Şair Eşref Yaşasaydı!..

Erdem Yücel
991 views

Bir dönemin ünlü hiciv ustası, şairi ve düşünce adamı Şair Eşref’i bugünlerde kaç kişi bilir veya hatırlar?
Mizahın ve hicvin yok sayıldığı günlerde Şair Eşref yaşamış olsaydı, yaşanan garip olaylara yine mizah taşlarını atar mıydı?
Bilemeyiz…
Yıllar öncesinden ileriyi gören Şair Eşref’in edebiyattaki yerini hatırlamamak mümkün değil.
Şair Eşref 1846 yılında Manisa-Kırkağaç Gelenbe’nin Yayaköy’ünde dünyaya gelmiştir. Osmanlı’nın son döneminin ünlü âlimlerinden İsmail Efendi soyundan Üslupoğulları koluna mensup bir aileden olan Eşref, zamanında Deli Hafız diye anılan Gelenbe Camisi imamlarından, nüktedanlığı ile tanınmış Hacı Hafız Mustafa Hoca ile şair ve hafız Arife Hanım’ın oğludur. Gelenbe’nin mahalle mektebinde okumuş, altı ayda Kuran’ı hatmetmiştir. Gençliğe adım attığı yıllarda başına buyruk yaşamayı seçmiş, bir arkadaşını yaralayınca Manisa’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Manisa’da Hatuniye Medresesinde eğitimini sürdürmüş, orada Arapça, Farsça, tarih, özel olarak da matematik öğrenmiştir. Medrese eğitimini tamamladıktan sonra 1870 de o dönemde revaçta olan devlet memuriyetine girmiştir. Manisa Sancağı Tahrirat Kaleminde mülazım olarak göreve başlamış, Turgutlu’da tahrirat kâtipliği, Akhisar ve Alaşehir’de mal müdürlüğü yaptıktan sonra İstanbul’da açılan kaymakamlık sınavına girmiş ve 1879’da Fatsa Kaymakamlığına atanmıştır. Onu Çapakçur, Hizan, Ünye Tirebolu, Garbi Karaağaç Gördeş başta olmak üzere çeşitli yerlerdeki kaymakamlıkları izlemiştir. Şair Eşref’in devlet görevlerinde başarılı olduğu pek söylenemez. Devleti yönetenler ve kasaba eşrafına uyum sağlayamadığından, hiçbir görevinde uzun süre kalamamıştır. Kaymakamlık görevlerinin birisinde, kaymakamlık binasının çatısının sürekli akmasından şikayetçi olmuş ve üst makamlardan çatının tamir edilmesini istemiştir. O yılarda devletin hazinesinde para olmadığından, işi yokuşa sürmek için çatının neresinin aktığı sorulduğunda Eşref öfkelenmiş ve “Devletin muslukları dışında her yer akıyor “ diye yanıt vermiştir.
Eşref asıl ününü yazdığı şiirleri ve hicivleriyle yapmıştır. Yaşadığı dönem II. Abdülhamid’in baskıcı, saraya yapılan jurnallerin birbirini izlediği günlerdi. Yazmış olduğu hicivleri ve Jön Türklerle ilgisi olduğu konusunda yapılan jurnalle Jön Türklerden Tevfik Nevzat ve Hafız İsmail ile birlikte 1902’de İzmir’de tutuklanarak, yargılanmak üzere İstanbul’a gönderilmiştir. Prens Sabahattin’in babası Damat Mahmut Celaleddin Paşa Avrupa’ya kaçmadan önce, ona karşı yazdığı mektuplarından ve hicivlerinden ötürü yedi ay hapse mahkûm olmuştur. Hapisten 1903’te çıktıktan sonra yeniden tutuklanma korkusuyla Mısır’a kaçmış, Meşrutiyetin ilanına kadar orada kalmıştır. Bu arada kısa süreli Fransa, İsviçre ve Kıbrıs’a gitmiştir. Bu arada Curcuna ve Zuhuri gazetelerini çıkarmış II. Meşrutiyetin ilanı üzerine İstanbul’a gelmiştir. Şurayı Devlette açtığı davayı kazanarak yeniden devlet görevine girmek istemiş ve kendisine Kasaba kaymakamlığı verilmiştir. 1909 yılında Adana Vali Muavini olmuş, 31 Mart ayaklanmasından sonra memuriyeti bırakarak Kırkağaç’a çekilmiş, 22 Mayıs 1912 yılında da ölmüştür.
Şair Eşref’in ilk şiiri 3 Haziran 1312’de İzmir’de yayınlanmıştır. Onun ardından Rad’ı Kaza başlığıyla Yeni Gazete de yazmaya başlamıştır. Eşref isimli derginin başyazarlığını yapmış, Ahenk, Yeni Gazete, Hizmet gibi gazetelerde, Şule-i Edeb, Muktebes, Edep Yahu, Musavver Eşref gibi dergilerde gazel, kıta gibi şiirlerin yanı sıra hicivleri de yayınlanmıştır. İlk yazdığı şiirlerinde Ziya Paşa ve Namık Kemal’in izleri görülmektedir. Hiciv edebiyatında kendine özgü bir yeri olan Eşref başlangıçta Divan Edebiyatı’nın nazım şekillerinden olan kaside, gazel ve kıtalara bağlı kalarak yazdığı ilk şiirlerinden sonra yeni bir üsluba yönelmiştir. Divan şiirinden ayrılarak kendine özgü bir şiir türünü ortaya koymuştur. Bunların bazılarında küfürlere, o zamanlar ayıp sayılan müstehcen sözlere de yer vermiştir. Onu hicve, imaya yönelik tarzından ötürü Divan Şiiri ustalarından Nef’i, Sururi, Mantiki, Kâni, Bahâi, ile mukayese edenler olmuştur. Ancak şiirlerinde herhangi bir kişiden çok dönemin sosyal konuları üzerine eğilmiştir. II. Abdülhamit devrini çok sert sözlerle hicvederken Hürriyet, Meşrutiyet Kanun-i Esasi gibi yeni fikirlerinde savunucusu olmuştur. XIX. Yüzyılda hiciv üslubunun en önemli temsilcisi olmuştur. Döneminde yaşanan yolsuzlukları, zulmü, iltimasları, devleti yönetenlerin olumsuz tutumlarını, alınan rüşvetleri, toplumda yaşanan sorunları, cehaleti eleştirmesiyle ün yapmıştır. II. Abdülhamit ve çevresini sorumlu tutarak, onu hakarete varan en ağır dille hicvetmiştir.
“Besmele gûş eyliyen şeytan gibi,
Korkuyorsun “Höt” dese bir ecnebi.
Padişahım öyle alçaksın ki sen,
İzzet-i nefsin Arap İzzet gibi.”
Yine aynı yöndeki bir başka hicvinde:
“Çektiğin cevr ü cefanın sebebinden sorma,
Deme kim: Bâdihavâ menkibe dellâli budur.
Habis ile nefy ile işkence ile ömrü geçer.
İşte Osmanlı’da şair olmanın hâli budur.”
Bir başka şiirinde de Abdülhamid’e şöyle sesleniyor:
“Ey pâdişâh-ı âlem, düşman mısın zekâye?
Erbâb-ı iktidarı gördün mü saldırırsın,
Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız,
Hayf eylerim yakında Kuran’ını kaldırırsın.”
Eşref, kızdığı bazı kişiler için de hicivler yazmıştır. Örneğin Tilkilik eşrafından Hasan Bey’de onun gazabından kurtulamamıştır.
“Tilkilikte yavrunun beyhude koptu kuyruğu,
Böylece sadık idi angarya nefye gitmeden
Sen Hasan Bey’de olan kurnazlığı seyreyle kim mazhar af oldu ömründe
Kabahat etmeden.”
Şair Eşref’in başlıca eserlerinden mensur ve kısmen manzum olarak yazdığı kitabını 1904 de Mısır da yazmıştır. Onu yine Mısır da 1907’de iki cilt halinde olan Deccâl (1904-1907) izlemiştir. İstimdâd (1907) , Hasbıhal yahut Eşref ve Kamil (1908), Şah ve Padişah (1908), İran’da Yangın Var (1908) yayınlanmış diğer eserleridir.