Emekçiden yana yayın politikası izleyen ‘Emeğin Serüveni’ ikinci yılını tamamlarken merak ediyorum toplum bu yönde ne kadar bilinçlenmiştir?
Bazı emekçiler emekçi olduklarını biliyorlar mı?
Türkiye’de emekçiden yana siyasi partiler, konfederasyonlar, sendikalar varsa da onlar emekçi hakları konusunda ne kadar duyarlılar?
Emek ve emekçi üzerinde durulacak tartışılacak bir konudur.
Sözlüklerin en basit şekilde tanımladığına göre emek bir şeyin üretilmesine yönelik insan etkinliğidir. Bunun içinde özverili, emek isteyen çalışmalar yapılmalıdır. Bir başka tanıma göre bir işin yapılabilmesi için harcanan beden ve beyin gücü, emeği oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak; emek iş piyasasında etkili olarak teknolojinin de yardımıyla üretim gücünü ortaya çıkarır ve ülke ekonomisini güçlendirir.
Bu konuda çeşitli atasözleri dilimize yerleşmiştir. Bunların başında; bir işe emek vermek, emeği boşa gitmek, emek harcamak ve emeğine dönmek gibi deyimler gelir.
Türkiye’mizde emekçi denildiğinde öncelikle işçi ssınıfı akla gelir. Ancak bu yanlış bir tanımlamadır. Kamuda veya özel sektörde olsun bedensel ve beyin gücünü bir işi yapabilmek için harcayanların tümü emekçidir. Örneğin sağlık emekçileri, yapı sanatı emekçileri, maden emekçileri, tarım emekçileri, müzeci emekçileri, akademisyenler, gazeteciler, yazarlar gibi…
Bunlardan bazıları emekleri karşılığı haklarını alır, bazıları ise işverenler tarafından sömürülür. Ne çelişkidir ki bazen emekçiler sömürüldüklerinin farkına bile vvarmadan onlardan yana olurlar. Örneğin sömürülen bir işçi kendinden yana olan bir siyasi partiden çok, oylarını kapitalist düzenin temsilcileri yönünde kullanırlar. Ne zaman uyanacaklarını ve haklarını alacak düzeye geleceklerini bilebilmek biraz zordur.
Emekçinin geçmişine baktığımızda; Batıdaki sanayi devriminden XX. Yüzyıl başlarına kadar geçen süreçte emekçi sınıfında büyük bir değişim olmadığını görürüz. Dünya ülkelerinde tarımdan sonra ağır sanayi ve tüketim sanayi üstünlüğünü yitirmiş, akla bilime dayalı teknolojik girişimciliğe yerini bırakmıştır. Bu dönemde finans sektörü dışında belirli saatler arasında çalışan veya zorunlu çalıştırılan emekçiler her zaman tartışma konusu olmuştur. Yine bu dönemlerde eğitim kalitesinin, niteliğinin artması üzerine işletmeler insan kaynaklarından yararlanabilmek için bir takım karmaşık politikalar izlemişlerdir. Bazı emekçilerin ve onları destekleyen sendikaların girişimleriyle ücretlerin yeniden düzenlenmesinin önü açılmıştır. Buna rağmen yine de ezilen emekçiler olmuştur. Anayasa da olmasına rağmen grevler istenilen sonuca ulaşamamış, çözümlenemeyen sorunların başında gelmiştir.
XIX. Yüzyılın sonlarına doğru ülkemizde de emekçilerin işi bırakmak gibi bazı eylemlere giriştikleri görülmüştür. Ancak bunlar yasal bir zeminde gelişememişlerdir. Cumhuriyet döneminde 20 Şubat 1947’de yürürlüğe giren bir yasa ile kısmen de olsa emekçiler bazı haklar elde etmişlerdir. Ancak emekçiler grev haklarını 1961 Anayasası ile kazanmışlarsa da yapılan düzenlemeler ancak 1963 yılında tamamlanabilmiştir. Buna rağmen “Çorum Belediye İşçilerinin Yürüyüşü” gibi bazı eylemlerde bulunulmuştur. Bunun öncesinde emekçilerin 31 Aralık 1961 de “Saraçhane Mitingi”, 3 Mayıs 1962 de “Açların Yürüyüşü” gibi önemli emekçi eylemleri olmuştur. Belediye emekçilerin grev hakkını kazanmasından sonra 7 Kasım 1963 tarihindeki Bursa Belediyesi otobüs şoförlerinin grevi ile emekçiler bazı hakları elde etmişlerdir.
Türkiye tarihinde emekçi hareketleri batıya göre çok daha geç başlamıştır. Sözünü eteğimiz emekçi hareketlerinden sonra da bu konuda bazı eylemler ve girişimler olmasına rağmen yine de emekçilerin tam haklarını elde ettiklerini söylemek oldukça zordur.