İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali tartışmalı bir konudur. Paris anlaşmasına dayanılarak, Rum/Yunan azınlığın can ve mal güvenliğini korumak için yapıldığı söylenen işgalde aslında Yunan Devletinin işgal için çok da hazırlıklı olmadığı iddiası pek de hafife alınacak iddia değildir. Yunanlıların İzmir’i işgalinde, özellikle o dönem Avrupa’nın en büyük silah tüccarı 1849 Muğla Menteşe doğumlu Sir Basil Zaharoff’un katkısı önemlidir.(1)
İzmir’in işgaline izin verilmesinin gizli nedeni, İtalyanların kendi başlarına fiili bir işgale kalkmalarından korkulması olduğu genel olarak kabul edilir. Rum/Yunan azınlığın can ve mal güvenliği gerekçesi ise, doğru bir gerekçe değildir. Zaten daha sonra müttefiklerde bu gerekçenin doğru olmadığını kabul etmek zorunda kalırlar.
“12 Ekim 1919’da İstanbul’daki Müttefikler arası Komisyon’un İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali hakkında vermiş olduğu rapor şu sözlerle başlıyordu;
‘Yapılan soruşturma göstermiştir ki, mütarekeden beri Aydın (İzmir) vilayetindeki Hıristiyanların genel durumları memnunluk vericidir ve güvenlikleri hiçbir zaman tehlikeye düşmemiştir.
İzmir’in işgali, yanlış bilgilere dayanılarak Barış Konferansı tarafından emredilmişse, bunun ilk sorumluluğunun, yukarıda belirtilmiş olan gerçekler hakkında yanlış bilgiler vermekte ısrar etmiş olan hükümetler ve kişilere ait olması gerekir.
Onun için, bu işgalin hiçbir şekilde haklı olmadığı ve Türkiye ile Müttefikler arasında imzalanmış bulunan Mütarekenin şartlarını ihlal ettiği muhakkaktır.’“(2)
“İzmir’de oturan Avrupa kolonisi, İstanbul İngiliz Yüksek Komiserliği, bu delice kararın doğuracağı tehlikeler üzerine dikkati çektiler. Kabine üyesi Lord Curzon bile, 18 Nisan 1919 muhtırasında şöyle diyordu:
‘-Selanik kapılarının beş mil dışında asayişi sağlayamayan Yunanistan’ın Aydın vilayetinde barış ve güvenlik sağlamakta nasıl görevlendirilebileceğini anlayamıyorum’ “(3)
İngiltere kapitalistleri de Yunan işgaline olumlu bakmıyorlardı. İngiltere Ticaret Odasının Times gazetesindeki resmi yazısında “şehri Yunanlılara bırakmak felaketlere yol açacaktır” denilmiş ve Müttefikler arası bir yönetim istenmiştir.(4)
Ancak, İzmir’in işgalinde Yunanın bir direnişle karşılaşmaması da ayrı konudur. Yunan başbakanı Venizelos bile, İzmir’in çok kolay işgal edilemeyeceğini düşünüyor. Bunun için 10 Mayıs’taki oturumda, İtilaf devletlerine, Türklere çıkarmadan en fazla 12 saat önce haber verilmesini, bu durumda dahi Türklerin ne yapabileceğini kestirmenin zor olduğunu ve işgal için tehlikenin hep var olduğunu belirtmektedir.(5)
“Böylesine bir karşılamanın sorumluları da vardı; Bunlar İzmir Valisi İzzet ile Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ydı. İşgali önceden bilmelerine rağmen tek kurşun dahi atmadan, hiçbir tepki göstermeden koskoca şehri düşmana olduğu gibi teslim etmişlerdi.”(6)
Yunanlıların İzmir’i işgal ettiği gün, İstanbul hükümeti ise memurların yol masraflarını konusunda tartışma yapıyordu. 14 Mayısı 15 Mayısa bağlayan gece, İzmir Kolordu Askerlik Dairesi Reisi Albay Süleyman Fethi Bey, acil olarak Harbiye Nazırı ile telgrafta görüşmek istedi. Harbiye Nazırı Müşir Şakir Paşa, Erkanı Harbiye Reisi Fevzi (Çakmak) Paşa ve Ahmet Fevzi Paşa birlikte Harbiye Nezareti telgrafhanesine geldiler. Bundan sonraki gelişmeleri Yılmaz Çetiner’in Son Padişah Vahdettin kitabından okuyalım:
“Telgrafın methi şuydu: ‘-Paşam, İzmir Limanına girip demirleyen düşman donanması Amirali Colthrope, ateşkesin 7. Maddesine göre, İzmir istihkamlarının teslimini istedi. Karaburun’dan gelen haberlere göre, körfez dışında içleri asker dolu birçok Yunan nakliye gemisi beklemektedir. İstihkâmları biz verir vermez Yunanlılar işgal edecekler. Halk galeyan halindedir. Müsaade ederseniz biz bu isteği reddederek elimizdeki kuvvetlerle İzmir’i müdafaa edeceğiz. Kuvvetimiz de buna elverişlidir. Ferman sizindir…’ Harbiye Nazırı Şakir Paşa bu telgrafı okur okumaz ayağa kalktı ve: -Haydi evlatlar, Allah muvaffakiyet versin!.. Tanrı yardımcınız olsun dedi ve gözlerinden akan yaşları silerek telgraf memuruna: -Onlara bu sözlerimizi yaz dedi!. –Paşam emrinizi bir kağıda yazınız da aynen tekrar edeyim!.. O zaman kumandanlar arasında kısa bir müzakere geçti. Şakir Paşa: -İzmir’i Yunanlılara teslim etmek olur mu? Diyordu. Küçük Fevzi Paşa (Ahmet Fevzi paşa) ise ‘Şayet Yunanlılar İzmir’e çıkarsa Babıali vasıtasıyla protesto ederiz.’ Görüşündeydi. Şakir Paşa sapsarı bir yüzle ve sinirinden titreyen elleriyle şu telgrafı yazdı: – Amiral Calthrope’un ateşkesin 7. Maddesine istinaden vuku bulan talebini yerine getiriniz… Ben Babıali’ye gidiyorum…Lazım gelen teşebbüsatta bulunacağım.”(7)
Yılmaz Çetiner kitabında Harbiye Nazırı Şakir Paşa’yı Yunanın işgaline karşı mücadele etme ve karşılık verme taraftarı olarak gösterip, Ahmet Fevzi Paşa’yı ise işgale karşı çıkmayan gibi göstermektedir. Fevzi (Çakmak) Paşa ile ilgili ise bir şey söylememektedir. Bu yazıdan çıkan sonuç Fevzi (Çakmak) Paşa’nın da işgale karşı çıkmadığıdır. Yoksa hem Harbiye Nazırı işgale karşı çıkarken hem Fevzi Paşa işgale karşı çıkarken sadece Ahmet Fevzi Paşanın (küçük Fevzi) istediğinin olması mümkün değildir. Nitekim aynı kitabın 117. Sayfasında bu sefer Fevzi (Çakmak) Paşayı öven ve Harbiye Nazırı Şakir Paşayı yeren bir bölümle karşılaşıyoruz. Şöyle ki; “Cevat Paşa (Çobanlı), Fevzi Paşa’nın kırgınlığı nedeniyle ayrılmasından sonra Erkan-ı Harbiye Reisliğine getirilmişti…Ve tam o gün, yani bir gece önce Sadrazamla beraberliklerinin ertesi günü görevi teslim alacaktı…. Bu nedenle Mustafa Kemal hem Fevzi(Çakmak) Paşa hem de Cevat paşa ile beraberdi o an… Fevzi Paşa’nın ayrılma nedeni şu idi: İzmir’e çıkmaya hazırlanan Yunanlıların adalara yığınak yaptıklarına dair raporlar geldikçe Fevzi Paşa böyle bir tecavüze silahla karşı konulmasını Harbiye Nazırı imzasıyla teklif etmişti. Bir gün Harbiye Nazırı Şakir Paşa, İzmir’deki kumandan tarafından telgrafhaneye çağrılmış… O zamana kadar bu gibi durumlarda Nazır, Fevzi Paşa ile birlikte giderken, o gün Erkanı Harbiye Reisi’ne haber vermemiş…telgrafla kendisi görüşmeye başlamıştı. Kumandan; -Amiral Calthrope mütareke şartlarına göre İzmir’e çıkıp Kadifekale’yi işgal edeceğim, diyor ne buyuruyorsunuz, diye sormuştu… Şakir Paşa buna karşı, mütareke şartlarına uyalım, demişti. –Fakat Paşam, daha sonra Yunanlılar İzmir’e çıkacaklarmış, buna ne dersiniz? Harbiye Nazırı kızmış: -Böyle şey olur mu? Hayal ediyorsun, vehmediyorsun, cevabını vermişti… Sonradan, telgrafların tümü tetkik edildiği zaman anlaşılmıştı ki, Harbiye Nazırının talimatı ile Erkanı Harbiye Reisini ilk verdiği emirler tezat halindedir. Bu nedenle Fevzi Paşa’nın görevinde kalmasına ihtimal yoktu!…Yerine gelen Cevat Paşa ise yine Fevzi Paşa’nın yolundan yürüyecek bir şahsiyetti.”(8)
Görüldüğü gibi kitabın 15 sayfa sonrası tam farklı bir görüşü savunuyor. Yazılanlarda dip not veya alıntı olunduğuna dair bir bilgi olmadığı için, yazarın kendi çelişkisi olarak kabul etmek gerekiyor. 102. Sayfada söylenenler belgelenemediği için 107. Sayfada söylenenler ise, telgraf metinleri ile belgelenebileceği için Fevzi (Çakmak) Paşanın, İzmir’in işgaline karşı olduğunu ancak verdiği emirleri dinletemediğini, Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın ise, işgale göz yumduğunu söyleyebiliriz.
Bu konuda başka bir kaynakta, Miralay/Albay Süleyman Fethi Bey’in, Nurettin Paşa yerine tayin edilen Ali Nadir Paşa’nın henüz İzmir’e gelmemiş olması nedeniyle kolorduya vekaleten komutanlık ettiği 17 Nisan günü karaya çıkan bir grup Yunan askerini zorla gemilerine yolladığını ve bu durumu Harbiye Nezaretine (Savaş Bakanlığı) bildirdiği söylenmektedir. Bu sırada Harbiye Nezaretine vekâleten bakan Fevzi Çakmak Paşa’nın Süleyman Fethi Bey’e şu telgrafı çektiği bilinmektedir:
“Yapılan teşebbüslere devam edilmekle beraber, diğer vasıtalarla alınacak sonuçlar beklenirse, devriyedeki asker sayısını çoğaltarak Yunanlıların İzmir’i işgal ettikleri söylentisini yaymaları ve bu söylentiyi bir oldubittiye getirmeleri beklenebilir. Bunun için, yaptığınız teşebbüse devam etmekle birlikte, bir daha devriye çıkardığı takdirde, kesin olarak önleneceğinin Averof Süvarisine bildirilmesi…”(9)
Görüldüğü üzere Fevzi Paşa, İzmir’in işgalini kabul etmeyen bir komutandır. İzmir’in İngiliz ve Amerikan desteği ile Yunanlılar tarafından işgal edilmesi için bir engelde, Albay Süleyman Fethi Beydir. Ali Nadir Paşa, gelip Kolordunun başına geçince senaryo tamamlanmış, Yunanın nabız yoklamasına net tutum sergileyen Albay Süleyman Fethi Bey’de işgal günü kışladan çıkarılırken süngülerle öldürülmüştür. Yunan askeri 17 Nisan 1919 gününü unutmamıştır.
İzmir’in işgalinden önce 14 Mayıs günü İngiliz Amiral Calthorpe hem vali Kambur İzzet Paşa’ya hem de 17. Kolordu komutanı Ali Nadir Paşaya bir nota vererek Foça, Urla, Karaburun ve Yenikale istihkâmlarının işgal edileceğini bildirdi. Bu iki beceriksiz ve korkak devlet adamı, inisiyatif kullanmak yerine amiyane tabirle topu taca atarak sorumluluğu İstanbul hükümetine yükleyerek durumu İstanbul’a bildirdiler ve ne yapalım dediler. Ali Nadir Paşanın, Harbiye Nezaretine çektiği telgrafa Harbiye Nazırı Şakir Paşa, yapılanın mütareke gereği yapıldığını ve karşı gelinmemesini söylerken, Vali izzet paşa’nın Babıali’ye çektiği telgrafa cevap bile verilmedi. Ali Nadir Paşa, Harbiye Nazırının emrine harfiyen uydu ve emrindekilerin uymasını sağladı.
Ali Nadir Paşa’nın yaptığı iki büyük hata onu hain ve işbirlikçi saflara koymamıza yol açmıştır. Birincisi, mevcut silah ve cephanenin iç taraflara taşınmasını emretmemesi ve düşmana teslim etmesidir. Daha da kötüsü, Kadifekale’de bulunan cephaneliğin halk tarafından yağmalanmasını engellemeye çalışmasıdır. İkincisi ise, subay ve erleri kışlada toplayarak Yunan askerinin insafına terk etmesidir. Başka bir trajik komik olay ise, bazı kaynaklara göre, Ali Nadir Paşa’nın kışlada bulunan kolorduya ait parayı subayların maaşlarını ödeyerek Yunan ordusunun eline geçmesini engelleme düşüncesidir. Yunan askeri İzmir’i işgal ederken Ali Nadir Paşa, subaylara aylıklarını dağıtmaktadır. Bu konuda Pelin Böke “İzmir 1919-1922 Tanıklıklar” adlı çalışmasında Ali Nadir Paşanın böyle bir şey dahi yapmadığını, aylık dağıtma işini, Miralay Süleyman Fethi Beyin yaptığını tanıklıklara göre söylüyor.(10) Ali Nadir Paşa ile ilgili önemli bir noktada; Ali Nadir Paşa’nın Selanik civarını bir tek silah atmadan Yunan ordusuna teslim eden komutanlardan olması nedeniyle, Harbiye Nazırlığı tarafından korkaklık ve beceriksizlikle suçlanmış ve emekliliğe ayrılmış bir kişi olmasıdır. (Selanik şehrini Türk askerine tek mermi attırmadan teslim eden diğer bir korkak ve işbirlikçi de Selanik Kolordu Komutanı Kara Hasan Tahsin Paşa’dır.) Daha sonra emekliliğe ayrılmış olan bu kişi, Nurettin Paşa’nın yerine tayin olunmakta ve Selanik’te yaptığı gibi, İzmir’de de bir tek kurşun atmadan İzmir’i Yunan ordusuna teslim ederek son hainlik görevini yerine getirmiştir. Bu arada, bu hainliğinden dolayı, İstanbul kamuoyunda oluşan tepkiyi önlemek için, İstanbul Divanı harbinde, Ali Nadir Paşa ve arkadaşlarının yargılandığını 4Nisan 1921 tarihinde de suçsuz bulunup beraat ettiklerini de belirtelim. (11)
İstihkâmlar işgal edikten sonra, sıra İzmir’in işgaline geldiğini sokaktaki çocuk bile biliyordu. İşgali engellemek için kurulan “İlhak-ı Red Heyet-i Milliyesi” Vali İzzet paşaya bir heyet göndererek, İşgalin engellenmesini talep ettiler. İşgalin olacağını bal gibi bilen Kambur İzzet Paşa, heyete; “Boşuna telaş ediyorsunuz. Heyecanınız lüzumsuzdur. Ortada endişe yaratacak bir durum yok. Bunlar hep İttihatçıların uydurdukları maksatlı söylentilerdir. Merak etmeyin, hükümet her türlü tedbiri alacaktır”(12) demeye utanmıyordu.İlginç olan İzmir’de ki Hürriyet ve İtilaf partisi üyeleri de vali gibi düşünüyordu. Onlara göre de direnmek yanlıştı ve olay ittihatçıların kışkırtması idi. İttihatçı düşmanlığı vatan sevgisinin önüne geçmişti.
İzmir’in işgal edileceği anlaşılınca, azınlıklar sevinirken, Türk toplumu ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi. Gençler çılgınca yakaladıkları veya tanıdıkları büyüklere “ölmeye hazırız, bize baş olun, çarpışalım” diyorlardı. Ne yazık ki, oradaki havayı direnmeye sevk edecek bir baş bulunamadı.
“İşgalden 20 gün kadar önce Türk Ocağı’nda yapılan bir değerlendirme toplantısında ilk kez olarak Mustafa Necati silahlı örgütlenme düşüncesini ortaya atmıştır. Bu görüş hemen kabul görmemiştir. Ocak hükümetin de baskısı altındadır, gençlerin tutuklanma tehlikesi vardır. Bu nedenle Mustafa Necati ile Haydar Rüştü yönetim kurulundan istifa etmişlerdir.”(13)
Haydar Rüştü (Öktem) “Mütareke ve İşgal Anıları” adlı yazılarında o günleri şöyle anlatıyor: “Askeri Kıraathanesinin önüne geldiğimizde İhtiyat zabitliğinden yeni terhis edilmiş olan Memduh Bey pür heyecan, gözü yaşla dolu olduğu halde Necati ile benim yolumu keserek: – Haydar Bey, Allah aşkına bize baş olacak kimse yok mu? Siz bari önümüze düşünüz de bize yol gösteriniz. İşte biz fedayı cana amadeyiz! dedi. Bu temiz yürekli babayiğit gencin o geceki hali hiçbir vakit gözümün önünden gitmez ve o feryat ve istimdadı daima kulaklarımda uğuldar durur.
Bu gence ne cevap verebilirdik ki, biz de bir başa muhtaç idik. Müheyyinane bir surette aldatılmış bir halkın aciz içinde çırpınan bir iki genci o zaman ne yapabilirdik. Hükümetin başında bulunanlar mutlak bir zaaf ve mahmi içinde puyan olarak halkı son dakikaya kadar aldatmakta düşmanları bile geride bırakmışlardı. Eğer Damat Ferit kabinesi ile onun İzmir’deki valisi ve kumandanı Türk gençliğinin aylardan beri almak istedikleri tedbirleri –hiç olmazsa- her türlü vasıtalarla bozmasalardı şüphe yoktur ki o ana kadar İzmir ve havalisinde hatırı sayılır bir cephe-i müdafaa ve mukavemet teessür eder ve hatta tekzibe uğramayacağıma emin olarak iddia edebilirim ki bu cephenin mevcudiyeti bile Yunanın, o mübarek topraklara ayağını basmasına bir sedd-i muhalefet teşkil eyler idi. Bu iddiamda biraz daha ileri giderek söyleyebilirim ki; Eğer o gece Hacı Hasan Paşa gibi timsali meskenet bir belediye başkanı yerine namuskâr, vatanı için fedayı canı göze alır bir baş mevcut olup ta Hacı hasan Paşanın halkı Maşatlıkta uyuşturmasının, korkutmasının aksine olarak silah başına davet etse idi, iki üç bin delikanlıdan terekküp edecek İzmir’in aslan yürekli halkı, daha 15 Mayıs günü Yunan askerini Birinci Kordon’dan silip süpürebilirdi.
Çünkü Yunanın ne suretle, ne kadar korkak bir tarzda şehre asker çıkardığını, bir silah patlamasının Yunan askeri arasında ne dehşetli panikler vücuda getirdiğini 15 Mayıs günü gözlerimizle görmüştük.”(14)
Nurdoğan Taçalan bu konuda Albay Kazım (Özalp) Bey’i de suçlamaktadır.(15) Albay Kazım izinli olarak İzmir’de bulunuyordu. Gençler kendisine de bu teklifi yaptıklarında kabul etmemiş, 15 Mayıs sabahı apar topar İzmir’den trende yer olmadığı halde, torpille kendine ve kardeşine yer buldurarak kaçmıştı. Kazım Özalp “Milli Mücadele” adlı kitabında, kendini şöyle savunuyor:
“Bununla beraber şehir dâhilinde muvaffakiyetli bir müdafaanın imkanı yoktu. Bu olsa olsa bir gösteri hareketi olabilirdi. Esas itibariyle silah alanlar kısmen şehir dışına çıkmakta, kısmen de aldıkları silahı her ihtimale karşı evlerinde muhafaza etmek üzere götürmekte idiler.
Kolordu kumandanı, subayların sabahleyin kışla etrafında bulunmalarını emretmiş ve işgale karşı bir tertibat almamıştı. Subaylardan bazıları İzmir’i terk ettiler. Büyük kısmı emir bekler bir halde bulunuyorlardı. Bu hale göre kolordunun mukavemette bulunmayacağı muhakkaktı. Hatta kumandanlık, siyasi hapisleri çıkaran ve depolardan silahları alan halka karşı durulması için emirler bile vermiştir. Jandarma ve polis de aynı yolda emirler almışlardı. İftiharla açıklamam gerekir ki, ne subaylar, ne askerler, ne jandarma ne de polisler bu gibi emirlere ehemmiyet vermemiş ve halk ile aynı fikirde olduklarını fiilen göstermişlerdir.
Bütün bu fedakâr hislere rağmen halkı şehir içerisinde çarpışmaya sevk etmek muvafık değildi. Çünkü düşmanın denizden ve karadan bütün harp vasıtaları ile yapacağı tazyiklere mukabele edecek esaslı teşkilat vücuda getirilmemişti. Eğer kolordu kıtaatı tam kuvvetiyle mukavemete iştirak ettirilseydi, derhal silahlı halk ile takviye olunup ve bir kumanda altında, müdafaa tertibatı alınırdı. Mamafih bu halde dahi şehir dahilinde çarpışmayı kabul etmek doğru olmazdı.
İzmir’de yapılan bu hareketin, büyün Anadolu’da mukavemet tesiri meydana getirmek ve civar kazalardan toplanacak silahlı kuvvetlerin iştirakiyle İzmir’in kurtarılmaya çalışılmasını temin etmek yönünden faydası meydandadır.”(16) Görüldüğü üzere Albay Kazım, aslında savunmaya yönelik bir şeyler yapılacağını kabul etmektedir. İzmir’in işgali tabak içinde Yunan askerine sunulmuştur. Albay Kazım’da inisiyatif kullanıp, bir savunma gücü örgütleyebilecekken, Menemen’e gitmeyi tercih etmiştir. Albay Kazım Özalp’i izinli olarak bulunduğu İzmir’de, işgale karşı direnecek bir cephe oluşturmadığı için suçlamak biraz ağır olmakla birlikte, inisiyatif kullanmadığı için eleştirmekte de yanlış yapmayacağımızı düşünüyorum. Ancak Kazım Özalp’ın Miralay Bekir Sami Bey ile Akhisar civarlarında kendilerine insanların destek olmaması üzerine, Bekir Sami Bey’i orada bırakıp, trenle İstanbul’a kaçtığı da bir gerçektir.
“Özetlediğim ümitsiz ortam nedeniyle beraberimdeki Miralay Kazım Bey, İstanbul’a trenle hareket edeceğini söyledi.”(17) Kazım Özalp’ın çok cesur olmadığı, sıkıntıya pek gelemediği ve inisiyatif alma gibi bir derdi de bulunmadığı açıktır.
Ancak konumuz, Kazım Bey’in korkaklığı ya da cesaretsizliği değil, İzmir’in işgal edilememesinin şartlarının olup olmadığını görmektir. Kazım Özalp’in yazdıklarından da anlaşılacağı üzere, İzmir’in işgalinin engellenebileceği ortadadır.
17. Soruda Yararlanılan Kaynaklar:
(1)Cumhuriyetin Gizli Tarihi(1) İsmail Çolak. Gülnesli yayınları.Ekim 2013 sf:115
(2) Türkiye(1) Arnold J. Toynbee. Cumhuriyet gazetesi yayını. Aralık 1999. Sf:84
(3) Atatürk Anadolu’da. Tevfik Bıyıklıoğlu. Cumhuriyet gazetesi yayını. Mayıs 2000. Sf:16
(4) İzmir 1830-1930. Marie-Carmen Smyanelis. İletişim yayınları.2016. Sf:224.
(5) Atatürk Anadolu’da. Tevfik Bıyıklıoğlu. Cumhuriyet gazetesi yayını. Mayıs 2000. Sf:17
(6)Türk Devrimi Tarihi. İlhan F. Akın. Üçdal Neşriyat Yayınları.1984. Sf:63.
(7)Son Padişah Vahdettin. Yılmaz Çetiner.Milliyet yayınları.1993. Sf:102.
(8)Son Padişah Vahdettin. Yılmaz Çetiner.Milliyet yayınları.1993. Sf:117.
(9) Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken. Nurdoğan Taçalan. Bilgi yayınevi. Mart 2007. Sf: 226
(10) İzmir 1919-1922 Tanıklıklar. Pelin Böke. Tarih Vakfı Yurt yayınları.Ekim 2006 Sf:78
(11) Kurtuluş Savaşı Günlüğü-3. Zeki Sarıhan. TTK.1995. Sf:479
(12) Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken. Nurdoğan Taçalan. Bilgi yayınevi. Mart 2007. Sf: 245
(13) Kurtuluş Savaşı Gençliği. Zeki Sarıhan. Öğretmen dünyası yy. Ekim 2010. Sf:119
(14) Mütareke ve İşgal Anıları-Haydar Rüştü Öktem.Hazırlayan Zeki Arıkan.TTK.1991. Sf:68-69
(15) Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken. Nurdoğan Taçalan. Bilgi yayınevi. Mart 2007. Sf: 251
(16) Milli Mücadele. Kazım Özalp. Türk Tarih Kurumu yayını. 1998. Sf: 7
(17) Miralay Bekir Sami Günsav’ın Kurtuluş Savaşı Anıları. Muhittin Ünal. Cem yayınevi. Kasım 1994 Sf:41