşmanlığı. Amaçları Kazım Karabekir’e zaman zaman yapılan haksızlıkları ortaya çıkarıp hakkını teslim etmek olmayıp, Kazım Karabekir üzerinden Mustafa Kemal’e saldırmak olduğu yazılanlardan kolayca anlaşılıyor.
Ben Kazım Karabekir Paşa’yı objektif noktadan değerlendirmeye almak istiyorum. Uğradığı haksızlıkları dile getirirken yapmış olduğu hataları ve Osmanlı Paşalarında var olan kibirli davranış biçimini de ortaya koymak istiyorum.
Birinci kibirli ve tek yanlı beyan; “İstiklal Harbi yapmak fikrini ilk önce ortaya koyan ben idim.”(1) Doğrumudur? Yanlıştır. Bu fikir pek çok kişide zaten vardır. Örneğin Enver Paşa, 1. Dünya savaşının sonuna doğru özellikle Filistin ve Irak cephelerindeki yenilgiler üzerine Anadolu’nun doğu bölgelerinde toplanan orduların, galip devletlerin kötü koşullarda barış anlaşması yapmaya zorlamaları ve Padişahın bu anlaşmayı onaylaması durumunda Anadolu’nun işgal edeceğini düşünüp, işgale karşı direniş merkezleri kurulmasını düşünmüş ve bu konuda çalışmalar yapmıştı.
“1918’de İttihatçılar, direniş iradesini oluşturmaya başlamışlardı. Bu konuda Enver Paşa, Hüsamettin Ertük’e şunları söylüyor: ’Erzurum ve Kafkasya’daki kıtalarımızın dağıtılmaması, silah ve cephanelerinin teslim edilmemesi ve Ahmet İzzet Paşa’dan gelecek emirlere itaat edilmemesi için gerek amcam Halil Paşa’ya, gerek kardeşim Fahri Ferik Nuri Paşa’ya ve gerekse Çerkez Yusuf İzzet Paşa’ya lazım gelen talimatlar verilmiştir.”(2)
Bu önemlidir. İttihat ve Terakkici ve Teşkilatı Mahsusacı yapılar 1. Dünya Savaşında Osmanlının yenilmesi üzerine Anadolu’nun işgalini öngörmüş ve bu işgale karşı çareler düşünmüşlerdir. Kazım Karabekir’in komutanı olduğu kolordu neden Erzurum’dadır? Neden yıpranmamış vaziyettedir? Teşkilatı Mahsusacı pek çok fedai Anadolu’da piknik mi yapmaktadır? “İstiklal Harbi yapmak fikrini ilk ortaya atanlardan birisi de bendim” Her yönüyle daha doğru bir yaklaşım değil midir?
Yine Emekli General Veysel Ünüvar’ın “Kurtuluş Savaşında Bolşeviklerle Sekiz Ay” adlı kitabında, Milli Mücadele öncesi Anadolu’ya askerler için yiyecek stoku yapıldığını belirtiyor.
“1. Dünya savaşında Osmanlı devleti yenilmişti. Fakat ulus yenilgiyi kabullenmiyordu. Özellikle Doğu Anadolu, savaşı kazanların adaletsiz karar ve uygulamalarına karşı isyan ve feveran halindeydi. Bunu sezmiş olan Dokuzuncu Ordu Komutanı, merhum Yakup Şevki Paşa, direnişin eksik olan donanımını yurda taşıyıncaya kadar ateşkes şartlarına direndi. Doğudaki ordunun yaklaşık olarak iki senelik yiyecek ihtiyacıyla birlikte, göç etmek zorunda kalanlara yardım imkânlarını da hazırladı.”(3) Yakup Şevki Paşa’nın yapmış olduğu önemli çalışmalar ve askerin disiplinli olarak görev yapmasını sağlaması sonucu, İstanbul Hükümeti tarafından alınan Yakup Şevki Paşa yerine atanan Kazım Karabekir Paşa’nın pek çok şeyi hazır bulduğunu da unutmamak gerekir.
“Kazım Karabekir Erzurum’a gelmeden önce de ordudaki bazı kumandanlar savunmaya yönelik önlemler almış, sivillerle birlikte güç birlikteliği kurmuşlardı”(4)
Mustafa Kemal’de Fransızların İskenderun’a asker çıkarmasını engellerken, Antep ve çevresindeki halka depolardaki silahları dağıtıyordu. Mustafa Kemal karşıtı, Yalçın Küçük’ün dediği gibi, Mustafa Kemal emperyalistlere silahları teslim etmiyordu.(5) Çünkü Mustafa Kemal, daha o zamandan Milli Mücadele fikrini kurgulamış, koşullarını oluşturma amacıyla İstanbul’a dönmüştü. Elbette ki, Milli Mücadelenin sadece lafla olmayacağı ve askeri güç gerektireceğinin farkındaydı. Bunun için silah çok önemliydi.
“Genellikle unutulan ve göz önünde tutulması gereken iki önemli olay vardır. İstanbul’dan verilmiş çok açık ve kesin emre karşın Mustafa Kemal, Fransızların ‘Suriye’deki ordularının iaşesi için İskenderun’u işgallerine engel olmuş ve Türkiye’nin Suriye’deki bu şehrine girecek Fransızların bir daha çıkamayacaklarını’ söylemişti. Bu görüşünde çok haklı idi… İkinci olay da, İstanbul’a gitmek üzere kumandayı bırakmadan önce Antep ve öteki güney illerinde halka silah dağıtmış olmasıydı. Sonra göreceğimiz gibi bu olay, yeniden canlanmayı bekleyen Türkiye’nin silahlanma başlangıcı olmuştur.”(6) (7)
“Mütarekenin imzalanmasından hemen sonra Adana’ya gelmiş olduğunu belirttiğimiz Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin baskısı üzerine, bir bakıma ordusuz bir kumandan vaziyetine düşürülmüştü. O, Birinci Dünya Savaşının son günlerinde, Suriye’den ayrılırken Halep’te bir savunma hattı kurmuş, 27 Ekim 1918’de, gelmiş olduğu Kilis’te halkın düşmana karşı koymak gayesiyle müfrezeler kurduğunu görünce, kurtuluş yolundaki düşünceleri kuvvet kazanmıştı.Konu edildiği Mevlevi Tekkesinde halk ve Kilis ileri gelenleriyle sohbeti sırasında; ‘Savaşın henüz bitmediğini, asıl bundan sonra Kurutuluş Savaşının başlayacağını ve ona göre hazırlanmaları gerektiğini’ söylemiştir. İstanbul’dan memleketi Antep’e gelirken karşılaştığı, tanınmış bir aileden gelen ve ailesiyle şehirden göçmeyi düşündüğünü söyleyen, eski milletvekili Ali Cenani Beye; ‘ Kaçmak yerine savaşmanın daha onurlu olacağı’ görüşünü belirten Mustafa Kemal Paşa, bu konuda cesur ve önemli bir adım atarak, Ali Cenani Beye 4000 silah vermiş, bunların Antep ve köylerine dağıtılmasını sağlamıştır.”(8)
İttihat ve Terakkinin ünlü Maliye Nazırı Cavid Bey’de 1. Dünya savaşında dahi İtilaf devletleri ile görüşmeler yaparken, Anadolu’nun Milli Mücadelesiz olarak teslim olmayacağını belirtiyordu. “Busönö, Fransa vasıtasıyla diğer itilaf devletleriyle barış antlaşması yapılabileceğini ve karşılığında Türkiye’nin toprak bütünlüğünü teminat altına alabileceğini belirtir. Ancak Almanya ile bağlılıklarını vurgulayan Cavit Bey, münferit bir barışın olmayacağını, hem bunun da pek güvenilir olmadığını yaşanılan tecrübelerden anladıklarını ileriye sürer. Dolayısıyla her şeyi göze alıp savaşa girildiğini, İstanbul kaybedilse bile Anadolu’da mücadeleye devam edileceğini ilave eder.”(9)
Yusuf Hikmet Bayur’un “Türk İnkılâbı Tarihi” isimli 4 ciltlik kitabında bu konuda ele alınmış ve Yusuf Hikmet Bayur kitabında, Cavit Beyin bu öngörülerinin Milli Mücadele sırasında aynı şekilde gerçekleştiğini belirterek, bu hazırlıkların yani Anadolu’daki siyasi ve askeri hazırlıkların daha önceye dayandığını söylemiştir. Gerçekten de yukarıda alıntısını aldığımız konuşmanın tarihi 1915 yılıdır.
Zaten belli bir eğitimi almış, yaşanılan olumsuzlukları görüp, ülkesini kurtarmayı düşünmeyenler, işbirlikçi ve çıkarcıdır. Her yurtsever zaman zaman umutsuzluğa düşse bile, son tahlilde mücadeleyi savunur. İsmet İnönü’de bazı zamanlar umutsuzluğa düşse bile Milli Mücadeleyi düşünen askerlerden biriydi. Anılarında, “Bir büyük imparatorluğun çökmekte bulunduğu kaygısı ve memleketi kurtarma ödevinde olduğumuz düşüncesi, bizim gençlik yıllarımızın en unutulmaz hatırasıdır.”(10)demektedir.
Diğer yandan Kazım Karabekir çok yönlü bir kişidir. “Karabekir Paşa büyük bir asker olduğu kadar büyük bir eğitimcidir de. Onun eğitimci yönünü belirtmeden geçmek haksızlık olur. Milli Mücadele başlarında Doğu Anadolu’da anne ve babalarını savaşlarda ve çeşitli saldırılarda kaybederek öksüz ve yetim kalan çocuklar için bulunduğu bölgede yatılı okullar açmıştır. Anasınıfı öğrencisi yaşında olanlardan başlayarak daha büyük yaşlara kadar hemen hemen her kademede okullar açan Karabekir 4000’den fazla çocuğun eğitilmesi ve sanat sahibi olmasını sağlamıştır. Karabekir Paşa’nın yaptığı sadece bu okulların açılmasına öncülük etmek değildir. O yetim yavruları için açtığı okulların eğitim programlarını bizzat kendisi yapmış ve bu çocuklara kendisi de öğretmenlik yapmıştır. Bu okullar için yurt dışından o şartlar altında gerekli gördüğü malzemeleri bile getirtmeyi başarmıştır.” (11) Tabi ki bu çalışmaları, Sovyet Rusya’dan yardım olarak gelen altınların önemli bir kısmına el koyarak yapmıştır. O günün koşullarında Mustafa Kemal bu durumdan hoşlanmasa da ses çıkarmamış ya da çıkaramamıştır.
Kazım Karabekir Paşa, kibirli olduğu kadar da alıngan bir kişidir. Daha Sivas Kongresinden çok az bir zaman geçmiş olmasına karşın, Mustafa Kemal’i tek başına hareket etmekle suçlamış, Damat Ferit’in Padişahla görüşülmesini engellediği için Anadolu’nun İstanbul’la telgraf hatlarının kesilmesinde kendi fikrinin sorulmaması nedeniyle tepki vermiştir. Aslında İstanbul ile köprüleri atmamış bir kişi olarak, Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye’ye karşı oluşan Trabzon ve Erzurum’daki muhalefetin genişlemesine de neden olmuştur. Padişah bildirisini Erzurum’da yayınlatarak, Trabzon ve Erzurum halkının haberi olmasını da sağlayarak Milli Mücadeleye açıkça ihanet etmiştir. “Mustafa Kemal’i Saraydan ve hükümetten gelen bozguncu etkilere karşı halkı ve orduyu korumak amacıyla İstanbul’la olan tüm haberleşme bağlantısı denetim altına alındığı halde, en bozguncu padişah bildirisini, ‘Yüce padişahımızın kendi ulusuna yayınladıkları kutlu bildirinin hemen memurlara ve halka ulaştırılması gereklidir’ diye bu yasağı dinlememesi ve bildirinin halkta işbirlikçi hükümete karşı bir tepki yaratacağını umması öfkeye sürüklemiştir.”(12) Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa’nın aşırı kibirli olduğunu bildiği için, alttan almış ve Rauf Orbay’ın yanında uzun bir telgraf yazmış ve Karabekir’in gönlünü almıştır. (13) Önlem olarak Teşkilatı Mahsusacı Yarbay (Deli) Halit Beyi el atında tutmuş ve gerektiğinde hareket etmesi için görevlendirmiştir. Çünkü İstanbul ile ilişkisini hiç kesmeyen Kazım Karabekir, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf (Orbay) Beyle İstanbul’dan ayrılmadan önce her konuda anlaşmalarına karşın, tutarsız davranışlar içinde bulunuyor ve Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kıskançlık krizlerine giriyordu.
Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e her zaman değerli bir silah arkadaşı olarak kabul etmiş, aralarındaki anlaşmazlıkları büyütmemeye çalışmıştır.
“Zira bilhassa Kazım Karabekir Paşa ile aralarının hafif tertip de olsa açık olduğunu vehmederek endişeye düşenlerin aldandıklarını kendilerine de anlatmak maksadıyla, Mustafa Kemal Paşa, hemen geldiği gün, Kazım Karabekir Paşayı kucaklayarak, ertesi günü de birlikte Bursa’ya götürüp yanından ayırmamış ve aynı zamanda naşiri efkarı olan (Hakimiyeti Milliye) gazetesine de, Karabekir Paşa hakkında aynen şunları yazdırmıştı:
‘En müşkül bir devrimizde silahsız, tırnaklarımızla mübarezede bulunduğumuz bir zamanda, Ermeni Taşnakları bizi arkamızdan hançerlemek isterlerken, Türkün bu büyük evladı, bu şeni suikastı yalnız şöylece bertaraf etmekle kalmayarak, bize uzun senelerin hicranını taşıyan bir vatan parçasını da getirdi. Onun içindir ki, bütün Türkiye halkının kalbinde bu kadar sevimli ve büyük yeri olan Kazım Karabekir Paşayı şimdi aramızda görmekle duyduğumuz sevincin hududu yoktur.
Kazım Karabekir Paşa Hazretleri, düşmanı ezdikten ve onu bir daha başkaldırmayacak hale soktuktan sonra çekilmedi ve bütün vücudunu ve dimağını, harap, viran ve felaketzede yerlerimizin imarına, itilasına hasretti. Şark zaferinden sonra Kazım Karabekir Paşa, oraların babası, hocası, mürşidi oldu. Bu sebeple Kazım Karabekir Paşa Hazretleri yalnız yüksek ve kıymetli bir kumandanımız olarak değil, memleketin asıl selametini düşünen ve buna kendini vakfeden bir recülümüz olarak selamlarız.” (14)
Yine 1936 yılında Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayında yapılan Milletlerarası Tarih ve Dil Kongresi’ne Karabekir’i davet etmiş, bunun üzerine kongreye gelen Karabekir, Ali Fuat Paşa’ya göre; hem daveti ve ortamı samimi bulmadığından, hem de salona girdiğinde Mustafa Kemal’in kendisini sadece başıyla selamlamasından ve Mustafa Kemal’e gösterilen aşırı ilgiden rahatsız olduğu için kongreyi erken terk etmiş ve Mustafa Kemal ile barışamamıştır.(15)
Mazhar Müfit Bey, Kazım Karabekir’in Erzurum kongresini ben hazırladım demesinin doğru olmadığını, 3 Temmuz 1919 tarihinde Mustafa Kemal Erzurum’a geldiğinde herhangi bir hazırlık olmadığını bu yüzden 13 gün gecikmeyle Kongrenin yapılabildiğini söylemektedir. Mazhar Müfit (Kansu) Bey, bunda Kazım Karabekir’in iki türlü hareket ettiğini, Kongre başarılı olursa “ben yaptım”, başarısız olursa “ben kumandan olduğum için karışmadım” demek için böyle hareket ettiğini söylemektedir. Gerçekten de Karabekir kongrenin koruyucu kumandanı olmuş ama kongreye katılmamıştır. Aynı zamanda Karabekir, İstanbul hükümeti ve Padişah’la arasını da bozmak istememektedir. Nitekim Mustafa Kemal’in 3. Ordu Müfettişliği ve askerlikten istifa etmesinden sonra 3. Ordu Müfettişliğine Kazım Karabekir atanmıştır. Bu durumu Karabekir’de örtülü olarak kabul etmektedir. Kongrenin geç açılma gerekçesi olarak da üyelerin tam toplanamamasını göstermektedir. “Henüz İstanbul hükümetine cephe alacak zaman olmadığı için bu şekilde davranmak doğru da olmazdı. Bunun için komutan olarak aranızda yer almam uygun değildir dedim ve ekledim; Ancak Mustafa Kemal Paşa askerlikten istifa etmiş olduğu için onun açısından bu sakıncalar geçerli değildir.”(16)
Kazım Karabekir’in Nutuk’a verdiği cevaplardan Sivas Kongresini de Kazım Karabekir’in yaptığını öğreniyoruz(!)
“SİVAS KONGRESİ
Bu kongrenin aktini ne Sivas askeri ve mülki makamları ve ne de Erzurum Kongresi azaları hoş görüyorlardı. Bu hususta karar, benim reyime kalmıştı. Daha önceden buna karar vermiş ve azaları da kısmen gelmiş bulunduğundan ve siyasi ve askeri planlarımıza sadakat orada da teyid edileceği M. Kemal Paşa tarafından söz verildiğinden, ben de muvafık bularak icap edenlere tesirle ve bizzat Sivas’ta da muhafaza tertibatı alarak Sivas Kongresinin açılmasını temin ettim.”(17)
Kazım Karabekir Paşa, Milli Mücadele sırasında emrinde kolordu olmasından kaynaklı güçle kendini olduğundan büyük görerek, yapmış olduğu anlamlı çalışmaların da itibarını düşürmüştür. İstanbul hükümetlerinin emirlerini dinlememekle birlikte, İstanbul Hükümetlerine net olarak karşı çıkmadığı için azledilmeyen ve hakkında ölüm cezası verilmeyen Milli Mücadele tarafındaki tek paşa unvanını taşıyan Kazım Karabekir’i, her şeyi ben bilirim duygusundan dolayı İstanbul hükümetleri bile İstanbul’da olduğu zamanlar dahi bakanlar kurulunda veya devletin üst kademelerinde değerlendirmeyi düşünmemişlerdir. “Nutuk ve Karabekir’den cevaplar” kitabında, Nutuktan bir pasaj alıp, cevap başlıklı bölümlerde “bunu ben yaptırmıştım… ben alıkoymuştum… bunu ben teklif etmiştim” gibi sürekli ben demekten sıkılmamaktadır. Daha kötüsü de, Mustafa Kemal’i “sadece ben diyor” diye eleştirmesidir.
“Ya istiklal Ya ölüm” karakol cemiyetinin sloganıdır. Karakol cemiyetinin başkanı Kara Vasıf Bey kullanmıştır bu sloganı. Belgelerde mevcuttur. Daha sonra Mustafa Kemal’de kullanmıştır bu sloganı. Kazım Karabekir kendisinin olduğunu iddia eder. Hiçbir belge yoktur. Sadece Kazım Karabekir öyle demektedir.
31 Mart ayaklanmasının bastırılmasında Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir “Hareket Ordusu”nda beraberdirler. Kolağası Mustafa Kemal, Hüseyin Hüsnü Paşanın komuta ettiği Redif Fırkasının kurmay başkanı iken, Kolağası Kazım Karabekir de Mürettep ikinci Fırka komutanı Şevket Turgut Paşanın kurmay başkanıdır.
Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’i kıskanmaktadır. Karabekir’e göre doğuda kendisi milli hükümet kurabilecekken, Mustafa Kemal’in İstanbul’da padişah hükümetinde görev alıp, değerli arkadaşlarını da etrafında toplama endişesi nedeniyle şahsından fedakârlık yaparak Mustafa Kemal’i doğuya davet edip milli hareketin başına geçmesini teklif ettiğini söylemektedir.(18) Gerçeğin öyle olmadığı kendisi tarafından da bilinmektedir. Kazım Karabekir çok istemesine karşın Milli Mücadelenin lideri olma olasılığı yoktur. Anadolu’da pek çok ittihatçı vardır. Hatta kurulan Müdafai Hukuk cemiyetlerinin 179 tanesinin 164’ü İttihatçı kadrolar tarafından kurulmuştur.(19) İttihatçıların önde gelen üç adamından biri olan Talat Paşa Mustafa Kemal’i desteklemektedir. Bu konuda, Kara Kemal ve Kara Vasıf Bey’e açıkça talimat vermiştir.(20) Kazım Karabekir gündem de bile yoktur. Biraz da kendini övme takıntısı nedeniyle sevilmemektedir. Kazım Karabekir’i en fazla ciddiye alan adam Mustafa Kemal’dir. Belki de bu nedenle hemen hemen her konuda Mustafa Kemal’i suçlamaktadır. Örneğin Mustafa Kemal’i Bolşevik olmakla suçlayan Kazım Karabekir’in 1920 yılında moda olmaya yüz tutmuş olan Bolşeviklikten kendisi de etkilenmiştir. Doğan Avcıoğlu Karabekir’in tavrını şöyle anlatıyor:
“Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa ise, Bolşevik ordularda yok diye, kendi birliklerindeki subayların rütbe işaretlerini söktürür ve Genelkurmay Başkanı İsmet İnönü’den sert bir uyarı alır.”(21) Kazım Karabekir anılarında firarları önlemek için 11. Tümenin rütbelerini söktüğünü görünce hepsinin rütbesini söktürdüm diyerek bu iddiayı doğrulamaktadır. Yine Operatör Doktor Emin Erkul’un Milli Mücadele anılarında, Kazım Karabekir Paşanın, Sovyet Rusya ile temasa geçilen ilk zamanlarda, emrindeki subaylara bir konferans vererek; “Ruslar Bolşevik namı altında Müslümanlaşıyorlar” dediğini ve orada bulunan subayların bu safiyane yaklaşımdan dolayı, Kazım Karabekir Paşayı eleştirdiklerini belirtiyor.(22) Yine kurmaylarıyla yaptığı toplantı sonrası 13 Nisan 1920 tarihli telgrafta Mustafa Kemal Paşa’ya Bolşevizm’in İslam’a en uygun sistem olduğunu söylemektedir. “Bolşeviklerle nihayete kadar beraberiz… Çünkü Kuranı Kerim fukaraya, ameleye ve sai-i gayrete müteallik ve bizce malum olabilen ne kadar Bolşevik prensipleri varsa hep ihtiva ediyor. Ondan dolayı da Müslümanlar Bolşevikliği ve munis kabul ve telakki etmektedir.”(23)
Her şeyi kendisinin önerdiğini ve Mustafa Kemal’in yanlışlıklarını kendisinin düzelttiğini söyleyen Karabekir, Amasya’da Mustafa Kemal’in Bolşevikliği kabul ettiğini, İngilizlerin yeni Türkiye’nin Bolşevik olmasını istediğini ve böylece Rusya ile İngilizlerin Anadolu’yu paylaşacaklarını söylemektedir. Mustafa Kemal hiçbir zaman Bolşevik olmayı düşünmemiştir. Emperyalist devletlere karşı, antiemperyalist Sovyetler Birliği ile dirsek teması kadar doğal ne olabilir? Bir başka konu, emperyalist İngilizler, Türkiye’nin Sovyetlerin güdümünde sosyalist bile değil, Bolşevik yani Sovyetlere bağlı olmasını nasıl isteyebilirler? Bunlar, maddi ve bilimsel dayanaktan yoksun iddialardır.
Kazım Karabekir, Bolşevik değildir. Mustafa Kemal Bolşevik değildir. İkisi de Bolşevik olmaya çalışmamıştır. Günün koşullarına göre emperyalist devletlere karşı Sovyetleri yanlarına almaya ve Sovyetler Birliğinden yardım alınması gerektiğinin bilincindeydiler. Kazım Karabekir’in suçlamaları anlamsızdır.
“Kendilerine planımı söylüyordum:
İlkönce Bolşeviklerle dostluk kurar, böylece Doğu harekâtını yapar, ondan sonra Batı’ya döneriz ve mutlaka başarılı oluruz.
Mustafa Kemal Paşanın korktuğu şey ise şuydu:
İtilaf devletlerine Amerika gibi güçlü bir devlet eklenir de bütün ülkemizi işgal edip bizi daha ağır bir barış antlaşmasını imzalamaya mecbur bırakırlarsa ne yapardık?”(24)
Koskoca Kazım Karabekir Paşa, nasıl böyle gayri ciddi bir beyanda bulunuyor, anlamak mümkün değil? Hemen hemen tüm kaynaklarda, Mustafa Kemal’in, Anadolu’nun derinliği ve işgal edilemezliği üzerine Milli Mücadeleyi başlattığı bilinir. Antiemperyalist Sovyetlerin ortaya çıkışıyla zaten Anadolu’nun tamamen işgali ortadan kalkmıştır. ABD ise, Wilson prensiplerini dünya kamuoyuna açıklayarak, kendisinin bilfiil savaşmayacağı, aksine diplomatik güç olmaya çalıştığı tüm tarihçilerin ortak tespitidir. Mustafa Kemal gibi, zamanın çok ötesini görebilen, usta diplomat ve devlet adamının böyle bir konuşma yapması mümkün müdür?
Nitekim Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’in Bolşevik ve ABD mandacısı olmasını engelledikten(!) sonra, Padişah ve Halife olmasını da(!) engellediğini iddia edecek kadar hırslanmıştır. Bir ara Mustafa Kemal’in kendisini öldürtmeye çalıştığını düşünür ve hayali kızıl pençe örgütü olduğunu iddia eder.(25)
Kazım Karabekir’in ağabeyinin evinde, İsmet İnönü ile iki samimi arkadaş olarak yaptıkları sohbette, o anki ruh hali ile karamsar bir tablo çizen ve köylü olup, çiftçilik yapma özlemini belirten İsmet İnönü’nün sözlerini yıllar sonra hemen hemen her söyleşi ve yazdığı her yazıda dile getirmek ve İsmet İnönü Milli Mücadeleye katılmak istemiyordu diye iddia etmek en azından Karabekir’in dostluğuna güvenilmeyeceğinin ve işine gelmediği an her şeyi kullanabileceğinin açık bir kanıtıdır.(26) İki dost arasındaki sohbeti nasıl o kişinin aleyhine dışarıda konuşursun ve o anki ruh halini nasıl genele yayarsın? Bence yanlış. Ama o her şeyi bilen adamdır. İsmet paşa ile Fevzi paşa’yı da Milli Mücadeleye o ikna etmiştir(!)
Karabekir’in düzenli ordu ve çete savaşları konusunda ki tespiti de yanlıştır.
“Hakikaten Sivas Kongresi Doğu Temsil Heyetini birkaç oyla takviye etti. Mustafa Kemal paşa aynı zamanda Ali Fuat Paşa’ya ‘Batı Anadolu Kuvay-i Milliye Komutanı’ unvanını verdirmişti. Bu yanlış oldu, zira böylece Batı’daki düzenli birlikler erimeye başlamış, Kuvay-ı Milliye adı altında bir takım sergerdelerin türemesine yol açmıştır. Fakat bunun bizim için kötü olduğuna inanıyordum. Çünkü askeri kuvvetimizi korumalı, fakat işlerimizi Kuvay-i Milliye adına görmeliydik. Aksi halde elimizdeki kolorduları kaybedebilirdik ki, bu da kargaşaya yol açabilirdi.
Nitekim Ali Fuat Paşa İstanbul’a karşı yanlış bir hareket yapınca azledildi, o da her tarafta Kuvay-ı Milliye yapmaya kalkıştı ve sonra da bu defa Kuvay-ı Milliye’yi adam etmekle uğraştık. Bizi meşgul etti. Hükümet Ali Fuat paşa’yı azledince tam da korktuğu Kuva-yı Milliyenin kurulmasına hizmet etmiş oldu. Ben ise baştan beri elimizdeki kuvvetleri korumaktan ve kolordularımızın muhafazasından yanaydım.”(27)
Gerçekten Kazım Karabekir hayal dünyasında yaşamıştır. Hangi kolordulardan söz etmektedir. Yunan işgaline karşı koyabilecek, cephe savaşı yapabilecek askerler ancak birinci İnönü savaşında mümkün olabilmiştir. Başta Çerkez Ethem olmak üzere, çeteler olmasa Yunan elini kolunu sallaya sallaya Ankara’ya gelebilecek durumdadır. Kazım Karabekir sanki başka bir Anadolu’dan söz etmektedir. Enver Paşa’nın birinci dünya savaşının kaybedildiğinin anlaşılması üzerine Erzurum’daki kolorduyu fiili olarak ordu seviyesine getirtip sakladığı, Teşkilatı Mahsusayı kullanıp, diğer yerlerde direniş örgütleri kurmaya çalıştığı gerçeğinden Kazım Karabekir’in bihaber olması mümkün değildir. Bunun dışında, savaşın kaybedildiğini görünce, hükümetten de istifa etmeyi düşünen Talat Paşanın İttihat ve Terakki Partisinin Genel merkezinde; “İlerideki durumu dikkate alarak İstanbul dışına mümkün olduğu nispette silah ve mühimmat gönderilmelidir. Bizden sonra gelecek hükümetin bir sulh imzalamak zorunda kalacağı bellidir.”(28) diye konuştuğu ve Anadolu’ya silah ve cephane yollanmasını sağladığı bilinmektedir. Örneğin Erzurum kalesinde 100.000 silah ve cephanenin olması tesadüf değildir. Sağda solda silahlar vardır ama düzenli asker yoktur. Onun için pek çok yerde depodaki silahlar halka dağıtılmıştır. Kazım Karabekir kendi dışındakileri kötülemek için aklına geleni söylemiştir. İlginç olan bu söylediklerinin bugün bazı kesimlerce kabul edilip, Hürriyet ve İtilaf düşüncesini egemen kırmak için kullanılmasıdır.
Bir başka konu, iç isyanlarda ve Yunan ordusunun ilerleyişinde, Kazım Karabekir, inatla batıya asker göndermemiştir. Kuvayi Seyyariye güçlerine laf atarken, gerek iç isyanları gerekse Yunan ordusunun durduruluşunu Karabekir’in kolordusu engellememiştir. Yozgat’taki isyanı bile Salihli’den gelen Çerkez Ethem bastırırken, Kazım Karabekir’in hiç sesi çıkmamaktadır. Kazım Karabekir’in derdi başkadır. O Doğu fatihi olmak istiyordur. Sakallı Nurettin Paşa Batı Fatihi, Kazım Karabekir Paşa Doğu fatihi. Aynı tutucu bakış tarzı, aynı Osmanlı Paşası kibri.
“Temmuz’da Mustafa Kemal Paşa benden Batı’ya bir tümen göndermemi istedi. Yunanlılar Balıkesir’i işgal etmiş. İşgal gibi iç isyanlar da giderek genişliyormuş. Daha önce Doğu harekatı bitip sınırlarımız güvence altına alınmadan Batı’ya kuvvet göndermenin imkansızlığını defalarca yazmıştım. Bir tümenin ayrılması, Ermenilere karşı başarılı bir harekete veda etmek anlamına gelecekti…..Mustafa Kemal Paşa’ya ancak Azerbaycan’dan Nuri (Kıllıgil) Paşa ordusunun kalanlarını 3 bin mevcutla gönderebileceğimi yazdım. Ancak bu ordudan gele gele Temmuz ayında bir alay süvari gelebildi. Batı’dan da artık kuvvet istemediklerinden onları da göndermedim.”(29)
1933 yılında Kazım Karabekir’in yazdığı “İstiklal Harbimizin Esasları” isimli kitabı toplatılmıştır.(30) Bugünün bakış açısıyla kitap toplatma, hatta iddia edildiği şekilde kireç kuyusunda yakma gibi davranışlar kabul edilemez. O günün koşullarını dikkate aldığımız da, kitap toplatma, dünya da yaygın bir antidemokratik yaklaşımdı. Ulus devletin sağlamlaşması, cahil halkın bilinçlenmesi için jakobenci yaklaşımın gerekliliği ve muhalefetin istenmemesi gerekiyordu. O gün için doğrumuydu tartışılır. Hilafetli Cumhuriyeti savunan Karabekir’e yapılan baskının on katı, sol düşünceyi savunanlara, sosyalist ve sosyal demokrat grup ve kişilere yapılmıştır. Toplantı ve gösteri yapma hakkı kaldırılmış, grev hakkı kabul edilmemiştir. Tamamen işçi aleyhine İtalyan İş Kanunu çevrilip yasalaşmıştır.
Karabekir hayranları, örnek olarak 1927 Adana Demiryolları grevinden hiç söz etmezler. Karabekir de söz etmez.
Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’in toplatılan kitabını okuduğunda, doğal olarak sinirlenmiştir, “Bolşeviklik… çok alçakça uydurmak istediği bir hikaye…yalan …çocukça …doktora görünmesi gerekir…” gibi Not başlıklı yazılarda Kazım Karabekir’in yazdıklarının yanlışlığını yazıyor ve büyük bir olasılıkla bu notları İsmet İnönü’ye veriyor. Uğur Mumcu’nun “Kazım Karabekir Anlatıyor” adlı kitabında Mustafa Kemal’in Not olarak yazdıklarını bulmak mümkün.
Benim amacım, kimin haklı olup olmadığını söylemek değil, görüşleri ortaya koymaktır. Bir de o dönemin koşullarını anlamaya ve anlatmaya çalışmaktır. Tabi ki insaf sınırları zorlanınca kimden gelirse gelsin haksızlıklara da dur demek gerekir.
İstanbul, Padişahçıdır, Hilafetçidir. Saltanat kaldırılınca Hilafetçi olmak zorunda kalmışlar, ama hilafeti de, ileri de kuracaklarını umut ettikleri saltanat için bir basamak olarak görmektedirler. İstanbul’un Milli Mücadeleye karşı olduğu ile ilgili ayrıntılı açıklamayı diğer bir soruda yazdığım için burada ona değinmeyeceğim. Burada söylemek istediğim, Kazım Karabekir’in İstanbul’un hilafetçi basın ve aydın kesimine yaklaşması ya da bu kesimin Kazım Karabekir’e yaklaşmasını herkesin görmesi gerektiğidir.
Kazım Karabekir son Halife Abdülmecit Efendi ile İstanbul’da görüşmüştür. Mustafa Kemal ile yolları ayrılanlar, soluğu İstanbul’da ve Halife Abdülmecit’in yanında almaktadırlar. Kazım Karabekir’de bu kişilerden biridir ve anılarında Abdülmecit ile yapmış olduğu görüşmeyi anlatırken Mustafa Kemal’e haksızlık yapmaya ve hakaret etmeye devam etmektedir:
“12 kasım’da Halife Mecit Efendiyi ziyaret ettim. Beni bir buçuk saat yanında alıkoydu. Gözlerini daima yere tespit ediyor; ara sıra öteberiye bakıyor ve bir düzine, babası Abdülaziz’in iyiliğinden ve Vahdettin’in kötülüğünden bahis ediyordu. Birkaç kere müsaade istediysem de salıvermedi. Ve sonunda korkak bir eda ile şunları söyledi:
-Benim bu sarayda resim takımlarımla bir iki bohçam var. İstemezlerse bunları alır giderim.
Bu sözleriyle hal ve tavırlarıyla tehdit edildiğini anlatmak istiyordu. Gerek arkadaşlarımdan gerekse gazetecilerimizden aldığım havadislerle de karşılaştırınca M. Kemal Paşa, çıkamadığı bir makamı yıkmak kararını vermiş ve fiiliyatına da geçmiş olduğuna şüphe kalmadı.”(31)
Ankara hükümeti doğal olarak, İstanbul’daki Hilafet yanlısı gruplar ve bu grupların yanında görünür gibi davranan, Karabekir, Rauf Orbay gibi kişiler de muhalefet saflarına eklenince tedirgin olmuştur. İstanbul basınının hilafetçi yaklaşımları üzerine İstanbul’a İstiklal Mahkemesi yollamak zorunda kalmış ve Hilafetçi bir ayaklanmaya karşı tedbirler almıştır. Bu tedbirlerden biri de Kemalettin Sami Paşa komutasındaki kolordunun bir ayaklanmaya karşı İstanbul’a gönderilmesidir.
Halifenin dizi dibinde oturan, Cumhuriyet üzerine gazetecilere olumsuz açıklamalar yapan, bulduğu her fırsatta Mustafa Kemal ve yakın arkadaşlarına hakaret etme hakkını kendinde gören Kazım Karabekir, bir de anılarında “İstanbul’a yollanan İstiklal mahkemesinden neden benim haberim yok… Ordudan kuvvet kaydırmalarını bana sormadan yapıyorlar…” gibi anlamsız alınganlıklar göstermektedir.
9 Şubat 1924 günü İzmir’de harp oyunları (tatbikat) yapılmaktadır. Bu oyunların amacı İtalyanların Ege kıyılarına bir saldırı yapması durumunda nasıl cevap verileceği üzerinedir. Herkes oradadır. Kazım Karabekir kendisine bu oyunların bir gün geç haber verilmesi nedeniyle küser. Gönlünün alınması için oyunlarda başkomutanlık Kazım Karabekir Paşaya verilir.
Mustafa Kemal ve Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp Ankara’ya dönerler. 29 Şubat günü mecliste Halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanı mensuplarının yurt dışına çıkarılması konusu görüşülmeye başlanır, 3 Mart 1924 tarihinde karara bağlanır.
Kazım Karabekir kendisine neden haber verilmediği için kızgındır.
“Tıpkı Cumhuriyetin ilanında olduğu gibi hilafetin lağvı ve hanedanın yurt dışı edilmesi kararı da birkaç kişi arasında kararlaştırılıyor ve Halife benim mıntıkamda olmasına rağmen bana bu hususta haber bile verilmiyordu. Biz bu mühim işi de madunlarımızdan (astlarımızdan) ve onlar da sivil makamlardan öğreniyordu. Bu hareket tarzından benim kadar diğer asker arkadaşlarım da teessür ve elem duyuyorlardı. Hususiyle daha neler yapılacağını kimse kestiremediğinden herkesin endişe ve hiddeti artıyordu. Meclisin verdiği karar, daha evvelinden valilere tamim olunuyordu. O Meclis ki, umdelerde bir madde olarak hilafetin Osmanlı hanedanına ait olduğunu değişmez bir karar olarak kabul ederek milletten rey almış bulunuyordu.”(32)
Sürekli hakkının yendiğini her fırsatta dile getiren ve bulduğu her fırsatta, Mustafa Kemal’i eleştiren Karabekir Paşa, 13 Nisan 1924 tarihinde Çankaya’da Mustafa Kemal ile görüşür. Bu görüşmeden önce bekleme odasında Başyaver Salih Bozok, Mustafa Kemal’in çalışma masasında bulunan bir resimli Milli Mücadele albümünü Karabekir Paşa’ya uzatır. Karabekir hemen kendisi ile ilgili bölümü açar ve okur, bölümde şunlar yazılıdır:
“Şark Cephesinin güzide komutanı yalnız iyi bir asker, mümtaz bir kumandan değil aynı zamanda muktedir bir idare adamıdır da. Mütarekenin bidayetinden beri Erzurum ve havalisini fevkalade hüsn-ü surette idare etmiş, hastaneler, mektepler açmış, Ermenilerin harap ettikleri bu güzel cüz-i vatanı imara çalışmıştır.
Türk Milleti, Kazım Karabekir Paşa gibi rical yetiştirmiş olmakla ne kadar iftihar etse sezadır” (33)
Ama bu iltifatlar da Kibirli Osmanlı Paşası Kazım Karabekir’e yetmez. Atatürk’e orduda Genel Müfettişlik kurulması ve kendisinin de Genel Müfettiş olmasını talep eder. Mustafa Kemal, kısaca genel müfettişlik başkomutanlık makamıdır ve dolayısıyla benim makamımdır demektedir. Karabekir kendine göre doğru bildiği noktada konuşmaya devam ederek, söyledikleri dinlenmediği için İstiklal savaşının bir yıl gereksiz yere uzadığını iddia edince, Mustafa Kemal sözünü keserek;
“Muntazam tuttuğunuzu işittiğim hatıratını vesaikleriyle birlikte getir de göreyim. Hiçbir tarafta herkes gibi benim İstiklal Harbi’nin banisi olduğumuz ve Türk milletini ölümden kurtararak ona istiklalini bahş ettiğimi söyleyeceğine kendini de benim payeme çıkartarak propagandalar yaptırıyorsun. Bir millete ancak bir Gazi olur. Bu yürüyüşe ayak uydurmaya çalış. İstiklal Harbi’ni nasıl emirlerimle başardıysak bundan sonrası da bundan başka olamaz.”(34)
Mustafa Kemal Musul sorununun çözülmemesi üzerine, Karabekir’in Musul’a girmesini düşünmektedir. Kazım Karabekir buna cesaret edemez. O siyasetten hoşlanmaktadır ve kısa süre sonra da çeşitli gerekçeler ve alınganlıklar ileri sürerek ve İngiltere’nin Ültimatom verdiği bir anda Ali Fuat Paşa ile birlikte askerlikten istifa ederek milletvekili olarak Mustafa Kemal’i eleştirmeye devam eder. Eli kolu kırılmış, kamuoyunda savaş karşıtı düşüncenin hakim olduğu İngiltere de Musul’a çöreklenir.
Mustafa Kemal’in Komplo dediği istifalarla ilgili olarak Nutuk’una dönelim;
“Şimdi, muhterem Efendiler, arzu ederseniz, size, büyük bir ‘komplo’ hakkında malûmat vereyim. 1924 Ekiminin 26. günü, geç vakit, Birinci Ordu Müfettişlinin, Müfettişlikten istifa ettiğinden, haberdar edildim. Müfettiş Paşanın, Erkân-ı Harbiyei Umumîye Riyasetine verdiği, (Genel Kurmay Başkanlığına) istifanamesi aynen şudur:
‘Erkânı harbiyei Umumiye Riyasetine,
Bir senelik ordu müfettişliğim zamanında gerek teftişlerim neticesi verdiğim raporlarımın ve gerekse ordumuzun teali ve takviyesi için takdim ettiğim lâyihalarımın nazarı dikkate alınmadığını görmekle teessür ve yesim fevkalâdedir. Uhdeme düşen vazifemi mebusluk sıfatı ile daha müşteri hür vicdan yapacağıma kanaati tamme hâsıl ettiğimden ordu müfettişliğinden istifa ettiğimi arz eylerim Efendim. Müdafaa-i Millîye Vekâletine de arz olunmuştur. 26 Teflrinievvel 1340 Kâzım Kara Bekir’
Bu istifanamenin altında, renkli kalemle, şunlar yazılıdır: ‘İstifaya muvafakat etmediğimi bildirdim. Fikrinde ısrar etti. Yarın vazifei teşriîyesine avdet edeceğini bildirdi.’ Bu satırların altında, imza yoktur. Fakat, Erkânı harbiye Umumîye Reisi tarafından yazıldığı anlaşılıyor. Bu satırların altında da, kırmızı mürekkeple yazılmış, şu notlar vardır: ‘Verilen rapor ve lâyihaların kâffesini göreyim. – Bunların hangi mevaddı hakkında neler yapılmış ve hangi mevaddı yapılmamış, onları da dosyalar ile göreyim.’ Bu notların altındaki tarih 28 Ekimdir.
Efendiler, Kâzım Kara Bekir Paşanın raporları ve lâyihaları Erkânıharbiyede ait olduğu şubelerce tetkik olunmuş, muhteviyatından şayanı kabul ve kabili tatbik olanlar, nazarı dikkate alınmış ve tatbik edilmiş idi. Ancak tatbiki, devletin istitaati haricinde bulunan veya bir kıymeti ilmîyeyi haiz olmayıp hayalî ve indî olan teklifleri bittabi nazarı dikkate alınmamıştı. Kâzım Kara Bekir Paşaya raporlar ve lâyihalar verdiğinden dolayı bir takdirname de verilmeye lüzum görülmemişti.
30 Ekim günü de, ikinci Ordu Müfettişi Ali Fuat Paşanın, Konya’dan geldiği bildirildi. Kendisini, akşam yemeğine, Çankaya’ya çağırdım. Geç vakte kadar, bekledimse de, Paşa gelmedi. Kendisini, aratırken, öğrendim ki, Fuat Paşayı Ankara’ya gelişinde Rauf Bey istasyonda karşılamış, Millî Savunma Bakanlığına ve kimi arkadaşlarla kısaca konuştuktan sonra, Genelkurmay Başkanlığına gitmiş, bir süre Fevzi Paşa ile görüşmüş, çıkarken, Fevzi Paşanın yaverine, şu kâğıdı bırakmış:
‘Genelkurmay Yüksek Başkanlığına 30/10/1924
Mebusluk yasama görevine başlayacağımdan ikinci Ordu Müfettişliğinden çekilmeme
izin verilmesini saygıyla rica ederim Efendim. Ankara Mebusu Ali Fuat’
Efendiler, milletvekilliğinden çekildiğini, Meclis Başkanlığına bildirmiş olan, Refet Paşanın çekilme yazısında Rauf Bey tarafından geri aldırıldığını öğrenmiştim. Dumlupınar töreninden sonra, Bursa ve Karadeniz kıyıları ile Erzurum dolaylarında bir buçuk ay süren geziden sonra Ekimin 18 inci günü Ankara’ya dönmüştüm. Birçok milletvekili arkadaşlar ve başkaları tarafından karşılanmıştım. Bu arada Ankara’da bulunan Rauf, Adnan Beyleri görmemiştim. Oysa pekâla kırgınlık gösterisi sayılabilecek böyle bir davranış beklemiyordum.
Efendiler, bir komplo, karşısında bulunduğumuz kanısına varmakta hiç duraksamadım. Bu durum ve görünüm, şöyle incelenip irdelenebilirdi: Bir yıldan beri yani, Rauf Beyin Bakanlar Kurulu Başkanlığından çekildiğinden beri, Rauf Bey, Kâzım Kara Bekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve başkaları arasında bir düzen düşünülmüştür. Bunda başarılı olabilmek için orduyu ele almak gerekli görülmüştür. Bu amaçla, Kâzım Kara Bekir Paşa Birinci Ordu Müfettişliğine atandıktan sonra, eski komutanlık bölgesi olan, doğu illerinde dolaşırken, Ali Fuat Paşa da politikadan hoşlanmadığını ve hayatı boyunca asker olarak kalmak istediğini ileri sürerek rütbesi yükseltilerek ikinci Ordu Müfettişliğine gitti. Üçüncü Ordu Müfettişi olan Cevat Paşanın ve bu müfettişlik içindeki kolordunun komutanı olan Cafer Tayyar Paşanın da o düzene girebileceğini umdular. Bir sene, ordular üzerinde, kendi görüşlerine göre çalıştılar ve orduları kendilerine kazandıklarını sandılar. Görevlerinden çekilmeden önce, kimi komutanları kendileriyle birlikte olmaya kandırmaya çalıştılar..
Bu bir yıl içinde, cumhuriyetin ilânı, halifeliğin kaldırılması gibi yaptığımız işlerimiz, ortaklaşa düzen kuranları birbirine daha çok yakınlaştırarak birlikte çalışmalarına yol açtı. İşe, politikadan başlayacaklardı. Bunun için, elverişli zaman ve fırsat bekliyorlardı. Politik alanda ve orduda hazırlıklarını yeterli sayıyorlardı. Gerçekten, Rauf Bey ve benzerleri, Parti içinde korumayı başardıkları durumlarıyla Meclisin dinlenme dönemine rastlayan aylarda, milletvekilleri üzerinde ve yeni seçimde başarılı olamayan, ikinci gruptan kimseler aracılığıyla, bütün memlekette, milleti bize karşı kışkırtmak için çalışmak fırsatını buldular. Ülke içinde birtakım gizli örgütler kurmaya ve girişimlerde bulunmaya kalkıştılar. İstanbul’da, Vatan, Tanin, Tevhidi efkâr ve Son telgraf ve Adana’da Abdülkadir Kemali Bey tarafından çıkarılan Toksöz gibi gazetelerle birleştiler. Bu gazetelerde imzasız yazılarla bize saldırdılar. Memlekette genel bir düşünce kargaşası yarattılar. Hakkâri bölgesinde, ordumuzla Nesturi ayaklanmasını bastırmaya çalıştığımız bir sırada, İngiltere de hükümete bir ültimatom verdi. Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdım. İngiltere’nin, ültimatomuna, bilindiği gibi karşılık verdik. Savaş› bile göze aldık. İşte, söz ettiğimiz kişiler, bu çetin günlerde, bir yabancı devletin bize saldırabileceği zamanda, kendilerinin de, bize, saldırarak ereklerine kolayca varabileceklerini hayal ettiler. Savaşa hazır bulundurmak zorunda oldukları ordularını başsız bırakıp, daha önce beğenmediklerini söyledikleri, politika alanına koştular. Toplanmış olan Mecliste, ortaya atılan bir sorun da, bu koşuşlarını çabuklaştıracak nitelikte idi. Gerçekten, milletvekillerinden Hoca Esat Efendi, 20 Ekim 1924 tarihli önergesiyle, göçmenlerin değişimi ve yerleştirilmeleriyle ilgili ve yatılı okullara kaç parasız öğrenci alındığına ve nerelerde ilkokullar açıldığına ilişkin birtakım soruları ilgili bakanlardan soruyordu. Bu soruların, kapsadığı konular, milleti çok ilgilendiren işler idi. Bu sorunlar, bakanları eleştirmeye çok elverişli idi. Özellikle, göçmenlerin değişimi, yerleştirilmeleri herkesi uğraştıran noktalar belirgin idi. Ben kendim de gezim sırasındaki gördüklerime göre, göçmen değişimi ve yerleştirilmesi işlerinin gidişinden yakınmış ve Ankara’ya döndüğümde bu bakanlığın kaldırılarak, bütün hükümet olanaklarının bu konuyla ilgilenmelerini ve bu yolda çalışmalarını sağlayacak bir yolu, hükümete önermiş idim; bu önerimi hükümet de kabul etmişti. Bu durum bile, saldırıya geçeceklerin bu alanda, çok yandaş kazanmaları olasılığını kuvvetlendirmekte idi.
Efendiler, komployu sezinleyince, önlemini bulmak zor olmadı. Bıraktığımız noktadan başlayarak durumu evre evre bilginize sunayım. Hoca Esat Efendinin, soru önergesi 27’de yani Kara Bekir Paşanın görevden çekilişinin ertesi günü gensoruya çevrilmişti. Fuat Paşanın görevden çekilme yazısının tarihi olan 30 Ekim günü Mecliste gensoru görüşmeleri başlamıştı.
Bu günün akşamı, yemeğe beklediğim Fuat Paşa gelmedi. Ama, Başbakan İsmet ve Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşalar geldi. Çok kısa bir görüş alışverişinden sonra komploya karşı nasıl davranılacağı kararlaştırıldı. Hemen telefonla, milletvekili de olan, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretlerinden, milletvekilliğinden çekildiğini, Meclis Başkanlığına bildirmesini rica ettim. Bu düşüncesini daha önce Millî Savunma Bakanına bildirdiğini öğrenmiş bulunduğum Paşa, ricamı hemen yerine getirdi. Milletvekili komutanlara da şu şifre telgrafı çektim:
Üçüncü Ordu Müfettişi Cevat Paşa Hazretlerine
K.O. 1 K. İzzettin Paşa Hazretlerine
K.O. 2 K. Ali Hikmet Paşa Hazretlerine
K.O. 3 K. Şükrü Naili Paşa Hazretlerine
K.O. 5 Fahrettin Paşa Hazretlerine
K.O. 7 Cafer Tayyar Paşa Hazretlerine
1 – Bana olan güven ve sevginize dayanarak gördüğüm önemli gerekseme üzerine hemen milletvekilliğinden çekildiğinizi, telgrafla Meclis Başkanlığına bildirmenizi öneririm. Önemli olan askerlik görevinize kayıtsız şartsız bütün varlığınızla bağlanmak istemenizi belirtmeniz yerinde olur.
2 – Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa Hazretleri de bu gereksemeye dayanarak
önerim üzerine çekilme yazısını vermiştir.
3 – Üçüncü Ordu Müfettişi Cevat, K.O. 1 İzzettin, K.O. 2 Ali Hikmet, K.O. 3 Şükrü
Naili, K.O. 5 Fahrettin, K.O. 7 Cafer Tayyar Paşalar hazeratına yazılmıştır.
4 – Telgraf başında durumu bildirmenizi bekliyorum. 30/10/1924
Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal
Efendiler, 30/31 Ekim sabahına kadar, Birinci Kolordu Komutanı İzzettin Paşadan İzmir’den; ikinci Kolordu Komutanı Ali Hikmet Paşadan Balıkesir’den; Üçüncü Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşadan Pangaltı’dan; Beşinci Kolordu Komutanı Fahrettin Paşadan Adana’dan; makine başında aldığım cevaplarda, önerimin harfi harfine ve hemen uygulandığı bildirildi.
Efendiler, bu seçkin komutanların, bu önerim dolayısıyla da, bana karşı gösterdikleri büyük inan ve güvene burada teşekkür etmeyi bir ödev sayarım. Üçüncü Ordu Müfettişi ile, Yedinci Kolordu Komutanının Diyarbakır’dan verdikleri karşılıklar şöyleydi:
Müfettiş Paşanın cevabı:
‘Ankara’da Cumhurbaşkanı Gazi Paşa Hazretlerine Diyarbakır, 30.10.1924
Yüksek kişiliğinize olan güvenime ve sevgime inanmanızı saygı ile dilerim ve ancak
böyle bir vatanî görevimden ivedilikle çekilerek milletimin ve seçim bölgemin gözünde sorumlu ve suçlu tutulmamaklığım için emir buyrulan görevden çekilmeyi gerektiren nedenlerin açıklanmasına izin vermenizi saygıyla dilerim. Üçüncü Ordu Müfettişi Cevat
Kolordu komutanının cevabı:
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Diyarbakır, 30.10.1924
1 – Siz yüce Cumhurbaşkanıma beslediğim saygı ve sevgiye güvenmenizi rica ederim.
2 – Bu dakikada seçim bölgeme hiç danışmadan yüksek önerinizi kabul etmem beni
milletin gözünde suçlu duruma düşürebilir.
3 – Vatanın ve milletin yararları milletvekilliğinden hemen çekilmemi gerektiriyorsa
kesin karar verebilmem için durum hakkında aydınlatılmamı saygı ile dilerim Efendim.
K.O. 7 Komutanı Cafer Tayyar’
Her iki telgrafta, bana olan güven ve sevgi üzerine inanç verildikten sonra, seçim bölgeleri karşısındaki durumlarından söz edilmekte ve önerimin gerekçesi sorulmaktadır. Verdiğim karşılığı olduğu gibi bilginize sunayım: Makine başında şifre: 31/10/1924
Üçüncü Ordu Müfettişi Cevat Paşa Hazretlerine K.O. 7 K. Cafer Tayyar Paşa Hazretlerine
Komutanların milletvekili de olmaları orduda ve komuta işlerinde beklenilen düzen bağı ile bağdaşmadığı kanısına varılmıştır. Birinci ve ikinci Ordu Müfettişlerinin görevlerinden
çekilip meclise dönmüş olmalarının orduları elverişsiz bir zamanda başsız bırakmış olması bu görüşü doğrulamıştır. Seçim bölgenizin halkı düzen bağının esenliği için vereceğiniz karardan elbette kıvanç duyar, önceki yazıma göre kararınızın bildirilmesini rica ederim.
Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal
Bu telgrafıma Cevat Paşanın verdiği karşılık şudur:
Makine başında Diyarbakır, 31.10.1924
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Komut ve komuta işlerinde beklenilen düzen bağı ile bağdaşamaz olduğundan komutanların milletvekili olmamaları yolundaki yüksek görüşünüze bütün kalbimle katılırım ve seçim sırasında bu görevden bağışlanmamı yüksek kişiliğinizden dilemekliğimin de bu inançtan ileri geldiğini bilginize sunarım. Ancak bugün yüksek makamınızdan verilen bir emir ile milletvekilli¤inden çekilmemin sizin de kestirebileceğiniz gibi milletçe ve seçim bölgemce iyi
görülmeyeceğine inanıyorum ve bu inançla hiç de elverişli bulmadığım şu önemli zamanda ordudan ayrılmak zorunda kalacağımı düşünerek üzüntü duyduğumu bilginize sunarım.
Üçüncü Ordu Müfettişi Cevat
Cevat Paşa, Ankara’ya geldikten sonra, durumu anlamış ve önerime uyulmak gerektiği kanısına vararak, hemen, milletvekilliğinden çekilmiştir. Cevat Paşanın, yaratılmak istenilen durumlarla hiçbir ilişki ve ilgisi olmadığı bizce de kesin olarak anlaşılmıştır. Gerçi, Kâzım Kara Bekir Paşa, görevden çekildiğini filân gün ve filân saatte gibi belirlemelerle birçok komutanlara ve bu arada Cevat Paşaya da bildirmiş ise de, bu bildiri Diyarbakır’da iken önerimin gerçek nedenini anlamakta duraksamaya yol açmaktan başka bir etki yapmamıştır.
Cafer Tayyar Paşa da bu yanıtı verdi:
Makine başında Diyarbakır, 31/10/1924
Ankara’da: Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Milletvekilliği ve komutanlık görevlerinden birinden alınmamızı gerekli buluyorsanız ulusal görevlerin en saygıdeğeri saydığım yasama görevimi yapmayı yeğlemekte olduğumu saygılarımla bilginize sunarım Efendim.
K.O. 7 Komutanı Tuğgeneral Cafer Tayyar
Efendiler, milletvekili de olan Genelkurmay Başkanı ve komutanlar, orduda politikayla uğraşan kimselerin bulunmasındaki sakıncayı anlayıp, bu yoldaki önerimi iyi karşıladıktan ve bana güvenlerini edimli olarak gösterdikten sonra Cevat ve Cafer Tayyar Paşaların müfettişlik ve komutanlıkta kalmaları uygun görülemezdi. Bunun için askerlik görevlerine hemen son verildi. Yerlerine gerekenler atandı ve durum Millî Savunma Bakanlığı tarafından bütün orduya genelgeyle bildirildi. Kâzım Kara Bekir ve Ali Fuat Paşalara, Millî Savunma Bakanlığı tarafından bir emir verilerek, yerlerine atanan kimselere askerlik görevlerini yöntemine göre teslim edip sonucu bildirdikten sonra Meclise girip yasama görevlerini yapabilecekleri bildirildi. Bu durum Başbakan tarafından Meclis Başkanlığına da resmî olarak bildirildi. Meclise girmiş olan, Kâzım Kara Bekir ve Fuat Paşalar, Meclisten çıkarıldı. Fuat Paşa askerlik görevini sona erdirmek üzere, yeniden Konya’ya gitti. Kâzım Kara Bekir Paşa, yerine atanan ve Sarıkamış’tan gelecek olan komutanı beklemek için Meclis dışında kalmak zorunda bırakıldı. Milletvekilliğinde kalmak isteyen iki komutanın ordu ile ilişkisi kesildi. Böylece komplo düzenleyenlerin Meclise ve kamu oyuna karşı, orduyu kullanarak yapmak istedikleri, blöf, ortaya çıkarıldı.
Efendiler, 1 Kasım 1924 günü Meclisin ikinci yıldönümü idi. Bundan dolayı oturumu, ben açtım. Yöntem gereği nutkumu verdim. Ben, başkanlık kürsüsünden ayrıldıktan sonra; Fevzi, Fahrettin, İzzettin, Ali Hikmet, Şükrü Naili Paşaların görevden çekilmeleri ve Başbakan Paşanın, orduda komuta değişikliği ile ilgili 31/10/1924 tarihli yazısı sıra ile okundu. Meclis, 5 Kasım günü toplanmak üzere, oturuma son verildi.
Efendiler, Kâzım Kara Bekir Paşa, 1 Kasım 1924 tarihli bir yazıyla Meclis Başkanlığına başvurarak, Millî Savunma Bakanlığının, kendisinin Meclise katılmasını yasakladığından yakındı. 5 Kas›m günü, Mecliste okunan bu yazıda, Kâzım Kara Bekir Paşa, diyordu ki:
‘Görevden çekilmemden beş gün sonra (30/10/1924 Cuma günü akşamı geceleyin) Millî Savunma Bakanının benim görevime Sarıkamış’tan atanan ve gelecek olan kişi gelene kadar benim Meclise katılmamı yasaklamak isteyen bir bildirisini aldım.’ Yazı şu cümle ile son
buluyordu: ‘Bununla birlikte bu konuda, yetkili olan Yüce Meclisin kararını beklediğimi bilginize sunarım.’
Kâzım Kara Bekir Paşa, Millî Savunma Bakanlığına da yine o tarihte bir yazı yazarak, ‘devir ve teslim gibi uydurma bir nedenle belirsiz bir süre için yasama görevimi yapmamaklığım bildiriliyor. Görevden çekildiğim gün, yerimi alacak olanı beklemem konusu ileri sürülmemişti. Beş gün sonra bilmem neden böyle bir uydurma neden ortaya çıkarıldı. Meclise katıldıktan sonra geçici olarak olsa bile yeniden bir görevi kabul etmek, hem kendi isteğime, hem de Büyük Millet Meclisinin kararına bağlı olduğundan durumu o Meclisin Başkanlığına yazdığımı bilginize sunarım..’
Efendiler, ‘ordumuzun yükselmesi ve güçlendirilmesi için’ kanun önerileri sunmuş olduğundan söz eden ve onlar dikkate alınmadığı için ‘üzüntüm ve kaygım çok büyüktür’ diyen, eski müfettiş paşa, memleketin üçte birini kapsayan koskoca bir orduyu, keyfinin istediği anda, beş satırlık bir kâğıtla başsız bırakmanın ne denli hafif ve ordunun yükselmesi ve güçlendirilmesi bakımından temel olan düzen bağını ne denli bozucu bir davranış olduğunu kavramış görünmüyor. Dikkate alınmadığını ileri sürdüğü raporları ve kanun önerileriyle yapamadığı› işi devletin bir ültimatom aldığı ve ondan dolayı ola¤anüstü olarak toplanan Mecliste yapmaya kalkıştığını ileri süren müfettiş paşa, kendisi gibi davranan arkadaşları ile birlikte pek elverişli bir zamanda, orduya ne kötü bir anarşi örneği verdiğini anlamak istemiyor..
Ordumuzun, yükselmesi için, düşünce ve görüşlerinin yüz bulmamasına gücenen kişi; askerlik görevinin devir tesliminin yasal bir ödev olduğunu, ordunun esenlikle yönetilmesi ve düzeni için onu yapmak zorunda bulunduğunu bilmez gibi görünüyor..
Üstündeki askerlik görevinin son bulduğunu, Meclise resmî olarak bildirecek makamın, ona askerlik görevi vermiş olan makamın olmasının doğal bulunduğunu dikkate almıyor…
Efendiler, Kâzım Kara Bekir Paşanın Meclis Başkanlığına gönderdiği yazıdan sonra Başbakanın bir yazısı ve iki eki de okundu. Başbakan Paşa; Kara Bekir Paşanın, Millî Savunma Bakanlığına yaptığı başvurusunu ve Bakanlığın ona verdiği karşılığı olduğu gibi Meclisin bilgisine sunuyordu.
Millî Savunma Bakanı, Kâzım Kara Bekir Paşanın, bütün ileri sürdüklerinin, gizli belgeleri yerine atanan komutanın kendisine devir ve teslim etmesini ve sonuçlandırmasını yeniden istiyor ve bunu emrediyordu. Acaba, bu son uyarıdan sonra, eski müfettiş paşa, anlamış mıdır ki, vatanın savunulması için ordusuyla ilgili önemli görevi, gizli belgeleri devlet onun kendisine güvenip vermiştir. Onları, devlete, karşı sorumlu olacak yeni komutan gösterilmeden, kendiliğinden, istediğine bırakıp vermesi büyük bir yanılgıdır, ağır yasal cezayı gerektirir. Bunları anlamış mıdır?”(35)
Profesör Enver Ziya Karal’da Kazım Karabekir’e katılmamakta ve onun eleştirilerinin gerçeği yansıtmadığı ve dayanaksız olduğunu söylemektedir. 1945 yılının Nisan ayında Milli Eğitim Bakanlığında, ders kitapları ile ilgili bir toplantıda, Karabekir’in eleştirilerini, Profesör Karal, şöyle yanıtlar;
“Sayın Generalin tenkitlerini dört ana düşünce etrafında toplamak mümkündür;
1-Olayların psikolojik izahlarının hatalı oluşu.
2-Olayların seyrinde iki tarihi simanın belirtilerek diğerlerinin silik gösterilmesi veya hiç gösterilmemiş olması.
3-Olayların, gerçeğe hiç de uymayan bir şekilde sistemli yapılmış bulunması, tarihi kritiğe hiç yer verilmemiş olması.
4-Cumhuriyet tarihinin yazılmasında esas olan nutkun yanlışlar ile dolu olması ve esastan ziyade teferruatı ihtiva etmesi.
Bu düşüncelerden birincisini ele alalım. Sayın General psikolojik izahtan bahsederken en çok şunu belirttiler: ‘Mustafa Kemal genel harbin sonunda orduları yenilmiş mağlup bir generaldir. Padişaha barış yapılması için telgraf çekmiştir. Hâlbuki Anadolu’nun doğusundaki ordular ve komutanlar yenilmemiştir. Bu itibarla yenilmiş bir komutanda yok farz etmemiz gereken savaşmak istek ve heyecanı mağlup olmayan komutanda vardır.’
Sayın Generalin bu izahı gerçeğe uymaz. Çünkü mağlup olan ordu, tek başına yaşayan müverret bir ordu değildir. Bu ordu bir devletin ordusu. Böyle bir ordunun başında ve içinde bulunmayan ve dolayısıyla yenilmeden kendisini sorumlu saymayan komutanlar da müteessir olur. Bu itibarla Anadolu’nun doğusunda bulunan ordu komutanlarının Mustafa Kemal’den daha az müteessir olmaları güç kabul edilir. Kaldı ki bir ordu komutanı yalnız başında bulunduğu ordunun mukadderatı ile ilgili değildir. Komutan mensup olduğu milletin bütün ordularıyla yakından alakalı olmak gerekir. Komutanlık ödevleri bunu emreder. Mademki bu böyledir. Mustafa Kemal’in yenilen orduların yarattığı yeni şartlar bütün ordu komutanlarına kabul edilir. Zaten bu şartların General Kazım Karabekir tarafından kabul edildiği de aşikardır. Çünkü Mondros Mütarekesi imzalanırken General, mütareke imzalanmasın diye bir itirazda bulunmuş değildir.
Mustafa Kemal’in padişaha sulh yapılması için çektiği telgraftan bir yıl önce Enver Paşa’ya verdiği bir raporda harbin kaybedildiği ve sulh yapılması gereğini müdafaa ettiğini biliyoruz. Paşa imkânların Birinci Cihan Savaşına devam edemeyeceğini gördüğü anda sulh yapılmasını teklif etmesi tabiidir. Fakat onun kafasında ve yüreğinde bu sulh memleketin işgalini ve milletin esaretini tazammun etmez. Bu sebeplerdir ki Paşa, Mondros Mütarekesinin şartlarına itiraz etmiş ve milli mücadelenin başına geçmiştir. Eğer Mustafa Kemal’de savaşmak arzusu ve haksızlığa karşı isyan temayülü olmasaydı; bu yolda yaptıklarını izah etmek mümkün değildir.
Bu düşüncelere dayanarak General Kazım Karabekir’in Cumhuriyet tarihinde psikolojik izah hatası diye ileri sürdüğü fikre iştirak edemiyoruz.
2-Olayların seyrinde iki tarihi simanın belirtilmesi, diğerlerinin silik gösterilmesi veya hiç gösterilmemesi.
General Kazım Karabekir, Cumhuriyet tarihinde olayların Atatürk ve İnönü etrafında toplandığına ve inkılâp tarihimizin seyrinde onlardan başka daha pek çok kimsenin emekleri olduğu halde bu cihetin işaret edilmediğine itiraz etmektedir. Buna cevabımız şudur;
Yazılan tarih devlet tarihidir. Tarih olaylarının devlet bakanları etrafında toplanması bütün devlet tarihlerinde göze çarpan bir gerçektir. Bu aynı zamanda bir metot meselesidir. Klasik bir ders kitabında bir olayın bütün kahramanlarını saymak imkânı yoktur. Bu imkansızlık ders kitabının anonim olmasını gerektirir. Kaldı ki Türk inkılâbında Atatürk ve İnönü arasında mevcut ülkü ve işbirliği o kadar kuvvetli ve yapıcıdır ki, bu hususta ısrar etmek tarih gerçeğini belirtmekten başka bir şey değildir.
3-Olayların gerçeğe uymayacak şekilde sistemli yapılması ve tarih kritiğine yer verilmemiş olması.
General Kazım Karabekir’in bu hususta yaptığı itiraza cevabımız şudur: Ders kitabının yazılmasında özel bir metot vardır. Bu tarih kritiğine yer vermez. Tarih ders kitabı olayları sistemleştirdiği takdirde ancak büyük bir devri kısaltarak olabilir. Zaten ders kitabından maksat öğrencilere tarih hakikatlerini daha ziyade yapıcı cepheleri ve sonuçlarıyla öğretmektir. Bu itibarla, tarih ders kitabında olay hercümercini kritiğe tabi tutarak ve kısaltmayarak yazmak, maksat ve metodu feda etmekten başka bir netice doğuramaz.
4-Cumhuriyet tarihinin yazılmasına esas olarak alınan ‘Nutkun’ hatalı ve yanlışlarla dolu olması.
General Kazım Karabekir’in bu hususta ileri sürdüğü düşünceleri kabul etmemekte mazuruz. Çünkü hata ve yanlış olarak gösterdiği şeylerin gerçekte de öyle olduklarını tevsik edecek delilleri yoktur. Her ne kadar M. Kemal’in manda fikrine taraftar olduğunu nutkun bazı satırlarıyla ispat etmek istedilerse de, bu satırların gerçek manası hiçbir tefsire tahammül edemeyecek kadar açıktır ve bu manadan da Generalin çıkarmak istediği netice çıkmamaktadır.” (36)
İzmir, Kazım Karabekir için iki olayda öne çıkmıştır. Birincisi, İzmir İktisat Kongresinde başkanlık yapmıştır. Kazım Karabekir’in devrimlere karşı davranışına örnek olması amacıyla kongrede geçen bir olaydan söz edeceğim.
“İktisat Kongresinde, Kongreye işçi delegesi olarak katılan İzmirli Nazmi ve iki arkadaşı Başkanlık divanına ‘Latin Harflerinin kabulü’ konusunda bir öneri verirler. Kongreyi yöneten başkan Kazım Karabekir Paşa, bu önergeye şiddetle karşı çıkar ve ‘Latin harfleri İslam Birliğini bozacaktır’ diyerek metnin kongrede okutulmasını reddeder. Gazetecilerin ısrarlı soruları üzerine ‘Latin Harflerini kabul edemeyiz’ diyerek gerekçesini şöyle anlatır;
‘Bu fikir bir zamanlar Avrupa’da hercü merci mucib oldu. Bu cereyan evvela orada başladı. Bizim İslam hurufatımız kafi değilmiş. Binaenaleyh Latin hurfatı alınmalı imiş. Orada bazı arkadaşlarımız bu fikrin mürevveci (taraftarı) oldular. Fakat neticede bunun felaketli olduğunu anladılar ve pişman oldular. Bu fikrin müthiş bir felaket olduğunu Arnavut kavmi de pek geç olarak anladı. Maatteessüf arz ederim ki Azerbaycanlı arkadaşlarımız da bu felakete bugün düştüler.’ “(37) Kazım Karabekir Paşa, pek çok Cumhuriyet devrimine olduğu gibi Latin harflerine de kesin karşıdır.
İzmir ile ilgili İkinci önemli olay İzmir suikastı davasıdır. Bu davada sanık olarak yargılanmıştır. Yargılama sonucu Kazım Karabekir beraat etmiştir. İstiklal Mahkemelerini ve İzmir Suikastını diğer sorularda cevap verdiğimden burada açmayacağım.
Mustafa Kemal vefat etmiş, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştur. İsmet İnönü, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarını tasfiye eder ve daha önce tasfiye edilen Kazım Karabekir gibi kişileri tekrar siyasete sokar. Kazım Karabekir yıllar sonra tekrar milletvekili olur. Kazım Karabekir aynı Karabekir’dir. Zaten Mustafa Kemal Atatürk öldüğünde İstanbul’da bulunan Rauf Orbay, Kazım Karabekir’e cenaze törenine birlikte katılmayı teklif ettiğinde Kazım Karabekir Paşa, kendisinin cenazeye davet edilmediğini ve bundan dolayı cenazeye katılmayacağını Rauf Beye sözler. Rauf Bey cenazeye yalnız katılır.(38) Kibirli Kazım Karabekir, cenazeye bile katılmak için davet beklemektedir. Fırsatını bulduğu ilk anda Mustafa Kemal Atatürk’ü kötülemeye kendini övmeye başlar. Tan gazetesinde dizi yazıları yayınlanmaya başlar. İstanbul üniversitesinde okuyan gençler Tan gazetesine giderek yayını durdurmalarını ve hiç kimsenin Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret etmeye hakkının olmadığını söylerler. Yayın durur. CHP grubunda CHP Milletvekili Kazım Karabekir eleştirilir.(39)
Resmi Tarihçilerden Falih Rıfkı Atay’da, Kazım Karabekir’i ciddi oranda eleştiren kişilerdendir. “Çankaya” adlı eserinde Kazım Karabekir hakkında şunları söyler;
“Kuvayi Milliye ve Cumhuriyet tarihinde Karabekir’in bir hayli adı geçecektir. Onun şimdiden kısa bir portesini çizmek isterim. Karabekir karakterli, ahlaklı, yurtsever, fakat kültürsüz ve kafaca ‘pek orta’ bir adamdı. Eskiden tiyatro Osmanlıcaya ‘ibret’ sözü ile çevrilmiştir. Opereti ‘Şarkılı İbret’e çevirerek pek gülünç bir eser yazmış, Erzurum’da okul çocuklarına oynatıp durmuştur. ‘Şarkılı İbret’in hem güftesi, hem bestecisi idi. Mustafa Kemal’in uzak görüşlü politikacılığı ve hele Batı medeniyetçiliği yolundaki devrim anlayışı ile hiçbir ilgisi yoktu. Askerlikleri arasındaki sanat ıraklığı da söz götürmez. Birinci Dünya Savaşında ve daha sonra Mustafa Kemal’in gölgesinde kalmış olanlardandı. Fakat Bolşevik ihtilalı olup da çar ordusu çöktükten sonra Erzincan, Erzurum ve Kars’ı almak fırsatı ona düşerek doğuda iyice tanınmış, general de olmuştu. Kendine olduğundan pek çok üstünde değer veren ruh hastalarındandı. En küçük eşyasının müzelik olduğuna inanırdı. Eğitim ve ekonomi işlerini en iyi kendi yola koyacağını sanırdı. En çok sevdiği kelime ‘ben’di. ‘Rüya’ adlı bir şiiri 1950’de yayınlanmıştır. Bu şiirde Abdülhamid’in ruhu ona der ki; ‘Beni ve saltanatı devirenler arasında sen de vardın-Hele sonuncusunda hem mebus hem kumandandın-İstiklal Harbini sen kurdun ve başı da sen buldun’”(40) Falih Rıfkı Atay’ın eleştirileri biraz sert olmakla birlikte, pek de haksız olmasa gerek.
Kendisi dışında yapılan her şeyi kötüleyen Kazım Karabekir için önemli bir örnekte, İstiklal Marşımızla ilgilidir. Ulusal marş için açılan yarışmaya Kazım Karabekir’de katılmış ve kazanmak için kulis de yapmıştır. Mehmet Akif’in kazanması üzerine, bu duruma çok kızan Karabekir Paşa, Başbakan Rauf Beye 26 Temmuz 1922 yılında gönderdiği mektupta, İstiklal Marşı ile ilgili çok olumsuz şeyler söylemiştir. Bu mektubun tam metni, Sinan Meydan’ın “Öteki Mehmet Akif Vaiz” isimli kitabında bulabilirsiniz.
Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir birlikte Milli Mücadeleye girmişlerse de, birbirlerine karşı her zaman dikkatlidirler. Kazım Karabekir Ali Çavuş’u, Mustafa Kemal’i kontrol etmesi ve her hareketini bildirmesi için Mustafa Kemal’e emir eri olarak yollar. Mustafa Kemal ise, “Deli Halit” denilen Halit Paşaya direk emir vererek, gerektiğinde Kazım Karabekir’den komutayı zorla alması için görevlendirir.
Mustafa Kemal, Milli Mücadeleye başlarken birlikte olduğu yol arkadaşlarından ayrılmayı şöyle açıklıyor:
“Milli savaşa birlikte başlayan yolculardan kimleri, milli hayatın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarına değin uzanan gelişmelerinde kendi düşünce ve ruh yapıları kavrama sınırı bittikçe bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır.
Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki, ben, milletin vicdanında ve geleceğinde sevdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım.” (41)
Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir arasında çıkan çatışmada son sözü Mustafa Kemal söylemiş ama Kazım Karabekir kibrinden dolayı anlayamamıştır.
Mustafa Kemal’in son sözü bu çalışmanın da son cümlesidir:
-Paşa paşa, bu millet bir tek Gazi tanır!.
Yararlanılan Kaynaklar:
(1) Derin Tarih Dergisi. Sayı 1. Nisan 2012. Sf:54
(2) Osmanlıdan Günümüze Gizli Devlet. Suat Parlar. Bibiotek yayınları.Ocak 1997. Sf:88
(3) Kurtuluş Savaşında Bolşeviklerle Sekiz Ay. Veysel Ünüvar. Göçebe yayınları. 1997. Sf:13
(4) I. Meşrutiyetten Cumhuriyet’e Asker Alma Usulleri. Şenol Çöklü. AAM. 2014 Sf:121
(5) Türkiye Üzerine Tezler. Yalçın Küçük. Salyangoz yayınları. Mayıs 2007 Cilt 5. Sf:385
(6) Mustafa Kemal(1) Charles N. Sherrill. Cumhuriyet gazetesi yayını. Şubat 1999. Sf:59
(7) Mut Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti.Kemal Çelik. AAM. 2001. Sf: 96
(8) Mut Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti.Kemal Çelik. AAM. 2001. Sf: 95
(9) İttihatçıların Ünlü Maliye Nazırı Cavid Bey. Nazmi Eroğlu. Ötüken yayınları.2008 Sf:73
(10) İkinci Adamlar. Hilmi Tutar. Ekim yayınları.2012. Sf:517
(11) Milli Mücadelede Kazım Karabekir Paşa. Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran. Atatürk Araştırma Merkezi yayınları. 2008. Sf: 3
(12) Atatürk’ün Yanındakiler Karşısındakiler. Sadun Tanju. Hür Yayın.Ocak 1981. Sf:21
(13) Cehennem Değirmeni. Rauf Orbay. Truva Yayınları. Eylül 2004. Sf:255 vd.
(14) Siyasi Dargınlıklar(2). Kandemir. Ekicigil Tarih yayınları. 1955. Sf:29
(15) Öteki Tarih(3). Ayşe Hür. Profil yayıncılık. Haziran 2013 Sf:141
(16) Kazım Karabekir Gözüyle Yakın Tarihimiz. Mustafa Armağan. Timaş yayınları.Haziran 2011 Sf:90
(17) Nutuk ve Karabekir’den Cevaplar(1) Kazım Karabekir. Emre Yayınları. Nisan 1977. Sf:132
(18) İstiklal Harbimiz(1). Kazım Karabekir. Yapı Kredi yayınları. Mart2014. Sf:18
(19) Topal Osman Ağa. Teoman Alpaslan. Kum Saati yayınları. 2007. Sf:40
(20) Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Taylan Sorgun. Kamer yayınları. 1998 Sf:44-66
(21) Osmanlıdan Günümüze Ordunun Evrimi. Osman Tiftikçi. Sorun yayınları. Ocak 2006. Sf:41
(22) Op. Dr. Emin Erkul’un Milli Mücadele Anıları. Melih Tınal. Zeus yayınları.2011. Sf:71
(23) Trabzon’da Muhalefet. İsmail Akbal. Serander yayınları.Eylül 2008. Sf:272
(24) Kazım Karabekir Gözüyle Yakın Tarihimiz. Mustafa Armağan. Timaş yayınları. Haziran 2011 Sf:97
(25) Kızıl Pençe. Mustafa Armağan. Timaş yayınları. Mart 2012. Sf:299
(26) İstiklal Harbimiz(1). Kazım Karabekir. Yapı Kredi yayınları. Mart2014. Sf:6
(27) Kazım Karabekir Gözüyle Yakın Tarihimiz. Mustafa Armağan. Timaş yayınları. Haziran 2011 Sf:108
(28) Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Taylan Sorgun. Kamer yayınları. 1998 Sf:12
(29) Kazım Karabekir Gözüyle Yakın Tarihimiz. Mustafa Armağan. Timaş yayınları.Haziran 2011 Sf:152
(30) Kazım Karabekir Anlatıyor. Uğur Mumcu. Tekin yayınevi. 1994. Sf:28
(31) Kazım Karabekir Anlatıyor. Uğur Mumcu. Tekin yayınevi. 1994. Sf:116
(32)Kazım Karabekir Anlatıyor. Uğur Mumcu. Tekin yayınevi. 1994. Sf:130
(33)Kazım Karabekir Anlatıyor. Uğur Mumcu. Tekin yayınevi. 1994. Sf:132
(34) Kazım Karabekir Anlatıyor. Uğur Mumcu. Tekin yayınevi. 1994. Sf:133
(35) Nutuk/Söylev. Mustafa Kemal Atatürk.
(36) Kazım Karabekir Anlatıyor. Uğur Mumcu. Tekin yayınevi. 1994. Sf:166
(37) İkinci Adamlar. Hilmi Tutar. Ekim yayınları.2012. Sf:555
(38) İmparatorluktan Cumhuriyete Rauf Orbay. Aksel Keskin. Parola Yayınları.2014. Sf:293
(39) Paşaların Kavgası. Kazım Karabekir. Emre yayınları. Ocak 1995. Sf: 18
(40) Çankaya(2) Falih Rıfkı Atay. Cumhuriyet gazetesi yayını. Ekim 1999. Sf:96
(41) Nutuk/Söylev. Mustafa Kemal Atatürk.