Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Solcu Türkler

Gamze Güven
1.796 views

Yazarımız Ahmet Hür’ün Puslu Yayıncılıktan çıkan yeni kitabı, Osmanlı’daki siyasi yaşam, sol ve işçi hareketlerinden başlayarak, Türk Ulusçuluğunun doğuşu ve gelişmesini ele alıp, bu süreçte sol harekete katkı sunan bazı solcu Türkleri  de geniş anlamda anlatmaktadır.

“Sol” üzerine düşünmek bana insani bir görev olarak gelir.”

Böyle der kitabın ilk sözünde yazar Ahmet Hür ve bu önemli bakış açısı ile bizi bu kitabıyla Türkiye’de “Sol” hareketler ve “Solcular” üzerine düşünmeye yöneltir. Sol kavramını da kitaptaki ifade ile Marksistlerin yanında burjuva özgürlükçülerinin de olduğu, haksızlığa karşı çıkan ve mazlumun yanında olan sosyal-demokrat, sosyalist, komünist, anarko-sendikalist, anarşist, anti-militarist, antifaşist, anti-emperyalist olarak her rengi içinde barındıran çok geniş bir anlamda kullanmıştır.

Solcular, Osmanlı İmparatorluğu zamanından bugüne kadar bu ülke tarihinde daima var olmuşlardır. Kitapta, Osmanlı’daki siyasi düşüncenin gelişiminde etkili olan reformlardan Tanzimat, Islahat Fermanları, 1. Ve 2. Meşrutiyet dönemleri ve bu dönemde yaşanan sol hareketler sade ve anlaşılır bir dille anlatılmıştır. Yazarın anlatımı ile artık yürümeyen Osmanlı Devlet sistemini çağa uydurarak, güçlü ve merkeziyetçi bir devlet oluşturmak amacında olan Osmanlı aydınları, bu reformlarla toplumun yönetimde söz sahibi olmasına ve toplumla bütünleşmeye özen göstermişlerdir. Batı’yı taklit etmekle başlayan Tanzimat; reformun, yenileşmenin, insan haklarına saygılı yönetim anlayışının başlangıcı olarak kabul edilebilir. Öyle ki bu reformlar öylesine istenmiştir ki Osmanlı’da ulemanın başlı olduğu İlmiye Sınıfı bile kendi güç alanlarını daraltmasına karşın reformları desteklemiştir.

Osmanlı’da kulluktan yurttaşlığa geçiş de bu reformların önemi ve etkisi, Yeni Osmanlılar olarak Türklerin ön plana çıkması ve azınlıklarla, gayrimüslümlerin hak ve özgürlükleri açısından Osmanlı’daki tüm bu reformların önemi, “Evet Efendim Meclisi” ve bu reform görüntüsü altında emperyalizme nasıl çanak tutulduğu, çok sayıda kaynaktan yararlanılmak suretiyle sıkmadan ve özünden uzaklaşmadan anlatılmıştır.

Bir başlık altında da Türk Ulusçuluğunun doğuşu ve gelişimi anlatılır. Burada aslen Polonyalı olan Constantin Borzecki’nin Türklük bilincini yüklemek için yazdığı kitaplardan alıntılanan bir sözünü önemi gereği aynen aktarmak isterim.

“Türk ulusu sıradan bir ulus değil, uzun ve zaferlerle dolu bir geçmişin ve nedeni bilinmeyen bir sarsıntının ardından, çifte su verilmiş enerjisi ile bir yenilenme ögesi sağlayabileceği coğrafi koşullara tanrının yerleştirdiği Yafetik (Kafkas ötesi) bir çekirdektir.” Constantin daha sonra Mustafa Celalettin adını almış ve Türk dili üzerine pek çok kitap kaleme almıştır.

Türk Ulusçuluğunun gündeme gelmesinde Kafkas kökenli aydınların, Özbek Tekkesi’nin, Osmanlı tarafından hep ihmal edilen ve neredeyse görmezden gelinen Anadolu halkının Türk karakterine dikkat çeken Şemsettin Sami Bey’in gazetelerde yayınladığı önemli yazılarının etkileri de kitapta ele alınır. Ulusal kültürün temeli olan dil konusu, Türkçe’ye gerekli önemin verilip verilmediği konularına da açıklık getirilmiştir. Yusuf Akçura’nın ilginç bir tespitine de yer verilmiş ve Türkçülük hareketinin ortaya çıkmasında İngiliz siyasetinin payının olma olasılığı tartışılmıştır.  “Çarlık Rusya’nın Asya’da doğuya ve güneye yayılışı, İngilizleri rahatsız etmiştir. Bunun üzerine Asya Türkleri ile iş birliği yapma, yarı sömürge haline getirdikleri Osmanlı’yı bağlama ve böylece Rusya ile karşı karşıya getirme siyaseti ön plana çıkarılmıştır.” Şeklindeki görüşün yerindeliği tarihi gerçeklerle desteklenerek anlatılmıştır.

Bu kapsamda Türklerin genel özelliklerini; doğayla uyumlu yaşamları, Sümerlerden Orta Asya’ya uzanan Gök Tanrı düşüncesinin Peygambersiz olarak yaşama geçirilmiş olmasını, yaşamlarındaki kadın erkek eşitliğini ve “Hakan’ın ve Hatun’un emriyle” diye başlayan yasalarının ne kadar çağdaş olduğunu, kadına ve kadının insan olmasından kaynaklı haklarına nasıl değer verildiğini, iki cins arasındaki eşitliğin hayatın her alanında var olduğunu okuruz. Batılıların barbar diye tabir ettikleri insanların yani Türklerin aslında nasıl bir engin medeniyete ve bilince sahip olduklarını net olarak görürüz. Yıllar içerisinde Pers, Bizans ve Arap kültürlerinin kadının toplumdaki yerini nasıl aşağı çektiğini de görürüz. Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra da dini, günlük yaşamın işlerinden ayırmaya çalışmıştır ancak giderek kendi öz kimliğinden koparılmış ve Arap kültürünün etkisiyle Türklerin aşağılanması bir geleneğe dönüşmüştür. Türklerin bilinçsizce yansıtıldığı gibi savaşçı insanlar olmadığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün de “Yurtta barış, dünyada barış.” Özdeyişi ile belirttiği gibi barışçı insanlar oldukları vurgulanır.

Türklere uygulanan tehcirler, katliamlar ve kıyımlar yine pek çok tarihi kaynak esas alınarak anlatılmıştır. Bu bölümü okuduğumuzda Türklere uygulanan tehcir ve kıyımların nasıl görmezden gelindiğini, Türklerin yıllarca gerçek dışı bir şekilde nasıl soykırımcı olarak tanıtıldıklarını ancak asıl mazlumun Türkler olduğunu tüm gerçekliği ile görürüz.  Öyle ki sadece 1821-1923 yılları arasında beş milyon kişiden fazla Türk-Müslüman topraklarından sürülmüş, göçmen durumuna düşmüştür. Yunan isyanları ile başlayan Türk kıyımı, Bulgarların Türk/Müslüman kıyımı, Balkan Savaşlarındaki kıyımlar, Anadolu’nun doğusundaki Türk ve Kürt kıyımı, Yunan işgali ile başlayan Türk kıyımı tüm detaylarıyla verilmiştir. Özellikle 1. Dünya Savaşı sırasında Doğu’da Van, Bitlis, Erzurum ve çevresinde yaşayan Müslüman Türk ve Kürtlerin en az %40’ının yaşamını yitirdiği gerçeği çarpıcıdır.

Sonrasında “Solcular” başlığı altında sol hareketlerin ve solcuların tarihine kapsamlı olarak değinilmiştir.

Yazar, 1789 Fransız Devrimi sonrasında, cumhuriyetçi, hak, hukuk, eşitlik savunucusu olanların parlamentoda sol tarafta oturması sonrası siyaset dünyasına “sol” kavramının girdiğini ve günümüze kadar da önemini hiç kaybetmediğini belirterek başlar bu konudaki anlatımına. Yukarda da ifade ettiğimiz üzere sol kavramı çok geniş bir açıdan incelenmiş, tek bir görüşe, ideolojiye endekslenmemiştir. Bu açıdan son derece geniş bir perspektiften incelenen konu, kafamızdaki sola dair doğmaları yerle bir eder.

Tarihler boyunca değişmeyen bir gerçeklik vardır; “Zalime baş kaldıranlar doğal olarak solcudur.” Bu kapsamda “15. YY da yaşayan Şeyh Bedrettin’i, 18. YY yaşayan Pir Sultan Abdal’ı bu coğrafyanın ilk solcuları olarak kabul edebiliri.” der yazar. Sonuna kadar da haklıdır. Yoksulun, güçsüzün ve ezilenin; güçlüye, ezene ve zalime karşı direnişi ve başkaldırısı her zaman önemli ve gereklidir.

Bu kapsamda Osmanlı’nın son dönemlerine doğru ilk fabrikaların açılmasıyla başlayan sanayileşme döneminde, ilk işçilerin askerler olduğunu ve bunların grev yaptıklarını, köleliğin kaldırılmasından sonra da ev işlerinde odalık ve cariye olarak çalışan işçi sınıfının doğduğunu, özellikle kömür madenlerinde zorunlu çalışmanın olduğu vurgulanmıştır. Sonrasında İttihat ve Terakki’nin Milli İktisat Politikası da anlatılmıştır. Milli İktisat sözü ilk kez Yusuf Akçura tarafından İttihat ve Terakki Cemiyetinin 1913 yılında yaptığı kongrede dile getirilmiştir.

Kitabın bu konuya yönelen bölümünde, Rosa Lükserburg gibi Fransız Sosyalistlere yakın olan kişilerin, Osmanlı Devleti’nin yıkılıp yerine etnik kökenlere dayalı birden çok devletin kurulmasını savunduklarını, Yahudiler ve Yahudi sosyalistlerin ise ticaretteki ve iş gücündeki üstünlüklerinin bitmemesi için Osmanlı Devleti’ni yaşatmak derdinde oldukları anlatılmıştır.

Ayrıca bu süreçte çok önemli bir mücadele adamı olan İbrahim Pertev’e de yer verilmiştir. Sanayi Dergisini çıkaran İbrahim Pertev emekçileri görmezden gelenlere karşı ciddi mücadeleler vermiştir. Yazdığı yazılar ile de işçileri korumak için yasalar çıkarılmasını, işçinin aydınlanmasını ve çalışma koşullarının düzeltilmesini savunmuş ve bu yönde mücadele etmiş bir solcu aydın olarak kitapta yer verilmiş olması ayrıca değerlidir.

Osmanlı Devleti ve sonrasında milli mücadele yıllarında sol gruplar, işçi hareketleri ve sol partiler de kapsamlı olarak kitapta yer bulmuştur. Emperyalizmin kıskacındaki İngiliz mandası yanlısı Hanedan ve çevresi, genel olarak İstanbul’da örgütlendiği belirtilen proletarya, dengeyi değiştirecek gücü edinememiş işçi toplulukları bu bölümde mercek altına alınır. Millî mücadele dönemi ise sol ve anti-emperyalist hareketler ve direnişler açısından çok gerçekçi şekilde irdelenir.

Anti- emperyalist mücadele veren Mustafa Kemal Atatürk, toplumun her kesimini bir bayrak altında toplamıştır. Bir yanda padişahı kurtarmak isteyenler, diğer yanda solun tüm renklerinin bulunduğu gruplar işgalci emperyalistlere karşı aynı safta savaşıyordu. Milli mücadele ruhu işte tam da buydu! Eşkıyaların, çetelerin, Kürt aşiretlerinin zulme karşı durarak, bağımsızlık için birlikte savaştığını, bu çetelerin bir kısmının “Yeşil Ordu” olarak anıldığını ve Yeşil Ordu hakkında önemli tarihçilerin olumlu-olumsuz görüşlerini ve anlatımlarını da kitaptan tüm ayrıntıları ile öğreniriz. Yazar Ahmet Hür, Yeşil Ordu’nun bilinenin aksine Bolşevik ya da Sosyalist bir örgüt olmadığını, emperyalizm karşıtı, padişaha ve hilafete karşı olan, mandacılığı reddeden, Bolşevik, Anarşist, Sosyalist, Kemalist, İttihatçı, İslamcı ve daha benzeri pek çok gruptan oluşan bir çatı örgüt olduğu görüşünü belirtir. Ayrıca bünyesinde barındırdığı insanlarla, milli mücadele duygusunu topluma en fazla yayabilen cemiyet olma özelliğini taşıdığını da önemle belirtir ve Yeşil Ordu Beyannamesine de kitapta yer verir.

Yeşil Ordu Cemiyeti daha sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından kapatılır ve yerine Türkiye Komünist Partisi kurulur. Ancak bu parti göstermelik olarak kalmış ve kısa süre sonra da kapatılmıştır. Kemalist hareket ve sosyalistlerle ilişkileri, Türkiye Komünist Partisinin tarihsel geçmişi bu kapsamda çok elim bir olay olarak tarihte acı ile anılan Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesi olayı yine pek çok kaynak baz alınarak tüm yönleri ile ele alınıp incelenmiştir. Bugüne kadar yapılan en kapsamı incele ile yazıldığı açık olan bu tartışmalı konularda gerçekliğe ulaşmak için bu kitabın okunması gerektiği kanaatimi belirtmek isterim.

Emperyalizmin solcu Türk korkusunun hiç sona ermediğini belirten yazarımız, “Solcu Türkler” başlığı altında, bu ülkeye aydın kimliği ile yön veren, emekçi yanlısı, mücadeleci insanların bazılarının yaşamlarını bize “geniş anlamda” anlatmıştır. Elbette ki bu insanlar daha çoktur ve kitapta ayrıntılı olarak yer verilemeyenlerin tümü de saygı ile anılmıştır.

-İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden Abdülkadir Cami Bey,

-Meclis-i Mebusan’da İstanbul mebusu olan ve işçileri temsil ettiği için Malta’ya sürülen işçi kökenli İttihatçı- sosyalist Abdülmecit Numan Usta,

-Millî Mücadele sırasında yaptığı cephaneler, tamir ettiği top ve silahlarla savaşın kaderini değiştiren, işçi hakları savunucusu Ali Tunalı,

-1908 Meşrutiyet Devriminden sonra yetişmiş, Cumhuriyet tarihinde adı daima sevgi ve saygı ile anılacak, her zaman doğruları savunan, sözünü sakınmayan bir insan, bir hekim, Dr. Reşit Galip Baydur. Onunla ilgili olarak anlatılan anekdotlar muhteşem.  Bu anekdotlardan biri Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayındaki sofrasında zamanın Milli Eğitim Bakanı Esat Bey’e karşı yaptığı haklı ve sert eleştirisini anlatır. Milli Eğitim Bakanına “Bu kokuşmuş kafa ile devlet yürümez” der ve susmaz…

“Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Mecliste bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır.” Der. Sonrasında kibarca sofradan uzaklaştırılmaya çalışıldığında ise “burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır.” şeklindeki o bilinen sözünü söyler. Karakterinden ve doğrularından ödün vermeyen bu hekim aynı zamanda artık neredeyse unutturulan ANDIMIZ’ın da yazarıdır. 23 Nisan 1933 sabahı yazıp, okumuştur. Bunlar ve daha pek çok önemli bilgi kitabı zenginleştiren bir ayrıntı.

– İslam sosyalizmine inanan Millî Mücadele taraftarı bir gazeteci Hakkı Behiç Bey,

-İzmir’e çıkan Yunan askerine ilk kurşunu sıkarak Millî Mücadele tarihimizin eşsiz kahramanlarından olan bir Türk milliyetçisi Hasan Tahsin…

Yazarın anlatımı ile sıktığı ilk kurşun sadece işgalci Yunanlılara değil aynı zamanda emperyalist güçlere, yerli, yabancı işbirlikçilere, padişahçı ve teslimiyetçi Hürriyet ve İtilafçılara da sıkılmıştır. Ergun Hiçyılmaz onun için “Kendine göre yürek taşıyan, okumuş, kalem efendisi bir gerilladır” der.

-Marksist Leninist, siyasetçi, kuramcı, yazar, yayıncı ve çevirmen Hikmet Kıvılcımlı… Hikmet Kıvılcımlı’ya ait, herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm pek çok önemli sözü kitapta yer bulmuştur. Ben size seçtiğim bir tanesini kitaptan aynen aktarıyorum.

“Hangi ülkede, hangi çocuğun kaç lokma ekmek yiyeceğine, servet sahiplerinin bir araya geldikleri kahvaltılarda ve yemeklerde karar verilir.” Sadece bu sözü bile diğerlerinin okunması gerekliliğini ortaya koyar.

-Türk sosyalist siyasetçi Hüseyin Hilmi Bey, önemli bir solcu aydındır, öldürülür. Yazar bize, Münir Süleyman Çapanoğlu’nun onun için “İnşallah biri çıkar, sosyalist Hilmi’nin romanını yazar.” Dediğini iletir…

-Sol Kemalist olarak kabul edilen Mahmut Esat Bozkurt, laik hukuk sisteminin yerleşmesi için önemli katkılar sunmuş bir insandır. Soyadını tarihte Bozkurt-Lotus Olayı olarak anılan gemi kazası davasından sonra almıştır. Kitapta bu ilginç davanın ayrıntıları verilmiş olup, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

-Mustafa Suphi… 1920 yılında 74 delegenin katılımı ile 1. Genel Türk Komünistleri Kongresini toplamış ve TKF başkanlığına seçilmiş bir komünist lider. Doğumundan katledilmesine kadar geçen süreçteki her ayrıntı anlatılmış olup, yukarıda da değindiğim gibi özellikle Yahya Kâhya tarafından katledilmesine dair karanlıkta kalan her nokta, kapsamlı bir araştırma neticesinde hazırlanan bu kitapta cevabını bulmuştur. Mustafa Suphi’nin eşinin başına gelenleri okumak, her zamanki gibi büyük acı…

-İlk Meclisin solcu milletvekillerinden, Nazım Öztellli. Özür dilemeyen tavrı ve ilkeli duruşu nedeniyle 15 yıl kürek cezasına çarptırılan “Yeni Hayat Dergisinin” sahibi. Düşünceleri ve yazıları ile aydınlanma sağlayan önemli bir sosyalist.

-Üzeyir Avni Kuran, Vahidov, Vala Nurettin, Yunus Nadi, Yusuf Akçura ve Lenin Ulyanov kitapta geniş kapsamlı anlatılan solcu Türkler olarak yer almıştır. Lenin’in pek çok dilbilimci ve tarihçiye göre Türk olduğunun kabul edildiği, anne tarafından Türk olduğu belirtilerek, solcu Türk olarak kitaptaki yerini almıştır.

-Son olarak büyük usta Nazım Hikmet Ran… Şiir gibidir ve şiirleriyle anlatılır.  Hepimizin yüreğine değen bir dizesi bulunur ustanın. Biz de yazarımızın selamladığı şiirinden bir dize ile analım.

“… Kapansın el kapıları bir daha açılmasın,

Yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim…”

Evet hepimizin son günlerde çok daha iyi özümsediği üzere, emperyalizmin ve kapitalizmin hâkim olduğu modern çağda, gerçek eşitlik ve özgürlük idealinin tek taşıyıcısı olan sol akımın sürekliliğinin sağlanması; aydınlık, özgürlükçü ve gerçek eşitliğin sağlanacağı bir dünyanın kurulması için çok önemlidir. Türkiye Cumhuriyetin aydınlanma yönündeki tüm mirası, somut olarak ülkenin “sol” birikiminde somutlaşmış ve onların yani solcuların elinde ileri taşınmıştır. Özellikle bilim ve sanat alanında, şiirden romana, sosyolojiden felsefeye, arkeolojiden fen bilimlerine kadar her alanda liderlik onlardadır. Bu tarihimizin her aşamasında var olan bir gerçekliktir.

Aydınların sesini yükselttiği, işçi sınıfının hakkını aradığı, gençliğin ayağa kalktığı her yerde sol unsurların varlığı hissedilir. Solcuların her koşulda sahiplendiği antiemperyalizm, yurtseverlik, laiklik, ilericilik, kamuculuk, halkçılık gibi özelliklerin bu ülkede bugüne kadar yaşatılmasında solcuların rolü ve etkisi yadsınamaz önemdedir.

Dünyada gelinen noktada, kapitalizmin yarattığı yok oluşa son verebilmek için sol akımların güçlenmesi solcuların yani ezilenden yana, haktan, eşitlikten yana olan, sömürüye karşı olan ilkeli insan topluluğunun gelişmesi gerekliliği giderek daha da önem kazanmaktadır. Bu noktada, bize tarihsel geçmişimizdeki öncü solcu insanları ayrıntılı olarak tanıtan ve tarihimize bu yönde ışık tutan kitabı için yazarımız Ahmet Hür’e ayrıca teşekkür ediyoruz. Emeğinize ve kaleminize sağlık…