“Yeryüzünde daima sizi Dünya’ya çekmek için sıraya girmiş aşağılık herifler olacaktır; ama ara sıra uçmalı, hiçbir şey olmadığımız hissini tatmalıyız.”
EMİR KUSTURİCA
Yönetmenliğini Emir Kusturika’nın yaptığı, tamamı Çingenece dilinde çekilmiş olan ilk film olma özelliği taşıyan ve 1989 Cannes Film Festivali’nde Emir Kusturica’ya En İyi Yönetmen Ödülünü kazandıran film, Çingeneler Zamanı!
Film, anneannesi tarafından büyütülen, telekinezi (nesnelerin dokunulmadan harekete geçirilmesi) gücüne sahip olan Perhan adında bir Çingene’nin, Makedonya’nın varoşlarında akordeonu ve hindisiyle sürdürdüğü sıradan ve saf hayatını, aşkı Azra ile evlenebilmek için gereken parayı bulmak için bırakıp, mafya olan Ahmed’in yanında bir suç şebekesine dahil olarak Milano’ya gitmesi, Azra ile yaşadığı aşk ve kız kardeşi Danira’ya tekrar kavuşmak için gösterdiği olağanüstü çaba etrafında şekillenir.
Perhan, film boyunca hayallerini gerçekleştirmek için çabalar. “… Ve hayalleri olmadan bir çingene ne işe yarar? Çatısı olmayan bir kilise, sesi çıkmayan bir çan gibi.” der.
Perhan’ın yaşamı, Saraybosna’nın bir Çingene köyünde, kendisi gibi tele kinetik özelliklere sahip anneannesi, kumar düşkünü amcası ve bacaklarından hasta olan kız kardeşi ile sıradan bir şekilde sürüp gitmektedir. Ta ki Azra’ya âşık olana kadar. Rengarenk bir Hıdrellez kutlamasında aşklarını en çarpıcı şekilde izleyiciye aktaran bu çiftin evlenmesinin önündeki tek engel, Azra’nın annesi ve başlık parasıdır. Perhan başlık parasını bulabilmek ve bir de hasta kardeşini tedavi ettirebilmek için yani hayallerini gerçekleştirmek için, köye gelen ve çok zengin olduğu bilinen Ahmed’in peşine takılarak sürüklenmeye başlar.
Ahmed, Perhan’ın saf, sıradan hayatını ve masumiyetini değiştirecek olan kişidir. Burada bir insanın masumiyetini kaybetmesi çarpıcı sahnelerle resmedilir. Perhan’ın kendinden geçercesine içerek, bir kadınla dans ettiği, yüzünde ise zevk yerine acının çöreklendiği meyhane sahnesi bunlardan sadece biridir. Film, bir insanın saflığından ne kadar uzaklaşabileceğini, masumiyetini kaybedip nasıl değişebileceğini ve bu değişimin kendisine ve çevresine olan yıkıcı etkilerini sarsarak anlatır. Film de masumiyetin var ettiği Perhan, film boyunca sürüklenerek geldiği yerde artık masumiyetin yok ettiği biri haline dönüşmüştür.
Aslında Kusturica bu filmde, Perhan’ın hikayesi üzerinden, hep itilen, ötekileştirilen, ezilen ve yok sayılan çingenelerin hayatlarını anlatır. Bu ağır yaşamları daha da ağırlaştırmamak için de masalsı ve büyülü bir anlatım tercih eder. Yönetmen filmden sona verdiği röportajlarında da filmin dili ve tekniği üzerine fazlaca kafa yorduğunu, en sonunda da bu yolu tercih ettiğini belirtmiştir. Kusturica’nın filmde kullandığı büyülü, gerçeküstü sahneler ve sembolik anlatım dikkat çekicidir.
Filmin ilerleyen sahnelerinde Perhan ve ninesinin doğa üstü güçleri olduğunu öğreniriz. Uçan gelinler, oturdukları evin Perhan’ın dayısı tarafından havaya kaldırılıp asılı bırakıldığı o muhteşem sahne ve daha pek çok olağanüstü sahne ile gerçeküstü, masalsı bir gerçekliği tüm çarpıcılığı ile hissederiz. Yaşadıkları evin havaya kaldırılıp orada asılı bırakıldığı sahne masalsı ancak bir o kadar da gerçektir. Bu sahne Çingenelerin özgürlüğünü simgeler. Çingeneler içinde bulundukları mekâna işte bu havada asılı duran ev kadar bağlıdırlar. Yani bağsız, sonuna kadar özgür… Toprağa sabitlenmemiş, derme çatma yapılan bu evlerde içinde yaşayan Çingenelerin ruhu gibi özgürdür, gezgindir, zapt edilemez. Sadece bunun için yani bir gerçeğin nasıl bu kadar masalsı bir anlatımla sunulduğunu görmek için bile izlenmeye değecek bir başyapıttır bu film.
Şimdi bu özgürlük aşkını, bir de film başlarken görülen bozuk şemsiyeli Çingenenin ağzından okuyalım mı?
“… Ruhumu zincirleyip beni zincirli bir dansöz gibi oynatmaya çalışıyorlar. Kanatlarımı kırpıyorsunuz. Kanatsız bir ruh neye yarar ki. Benim ruhum özgürdür, kuş gibi özgürdür. Önce yukarı doğru uçar sonra aşağıya iner. Bazen ağlar bazen de şarkı söyler ve güler. Tanrı da bizim yanımıza yeryüzüne indi. Çünkü o da biz çingenelerin yanındaydı. Tanrı yeryüzüne geldiği zaman, çingenelerle anlaşamaz ve bir sonraki uçakla geri döner. Bu benim hatam değil…”
Filmin sonunda masumiyetini kaybetmemiş ve yalana bulaşmamış, tertemiz iki tren yolcusunu Perhan’ın cenazesinde görürüz. Perhan’ın reddettiği ve terk ettiği küçücük çocuğu, onun ölmüş bedenine yaklaşarak gözüne para koyar. Para kazanmak için söylenen yalanların Perhan’ı sürüklediği yeri bu sahneyle beynimize kazır Kusturica. Filmde masumiyet ve onu yok eden yalan kavramları ustaca işlenmiştir. Filmin bir sahnesinde Perman; “Kendime yalan söylemeye başladığımdan beri, kimseye inanmıyorum.” der. İnsanın yalan söylemeye başladıktan sonra derinleşen, karşısındaki -hayatında ki kişilere asla güven duymama hissinin insan hayatında ki yıkıcı etkisini Perman’la birlikte biz de yaşarız.
Çingeneler Zamanı’nı özel ve farklı kılan en önemli unsurlardan birisi de film de rol alan oyuncuların profesyonel olmamalarıdır. Başrol oyuncusu Davor Dujmovic’dir. Filmin diğer oyuncuları Bora Todorović, Husnija Hasimović, Sinolićka Trpkova’dır. Bütün oyuncular filmde baştan sona gerçek olan bir hayatın içinde muhteşemdirler.
Filmin müzikleri Goran Bregoviç tarafından yapılmıştır ve tümü birbirinden harika müziklerdir. Filmi var eden bu müzikler, onu sıkıca kucaklar, sarıp sarmalar. O kadar ki Kusturika’nın pek çok filmi gibi bu filmi de Bregoviç’in müzikleri ile başka bir anlam kazanır ve baş döndürücü bir hale gelir. Bregoviç’in müzikleri olmadan bu filmler adeta çıplaktır. Hikâyeyi tüm yakıcılığı ile kucaklayan bu müzikler sahnede duyulduğu anda sizi alıp başka yerlere götürür. Filmin öznesi olan Çingenelere özgü bir güzellikle, her sahnenin kendi müziği vardır.
Yani o sahnede duyduğumuz şarkı, filmin içinde, sahnedeki müzisyenler tarafından bizzat icra edilmiştir.
Filmde, müthiş görselliği ile unutulmazlar arasına giren bir sahne de Hıdırellez kutlamasının yapıldığı sahnedir. Bu sahneye eşlik eden Ederlezi şarkısı (Ederlezi – Boşnakça ’da Hıdırellez demektir) eşliğinde, genç sevgililer Perman ve Azra’nın birleşmesine tanıklık ederiz. Doğanın yeniden doğuşunu, uyanışı, baharı, bolluk ve bereketi simgeleyen bu Hıdırellez gününde bir süreliğine gündelik yaşamınızdan kopup, müzikleri ile sizi sarıp sarmalayan, bu bol renkli, büyülü ve gerçeküstü şölene katılın…