Yollar, Yolculuklar!

Nazım Tokşen
334 views

Hayat hakkında ne kadar çok plan yaptık değil mi? Oysa hayat dediğimiz şey planlar yaparken başımıza gelen durumlardan ibarettir. Anadolu’dan Amerika’ya uzanan bir yolculukta para biriktirip mülkiyet sahibi olma duygusunu çoktan geçtiğimi düşünüyorum. Bırakın kim ne düşünürse düşünsün, kim hangi yalana inanmak istiyorsa inansın.  O vakit hızlı bir giriş yaparak içinde bulunduğumuz dönemi elimden geldiğince anlamaya, anlarken de analiz etmeye çalışayım. Kapitalizm insanlığı modern köleler haline getirdi. Amerika kıtasında insanlar kredi ile ev sahibi olmak için 30 yıl geri ödeme yapma koşulu ile barınma sorunlarını çözmneye çalışıyorlar. Diğer bir sorun ise yüksek kiralar. İnsanlar kiralarını ödemekte zorlandıkları bir dönemden geçiyorlar. En can alıcı sorun ise evsizlik. Amerika kıtasında bugün milyonlarca insan sokaklarda çok ağır koşullar altında yaşamaya çalışıyor.
Kıtada yer alan ülkelerin ekonomileri çok kötü durumda. Kıtada yoksulluk içinde, güvenlikten yoksun bir halde yaşamaya çalışan insanları görünce kapitalizmi güzelleyen gerizekalılar topluluğuna üye olmadığım için seviniyorum. Sonuçta küçük şeylerden mutlu olabilen biriyim.  Evet yoksullukları gördüm zor koşulları gördüm ama bu kadar ağır koşullar altında yaşayan insanları gördükçe insanlık dışı bir sistemde insan olarak kalmaya devam ediyorum. Bazen diyorum ki kendime daha ağır şeyler görecek miyim?  Ya da daha nelere tanık olacağım kim bilir!

Ne var ki hayat hala geriye bakılarak anlaşılıyor. Çünkü geçmişe bakılarak bugünü değerlendiriyoruz. Bir önceki yaşanmışlıkla bugünkünü kıyaslamak durumundayız. 23’te ölmedim 30’larda kim bilir! Kritik Yoğun Bakımda yatarken ölümün kıyısında yaşamanın ne olduğunu anladım ya da anladığımı zannettim.

2018’de en büyük acıyı yaşadım; babamı kaybettim. Acısı dün gibi taze. Miras bıraktığı kitaplardan çok şey öğrendim. Fakat yollar, yolculuklar  bana çok daha farklı şeyler öğretti. 2022’nin Mayıs’ında başıma neler geleceğini ya da neleri deneyimleyeceğimi bilmeden çıktım bu yolculuğa. Bu bilinmezlikte en çok da kendimi keşfettim. Bu süreçte beni üzen şey ise kaybettiğim birkaç güzel insandı. Yolları açık olsun. Tek bir kötülük bile kalbimden geçmiyor. En yakınlarımdan gördüğüm ihanetlere, iftiralara ve yalanlara da çok da kulak asmadım. Sonuçta bunu yapanlar insandı ve bu canlı türünden her şey beklenir. Herkesin her şeyi yapabildiği namussuz bir çağdayız ne yazık ki. Hiçbir zaman şerefli düşmanlarım olmadı. Çevrelerine iyi ve doğru gözükmek adına en yakınlarını bile harcamaktan çekinmeyen alçaklar takımına boyun eğecek halim yoktu. Düşmanlarımla savaşırken tek bir geri adım dahi atmadım ve atmam da, sayıları ne kadar çok olursa olsun…
Yalanlarımız ortaya çıkmadıkça hepimiz dürüstüz değil mi? Kadın olsun erkek olsun insan kendini çok iyi bilir; içindeki kötülüklerini, iğrençliklerini ve de kıskançlıklarını. Hayat boyunca maskeyle yaşayan insanız en nihayetinde. Bunu da ben yazayım, nasıl olsa kötüyüm ya; kaybedecek neyim var!
Yeni yerler gördüğümde ülkemden bir yerlere benzetirdim. Sonuçta doğa her yerde aynıydı. Tıpkı insanlar gibi. Her toplumda iyi ve kötüler vardır mutlaka. Etnik kimlikleri farklı olsa da hemen herkesle bir şekilde diyalog kurabiliyorsunuz.
“Hey nerelisin?”
“Rus’um.”
“Dostoyevski’yi okudun mu?”
“Hayır.”
“Gogol’u?”
“Hayır.”
“Anladım; siz de ülkemin insanı gibisiniz.”
Kendi halklarına kendi ülkelerine düşman olan insanlar gördüm. Esasında şaşırmadım; çünkü ben insanoğlundan her şeyi beklemeye her zaman hazırım. Günün birinde “Hayatım boyunca doğduğum şehir de mi yaşayacağım?” diye sormuştum kendi kendime. Otuz yıldır aynı yerde, aynı şehirde aynı insanlarla yaşamak bir yerden sonra beni kısır bir döngünün içine sokmuştu. Dışarı çıkınca burayı bir kez daha vurgulamak istiyorum. Sadece mülkiyet peşinde koşmayanların anlayabileceği bir durum bu. Kaldığınız yerden uzaklara gitmek üzere ayrıldığınızda insan en çok da kendini keşfediyor. Yeni yerleri keşfetme konusundan daha önemli bir durumdur bu. İçimdeki gücü keşfetmek ve bunu bilince çıkarmak benim için elzem bir konuydu. Binlerce insanla konuşabileceğim bir iş seçtim kendime. İnsanların acı hikâyelerini dinlerken bunun sadece Anadolu’ya özgü olmadığını gördüm. Bu yolculukta dünyanın yoksul halklarının türlü acılarla boğuştuğunu fark ettim.
Bu hayatta deneyimlediğim en kötü şey kapitalizmdir. Genç kızların para, uyuşturucu ve birçok nedenden dolayı yaşlı adamlarla birlikte olma hikâyeleri benim için en üzücü olanıydı. Amerika kıtasında buna defalarca şahit oldum. Kimse bana batının masumiyetinden ve ahlakından söz etmesin. Bilmediğimiz bu dünya (batı dünyası) bize çok farklı bir şekilde anlatıldı. Doğuyu aşağılayıp batıyı yücelten bu söylemler sadece gerçeği gizledi. Bize gösterilenlere inandık. Meğer kibar, ahlaklı ve anlayışlı sandığımız bu insanlar korkunç şeyler yapmışlar. En başta söylediğim gibi yalanlarımız ortaya çıkmadan hepimiz dürüstüz. Oysa içimizdeki kötülüğü bastırmak için hepimiz bir uğraş içindeyiz. Herkes muhteşem bir şekilde iyi ve kibar görünmeye çalışırken atalarımızdan bize geçen kötülük kodlarını bastırmak için verdiğimiz bu muazzam çabayı nereye koyacağız? Öfkelerimizi kıskançlıklarımızı aklımızdan geçen kötülükleri ve bir yığın olumsuz özellikleri ne yapacağız? En kötü benim! Bunu yazmamda bir sakınca var mı? Bu hayatta insan kendisi ile soru cevap diyaloğuna giriyorsa deli damgası yemesine ramak kalmıştır. Evrimin tarihçesini bilmeyene ne anlatabilirim!
Konumuza dönecek olursak bazı soruların cevabını bulmak için de yollara düşmeniz gerekir. İnanın yollar bütün soruların cevabını verir. Aradığınız şeyleri yollarda bulabilirsiniz. Sonuçta yalanlarla dolu bir yolculuğa çıkarken gerçekler yüzünüze acı bir şekilde çarpacaktır. Beni burada hiç şaşırtmayan diyaloglardan biri birkaç kez karşıma çıktı.
“Nereden geldin buralara?”
“Türkiye’den”
“Neden geldin?”
“Bazı soruların cevabını bulmak için.”
“Eve dönmeyi düşünüyor musun?”
“Birgün mutlaka.”
“Her şeyi bırakıp gelmek nasıl bir duygu?”
“Tutsakken özgür olduğunu sanan bir kuş misali…”
“Ben de yapmak isterdim.”
“Cesaret ister.”
20’li yaşlarda mülkiyet duygumu yenemedim. 30’larda bu durum saçma geldi. Kanada’da farklı kültürlere mensup çok farklı insan tanıdım. Birçok insan hikâyemi merak etti. Hiç tanımadığınız insanlara bir şeyler anlatmak daha kolaydır. Ama ben ketum biriyimdir; her şeyi herkese anlatmam. Mazur görün; dostlarımdan kaç kere darbe yedim. Farklı ırktaki insanları tanıdıkça evrime olan inancım daha da arttı ve perçinleşti. Sonuçta hepimiz ilkel atalarımızın genlerini taşıyoruz. Hiç soruyor muyuz kendimize, doğaya neden bu kadar hayranız? Denizleri, ormanları ve doğanın diğer parçalarına bu kadar tutkuluyuz. Sormuyoruz; çünkü ilkel atalarımız gökdelenlerde yaşamadı, iyi bir ev alıp beyaz yakalı köle olmadı, sonu bitmeyen krediler ödemedi, tüketim çılgınlığına girip saçmalamadı.
Yola çıktım ama sorular bitmedi. Kapitalizm insanı ne hale getiriyor farkında mıyız? Babamın bana bıraktığı en büyük miras düşünceleriydi. Babamın ayak izlerini takip etmeseydim dünyayı, insanları, doğayı ve kapitalizmi bu kadar derinlemesine anlayamazdım. Hayatım boyunca hep müteşekkir oldum. Yokluğu dolmayacak büyük bir boşluk bıraktı geride.
Beş ülke, yüzlerce şehir, binlerce kasaba gördüm. Sayısız insanla diyalog kurdum. Hep hayallerimin peşinden gittim. Pişman olmak için hiçbir nedenim kalmadı artık diyebilirim. Kısır bir döngüden çıktım farklı bir hayat yaşadım. İki yıl boyunca o kadar çok şey gördüm ki bazen soruyorum kendime, “Yetmez mi?” diye. En önemlisi ise eleştirdiğim sistemin içinde var olma savaşı verdim. Buraya gelene kadar Türkiye’de kapitalizmin olduğunu sanıyordum.

 

Devam Edecek…