“Beden ve ruh savaş halindedir.”
MURAT BULUT
Puslu Yayıncılık
1.Baskı
İstanbul- Ocak-2021
160 Sayfa
Bu romanın kapağını açtığınız ve okumaya başladığınız anda, önce o kadim göçer kültürünün sıcak doğası sizi selamlar. Yaşlı “pir” göçer dedemiz, küçük Hüseyin’ine ve tabi ki bu kitabı okuyan herkese hitaben şöyle seslenir: “ Yavrum, biz doğayı sevmek değil taparız. Daha ötesidir. Bir oluruz ağaçla, kuşla, dere ile ot ile. Hem inancımız hem de yaşamımızın gereği böyledir.” İnsanın doğayla bir olması, birlik olması ve doğanın öğreticiliğinden yararlanması, yaşadığımız bu çağda çok daha büyük bir önem kazanmıştır. Yazar eserinde, bu önemli hususlara vurgu yaparken, kentin karmaşasından uzakta doğayla, hayvanlarla ne kadar iç içe olursak, o denli sınırsız zamana ulaşacağımız gerçeğini ve yaşamsal ‘anlarımızı’ bu şekilde nasıl da çok artırabileceğimizi, en yalın haliyle ve güzel betimlemeleri ile okura sunmaktadır. Hep bir koşuşturma içinde geçen, başkalarının planladığı bir hayatı yaşamanın zorlukları ve gereksizliği de göz önüne serilir.
İnsanın; İnsanlarla, doğayla, acılarla, kin, nefret, yalan, sevgi, merhamet ve korkuyla hesaplaşarak, nefsini ve bedenini yenerek tam bir olgunluğa eriştikten sonra vuslata ulaşan yolculuğu, bir rüyanın içinde metaforik olarak anlatılır.
Kendi içimizde ki ve dünyada ki bir dolu zıtlığın, iyilikle kötülüğün, aydınlıkla karanlığın, siyahla beyazın içinde iyi insan olarak ve mutlu olarak yaşanır mı?
Dünyanın, doğanın, insanların, içinde yaşanılan sistemin, ne kadar iyi veya ne kadar kötü olduklarını anlamak çok zordur. Dünya kötülüklerle doludur, ancak insanda bunları yenecek, reddedecek ve iyiliği yüceltecek güç her zaman vardır ve her zaman var olacaktır. Hepimizin derinlerinde bir yerlerde iyi ve kötü yanlar mevcuttur. İnsan doğasında var olan bu zıtlıkların içinden,
iyiliği saklı olduğu yerden çıkarmak, hep diri tutmak, iyilikle yola devam etmek kolay değildir. Yaşam, iyi olanı sayısız kere bulmayı gerektirir. Çünkü dünya kötülüklerle doludur ve iyiyi korumak zordur.
Yazar, göçer çocukların oynadığı derede gördükleri bir kırmızı balığı takip ettikleri sırada, dere kenarında rastladıkları bir ceset, cesedi bulan çocuklardan Ahmet’in tutulan dili ve cesedin yanında yıkılan çınar ağacının kovuğunda bulunan bir defterle başlar, Dolunay’da vuslata varan bu zorlu yolculuğuna…
Murat Bulut, kendi tabiri ile “ acıyı en şiddetli hissettiğimizde, geçmişi gönül heybesine koyarak geleceğe uzanmanın sancılarını” anlatır, kahramanımız Yılmaz’ın gözünden ve özünden.
Yılmaz’ın yolculuğu daha çocukken başlayan ve karasevdaya dönüşen bir aşkla başlar. Beyaz elbiseli, kızıl saçlı “aşk” ın adı Arzu’dur. Arzu aşk, Arzu saflık, Arzu doğa, Arzu dost, Arzu yuvanın nefesi ve Arzu vuslata yürüten, yürekteki en büyük acıdır. Yazar bu büyük aşk üzerinden, sonlu olan, zıtlıklarla dolu, bu hayatta mutlu olmanın ve huzur bulmanın mümkün olup olmadığını da sorgular.
Aşk eyleme dökülür ve Yılmaz ile Arzu evlenir. Arzu ve Yılmaz kapitalist düzenin dayattığı tüketim kültürünü, parayı hayatlarının temeline koymayı, maddiyatı reddeder. Kent yaşamının karmaşasını ve dayatılmış, öğretilmiş bir hayatı da. Bu evlilik doğanın huzurlu kollarında, şehir yaşamından uzakta, mutlu ve sakin devam eder. Büyük fırtınalara gebe bir dinginlikle…
Sonrasında olaylar akıcı bir şekilde gelişir ve Yılmaz’ın yolculuğunda yol, göçerlere, göçerlerin en yaşlısı Pir Dedemiz Can Dede’ye de uğrar. Orada çözülür, Ahmet’in bulduğu cesedin başında tutulmuş olan dili.
Can Dede’nin yanında “ Bismişah, Allah Allah! “ nidaları ile durulan semahla, kitaptaki anlatımıyla hakkın zerresini hisseder, evrenle bir olur Yılmaz. Bu dönüş, kendi iç dönüşümünü de hızlandırır. Yılmaz kaderini eline almıştır ve artık Dolunay’da vuslata erişmek için bedeninin
ihtiyaçlarını karşılamaktan tümüyle vazgeçecektir.
İnsan hayatında ki kayıpların büyüklüğü, ölümlerin ve acıların yarattığı dönüşüm ve değişimle Yılmaz’ın geleceğe kaçışı hızlanır. Ölüme yatarak geleceğe kaçmak, Yılmaz’a göre cinayet değil varoluştur. Varoluş onun için, Dolunay’ın içinde ki “ aşk” ının “ gel, mutluluk bende” diye çağıran beyaz ellerini tutmaktır. O elleri tutmak için karanlığın boşluğuna dalmaktır, yani vuslattır onun için varoluş…
Murat Bulut bize, insanlık tarihinde belki binlerce kez tekrarlanmış bir arınma sürecini ve “dünya kurulduğundan beri yaşanmaya devam eden iyilerle kötülerin savaşını” anlatmış. Emeğine ve yüreğine sağlık.
İyilik ve “Aşk” sonsuza kadar devam etsin…
Gamze Güven
( Kitaptan Alıntılar )
- Ağaç anlatır, dağ anlatır, tüm doğa anlatır sana hayatı. Bilgin artar.”
- “Karasevdanın en zor olan kısmı, bu duruma girmek değil, onun tüm yükünü içinde barındıran cümleyi söyleyebilmekti, yani insanın en tatmin ve özgür olduğu hal; Derdini dert kaynağına ilettiği andı. Yani eylemdi. “
- “Sondan sonraki gelecek mutluluk, geçmiş acıdır. Acı, köklerden kopmanın en güçlü yardımcısıdır. Acı çeken özgürleşir. Özgür olan mutlu olur. Mutlu olan sona ve sonrasında mutlu doğuma ulaşır. “
- “Çocuk istememiştik; Bu sonu belli döngüye son vermek için. Her doğuma sebep olan bir cinayet işliyordu. Doğuma sebep olduğu gibi ölüme de sebep oluyordu.”
- “İyi ve kötü düşman kardeşlerdi. Gece ile gündüz gibi. Karanlıkta aydınlık, aydınlıkta karanlık daha belirgindir. Gizli ilişkileri birbirine ihtiyaçları, anlaşmaları ve savaşları vardır. İyiyle kötünün savaşıdır bu. “
- “ En güzel hediye sonsuz affediştir. Elveda Hayat! “