Bencil, Doğru!

Öğretilmiş Çaresizlik

Hayati Uçar
383 views

Bilmeden, öğrenmeden bir düşüncenin yüzde yüz doğruluğuna inanmak.
Hatta bu (garip) durumun sonunda ölmek ya da öldürmek.
Tarihimize baktığımızda klan, kabile gibi insan topluluklarının antropolojik araştırmalarında kurban ve mezar ritüelerinde inanç adına çocuk ya da küçük yaşta genç kızların kurban edildiğini görüyoruz. Yapılan DNA analizleri sonucunda kurbanın toplum liderinin akrabası yada kızı çocuğu olduğu ortaya çıkıyor. O dönemin doğrusu bu ayrıca ‘kesin’ doğru bu kurbanlar sonucu istek gerçekleşir mi tabii ki hayır, bunun bile bir nedeni olmalı daha çok kurban çünkü tanrıları ikna edemediklerini düşünürler.

Çağdaş insan için bu çok acımasız bir davranış olarak gelebilir fakat fanatik bir İslam cihatçısı kendi çocuğunun bebek arabasına bomba yükleyerek karısıyla bereber kalabalığın içinde kendini ve ailesini gözünü kırpmadan patlattığını kameralardan izleyebiliyoruz. Böyle bir eylem için cennet kesin doğru.  Ailecek cennette mesut bir hayat.

Nazilerin 2. Dünya Savaşı’nda hiçbir şey hissetmeden bir kasabayı kiliseye doldurup camlardan içeriye el bombaları atıp sonradan yakmaları hangi ‘kesin’doğruyu gösterir?
Ölüm kamplarında yapılanlar neyin doğrusu?  Üst insan duygusu ve kendi dışında tüm toplumlar aşağılık sınıf ve köle ya da imha edilmeli. Milyonlarca insanın ölmesi gerekse bile kesin doğru hayata geçmeli.

İşte burada ki soru  bir doğru nasıl bu kadar kesin doğru olabiliyor?
Merak ve şüphe insan düşüncesini temelden değiştirebilir fakat bu her zaman yararlı mıdır?
İnsanlar okuyup araştırması teknolojik olarak her zaman iyi ve doğru sonuç vermiyorsa ( atom bombası gibi) bazen yaşamı felsefe olarak analiz etmekte doğru sonuçlara ulaştırmaz insanlığı.
Sakat doğan her canlının tanrının arızalı bir çalışması olduğu ve doğar doğmaz yok edilip toplumu özürlü yükünden kurtarmak için yapılan katliamlar. Bu da bir felsefe ürünüdür.

Doğru!
Doğru nedir? diye insanlar ilk çağlardan itibaren sorgulasalar da doğru hep nalıncı keseri gibi “bencil doğru”yu yaratmış.
“Toplum yararına” deyimi ilk klan oluşumundan itibaren hayatımıza girmiş ve çıkmak bilmemiş.
Toplum yararına birilerini rahatlıkla kanunları kullanarak infaz edebilirsiniz.
Sizin düşündüğünüzü “doğru” bulmayan muhalefeti toptan imha edebilirsiniz.

Bizim bu bilinen deklemlerin içinden çıkardığımız soru şu.
İnsanlar bilmediği ve hiç sormadan neden bir düşünceye bu kadar körü körüne inanır?
İnsanlar inandırılmış düşünceyle dünyaya gelmez bunu yaratan doğan bebeğin atalarını eğittiği gibi onu da balçıktaki çamur gibi şekillendirip daha yürümeye başlamadan ideolojisini enjekte edecektir.

Çocuk büyüdükçe biraz merak ediyorsa sorgulamaya başlar dokunulmaz gördüğü temel değerler zaten bütün kılcal damarlarına kadar işlemiştir.
Aile temeldir sorgulanamaz oysa ilk sorgulanması gereken kurum ailedir.
Kendileri bile neden inandıklarını bilmeden metafizik bir inanca sahip ve kendine ait hissettiği çocuk bu inanca aittir.
Kapalı toplumlarda oluşan aile içi taciz “ensest”
Peki bu sorgulanmaz mı?
Kolunu kanadını (korumak )adına kır sonrasında ” neden uçamıyorsun” diye sor.

Aşağılık kompleksi ile yaşayan birey biat kültürüne yaranmak adına radikal kararlar alabilir.
( Bunun için daha derin psikolojik açıklamalar olacaktır.)
İkna edilmiş birey radikal sürülerle birleştiğinde daha yıkıcı bir kişiliğe dönüşür.
Kendisi gibi kırık ve yıkıcı olan guruba aidiyet adına ölmek ve öldürmek doğal gelir.

Tabii ki devlet; toplum (sürü) dediği güttüğü koyunların farklı ses çıkarmasını istemez.
Sürüyü etkileyen lider olma ihtimali olan koyunu direkt imha eder.

Ülke kendi topraklarını savunmak adına kendi tarihini yazar.
Mesela Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı ve öncesi Selçuklu olarak bilinir.
Yapılan tarihi araştırmalarda

Halil inancık “Biliyorsunuz Osmanlı hanedanının menşei belli değildir. Hani, bir kabileden, kendileri de söylüyor, bir aşiretten türeme. (…) O zaman Osmanlılar, oldukça kudretli bir devlet sahibi, dediler, biz kendi neslimizi yüceltelim. (…) Yazıcızade Ali, Tevarihi Ali Selçuk’unda Osmanlıları Oğuz Han’ın büyük oğlu Günhan’ın soyundan getiriyor. Onun oğlu da Kayı’dır. Osmanlı’yı Kayı kabilesine bağlayarak büyük Oğuzhan’ın neslinden geldiğini Osmanlılar ispat etmek istemişlerdir. (…) Bu Kayı nazariyesi tamamen masaldır ve siyasi bir maksatla yapılmıştır.

Bu tür sahtekarlıklar sadece Osmanlıya ait değildir.

Müslüm Türkler; “Nuh peygamberin oğullarından Yâfes’in “Türk” adlı oğlunun neslindendir. Türk milletinin kökünün dayandığı “Türk” adındaki insan, insanlığın ikinci babası Hz. Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yâfes’in oğlu olan kişidir.
Diyerek kendi tarihini ilk insana kadar götürmüştür.

Atatürk; Türklerin kökenini mu kıtası olabileceğine inanıp bu konuda araştırmalar yaptırmıştır.
Hatta Çanakkale de savaş hakkında bir çok söz söylenir En ilgincini ise “Mustafa Kemal Atatürk’ün 1922’de yanındaki bir subaya söylediği öne sürülen ‘Dumlupınar’da Hektor’un öcünü aldık’ sözü ile Homeros’un Troya Savaşını Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla sonuçlanacak Kurtuluş Savaşı ile ilişkilendirerek Türkiye’nin modern siyasi tarihine taşınmıştır.” Sözüdür.

Mesala Büyük İskender “Babasının onun üstünde bir etkisi olduğu bariz olsa da İskender kendi başarısının ilahi güçler tarafından buyurulmuş olduğuna inanmayı seçti. Kendisini Zeus’un oğlu olarak adlandırdı. Böylece soyunu en çok sevdiği antik çağın iki kahramanı olan, Akhilleus (Aşil) ve Herakles’e (Herkül) dayandırdı ve kendisinin onların davranışlarını rol model alan tanrısal bir varlık (yarı tanrı) statüsüne sahip olduğunu iddia etti.”

Mısır firavunlarının kendini tanrı ilan etmesi soy bozulmasın diye kendi kardeşleriyle evlenmeleri de bir örnek sayılır.
Tanrılaşmak yani tanrının cismani hali, zamanımıza baktığımız da çok farklı şeyler görmüyoruz.
Tarikat liderleri geçmiş bir idol sayılan tanrı elçisi olduğunu iddia eden tarihsel MİT’in devamı ve hatta onun soyundan olduğunu söyleyerek, kendini ilahi bir kimliğe büründürmektedir.

Kendini böyle bir ilahı güçle ifade etmek gerçek cesaret ister fakat koşulları olmayan hiçbir düşünce toplumu değiştiremez.
Her değişim insanlık adına ilerici olmak zorunda değildir.

Yukarıdaki her örnek doğrudan ziyade kendi doğrusunu yaratmak ve topluma bu yaratılan doğruyu enjekte etmek gibi bir misyona sahiptir.

Birgün Beşiktaş denizcilik müzesi müdürü olan albay arkadaşla sohbet ederken. Ona bir soru sordum
İstanbul fethi sırasında gemilerinin karadan yürütülmesinin imkansız olduğunu 800 tonluk kadırganın tophane yokuşunu çıkarılamayacağını onun buna inanıp inanmadığını sordum.
” Onlar gemi değildi kayıktı” diye cevap verdi.
Peki neden okullarda bunun doğruluğu okutulmaz dediğimde
” Öyle bilmeleri daha iyi geçmişiyle gurur duyar gençlik” dedi.

Yani doğrunun çok bir önemi yok.
Bir okur olarak atalarının doğrusu doğru ise neden on kuşak önceki atalarının doğrusunu yaşamıyorlar?
(Türkler’de şamanizm, İslam gibi) Bunu Avrupa’ya da örnekleyebiliriz.
(Zeus, Apollon, Thor, Odin ve Hıristiyanlık gibi)

Burada görev okura düşüyor kendini tanımak, anlamak için sende kendi bilgilerini yoğurarak kendi doğrularını bulacaksın.
Her bilginin bir nedeni vardır öğreneceksin.
Dayatma öğretilerden ziyade düşünsel süzgeçini kullanacaksın. Toplumun doğruları yanlış geliyorsa boyun eğmeyip şüphe ve doğrularını dile getireceksin.
Kalıplaşmış düşünceler yüzyıllardır kök salmıştır onları yıkmak kolay olmasa da yine de doğrunu dile getireceksin.
Kolay değil biliyorum eş, dost, aile senin ilk çatışacağın alan olacak. Yanlızlaşacaksın, anlaşılmayacaksın.
Kendin olabilmek için bütün bunlara karşı koyacaksın.
Dünyayı farklı düşünenler değiştirmiştir en azından böyle bir insan olma şansın var.
O kadar olmasa da içindeki huzurla yaşayacaksın.