Son günlerde sıkça yaşanan avukat intiharları, avukatlara yönelik fiili saldırılar, müvekkil yerine konularak hedef gösterme, tehdit, işsizlik ve ekonomik buhranla mücadele eden avukat sayısında ki artış, iktidar baskısı, biat etmeye zorlanma, polis şiddeti ve itibarsızlaştırma 5 Nisan Avukatlar Gününü çoktan kutlanır olmaktan çıkardı. Bu zorlu koşullar altında, 300 yıldan fazladır var olan bu kadim mesleği yürütmeye çalışan avukatlar, kendilerine özel bugünü kutlamayı değil ama adaletin topal kalmaması için mesleğin özünde var olan sisteme itiraz ve muhalefet gücü ile mücadeleyi sürdürmektedir.
Gelinen noktada, avukatların yaşadığı mesleki zorluklar ve sorunların çözülmesi için hiçbir yapıcı çözüm getirilmediği gibi, bilinçli olarak yeni sorunlar üretilmektedir. Kökenlerinde bağımsızlık, boyun eğmeme, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü sonuna kadar savunma gücü barındıran bu meslek, otoriter yönetimlerce her zaman bir tehdit olarak algılanmıştır. İnsan haklarına, hukuka bağlılığın kalmadığı, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının uygulanmadığı, hatta Anayasa Mahkemesinin kapatılmasının dahi konuşulduğu bu dönemde, tüm bu olumsuzluklara hayır diyen, hukuk için direnen avukatların hedef halinde gelmiş olması şaşırtıcı değildir.
Şimdi avukatlık mesleğinin ve avukatların karşı karşıya kaldığı sorunlara ve özellikle “işçi avukatların” sorunlarına biraz değinelim.
TBB verilerine göre Türkiye de 31.12.2020 tarihi itibariyle baroya kayıtlı avukat sayısı 143.330 dur. Bu sayıya her yıl hızla ve çok fazla sayıda yeni avukat eklenmektedir. Avukat sayısında yaşanan bu orantısız artış, avukatları giderek yoksullaştırmaktadır. İşçi/bağlı çalışan avukat sayısını da artırmaktadır. Risk alarak büro açamayan, işsiz kalmamak için işçi avukat olarak çalışan avukatların pek çoğu, asgari ücretle ya da asgari ücretin altında bir ücretle çalışmaya mahkûm hale getirilmiştir. Artık ne acıdır ki “İşçi avukat” kibar tabiriyle “bağlı çalışan avukat” kavramları, güvencesizlik, mobbing, insanlık dışı çalışma şartları ve bitmeyen mesai kavramları ile birlikte anılmaktadır.
Peki, bu kadar çok avukat olmasının nedeni nedir? Gereğinden çok ve son derece yetersiz, kalitesiz, hatta hocasız hukuk fakültesi olmasıdır. Hukuk fakülteleri daha çok mezun verdikçe hem kalite azalmakta hem de her yıl binlerce mezun işsizler ordusuna katılmaktadır. Bu ülkede, iş merkezlerinde, apartman dairelerinde hukuk eğitimi veren pek çok özel üniversite vardır. 2020 yılı itibariyle Türkiye’de 38’i devlet, 35’i vakıf, 11’i de Kıbrıs da olmak üzere toplamda 84 hukuk fakültesi bulunmaktadır. Hukuk fakültesi açmak fazlaca bir maliyet, alet, edevat gerektirmediği için kurulumu kolaydır. Ne acıdır ki bu zihniyete göre hukuk eğitimi için ders veren hoca Doçent, Profesör olmasa da olur. Tabela yeter de artar bile! Son yıllarda hukuk fakültesi kazanmak için gereken başarı puanları artırılmış ve kontenjanlar biraz daha daraltılmış olsa da artık iş işten geçmiştir. Avukatlık sınavı da gündemden düşmüştür.
Avukatların iş olanakları giderek daha da daralmaktadır ve özellikle son yıllarda avukatlar maddi zorluklar nedeniyle intihar etmektedir. Ancak tüm bu gerçeklere rağmen ne ilginçtir ki toplumun gözünde bütün avukatlar çok para kazanır, zengindir. Oysa yüksek gelirler elde eden avukat sayısı artık azınlıkta kalmıştır. Özellikle son yıllarda işsiz olan, geçim sıkıntısı çeken, maddi sorunlarla boğuşan avukat sayısı önemli bir artış göstermiştir. CMK, adli yardım gibi sadece nöbette gelen, sürekli olmayan işlerle geçinmeye çalışan serbest avukat sayısına, masrafları paylaşmak için 5-10 avukat birleşerek açılabilen hukuk bürolarına ve işçi avukat sayısında ki artışa bakarsak gerçeğin çok farklı olduğunu, avukatların giderek yoksullaştığı gerçeğini görürüz. Öyle ki;
Günümüzde özellikle genç avukatların çoğunluğu, Avukatlık Kanunu 12/c maddesine göre işçi statüsü ile çalışmakta ya da bu şekilde çalışabilmek için iş aramaktadır. Mesleğe yeni atılan ve bağımsız çalışmak için büro açma lüksüne sahip olmayan ya da risk alamayan tüm avukatların yapacağı tek şey kalmaktadır; Emeğini, zihnini, zamanını basit bir ücretle bir patron avukatın emrine sunmak! Bir utanç gibi görüldüğü için “İşçi” sıfatını kabul etmeyen “bağlı çalışan avukat” olarak nitelendirilen bu avukatların çalışma koşulları ağırdır. Mesleki tatmin ve bağımsızlık hisleri yoktur. Çoğu cumartesi günleri de çalışır. Bu şekilde çalışmaya başlayan bir avukatın mesaisi işinin bitmesine bağlıdır. Kendine özel bir zamanı da yoktur. Tam bir sömürü düzeni içerisinde bir çarkta dönüp durur ve emek gücünü asla kendisi için ya da mesleğinde ilerlemek için kullanamaz. Başka bir avukata bağlı olarak çalışmak, bağlı avukatı avukatlık mesleğine yabancılaştırır. Yaptığınız işe yabancı olmak, arafta kalmak sömürünün son noktasıdır aslında. İşçinin fazla mesaisi olur ama sen avukatsın, senin mesain işinin bitmesiyle biter. Sen elinde çantan gerekirse sabahın dördünde beşinde yola düşer, ertesi gün gece yarısı evine girersin. Neredesin diye soran olmaz. Sen avukatsın! Halledersin! Oysa hiçbir şey hallolmaz, sen tükenirsin. Bu kapitalist sistem içinde açlık pazarı kurulmuşken, işçi avukat bu olanlara çoktan razı bir hale getirilmiştir.
Bu büyük sorunların bir nebze çözülebilmesi için, işçi avukatların gereksiz kısır tartışmaları bırakıp, gerçekleri kavrayarak meslek sendikaları üzerinden örgütlenmeleri şarttır. Çünkü işçi/ bağlı çalışan avukatların haklarını koruyacak olan bir kurum yoktur. Çoğu henüz mesleğe yeni başlamış, genç işçi avukatların, ücretlerinin hak ettikleri düzeye ulaşması, çalışma koşullarının insan haklarına ve yasalara uygun olarak uygulanması, ağır çalışma koşullarının sona ermesi ancak böyle örgütlü bir mücadele ile başarılabilir.
Genel olarak bakıldığında da serbest olarak çalışan ve sabit bir maaşı olmayan, çok fazla gideri bulunan avukatların çoğu SSK prim ödemelerini dahi yapamamaktadır. Pandemi sürecinde ekonomik zorluk yaşayan avukat sayısının 50 bini aşkın olduğu belirtilmektedir. Ancak bu meslektaşlarımız için hiçbir destekleme yapılmamıştır. Sağlık giderlerini dahi karşılayamayan avukatlar vardır. Bu duyarsızlıkla, çaresizliğe itilen avukatlar hayatlarına son vermektedir. Oysa yüzyıllardır adalete hizmet eden bir mesleğin mensuplarının saygınlığının korunması o ülkenin onurudur.
“Avukatlar bizim için canlı kitaplardır. Görevleri bizi aydınlatmaktır.” Montesquieu’nun, ‘Lettress Persanes’ adlı eserinin kahramanı olan yargıç yapmıştır bu tespiti. Bu tespit günümüzde de geçerlidir.
Yargıcı aydınlatan, yargısal üretime en çok katkıyı koyan avukatlar ne yazık ki artık Avukatlar Gününü kutlayamıyor. Sadece insanca yaşayabilmek ve “avukatlık” yapabilmek için mücadele veriyor.