”SAKIN BANA MASUM OLDUĞUNU SÖYLEME…”
Her insanın içinde, isteyince ve zorda kalınca her şeyi yapabilecek bir güç vardır. İyiliği de kötülüğü de sınırsızca ortaya çıkaran bir güç! Bu film bize insanın, hayatta kalma içgüdüsü ile gücü elinde bulundurmak ve diğer insanlara karşı her zaman üstün olmak için yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığını ve aynı zamanda ailenin, dostluğun ve sadakatin önemini muhteşem bir şekilde anlatır.
“ONA REDDEDEMEYECEĞİ BİR TEKLİF YAPACAĞIM.”
Ne çok şey anlatır aslında bu Don Carleone repliği… Sinema tarihinin en çok gönderme yapılan repliklerinden biri olmuştur.
Sinema otoriteleri, “Şimdiye kadar yapılmış en iyi film” der bu film için… Zamansız bir üçlemedir.
THE GODFATHER- BABA-1
Yıl 1972… Bundan elli yıl önce vizyona girer unutulmaz repliklerin babası, The Godfather. “Amerika’ya güveniyorum.” cümlesiyle başlar hikâye. Devamında ve sonunda Amerika’ya asla güvenemeyeceğin gerçeğiyle yüzleştirir sizi. Mafya-Devlet ve kapitalizmin derin bir incelemesi yapılır filmde. “Cenneti Amerika’da bulan, iyi Amerikalılar” Polise ve mahkemelere giderek adalete ulaşılamayacağını görürler ve “Adalet için Don Carleone’ye gidelim” repliği de böylece akıllara kazınır.
“Bu cenaze kaldırıcısı ne derse desin biz katil değiliz.”
Carleone ailesinin temel amacı hiçbir zaman suç işlemek olmamıştır. İnsanlar, yozlaşmış ve satın alınmaya hazır politika ve politikacıları, polis ve yargıçları görür yani aslında Amerika da adaletinin olmadığını görür ve bu güçlü aileden “adalet” ister. Carleone ailesi Adalet dağıtacak gücü nerden alır peki? Satın aldığı politikacılardan ve yargıçlardan!.. Aile, New York’daki diğer dört aileyle birlikte New York’un yeraltı işlerini yönetir. Corleone ailesini diğerlerinden ayıran özellik ise Don Corleone’nin cebinde bozuk para gibi taşıdığı politikacılar ve yargıçlardır. Ailenin bunlarla olan yakın ilişkileri diğer ailelerin açamadığı kapıları açabilmelerini sağlar. Bu da beraberinde gücü getirir.
Film, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1945’te başlar ve ileriye dönük 10 yıllık bir dönemi anlatır. Vietnam Savaşının hezimetinin en yıkıcı şekilde hissedildiği, 68 ruhu ve ideallerinin söndüğü bir Amerika. Bir yandan da Las Vegas’ın kurulduğu, kumar ve uyuşturucudan gelen akıl almaz paralarla yükselen ekonomik durum ve refah düzeyi. İşte bu filmde böyle bir ortamda, Amerika’nın rüşvet, yolsuzluk ve ihanetlerle dolu savaş sonrası döneminde hayatta kalmaya çalışan Sicilyalı bir mafya ailesinin, Carleonelerin, herkes gibi olan yaşantıları ve herkes gibi olmayan şiddet dolu ve soğukkanlı portresi destansı bir şekilde anlatılır.
İtalya ve New York’un en meşhur uyuşturucu üreticisi ve dağıtıcısı olan “Türk” lakaplı Solozzo, Don Corleone’den, güçlü politik ilişkilerini kullanarak kendisine yasal koruma sağlamasını ve bir milyon dolar nakit para vermesini ister, karşılığında elde edilecek kârdan da pay teklif eder. Don Corleone bu teklifi reddeder çünkü teklifi kabul ederse, Don Corleone’nin uyuşturucu işi ile bağlantısı olduğunu öğrenen siyasetçiler Carleonelerle çalışmayı bırakacaktır. Don Corleone’ye göre polis ve politikacılar kumarı bir zaaf olarak görür ama uyuşturucu çok pis iştir, bu işe bulaşmazlar. Bunun üzerine Solozzo, arkasına Tataglia Ailesi’ni ve New York’ta polis şefi olan McClusky’i alır ve Don Corleone’yi vurdurtur. Ölümden son anda kurtulan Don Corleone’yi ve tüm aileyi kötü günler beklemektedir. Bu süreçte, fevri hareketleriyle bilinen, Don Corleone’nin en büyük oğlu Sonny ölecek, İkinci Dünya Savaşından kahraman olarak dönen en küçük oğlu Michael ise daha önce aile işleriyle hiç ilgilenmediği ve bunu istemediği halde olayların içine girecektir. Böylece New York’ta suç şebekesini yöneten en etkili beş ailenin arasındaki savaş başlayacaktır.
Kapitalist sistemin körüklediği bu güç ve para savaşı son sürat sürerken film bize bir taraftan da ailenin, dostluğun, sadakatin ve birlikte yaşamanın önemini anlatır. Şimdi bu kavramları filmin her biri birbirinden muhteşem karakterleri üzerinden irdeleyelim mi?
Mario Puzo’nun yazdığı aynı adlı romandan uyarlanan, senaryosunu Mario Puzo ve Francis Ford Coppola’nın yazdığı, Coppola tarafından yönetilen, Marlon Brando ve Al Pacino’nun başrollerini paylaştığı filmde ayrıca yardımcı rollerde James Caan, Robert Duval, Diane Keaton ve John Cazale vardır.
*TÜM ZAMANLARIN EN İYİ FİLM GANGASTERİ MUHTEŞEM “BABA” DON VİTO CORLEONE…
Yönetmen, Don Corleone rolü için ısrarla Marlon Brando’yu ister. Film yapımcısı Paramount yöneticileri, alkol yüzünden iş disiplini sorunu olan Brando’ya karşıdır. Ancak usta yönetmen Cappola küçük bir epilepsi nöbeti şovuyla istediğini alır. Brando artık “Baba” dır ve hep de öyle kalır.
Marlon Brando, film çekilirken sadece 48 yaşındadır. Ağır bir yaşlandırma makyajı ile ve daha sert görünmesi için yanaklarına buldok görüntüsü verecek bir aparatla oynar. “Oyuncunun, duyguların ve durumların gerçekliğine inmesindeki ısrarıyla, içe dönük olmasına ve canlandırdığı karaktere kendi deneyimlerini katmasına dayanan” metot oyunculuğunun ustasıdır Brando… Bu oyunculukta kurgudan çıkılır, artık sanatçının kendi yaratısı vardır. İşte o yüzden hala “Baba” dır ve öyle de kalacaktır. Kitaptaki ve senaryodaki “Baba” değildir izlediğimiz, Brando’nun yarattığı “Baba” dır.
“Ailesiyle vakit geçirmeyen adam gerçek bir ‘adam’ değildir.” Don Carleone
Dans eden, eğlenen, torunlarına sarılabilen, onlarla konuşan, oynayan, yemek masasında ailesiyle birlikte olmayı seven ve masada asla iş konuşmayan bir mafya babası Don Carleone…Zor zamanlarında yanında olmuş, hep desteğini hissettiği Carmela Corleone ile evlidir ve Santino, Fredo, Michael ve Connie olmak üzere dört çocuğu vardır. Aile içinde mutlu olmayı çok önemser. Bir ailede en önemli olan şey birbirine bağlılıktır. Birbirini satmadan yaşanan şerefli bir yaşam ve sadakat aile için çok önemlidir.
Ailede gücü ve saygınlığı simgeleyen baba hep temkinli ve dikkatlidir. “Kadınlar ve çocuklar dikkatsiz olabilir ama erkekler asla dikkatsiz olamaz!” İş yaşamında aldığı mantıklı kararlar, uzlaşmacı ve karşısındakini dinleyen tavrı ile hem sevilen hem de saygı duyulan bir karakterdir. Kendi alışverişini kendi yapan, halkın arasına karışan şefkati şiddetin önüne geçirmiş mütevazi bir babadır Don Carleone.
Bu ailede annenin yeri çok önemlidir, üzülmesi istenmez ve sonsuz saygı duyulur. Filmin düğünle başlaması, nerdeyse her sahnede gülerken ya da ağlarken beliren çocuklar ve çocuk sesleri, insanın var oluşunun devamı için üremenin ve ailenin gerekliliğini vurgular bize. Ailede sorunların çözülmesi için fertler kendi hayatlarından fedakârlık ederler. Aile bireylerine karşı kötülük eden her kim olursa olsun en ağır şekilde cezalandırılır.
Don Carleone; “Hayatım boyunca çalıştım. Aileme baktığım için özür dileyecek değilim. Önemli adamların tuttuğu bir ipte cambazlık yapan bir budala olmayı hep reddettim. Ben özür dilemem bu benim hayatım…” dedikten sonra Michael’a bakar ve hayalini açıklar; “Ama zamanı gelince ipleri tutanın sen olacağını düşünürdüm. Senatör Carleone, Başkan Carleone …” İşte insan! Bitmeyen daha güçlü olma ve bu gücü elinde bulundurma arzusu. Hem de bu kez kuklaların iplerini elinde tutacak kadar büyük bir güce sahip olma arzusu. Sonunda ise sadece torunuyla oynarken ölen bir baba görürüz, sevgiyle gider ve yaşarken verdiği güçlendirici etki herkes için devam eder.
*ACIMASIZ, SİNSİ VE YALANCI “TEMİZ ÇOCUK” MİCHAEL CARLEONE…
Al Pacino bu rolün hakkını vermek için çok çalışmış ve muhteşem bir oyunculukla Oskar’a aday olmuştur. Ancak inkâr etmeyelim yönetmen Coppola’da ona bu rolü verebilmek için az çalışmamıştır. Yapımcı Paramount Pictures bu rol için Robert Redford’u istemiştir. Stüdyo yöneticisi Evans Al Pacino’dan “O küçük cüce” diye söz eder ve rol için asla uygun görmez. Ancak yönetmen Coppola “Bu rolü bu genç ve hırçın Sicilyalı delikanlıya vereceğim.” diyerek Al Pacino’nun oynaması konusunda ısrarcı olmuştur. Sonunda da rolü gerçek sahibine hırçın bir Sicilyalı’ya teslim etmiştir. İyi ki de etmiştir…
Al Pacino bu filmde bize, temiz bir savaş kahramanının bir mafya babasına dönüşümünü muhteşem bir oyunculukla izletir. Michael Carleone, hukuk eğitimini yarıda bırakarak İkinci Dünya Savaşına katılmış bir idealist. Ailenin” kirli işlerinden” uzak tutulmuş olan küçük oğludur. Amerika için savaşan bir askerdir ama sonunda Amerika’ya inanmaktan vazgeçer.
Baştan sona şiddetin, kibrin, aklın ve gücün simgesi. Abisi Sonny gibi fevri ve duygusal değil, sinsi plan yapan, kararlarını tek başına alan acımasız bir gangsterdir. Etrafında yalaka barındırmaz ve verdiği kararlardan dönmez. Bu haliyle korkulan ve nefret edilen birine dönüşmüştür. Aile bireylerinin hatalarını da asla affetmez. Abisi Fredo’ya bir otel satın alma işinde yaptığı “Fredo abimsin ve seni seviyorum ama bir daha ailene karşı başkasının tarafını tutma, asla!” Uyarısı sonucunda ne olduğunu serinin ikinci filminde görürüz.
Michael kimseye güvenmez. Ancak yine de yanında bir kadın olsun ister, sevmek ve sevilmek de önemli değildir, bu kavram onun için anlamsızdır. Babasını vurduranları öldürdükten sonra saklanmak için gittiği Sicilya’da, Amerika’daki sevgilisini unutup güzel bir kadınla evlenir. Sicilya’da evlendiği kadın suikast girişiminde arabadaki bir patlamada ölür. Michael Amerika’ya geri döndüğünde eski kız arkadaşına geri döner ve onu sevdiğini, ondan çocuklar yapmak istediğini söyler, olur da… Kadın inanır ve sorgulamadan evlenmeyi kabul eder. Oysaki Michael’ın orada yaptıkları hakkında hiçbir fikri yoktur. İnsanın çok yakınında güvenebileceği birisinin olması isteği, onu sevmese de seviyormuş gibi davranabilmesi insanın çift olarak yaşamaya ve üremeye kodlanmış olmasının bir sonucu mudur diye sorgularız. Ancak sonunda kendisinden en çok nefret edecek olan da yine karısı Kay’dır ve bir de kız kardeşi.
*KADINLARIN BAŞINI DÖNDÜREN, SAF VE ÖFKELİ SANTİNO CORLEONE…
Ailesinin hitap şekliyle Sanny, filmde James Caan tarafından canlandırılmıştır. Evlidir ve çocukları vardır. Ancak buna rağmen bir kabadayı edası ile hareket eden, her fırsatta bir avcı gibi kadın peşinde koşan ve ilginçtir ki kadınlarında kendisine asla ilgisiz kalamadıkları bir çapkındır. Öfkesi bir yanardağ gibi zapt edilemez ve akması zorunlu… Son derece fevri, fazlaca düşünmeden ve yüksek sesle konuşan, heyecanlı bir kişilik. Diğer kardeşlerin en büyüğü ve tartışmasız en duygusalı. Bu kişilik özellikleri maalesef onun sonunu getirmiştir. Hamile kız kardeşini dövdüğü için mahalle önünde öldüresiye dayak attığı eniştesi Carlo ve Emilo Barzini tarafından kurulan ölümcül bir tuzakla köprü girişinde taranarak öldürülmüştür. Ölümü çok hazindir. Vücudu onlarca mermi ile delik deşik edilmiştir. Sanny’nin ölüm sahnesi bize “Düşmanlarımla çatışırken ölmek isterim, yatağımda huzur içinde değil” dedirtir.
*PETER CLEMENZA, SADIK BİR OYUNCU…
Clemenza film içinde bir çocuk oyunu oynar gibidir sanki. İnsana ne iş yaparsan yap bir oyunun içindesin aslında dedirten bir karakter. İşlediği suçların ağırlığını tam tezatı bir hafiflikle, tüm ruhsuzluğu ile izleyiciye geçiriyor olması sanırım bu yargıya varmama neden oldu.
Ailenin Don Corleone liderliğinde kuruluşundan bu yana tam içinde yer alan bir karakter Peter Clemenza. Güvenilir, sadık ve kendine hâkim olabilen, son derece soğukkanlı bir gangaster. Yeri geldiğinde de yemek yaparak tüm aileyi besleyen bir aşçı. Yaptığı işle bağdaşmayacak bir gövde ve ruha sahip. Adam öldürmeye giderken, karısının sipariş ettiği tatlıyı unutmayacak kadar evcimen ve o çişini yaparken bindiği araçta adam öldüren adama “Silahı bırak tatlıyı al.” diyebilecek kadar da körelmiş bir ruh.
Don Corleone’nin en sadık adamı, ancak Michael’ın uzlaşmacı gibi görünen kararlarından hoşnutsuz. Hatta aileden ayrılmak istediğini bile söyler. Ancak tüm düşmanlar temizlendiğinde Clemenza, “Don Corleone” diyerek Michael’ın elini öper ve ona da bağlılığını sürdürür.
*TOM HAGEN- CONSİGLİERE, DOSTLUĞUN VE KAN BAĞI OLMAYAN KARDEŞLİĞİN SİMGESİ
Tom Hagen, Vito Corleone tarafından sokaklardan alınan bir Alman-İrlandalı yetimdir. Okutulmuş, diğer çocuklardan ayrı tutulmamış ve avukat olmuştur. Sadece aileye çalışır. Dostluğun anlamı ve değeri bu filmde sıkça işlense de en çok Tom’da anlam bulur. Tom küçük yaşta evlat edinilir ve öz çocuklar kadar aile içindedir. Onunla gerçek bir dost ve kardeş figürü yansıtılır ekrana. Fikirleri değerlidir, ailenin sözcüsüdür.
Filmdeki tüm oyuncular rolünün hakkını verir ve ortaya kalplere kazınan bir kült film serisi çıkar. Sadece film değil müziği de ayrı bir şaheserdir.
BABA’nın müziğinin fotoğrafı çekilebilseydi eğer her karede bu filmin sahneleri olurdu.
Müzik filmi öylesine bir ruhla kucaklıyor ki, birbirlerinden ayırdığımızda ikisi de yarım kalır. Usta yönetmen Coppola bu müzik için de çokça çaba sarf etmiştir. “Nino Rota olmazsa ben yokum” demiş ve bir kez daha dediğini yaptırmıştır. Sonunda filmle hem karışan hem de yarışan bir şaheser ortaya çıkmıştır.
Filmle ilgili diğer kısa ve önemli bilgi de film boyunca portakal metaforu ne zaman kadraja girse bir şiddet veya ölümün geleceği işaret ediliyor oluşudur. Don Carleone’nin vurulması ve ölüm sahneleri de bunların en çarpıcı olanları.
Yine ilginçtir, kült at kafası sahnesinin çekimlerinde civardaki köpek yemi fabrikasından gerçek at kafası alınıp kullanılmıştır. Sahne gerçekçi olsun diye John Marley’e haber verilmemiş, aktör o sahnede gerçekten çığlık atmıştır.
Baba filmi 1973 yılında üç dalda Oskar kazanmıştır: En iyi film, en iyi erkek oyuncu- Marlon Brando-en iyi uyarlama Senaryo- Francis Ford Coppola, Mario Puzo
Marlon Brando, kendisine verilen En İyi Erkek Oyuncu Oscar Ödülü’nü ABD’nin, özellikle Hollywood’un Kızılderililere karşı uyguladığı ayrımcılığı gerekçe göstererek reddetmiştir. Marlon Brando, Oscar ödülünü almaya gitmeyip yerine Sacheen Littlefeather adında genç bir Kızılderili asıllı oyuncuyu göndermiştir. Sahneye Kızılderili kıyafetleriyle çıkan Littlefeather, Brando’nun ödülü reddettiğini açıklamıştır.
Evet, Marlon Brando Oscar Ödül Törenlerine katılmamıştır. Çünkü o Yaralı Diz Katliamının yapıldığı yere gitmiş, Oscar Ödül Törenlerinden 6 gün önce başlayan 200’den fazla aktivistin ve Kızılderililerin katıldığı Wounded Knee işgali protestolarına katılmıştır.
Törene onun yerine katılan Kızılderili asıllı genç kadın, Brando’nun o eşsiz mektubunu okumuştur;
“200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan yerli halka şöyle dedik: ‘indir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. İndirirsen eğer silahını arkadaş, barıştan söz ederiz senle, anlaşırız senin hayrına.’
Silahlarını indirdiklerinde ise onları katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkûm ettik, ki hiçbir zaman sadık kalmadığımız ve adına antlaşma dediğimiz o kağıtları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca yaşamın anımsayabileceği kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük ve tarihi nasıl yorumlarsanız yorumlayın, ne kadar çarpıtırsanız çarpıtın: biz doğru davranmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de antlaşmalarımıza sadık kalmak. Çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gasp etme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu. Onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu.
Eğer kardeşimizden sorumlu olamıyorsak en azından celladı olmayalım. Bu gece doğrudan sizinle konuşuyor olabilirdim ancak Yaralı Diz’e (wounded knee) gidip, ırmaklar aktıkça ve otlar büyüdükçe onursuz kalmaya devam edecek bir barışın kurulmasını engelleyebilmek için elimden gelen yardımı yapmakla daha yararlı olabileceğimi hissettim.”
Onurlu barışlar için mücadele veren ve halen “BABA” olarak yaşayan Marlon Brando’nun anısına saygıyla…