İzmir’in Yunan askerince işgali, Aydın’da da tepki ile karşılanmıştır. Ancak bu tepkinin yanında yenilmişlik duygusu ile korku da ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla Aydın’da da bir yandan direniş taraftarları diğer yanda Hürriyet ve İtilafçıların başını çektiği teslimiyetçi, kendini kurtarmaya yönelik bencil ve çıkarcı bir bakış açısına sahip kişiler vardı. “Aydın Müftüsü Mahir Mahmut Efendi de, İzmir’in işgali sırasında, Yunan Başbakanı Venizelos’a bir telgraf çekmiş ve Aydın’da ‘mızıka çaldırmıştı’. Hürriyet ve İtilaf yandaşı olan Müftü’nün daha sonra Sanayi Mektebi’nden bin lira çaldığı anlaşılmış ve o da Hüsniyadis gibi Büyük Zafer’den sonra Yunanlılara sığınmıştı.”[1] Hırsızlık, vatan hainlerinin genetiğine işlendiği için bugün de devam etmektedir.
Yunan işgalinin genişlemesi üzerine asker sivil kişiler arasında bazen birlikte bazen de ayrı ayrı pek çok toplantı yapılmış ancak bir sonuç elde edilememiştir. Bu toplantılardan biri de Namazgahta İzmir’in işgalinin protestosu için yapılmış olanıdır. Hilali Ahmer (Kızılay) Başkanı Esat Efendi ile öğretmen Sabri Bey birer konuşma yapmıştır. Toplantı sonrası Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine telgraf çekilerek “Milli Hukukumuzu temin edecek olan, Teşkilatınızı silahlı olarak, vakit geçirmeden, bize yardım için himmet ve gayret gösteriniz”[2] denmiştir.
“22 Mayıs 1919’da Ramazan Paşa Camiinde şehrin ileri gelenlerinin katıldığı bir toplantı yapılmış, Aydın’ı işgale gelecek olan Yunan kuvvetlerinin sükûnetle kabulüne karar verilmiştir. 25 Mayıs 1919’da Aydın’a yeni gelen Mutasarrıf Abdurrahman Bey de İzmir’de cereyan eden olayların Aydın’da da çıkmasını önleyici tedbirler almak üzere, Aydın eşrafından bazıları ile odasında bir toplantı yapmıştır. Abdurrahman Bey aynı gün bir beyanname yayınlayarak işgal kuvvetlerine karşı herhangi bir tecavüz ve mukavemette bulunulmaması lüzumunu tavsiye ve ilan etmiştir.”[3]
Askeri firarlar da asayişin iyice bozulmasına neden olmuştur.
“57. Tümen Kumandanı, şehrin asayişini korumak maksadıyla genç subayları asker kıyafetine sokarak devriye kolları dolaştırmaya başlamıştı. Buna rağmen mutasarrıf vekili, Türk ve Rum ileri gelenlerinden bazı kimseler, müftü ve Rum cemaati ruhani reisi, Aydın’da bulunan iki İngiliz subayına müracaatla, jandarma yerine İslam ve Hıristiyanlardan kuracakları bekçi teşkilatı için 300 silah istedi.”[4]
Aydın’ın işgaliyle Heyeti Milliye üyeleri Denizli, Nazilli ve İstanbul’a kaçmışlardır. Nazilli’nin Yunanlılarca işgali üzerine 57. Fırka Komutanı Miralay Şefik Aker tarafından Harbiye Nezaretine Aydın’daki teslimiyetçi yaklaşımı anlatan bir telgraf çekilmiştir.
Çekilen telgraf üzerine Cevat Paşa’nın, Vahdettin ve Damat Ferit’e karşın verdiği cevap çok önemlidir. Cevat Paşa o günün İstanbul ve Babıâli koşullarını dikkate almadan bir yurtsever olduğunu bu telgrafla ilan etmiştir.
“57. Fırka Kumandanlığına,
Ahvali mahalliyeyi musavvir (tasvir eden) telgrafınıza cevaptır:
1-Ahali tarafından Yunanlıların hüsnü kabul görmesi Aydın vilayetinin akıbeti için gayri kabili telafi (yerine konulamaz) zarar tevlit edecektir(doğuracaktır). Bunu ahaliye pek seri bir surette anlatmanızı rica ederim.
Bununla bir kıtal yapılmasını arzu etmiyorum. Fakat herhalde o havalideki itilaf zabitanıyla (subaylarıyla) ecnebiler bizim Yunan idaresini katiyen istemediğimiz anlamalıdırlar. Ahval-i mahalliye ye göre yapılması lazım gelen işleri daha iyi takdir edersiniz.
2-Askerin dağılması vahameti pek büyük fena akıbetlere yol açar. Heyet-i zabitan işe çok ehemmiyetle sarsılmalıdır.
Harbiye Nazırı – Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat.”[5]
27 Mayıs 1919 Pazartesi günü Aydın şehri, Yunan Ordusu tarafından kavgasız gürültüsüz işgal edilmiştir. Tümen Komutanı Şefik (Aker) Bey, eldeki 43 asker ve 2 obüs topu ile güçlü Yunan askerine karşı direnemeyeceğini görünce Çine Kasabasına doğru çekilmek zorunda kalmıştır. Götürülemeyen silah ve cephane halka dağıtılmaya çalışılmışsa da halktan ilgi olmamış ve götürülemeyen silahlar Yunan Orduna kalmıştır. Aydın’da bulunan Hürriyet ve İtilaf Fırkasının ileri gelenleri Rum/Yunan azınlık ile beraber Yunan Ordusunun gelmesi için Yunan işgal Komutanlığı ile iletişime geçmiştir.
“57. Fırka Kumandanı Miralay Şefik Bey, Rumlar ve Türklerden oluşan heyetin Teohari Yorgiyadi’nın yazıhanesinde toplandıklarını ve Aydın ahalisi namına hazırladıkları bir varaka ile Yunanlıları davete karar verdiklerini ve 26 Mayıs 1919 günü Karapınar mevkiinde Yunanlıları karşılamaya gittiklerinin işitildiğini söylemektedir.
Aydın Belediye Reisi Emin Bey de Yunan İşgal kumandanlığına bir telgraf çekerek ‘Aydın’ın Yunanlılar tarafından işgal edilmesine halkın muvafakat edeceğini ve işgalin sükûnetle karşılanacağını’ bildirmiştir.”[6]
Celal Bayar anılarında Yunan kaynaklarına göre Aydın’ın işgalini şöyle anlatıyor.
“Aydın’ın kan dökülmeden işgaline Rum ve Türk ileri gelenlerinin anlaşmaları müessir olmuştur. Bunlar, işgalden evvel görüşerek kan dökülmesinin önünü almak üzere iki ordu arasında vasıta olmaya karar vermişlerdir. Türk Tümeni Kumandanı Şefik Bey maiyetinde 5.000(!) kişiden başka kullanılmaya elverişli dört beş topları da vardı. Fakat başka yerden imdat kuvveti alamadığı takdirde karşı koymanın faydasız olacağı anlaşılabilirdi.
Aydın Türk ahalisi İzmir’deki vakalardan korkmakta olduğu için şehirden uzaklaşmasını tümen kumandanından istemişlerdir.
Şefik Bey, bunun üzerine 57. Tümenin Nazilliye naklini emretmiştir. Bu suretle Aydın serbest bırakılmış ve her türlü tehlikeden masun kılınmıştır.
Tümen kumandanının çekilmesinden sonra, Teohari Yorgiyadis, Mihal Barocu, Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin gözde elemanlarından Avukat İlhami Bey ve iki Türk arkadaşının bulunduğu karma bir Rum-Türk heyeti İzmir’e giderek hiçbir tehlikeye maruz kalmayacağı vaadiyle, Aydın’ın işgalini Yunan kumandanından rica eylemişlerdir. Aydın askeri kuvvetine nezaret etmek üzere memur edilen Albay Çerolis, Hıristiyanların taşkın, vatansever gösterilerde bulunmamaları ve Türklere meydan okumamaları için en şiddetli tedbirlere başvurmuştur. Bu tedbirlerle Türk ve Rumlar arasındaki anlaşma sayesinde Yunan ordusunun Aydın çevresindeki zor görevi başarı ile sona ermiştir.”[7]
MİRALAY ŞEFİK (AKER) BEY
Milli Mücadelenin Ege’deki kahraman komutanlarından biri de Miralay (Albay) Şefik Bey idi. Aydın’daki 57. Tümen komutanı idi.
Ön adı Mehmet olan Şefik Bey, 1877 yılı Manastır doğumludur. 28 Mayıs 1894 tarihinde girdiği Harp Okulundan 17 Ağustos 1896 tarihinde Teğmen rütbesiyle mezun oldu. 8 Mart 1900 tarihinde Yüzbaşı, 18 Temmuz 1908 tarihinde Binbaşı, 29 Kasım 1914 tarihinde Yarbay, 14 Aralık 1916 tarihinde Albay rütbelerini almıştır. Binbaşı rütbesiyle 1912- 1913 yıllarında Balkan Savaşı’na tabur komutanı olarak katılmıştır.
Şubat 1914’de Çanakkale’de görev yapan 9. Tümen, 25. Alay, 3. Tabur komutanı olan Mehmet Şefik Bey, Ekim 1914’de aynı tümenin 27. Alay komutanlığına atanmıştır. 25 Nisan 1915 tarihinde Gelibolu Yarımadası’na yapılan çıkartmalarla başlayan Çanakkale Savaşları sırasında emrindeki 27. Alayla pek çok çatışmaya katılmıştır. 8 Ağustos 1915 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Anafartalar Grup Komutanlığına atanması üzerine boşalan 19. Tümen komutanlığını üstlendi. 1816 yılının Ağustos ayında Galiçya’ya gönderilen Osmanlı 15. Kolordusuna bağlanan 19. Tümen komutanlığını Kaymakam (Yarbay) rütbesi ile yaptı.
19 Mayıs 1919 tarihinde 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetiyle birlikte Anadolu’ya geçti. Milli Mücadele döneminde Aydın’dan Antakya’ya kadar olan kıyı şeridinden sorumlu olan 57. Tümenin komutanlığını yaptı. Firarlar nedeniyle azalan asker sayısını tamamlamaya çalıştı. Dağa çıkmış çeteler ve efelerle bağlantı kurmak için uğraştı. Yörük Ali Efe ile anlaşıp, Yörük Ali Efe’yi Milli Mücadeleye katılması için ikna etti. 57. Tümenin elinde bulunan silah ve cephaneyi Çine tarafına götürüp, Yunan ordusunun eline geçmesine izin vermedi. Yunan işgali sonrası ilk zamanlarda efelerle birlikte Yunan ilerleyişine engel olmaya çalıştı.
Şefik (Aker) Bey, siyasetle hiç uğraşmadı. 25 Şubat 1931 tarihinde emekli oldu. 1964 yılında vefat etti.
Miralay Şefik Bey, Ordunun açıktan Yunan Ordusuna saldırmasının, İtilaf Devletlerince bir savaş ilanı olarak görülebileceğini düşünerek “Kuvayi Milliye” adı altında oluşturulan milis güçlere ordunun silah ve cephane yardımıyla direnişi sağlamaya çalışmanın en doğru şey olduğunu düşünmüştür. Başta Yörük Ali Efe olmak üzere affa uğramış zeybekleri Çine’ye çağırmış ve orada kendilerini milli mücadeleye katılmaya ikna etmiştir. Çeteleri genç subaylarla takviye ederek düzenli ordu olmasa da disiplinli bir milis güç oluşturmayı başarmıştır. Yedek subay Zekai (Kaur) Bey, Yedek subay Necmi (Altunova) Bey, Halim Memduh Bey, Asaf Bey çetelerle birlikte savaşmışlardır.
İlk saldırı olarak 16 kişilik atlı, Kıllıoğlu Hüseyin Efe komutasındaki çete Yunan ileri karakollarına baskın yapmaya karar vermişse de, kısa zamanda Yunan ordusu ile savaşmak yerine Rum/Yunan köylerini yağma etmeyi düşündükleri ortaya çıkmış, çetede bulunan subaylar sayesinde bunu yapamamışlardır. Daha sonra zeybekler düşmanı gafil avlamak mümkün olmayacağı için yine savaşmaktan vazgeçmişler ancak çetedeki subayların diretmesi üzerine Malkoç köprüsünü koruyan Yunan askerlerine saldırmışlar ve Yunanlı askerleri öldürmüşlerdir. Bu durum efelerin, zeybeklerin davranışlarındaki tutarsızlıkların bir örneğidir. Cahil, pervasız aynı zamanda cesur olan bu kişilerin ancak aydın asker ve sivillerle idare edilebildiği ve zaman zaman disiplinsiz davranışlar içine girdikleri anlaşılmaktadır.
19 Haziran gecesi Yunan taburu Nazilli’den geri çekilmiş, geri çekilirken de kırk kişiyi lehin almış sonra da bunları yolda öldürmüştür. Yunan zulmü, Nazilli’de yaşayan Rum/Yunanlılar tarafından da protesto edilmiş ve İtilaf devletlerinin temsilcilerine bildirilmiştir. Yunan Ordusu bu zulümlerine karşı Türklerin azınlıklar üzerinde misilleme yapmasını istiyor ve bu sayede Hıristiyan azınlığı koruma gerekçesiyle işgallerine devam etmek istiyordu.
“Memleketimizde İslam ve Hıristiyanların, gerek insanca ve gerek maddeten uğradıkları büyük zayiat ile şahit olduğumuz haileden/faciadan ricat eden Yunan ordularını sorumlu tutuyoruz. Bu haileye bir an evvel nihayet vermek ve ricat halinde bulunan Yunan ordularının bu münasebetsizliklerine mani olmak için gerek mümessilleriniz ve gerek hükümetleriniz nezdinde teşebbüsat-ı lazimede bulunulmasını hem cemaatimiz namına hem de insaniyet ve medeniyet namına rica ve istirham ederiz. Nazilli Rum Horası ve çeşitli Rum imzaları.”[8]
Yunanlılar Nazilli’den ayrılma nedenlerini İtalyanların üzerine atıyor ve İtalyanların izin vermesi nedeniyle İtalyan işgal bölgesinde Türk çetelerinin örgütlendiğini bildiriyorlardı.
Miralay Şefik (Aker) Bey, Bakırköylü Teğmen Kadir Bey aracılığıyla, bölgenin sevilen hocalarından Muğlalı/Bozöyüklü Hacı Süleyman Efendi’yi Çine’ye davet etmiş, Çine Belediye Başkanı Hidayet Efendi ve Çine’nin ileri gelenleri ile Çine Heyeti Milliye’yi kurmuş ve köylerde de Kuvayi Milliye ruhunu yaratan çalışmalara başlamıştı. Bu çalışmalar sonucu Aydın’ın Yunan güçlerinden geri alınmasına karar verildi.
Aydın savaşına katılan milis güçler Yörük Ali Efe komutasında, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Ödemişli Hamdi Bey, Tavaslı Ömer Ağa, Dokuzun Mehmet Efe, Duacılı Molla İbrahim Efendi, Ortakçılı Mehmet Efe, Mestan Efe, Danişmentli İsmail Efe, Teğmen Kadri Bey, Emekli Yüzbaşı İbrahim Bey, Giritli Cafer Ağa ve çevreden toplanan gönüllülerdi. Ayrıca 57 Tümenden topçu ve makineli tüfek birliği ile Şehzade Abdürrahim Efendi’nin Nasihat Heyeti olarak gelişinde onu korumakla görevli mızraklı alay’da vardı. Şehzade geri dönünce Mızraklı alay burada kalmıştı. Ancak mızraklı alaydan firariler olduğu için ancak 44 asker kalmıştı.
Aydın’da bulunan Yunanlılar top atışı yapınca, Türk güçleri de top atışı yapmak zorunda kalmışlardır. Bu durum Türk Ordusunun Yunan Ordusuna saldırdığı anlamına geleceğinden, Miralay Şefik Bey, çözüm olarak Yunan zulmüne dayanamayan topçu bataryalarından Teğmen Yakup Bey ile Teğmen Kemal Bey’in isyan ederek Kuvayi Milliye’ye katıldığını İstanbul Hükümetine bildirdi.
Yapılan saldırı sonucu Kuvayi Milliye Aydın’ı Yunan ordusundan geri almıştır.
“Aydın bölgesin boğucu haziran sıcağı içinde karşılıklı ateş devam ederken savaş saflarında eli silahlı, sopalı her yaştan kadın ve erkeler göze çarpıyordu. Özellikle Menderes Köprüsü yakınlarındaki Balta Köyü’nün kızları, genç, yaşlı kadınları omuzlarında testilerle ateş hattına sokularak ‘Korkmayın yiğitlerim, biz buradayız’ diye haykırışları, gazilere ayran, su dağıtışları müstesna bir manzara teşkil ediyor, gözleri gurur yaşları ile dolduran bir vatanseverlik örneği oluyordu.”[9]
Cepheler kurulup, Kuvayi Milliye müfrezeleri oluştukça yeme içme barınma gibi pek çok ihtiyaç ortaya çıktı. Bu gereksinimlerin belli bir düzende ve disiplinde gerçekleşmesi için Kongre toplayıp bir merkez kurulu/yönetim kuruşu oluşturma zorunluluğu oluştu.
“Nazilli, kongre için en münasip ve en emin bir yerdi. Çünkü cepheye yakındı ve ilçenin kaymakamı muhalif olmasına ve İstanbul Hükümeti’nin adamı olmasına rağmen ses çıkarmayacak derecede Kuvayi Milliye’nin baskısı altında idi. Yalnız hadiseyi, diğer bazı valilerin ve idare amirlerinin yaptığı gibi –gizlice- İstanbul’a ‘jurnal’ edebilirdi. İlk Nazilli Kongresi, para toplanması ve cephenin iaşe, lojistik işleri, gönüllülerin sevki gibi hususlarda meşgul olmak üzere milli bir heyet-i merkeziye seçti ve dağıldı.”[10]
Birinci Nazilli Kongresine katılanlar şunlardır:
Apa’dan Hacı Hamdi Efendi,
Akça’dan Tapucuzade Ali Efendi ve Abbas Efendi
Alaşehir’den Mütevellizade Akif Bey, Mazhar Bey, Ömer Bey
Antalya’dan Nuri Bey, Tahsin Bey
Bademiye’den Hacı İbrahim Efendi, Ahmet Efendi
Balyambolu’dan İsmail Hakkı Efendi, Abdullah Efendi
Buldan’dan Hacı Rasih Efendi, Kara Ahmetzade Halil Ağa,
Burdur’dan Şamdanizade Osman Bey ve Tayyarzade Osman Bey
Bozdoğan’dan Ali Bey, Hacı Ahmetoğlu Süleyman Efendi
Çal’dan Müftüzade Emin Efendi
Çardak’dan Rıza Bey ve Hüsnü Efendi
Çivril’den Çorbacızade Mehmet Ali Bey
Dalama’dan Mustafa Efendi ile Hacı Hüseyin Efendi
Eğridir’den Hacı Ahmet Efendi
Eşme’den Müftü Hacı Nazif Efendi
Honaz’dan Tevfik Bey ve HaraçAhmet Efendi
Garbi Karaağaç’tan Mehmet Efendi, Ahmet latif Efendi
Geçiborlu’dan Köbekli Sadık Efendi, Hacı Hüseyin Efendi
Gönay’dan Eyyup Efendi
Isparta’dan eski Müftü Hacı Hüsnü Efendi, Üçkoyunzade Ali Efendi
Kadıköy’den Mehmet Efendi, Ahmet Efendi
Karacasu’dan Müftü Hulusi Efendi, Emin Bey ve Tasi Efendi
Karahayt’tan Küçük Mehmet Ağazade Mehmet Efendi
Kuyucak’tan Zihni Efendi, İsmail Hakkı Efendi
Nazilli’den İlhami Bey ve Ömer Bey
Sandıklı’dan Ahmet Efendi
Sarayköy’den Müftü Ahmet Efendi, Hüseyin Efendi
Sultanhisar’dan Ahmet Bey ve Ali Zühtü Bey
Tavas’dan Mehmet Kemal Efendi ve Hacı Ali Efendi
DEMİRCİ MEHMET EFE
Nazilli’nin Pirlibey köyünde 1885 yılının Şubat ayında doğdu. Babası Demirci ustası Süleyman’dı. Belli bir yaşa kadar babasının yanında çalıştı. Haksızlıklara, ağa zulmüne dayanamayan Mehmet’in en sevdiği şey silahlardı.
Tütün Rejisi, yaşamını tütün dikerek geçindiren köylüleri, tütüne çok ucuz fiyat vererek adeta köleliğe mahkûm etmiş idi. Köylüler bu durumu biraz olsun lehlerine çevirmek için kaçak tütün dikerler ve bu tütünleri kaçakçılara satarlardı. Tütün Rejisi şirketi, bu kaçak alım satımları engellemek için hem devletin jandarmasını hem de kendi özel silahlı kolcularını kullanırdı. Ege’de binlerce köylü, kaçak tütün dikmek ve bu tütünleri kaçak satmak nedeniyle jandarma ya da silahlı kolcular tarafından öldürülmüştür.
Demirci Mehmet, av merakından sonra tütün kaçakçılığı işine girdi. Yakalandı, hapse girdi. Hapisten çıktıktan sonra Yanık Halil İbrahim Efe’nin kızanı oldu.[11] Sonra ondan ayrılarak efe oldu.
Aydının dağları efe doluydu. Kimi iyi kimi kötü. Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe ile girdiği liderlik savaşını Teoman Ergül’e göre, Celal (Bayar) Bey ve Hacı Süleyman sayesinde kazanmış ve Aydın Mıntıka Komutanı olmuştur.[12] Fakat Demirci Mehmet Efe’nin cahil olmasına karşın gözü pekliği, komutanlığı ve otoritesi gerçekten kayda değerdir. Çünkü amiri konumundaki Hacı Şükrü bile onun sözünden çıkmaz bir durumdaydı. Yine Refet Paşa dahi, onun emrinde çalışıyordu. Yine, Postlu Mestan Efe, İsmail Efe gibi pek çok efe de onun emrine girmekten gocunmuyordu.
“Efenin Ege dağlarında zeybekliğin şanına gölge düşüren bir vukuatı yoktur. ‘Tefrik’ etmeden soygun yapmak, kadına ilişmek gibi mertliğe değil de namertliğe dönük şaki davranışı içinde olmaz… Demirci’nin tartışılan yanı Milli Mücadele sırasında sehpa kurup, kandil gibi adam asmasıdır. Çerkez Ethem’le bir olmuş mudur? Önemlisi Fahrettin Altay tarafından adının ‘Dağlardan getirilen eşkıya’ diye zikredilmesi doğru mu, haksızlık mı yoksa ayıp mıdır?”[13]
“Demirci Mehmet Efe soyguncu idi. Sonraları demiştir ki; ‘Yedi vilayete kumanda etmek bana düştü, idare ya ilim ile olur ya zulüm ile ben de ilim olmadığından zulüm ile idare ettim.’”[14] Demirci Mehmet Efe’nin isyan bölgelerine de gerek telgrafla gerekse el ilanı yoluyla yolladığı tehdit içeren yazılar önemlidir. Bu beyanlarda düşmana karşı savaşmak yerine isyan etmenin karşılığının cezaların en dehşetlisi olacağı ihtar ediliyor.
“Düşman vatan içinde ve biz bir avuç Kuvayi Milliye onun karşısındayız. Memleketimiz, evlerimiz, barklarımız yakılıp yıkılıyor. Kızlarımızın, karılarımızın ırz ve namusları payimal ediliyor(ayaklar altına alınıyor). Düşmanın kastı Türk milletinin ve ümmeti Muhammed’in mahvıdır. Elinizden gelirse Allah’ın emrini icra ederek gelin de burada gavura karşı koyun. Fakat biz sizden bunu dahi istemeyiz. Tek bizi arkadan vurmak namertliğini olsun irtikap etmeyiniz. Yoksa ruzu mahşerde bütün yetimlerimizle ve bütün şehitlerimizle iki ellerimiz yakalarınızdadır. Eğer bizi mecbur ederseniz size bu cezaların en dehşetlilerini dünyada da gösteririz.”[15]
Bu arada Hürriyet ve İtilafçılar, Heyeti Milliye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine içine sızmaya, yönetimlerde yer almaya Kuvayi Milliye liderlerinin arasını açmaya da çalışmışlardır. Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe arasında Muğla bölgesinde ortaya çıkan gerginlikte, bu hain ve işbirlikçilerinin parmağı da vardır.
“Demirci Mehmet Efe 22.7.1336’da gayet acele olarak TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mektupta, Denizli ve havalisi ile Ankara’nın arasını açmak üzere Milas Mebusu Müftü Hacı Halil İbrahim ile birlikte İstanbul’dan memur edilen İlhami Bey’in Nazilli’ye geldiğinde, kendisiyle görüşmek için evine geldiğini ve şu sözleri söylediğini yazmıştır. ‘Efe! Padişah ve Ferid Paşa ve İstanbul seni takdir ediyor ve her hareketinizi beğeniyor. Fakat Ankara’nın ve bilhassa Mustafa Kemal Paşa’nın hareketi katiyen beğenmiyorlar. İstanbul’un kanaati bu merkezdedir’ Bunun üzerine Demirci Mehmet Efe de lazım gelen cevabı verdiğini mektubunda belirtiyor.”[16]
Demirci Efe’nin Denizli olayı önemlidir. Genel anlamıyla Demirci Efe, bu olayda haksız görülmektedir. Acımasızlığıyla bilinen Demirci Efe’nin tehdidi sonucunda Denizli Mutasarrıfı Faik Bey kaçmış yerine atanan Menteşe (Muğla) Mutasarrıfı Müştak Lütfü Bey daha Denizliye gelmemişti. Bu bağlamda Denizli’de o günlerde bir kaostan söz edebiliriz. Yunan saldırılarının da artması üzerine yerli Rum/Yunanların da çevreden göçler nedeniyle sayılarının artması üzerine Denizli Müftüsü, Ahmet Hulusi Efendi, 5 Haziran 1920 tarihinde, Goncalı’ da bulunan Demirci Mehmet Efe’ye bir telgraf çekmiştir. Telgrafta Denizli’de Rumların/Yunanlıların önemli bir çoğunluğa ulaştığını, Türklerin hayatı tehlikede olabileceğini ve bu nedenle iç bölgelere en azından Rum/Yunan erkeklerinin yollanmasını tavsiye etmiş, ayrıca kendisinin de Denizli’de kalması mümkün olamayacağından Tavas’a gideceğini bildirmiştir.
Denizli’deki Hürriyet ve İtilafçılar ise, Milli Mücadeleye karşı olduklarını, Rum/Yunan azınlıkla sorunları olmadığını, Yunan işgali olması durumunda Padişahın emri gibi bu durumu kabulleneceklerini, Denizli’de bulunan Kuvayi Milliyecilerin esas sorun olduğunu dile getirmişlerdir. Hatta Hâkim Kahraman Seyfi Bey başkanlığında “Göç Etmeyeceklerin Haklarını Koruma Derneği”(Hicret Etmeyeceklerin Hukukunu Muhafaza Cemiyeti) adı altında bir dernek bile kurulmuştu. Diğer yandan Rumlar Yunan ordusunu karşılamaya hazırlanırken, bazı Türkler kenti terk etmeye başlamışlardı. Şehrin düzenini sağlamakla görevli asker ve milis görevlilerde dağılmıştı. Rumların/Yunanlıların göç ettirilmesi konusunda ısrarcı olan Demirci Mehmet Efe, ek kuvvet olarak kızanlarından Sökeli Ali Efe’yi kırk kişilik bir müfreze ile Denizli’ye gönderir. Albay Şefik Aker, anılarında Sökeli Ali Efe’nin Rum erkeklerini göç ettirmek için trenlere bindirmek istemesi, Denizlilerin de gitmek istememesi üzerine harbede çıktığını söylemektedir. Askerlik Şubesi Başkanı Albay Tevfik Bey, Mutasarrıf vekili Kadı efendi ve birkaç kişi Goncalıya gönderdikleri sert bir telgrafta, zeybeklerin halkın malına, ırzına tecavüz ettiklerinden söz etmektedirler. 8 Temmuz 1920 tarihinde Denizli’de, Sökeli Ali Efe ve bazı adamları Denizli eşrafı ve Milli Mücadele karşıtı kişilerce öldürülmüş bazıları ise zor kaçarak canlarını kurtarmışlardır. Bazı kaynaklarda Sökeli Ali Efe ve adamlarının hükümet konağı taraflarında pusuya düşürüldüğü yazmaktadır.
Sonuç olarak, bu durumu öğrenen Demirci Mehmet Efe, Denizli’ye gelir, Askerlik Şubesi Başkanı Albay Tevfik Bey, Liva Naibi ve Hâkim Kahraman Seyfi Bey, Belediye Başkanı, Savcı Abidin Bey de dahil olmak üzere 60 kişiyi öldürür. Hatta Denizli’yi yakmaya kalkar ve zor ikna edilir.
Bir soru da, Demirci Mehmet Efe’nin yanında olan 57. Tümen Komutanı Albay Şefik Bey, bu altmış kişinin öldürülmesine engel olup olmayacağı noktasındadır. Albay Şefik Bey, Demirci Mehmet Efe’ye engel olmamış ya da olamamıştır. Öfkelenen ve önemli adamlarından Sökeli Ali’nin öldürülmesi üzerine tutulamaz hale gelen Demirci Mehmet Efe’ye engel olmak kolay değildir. Bunun yanında, Albay Tevfik Bey tartışılabilir, ama diğer ölenler Milli Mücadele karşıtı kişiler olduğu genel kabul görmektedir. Hatta Albay Şefik Bey anılarında, Denizli’de padişahçı ve irticacı bir karşı çıkış olduğunu da söylemektedir.
Ergun Hiçyılmaz’ın “Başverenler Başkaldıranlar” kitabında, ortalığı sakinleştirmeye ve ölümlere engel olmaya çalışan Albay Tevfik’in yaralı bir zeybeğin, “Kumandan isteseydi Ali Efe ve Kızanlar öldürülmezdi… Beni ve yaralıları ölüme terk ettiler” sözü üzerine Demirci Mehmet Efe tarafından tabancayla vurulduğu, diğer zeybeklerin ise, vurulan Albay Tevfik beyi linç ettikleri söylenmektedir.[17]
Düzenli ordu kurulması aşamasında milis kuvvetlerinin de lağvedilmesi gerektiği gerçeğinin ortaya çıkması Demirci Mehmet Efe’yi tereddüde düşürmüştür. Bu tereddüt ve Demirci Mehmet Efenin, Çerkez Ethem’le ilişkisi, Ankara’yı rahatsız etmiştir. Mehmet Efe 22 Kasım gecesi İçişleri Bakanı ve Güney Cephesi Komutanı Refet Bey’den şöyle bir şifreli telgraf alır: “Artık milis teşkilatının şimdiye kadar olduğu gibi devamına sebep ve mahal kalmamıştır. Şimdiye kadar bunların gördüğü vazifeleri, şimdiden sonra ordu göreceğinden, Kuvveyi Millîye teşkilatı lağvedilmiştir. Demirci Efe bundan sonra askeri bir sıfat ve nizam altında atlı takip kuvvetleri komutanı olarak benim refakatimde vazife görecektir. Artık Demirci Mehmet Efe yerine Mehmet Bey tabiri kullanılacaktır.”
Bu teklifi kabul etmeyen Demirci Mehmet Efe’nin Çerkez Ethem’le birleşme ihtimali Albay Refet Bey’i acil önlem alma durumuna getirmiştir. Demirci Mehmet Efe’nin isyankâr tavırları üzerine 10 Aralık 1920 tarihinde Güney Cephesi Komutanı Refet (Bele) Paşa, Demirci Mehmet Efe’nin üzerine gönderilmiştir. Refet Paşa, Demirci Mehmet Efe’yi kuşatmadan önce top atışı ile uyarmış, Demirci Mehmet Efe’de bu sayede kaçmıştır. Bu uyarıyı yapma ve can güvenliği karşılığında Refet Paşa’ya 100.000 liralık servetini bıraktığı yolunda bir söylenti bulunmasına karşın, Demirci Mehmet Efe’nin mütevazı yaşantısı göz önüne alındığında bu söylentinin doğru olmadığını düşünüyorum.[18]
18 Aralık’a kadar süren takip sonucu Demirci’nin 800 adamından 700 kadarı yakalanmıştır. Araya sokulan aracılar vasıtasıyla ikna edilen Demirci Mehmet Efe 30 Aralık 1920’de Refet Paşa’ya teslim olmuştur. Daha önceki hizmetleri karşılığında hayatı bağışlanan Mehmet Efe köyünde sakin bir hayat sürdürerek 1959 yılına kadar yaşamıştır.
Bu arada Refet Paşa ile ilgili olarak bir başka iddia da, pek çok kaynakta, Refet Paşa’nın birinci İnönü savaşı kazanıldıktan sonra, Ethem üzerine saldırdığı, 12 Ocak tarihinde Kütahya’ya geldiği halde, Ethem kuvvetleri ile çarpışan İzzettin (Çalışlar) beye yardım etmediği söylenmektedir. Bu konuda ciddi bir delil yoktur sadece söylenti düzeyinde kimi yazarlar yapıtlarında, Refet Paşa ile ilgili bu söylentilere yer vermişlerdir.
Nazilli Kongresine katılan İlhami Bey, İstanbul Hükümetinin adamı bir Hürriyet ve İtilafçıydı. Hürriyet ve İtilafçıların bir kısmı ulusal direnişe engel olamayınca direnişin içine sızmışlar ve direnişin sönmesi için uğraşmışlardır. Bu dönemde amaçları; 1) İngiliz General Milne’nin ileri sürdüğü Milne sınırına uymak böylece Yunan işgalinin meşrulaşmasını aynı zamanda Yunan ordusunun stratejik yerleri ele geçirmek için çalışmasını sağlamak. 2) Mustafa Kemal Paşa ile ilişki kurulmasını engellemek. 3) Kuvayi Milliye arasında anlaşmazlık çıkmasını sağlamak. Bir süre başarılı da olmuşlardır. Hürriyet ve İtilafçıların Birinci Nazilli Kongresine sızdıklarının bir kanıtı da, Kongrede İstanbul hükümetine yardımcı olunması kararı çıkması ve yapılan kongrenin Cemiyetler/Dernekler Yasası’na uygun yani yasal olarak toplanmasının sağlanmasıdır.
İlhami Bey ile Hürriyet ve İtilafçı arkadaşları, Demirci Mehmet Efe’yi gizlice Nazilli’ye çağırıp, Galip Hoca(Celal Bayar), Şükrü (Saraçoğlu) Bey, Miralay Şefik (Aker) Bey, Hacı Şükrü Efendi, Kazım Nuri Bey gibi kişilerin ittihatçı oldukları, amaçlarının çıkar elde etmek oldukları konusunda ikna ettiler. Demirci Mehmet Efe, Galip Hoca’yı yanından uzaklaştırdı, Şükrü Bey ile Kazım Nuri Bey’i tutsak aldı. Bu arada hain işbirlikçiler Demirci Mehmet Efe’ye mühür kazıtıp kendisine “Umum Kuvayi Milliye-Umum Aydın ve Havalisi Kumandanı” unvanı verdiler. Sivas Kongresi ve Mustafa Kemal Paşa’nın kararlı tutumu sonrasında tutsak alınanlar serbest bırakılmış, Miralay Refet (Bele) Bey bölgeye Mustafa Kemal Paşa tarafından gönderilmiştir.
İkinci Nazilli Kongresi farklı tarihlerde toplandığı iddia edilmişse de genel kabul edilen tarih 19 Eylül-23 Eylül 1919’dur.
“İkinci Nazilli Kongresi, 19 Eylül 1919 tarihinde saat dokuzda, Ali Beyzade Ali Bey’in evinde toplanmıştır. Kongre Başkanlığı’na Antalya delegesi Nuri Bey seçilmiştir. İkinci Nazilli Kongresi’ne katılan delegeler ve temsil ettikleri yerler şöyledir:
Hacı Hamdi Efendi (Apa); Abbas ve Tapuzade Ali Efendi (Atça); Müftü Hacı Nafız Efendi (Eşme); Hacı Hüsnü Efendi (Isparta); Mütevellizade Akif Bey, Mazhar ve Ömer Beyler (Alaşehir); Nuri ve Tahsin Beyler(Antalya); Hacı Ahmet Efendi (Eğridir); Hacı Ahmet ve İbrahim Efendiler (Bademiye); İsmail Hakkı ve Abdullah Efendiler (Balyambolu); Şamdanizade Osman ve Tayyarzade Osman Beyler (Burdur); HacıRaish Efendi ve Karaahmetzade Halil Ağa (Buldan); Ali Bey ve Hacı Ahmetzade Süleyman Efendi (Bozdoğan); Müftüzade Emin Efendi (Çal); Çorbacızade Mehmet Ali (Çivril); Rıza Bey ve Hüsnü Efendi (Çardak); Tevfik Bey ve Haraç Ahmet efendi (Honaz); Mustafa ve Hacı Hüseyin Efendiler (Dalama); Müftü Ahmet ve Hğüseyin efendiler (Sarayköy); Ahmet ve Ali Zühtü Beyler (Sultanhisar); Köbekli Sadık ve Hacı Hüseyin Efendiler (Keçiborlu); Üçkoyunizade Ali Efendi (Isparta); Eyüp Efendi (Günay); Ahmet Efendi (Sandıklı); Mehmet Kemal ve Hacı Ali Efendiler (Tavas); Mehmet ve Ahmet Latif Efendiler (Garbi Karaağaç); Mehmet ve Ahmet Efendiler (Kadıköy); Müftü Hulusi Efendi, Tasi ve Emin Beyler (Karacasu); Küçük Mehmet Ağazade Mehmet efebdi (Karahayt); Zihni ve İsmail Hakkı Efendiler (Kuyucak); İlhami ve Ömer Beyler (Nazilli).”[19]
İkinci Nazilli Kongresi, Kuvayi Milliye’nin daha iyi örgütlenmesi ve merkez Kurulunun daha iyi yönetilmesi amacı için toplanmış Alaşehir Kongresinde alınan kararlar da aynen benimsenmiştir.
Aydın’ın Yunan işgali sonucu gördüğü zulmü, Denizli Nüfus Memuru Süleyman Rüştü Bey ve Tahrirat Kalemi Başkâtibi Seyfi Bey şöyle anlatmaktadırlar:
“Yunan işgalinde Aydın’da bulunuyordum. Meşrutiyet Mahallesi’nde oturmaktaydım. Gördüklerim şunlardır.: Mahallemizdeki Polis Karakolu’na 20 Yunan askeri yerleşti. Yerli Rumlar Türkler aleyhinde sürekli olarak ihbarlarda bulunuyorlardı. Ahali dövülüyor ve işkence ediliyordu. Muhacir Mustafa Ağa pek çok dövülmüştür. Jandarma Taburu Deposu yağma edilirken, orada bulunan Başçavuş Vehbi Efendi öldürüldü. O gün mahalleye 299 Evzon yerleşti. Bunların iaşesi ahali tarafından karşılandı. Çıksuret Mahallesi’nde oturan Şeriye Kâtibi Sadık Efendi, İmam Hafız Ali Efendi kapıları önünde öldürüldüler. Hızırbeyli, Aksekili, Erikli, Sözteke, Kuyupınar ve İkizder köylerinden 40 Müslüman’ı elleri bağlı olarak götürdüklerini gördüm. Yolda öldürülmüş olduklarını işittim. Bunlar arasında Aydınlı Uncu Şahin Ağa’nın iki oğlu da öldürülmüştür. Ben, Hükümet memurlarının tutuklanacaklarını işittiğimden ailemle birlikte Koçarlı’ya kaçtım. Kaçarken Zeheryan’ın bahçesinde çalışan, kocası Çanakkale’de şehit Dudu kadının cesedini gördüm. Ayrıca istasyon civarında İzmir Oteli odacısı Bilal Arslan, Komiser İbrahim ve Aydın eşrafından Necip Beylerin cesetlerini gördüm.”
“İlk işgalde Aydın’da idim. Yunanlılar dışarıda çeteler olduğunu bahane ederek katliama başladılar. Karacaahmet, Cuma, Ramazan ve Terziler mahallerinde işe başladılar. Evvela mahallelerde yangın çıkardılar. Yangından kaçmak isteyen Müslümanları süngüleyerek öldürüyorlar, ateşe atıyorlardı. Böyle öldürülenler istasyon civarında Kadıköylü Mehmet Ali Efendi, Terziler Mahallesi ile Albaldır Mezarlığında birbirine sarılmış Cemal ve Ragıp ismindeki eski icra memuru Ali Efendi’nin iki oğlunun cesetlerini, eski Orman memuru Arif Bey ile Arzuhalci Mehmet efendi’nin cesetlerini, yanmış cesetler arasından tanıdım. Köprü altında, bacakları ayrılarak öldürülmüş altı yaşlarında bir kız çocuğu gördüm. Çeteler birinci defa Aydın’a girip gittikten sonra tekrar Yunanlıların geleceği söylentisi oldu. Ailemle beraber Çine’ye gittim. Orada 10.000 liralık eşya ve mal bıraktım.”[20]
Yunan mezalimi üzerine Aydın’ı ele geçiren efeler 57. Fırka Komutanı Şefik Bey’in uyarılarına karşın, Aydın’da bulunan Rum/Yunan azınlığa karşı cezalandırma girişimlerinde bulunmuşlar ve pek çok kişiyi öldürmüş, mallarını yağmalamışlardır. 4 Temmuz 1919 tarihinde tekrar Yunanlıların eline geçen Aydın’da bu seferde Aydın’dan kaçamayan Türklere yapılan zulüm kaldığı yerden devam etmiştir. Yunanlıların geri çekildiği 5 Eylül 1922 tarihinde de geri çekilirken pek çok köy yakılmış, pek çok kişi öldürülmüştür.
“Dâhiliye vekili namına Müsteşar Ahmet Münir Bey’in 19 Ekim 1922 tarihli tezkiresinde, Aydın Sancağı’nda Yunanlıların 28.351 ev, 89 cami ve mescit, 6.640 han, hamam ve dükkân, 133 fabrika, yağhane, debbağ hane, 140 okul ve medrese, 20 resmi bina yaktıkları ifade edilmiştir. Yunanlıların burada çeşitli işkence ve zulümlerle 1267 Türk’ü şehit etmiş oldukları da ilave edilmiştir. Yine Ahmet Münir Bey tarafında Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü’ne gönderilen tezkirede, aydın Merkez Kazası’nda 16.462, Köşk Nahiyesi’nde 640, Umurlu’da 700, Değirmencik Nahiyesi’nde 2700, Karapınar Köyü’nde 200 hanenin yanmış olduğunu anlaşıldığı belirtilmiştir.”[21]
Nazilli Kazası 4 Haziran 1919 tarihinde Yunan ordusu tarafında işgal edilmiştir. Söke Kazası ise 17 Mayıs 1919 tarihinde İtalyanlar tarafından işgal edilmiş, buna karşın 1 Mayıs 1920 tarihinde, 2 Şubat 1921 tarihinde ve 21 Nisan 1922 tarihinde tam üç kere Yunan işgaline de uğramıştır. Yunan ordusu bu yerlerden kaçarken her yeri yakmaya çalışmıştır. Söke’de 1148 evin yandığı tespit edilmiştir.
[1] Milli Mücadele Döneminde Batı Anadolu Kongreleri. Mustafa Albayrak. AAM. 1998. Sf:53
[2]Milli Mücadele Döneminde Batı Anadolu Kongreleri. Mustafa Albayrak. AAM. 1998. Sf:91
[3] Yunan Mezalimi. Mustafa Turan. AAM.2014. Sf:144
[4] Ben de Yazdım. Celal Bayar-6- Sabah yayınları. 1997. Sf:124
[5] Ben de Yazdım. Celal Bayar-6- Sabah yayınları. 1997. Sf:128
[6] Yunan Mezalimi. Mustafa Turan. AAM.2014. Sf:145
[7] Ben de Yazdım. Celal Bayar-6- Sabah yayınları. 1997. Sf:125
[8]Ben de Yazdım. Celal Bayar-6- Sabah yayınları. 1997. Sf:148
[9] Ben de Yazdım. Celal Bayar-6- Sabah yayınları. 1997. Sf:162
[10] Ben de Yazdım. Celal Bayar-7- Sabah yayınları. 1997. Sf:104
[11] Demirci Mehmet Efe. İbrahim Kiraz. BRC matbaası. 2008. Sf:35
[12] Milli Mücadele. Teoman Ergül. Akıl Çelen Kitaplar. 2014. Sf:373
[13]Başverenler Başkaldıranlar. Ergun Hiçyılmaz. Altın Kitaplar yayınevi. Ocak 1993. Sf:171
[14] Çankaya-3 Falih Rıfkı Atay. Cumhuriyet gazetesi yayını. Kasım 1999. Sf:12
[15] Birinci Büyük Millet Meclisi. Yunus Nadi. Cumhuriyet gazetesi yayını. Nisan 1998. Sf:22
[16] Milli Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları. Nuri Köstüklü. AAM.1999. Sf:158
[17]Başverenler Başkaldıranlar. Ergun Hiçyılmaz. Altın Kitaplar yayınevi. Ocak 1993. Sf:175
[18] Milli Mücadele. Teoman Ergül. Akıl Çelen Kitaplar. 2014. Sf:460
[19] Milli Mücadele Döneminde Batı Anadolu Kongreleri. Mustafa Albayrak. AAM. 1998. Sf:113
[20] Yunan Mezalimi. Mustafa Turan. AAM.2014. Sf:151
[21]Yunan Mezalimi. Mustafa Turan. AAM.2014. Sf:173