Karanlık, sessiz, hafif soğuk bir bahar akşamıydı. Kelebekleri izliyordum. Düşlerimde çocukken koştuğum ıslak çimenler vardı. Ben aslında o çimenlerde koşmaktan hiç yorulmamıştım. Kendimi üzerlerine bırakmam, mutluğun ülkesine gizlice girmenin ve başarmanın şımarıklığındandır. Dedim ya aslında ben o çimenlerde koşmaktan hiç yorulmadım.
-Bilmiyorum
-Neyi bilmiyorsun?
-Neyi bilmediğimi bilmiyorum.
-O zaman geç otur şuraya, köşkümün en güzel yerine, Teneke Sıddık hoş geldin.
-Köşk mü? Ulan Karameşe misin, kara ot musun, bilmiyorum ama dangalağın tekisin, onu iyi biliyorum. Sen köşk sevseydin babanın o kadar mirasını götürüp düşmanına, semtin en kötüsü, hırsız Cafer’e vermezdin. İstanbul’un sayılı zenginlerinden şimdi. Yanına gitsen on lira vermez sana, bir de üstüne çapulcu deyip döver. Hele Baban, ona ne demeli, ayaklansa seni odunla kovalar Alimallah.
-Mülk esarettir, Teneke. Ben ona iyilik yapmadım ki. Esaretimi verdim o da seve seve kabul etti. Benim beyaz kanatlı kelebeklerim var, onun ise ayağına taktığı mülkten prangaları var. Unutma Teneke, çıplak geldik çıplak gideceğiz. Sadece içimizdeki o kutsal zerremize dokunma ve bilgelik yolculuğuna başladıysak şayet, hayatımız boyunca çıplaklığımızı örtecek tek şey o olacaktır, giderken o bilinmeyen güzel ülkeye.
– Tabi, tabi. Esaretmiş, özgürlükmüş külahıma anlat sen. Şimdi battaniyesi bile olmayan bu küçük barakada, bu karanlık ormanın içinde zıbar bakalım. Vallahi bir fırtına da çıkarsa bu baraka yıkılır, sana diyeyim. Önceden ne güzel para alıyorduk senden. Geldin sende bizim gibi evsiz, yurtsuz oldun. Biz seçmedik ama sen seçtin avare olmayı. Şimdi bu ormanda aç aç özgürlüğün tadına bak Karakütük.
-Sus, bak kelebekler uçuyor, uzandığım yerden görebiliyorum. Kafanı kaldır gökyüzüne bak.
-Bakıyorum tepede yıldızlar var. Sen yıldızları kelebek mi sanıyorsun?
-Gökyüzünde çimenler var, koşmaktan yorulmuyorum.
-Kulübenin üst tahtaları yok, üşüttün sen herhalde. Ne oldu tahtalara.
-Polenler uçuyor, saçlarım dalga dalga.
-Tahtalara ne oldu diyorum.
-Dere kenarında muhabbet ediyor ceylanlar.
-Ne diyorsun oğlum sen.
-Gökyüzü ile aramıza giriyordu tahtalar, diyorum. Aralıklardan görüyordum. Rüzgârda uçtular, geri kalanı da ben çıkardım. Başı olanın sonu da olur. Her şey çürüyor. Damımız gökyüzü olsun.
-İyi, donma bari.
-Ben bu gece öleceğim, Teneke.
-Of bu kaçıncı ölmen? Her gece ölüyorsun maşallah, gerçekten ölmedin gitti. Hep aynı yalan. Bir iki yıldız görme gökyüzünde. Hemen uçuyorsun. Gerçi onlar kelebek sana göre. Neyse, şarap var mı?
-Yaşayanlar ölülere ihanet eder, Sıddık.
-Ne zırvalıyorsun yine?
-Acı çekmek lazım. İhaneti hafifletmek için. Yaşamak acı çekmektir. Alışmamız lazım. İstesen de istemezsen de alışacaksın buna zaten.
-Sen alış Karameşe, ver de şu şarabı ısınalım. Buradakilerin hepsi boş.
-Bugün şarap yok, Teneke.
-Yalan söyleme, Muhsin Dayı her gün para veriyor sana. Selam vermedim deme.
-Maalesef selam vermeyi unuttum. Dalgınlığıma geldi yani, önünden geçerken fark etmedim.
-Koca şişko huysuz yaşlı adamı nasıl görmedin ya? Her gün sandalyeyi binasının önüne atıyor, orada gelip geçenden hürmet bekliyor. Yine hayal kuruyordun muhakkak, avare, o yüzden görmedin bence.
-Ama polenler uçuyordu havada Teneke, onları izleyerek yürüyordum. Kuş gibi hissediyordum kendimi önünden geçerken. Sonra arkamdan bağırışını duydum. “Her gün önüne kemik attığım köpek, bize selam vermiyor,” diye bağırıyordu. Çok kızmıştı. Daha önce de olmuştu. Hemen önünde kendimi yere attım. Ayaklarına yapıştım. “Efendim, ben bir avanağım, nasıl görmedim sizi, özür dilerim, özür dilerim,” deyip eline sarılarak zorla öptüm. İlk önce kızsa da sonra yumuşadı. “Aferin oğlum, adam ol böyle işte. Bugün para yok ama yarın vereceğim,” dedi. “Tamam, Amirim,” dedim sonra. Ona da çok kızdı. “Amir miyim ulan ben, manda!” dedi. “Yok, efendim heyecandan şaşırdım birden, siz koca Muhlis Dayı’sınız.” “Ha şöyle ol, bugün git yarın gel,” dedi elini sirkeleyerek. Yarın sabah erkenden gideceğim, polenler uçmaya başlamadan. Geçeceğim karşısına asker selamı bile vereceğim, yaşa var ol, sen olmasaydın ne olurdu halimiz,” diyeceğim merak etme. Yarın yemeklerde şaraplar da benden.
-Tamam, tamam ama gözünü seveyim dikkatli ol, heyecanlanma. Senin bu kelebeklerin, polenlerin yüzünden şarapsız kaldık. Kelebekler bir gün seni zaten belleyecek ama dur bakalım ne zaman olacak. Kaç kere dedim adama selam vermeyi unutma diye. Seviyor ulan işte selamı. Dikkat et de oğluna yakalanma. Babamı kandırıyor diye dövmüştü seni daha önce.
-Yok, oğlu erken kalkmaz, şebelek o. Asıl o kandırıyor babasını. Hem selamı sevmiyor Muhsin Dayı, gururunun okşanmasını istiyor. Sen de selam veriyorsun ama sana para vermiyor işte. Gururunu okşa, parasını al. Böyle biri.
-Ama ben de gururluyum, selam veriyorum kızıyor, “Bu nasıl selam?” diye bana beddua ediyor, “Allah belanı versin, pis utanmaz erif ” diyor. Ben de ona küfür ediyorum. Oraya gitmem bir daha.
-Neyse dalgınlığıma geldi, dediğim gibi. Yoksa gururlu insanları ben hiç rencide eder miyim? Onlar ekmek kapımız. Biliyorum ki gururu çeksen vicdan çıplak kalacak. O yüzden karşılıksız olmadan vermezler hiçbir şey. Sen de bırak şu gururu Teneke. Hem açın gururu mu olurmuş? Gurur, karnı tok sırtı pek olanlar için pek müstesna.
-Tamam denerim.
-Ben bu gece öleceğim Teneke.
-Vallahi sen ölür müsün ölmez misin bilmem ama ben donacağım. Tam da derenin yanına yapmışsın kulübeyi.
-Kelebeklerin hepsi beyaz beyaz kanatlarını çırpıyor, Teneke.
-Ben gidiyorum, köprü altında yatacağım. Şehirde neon ışıkları yıldızlardan daha sıcak olur. Sen bu çıplak büyük gökyüzüyle tek başına kal. Senin taktiğini deneyeceğim, yolda bir iki gururlu görürsem, takla atarak dileneceğim.
-Kelebekler diyorum, tekrar başladılar.
-Ben gidiyorum manyak, üşümekten kafayı yedin sen. Ölünce anlarsın, onların kelebek değil yıldız olduklarını. Ama haklı da olabilirsin, kelebekler de insanlar gibi ölünce yıldız olurlar. Belki de sen yaşarken ölümü tadıyorsun. Yukarı bak Karameşe, bir yıldız kaydı.
-Karameşe hey, Karameşe uyan, hey Karameşe öldün mü sen?
-Yok yok ölmedim, dalmışım. Dün gece hiç uyumadım. Buradan çok uzaklaşmışım, uygun bir yer de bulamadım. Ben şimdi uykuya dalarım sen git. Hem uyumak bir nevi ölmek değil midir? Ben her gece ölürüm bu gökyüzünde, sen git.
-Canın cehenneme, gerçekten gidiyorum.
-Kelebekleri takip et, öyle çıkarsın ormandan.