“İncilde yazdığı gibi, Tanrı insanı tasarlayıp yaratmadı. ‘Hristiyanlığın Esasları’nda gösterdiğim gibi, insan Tanrı’yı tasarlayıp yaratmıştır.”
Ludwig Feuerbach
Bu yazımızda, Alman materyalizminin ilk düşünürü olan Ludwig Feuerbach’ı ve Karl Marx üzerindeki etkisini inceleyeceğiz.
Ludwig Feuerbach Kimdir :
Ludwig A. Feuerbach, 28 Temmuz 1804’te Bavyera’nın Landshut kentinde bir Lutheran (Protestan) ailesinin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Ludwig Feuerbach’ın babası Paul Johann Anselm von Feuerbach, Alman hukuk tarihinde önemli bir dönüm noktası olan ilk çağdaş ceza yasası kitabını kaleme almış önemli bir hukukçuydu. Feuerbach ailesinin diğer üyeleri de aynı derecede yetenekliydi. Joseph Anselm, klasik filoloji profesörü ve tanınmış bir arkeologdu. Eduard, hukuk profesörüydü. Karl, geometri alanında bir önermenin alternatif kanıtını ortaya çıkaran bir matematik profesörüydü. Ludwig’in ağabeyleri Anselm ve Karl, dönemlerinin öğrenci hareketleri içerisinde aktif rol almış bireylerdi. Ludwig Feuerbach ise, ilerici olarak nitelendirilebilecek bu entelektüel çevrede yetişmesine rağmen din eğitimi almayı tercih etti. Heidelberg Üniversitesi’nde teoloji öğrenimine başladı ve babasının karşı çıkmasına karşın Berlin’e giderek Hegel’in derslerini takip etti. Bu süreçte ailesel sorunlarla da yüzleşmek zorunda kalan genç Feuerbach, anne ve babasının ayrılık kararı sonrası uzunca bir süre arabuluculuk rolünü üstlenerek her iki taraf arasında ilişkiyi sürdürmeye çalıştı. 1823 yılında, henüz on sekiz yaşındayken Heidelberg’de teoloji eğitimine başlamak üzere evinden ayrılan Feuerbach, burada ilk kez Hegel’in felsefesiyle tanıştı. Bu dönemde Hegelci filozof Karl Daub ve ünlü Kantçılar arasında yer alan kilise tarihçisi H.E.G. Paulus ile yakın temas halindeydi. Çalışmalarına duyduğu tutku öylesine güçlüydü ki, babası onu aşırı idealizmin yanı sıra disiplinin sınırlarını zorlamaması konusunda uyarmak durumunda kaldı. Ancak bir yıl geçmeden, Heidelberg’deki akademik ortamın yetersiz geldiğini düşünen Feuerbach, Hegel’in ders verdiği ve dönemin entelektüel aktivitelerinin merkezi olarak görülen Berlin’e taşınma kararı aldı. Hegel’in fikirlerine duyduğu derin ilgiden dolayı babasından Berlin Üniversitesi’ne transfer izni isteyen Feuerbach, 1824 yılında Berlin’e geldi ve kısa sürede Hegel’in öğretilerine tam anlamıyla bağlanarak onun sadık takipçilerinden biri haline geldi. Mali sorunlar, Feuerbach’ı ertesi yıl daha düşük yaşam maliyetleri olan Erlangen’e taşınmaya zorladı. Burada felsefi çalışmalarına kesintisiz şekilde devam etti. 1826 yılının ortalarında, Bavyera Hükümeti’nin bursunu yenilemeyi reddetmesiyle oluşan ekonomik zorluklar, bu kararı almalarında önemli bir etken oldu. İki yıl sonra, 1828’de Feuerbach, De ratione una, universali, infinita (Akıl, Bir, Evrensel, Sonsuz) başlıklı tezini sundu ve akademik derecesini aldı. Bu tez, aklı evrensel zihnin sentezleyici etkinliği olarak tartışan ve duyuların değerini küçümseyen Hegelci bir akıl kavramı incelemesiydi; tez, genel olarak Hegelci bir perspektife sahip olmasına rağmen Hristiyanlık eleştirisiyle farklılık gösteriyordu. Ludwig Feuerbach’ın en önemli eseri, 1839’da “Hristiyanlığın Özü” başlığıyla yayınlanan kitabıdır. Skolastik düşüncenin geleneksel anlayışını eleştiri odağına yerleştiren Feuerbach, dini “insanlığın çocukluk rüyası” şeklinde tanımlamıştı. Feuerbach’ın yazdıkları, yaşadığı dönemin entelektüel çevrelerinde derin etkiler yaratmıştır. Gottfried Keller’den Richard Wagner’e, Martin Buber’den Karl Löwith’e uzanan pek çok düşünür ve sanatçı, Almanya’ya gecikmiş bir Aydınlanma Çağı yaşatan bu eserleri kendilerine rehber edinmiştir. Ayrıca 20. yüzyılda komünizm ideolojisini şekillendiren Karl Marx, Feuerbach’ın birçok tezini kendi düşünce sistemine uyarlayarak yeni bir perspektif oluşturmuştur. 1830 yılında yayımlanan “Ölüm ve Ölümsüzlük Üzerine Düşünceler” adlı eser, büyük bir yankı uyandırarak eleştirilerin odağı oldu. Her ne kadar kitabın üzerinde ismini belirtmese de, yürütülen polis soruşturması yazarın kimliğini ortaya çıkardı. Bu durum eserin yasaklanmasına ve Feuerbach’ın akademik kariyerinin sona ermesine yol açtı. 1837 yılında Bertha Loew ile evlenen Feuerbach, hayatını onunla geçirdi ve bu birliktelikten Eleonore adını verdikleri bir kız çocuğu dünyaya geldi. Akademik faaliyetlerde bulunma imkanı elinden alınan Feuerbach, ailesiyle birlikte Nürnberg yakınlarındaki Rechenberg’e taşındı. Hayatının en önemli eserlerini burada yazdı. 1860 yılına kadar rahat bir yaşam sürdü; ancak o yıl bütün birikimlerini yatırdığı porselen fabrikasının iflas etmesiyle zor duruma düştü. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük yaşayan filozof, dostlarının ve çevresindeki insanların desteğiyle hayatını sürdürebildi.
Şimdi Feuerbach’ın felsefesini daha detaylı bir şekilde ele alabilir ve incelemeye başlayabiliriz. Feuerbach, varlığı ve nesneyi insan zihninde yansıyan bir temel olarak değerlendirir; bu temelin aynı zamanda düşüncelerin dayanağı olduğunu savunur. Feuerbach’a göre, “Düşünme ile varlık arasındaki hakiki ilişki sadece şudur: Varlık öznedir, düşünme yüklemdir. Düşünme varlıktan çıkar, yoksa varlık düşünmeden değil. Varlık kendinden ve kendisi nedeniyle vardır -varlık sadece varlık nedeniyle verilidir-, varlık nedenini kendinde taşır, çünkü sadece varlık duyudur, akıldır, zorunluluktur, hakikattir, kısacası her şeydir.” Burada Feuerbach, bir materyalist olarak “varlık” kavramını somut, duyularla algılanabilir bir gerçeklik olarak ele alır. Ona göre, varlık kavramına karşıt olan şey, yalnızca kavramsal düzlemdeki “hiçlik” değil; aksine, maddi, nesnel ve duyularla deneyimlenebilir bir varlıktır. Feuerbach’a göre, kavramları oluşturan duyulardır: “Niteliği düşünmeden önce hissedersin. Acı çekiş düşünmeden önce gelir.” Ona göre, duyuların oluşumunda “edilgen yön”ü kabul etmeden, iradenin ve aklın varlığını kabul etmek mümkün değildir. Kavramları, düşüncenin nesnelerini ve fikirleri meydana getiren duyulardır. Bu süreçteki bağlantıyı sağlayan ise duyumdur. Her ne kadar duyumsama üzerinde durulsa da, bunun yalnızca insan bireyine özgü bir etkinlik olduğu düşünülür. Duyumsama ile ilgili ifade edilenler ise şu şekilde özetlenebilir: Duyumsama, duyular aracılığıyla nesnellikten öznelliğe doğru bir akışı gerçekleştirir. Feuerbach’a göre, gerçek ile düşünce, varlık ile bilinç, nesne ile özne arasında bir karşıtlık, çelişki ya da bir tür uyumsuzluk mevcuttur. Bu uyumsuzluğu gidermek amacıyla duyulara ve duyumsallığa ağırlık verir. Bununla birlikte, aklı ve düşünceyi tamamen reddetmez. Düşünce ile duyumsallık (sezgi) arasında bir bağ kurulabilirse, söz konusu karşıtlıkların ve uyuşmazlıkların aşılabileceğini savunur. Feuerbach’ın duyumsallığa yaptığı bu vurgu, Hegel’in idealist felsefesine yönelik eleştirilerinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Hegel’in felsefesini “rasyonel mistik felsefe”, “akılcı teoloji” ve “teolojik idealizm” şeklinde tanımlayan Feuerbach, onun spekülatif idealizmine tepki olarak kendi yaklaşımını geliştirmiştir. Bu bağlamda, duyumsal sezgiye dayalı felsefi yaklaşımı, Hegel’e olan tepkisinden doğmuş bir özellik olarak kabul edilebilir. Feuerbach’ın felsefesinde, gerçeği anlayabilmek için gerekli olan müdahale eden, etkileyen ve dönüştüren, aynı zamanda tarihsel süreç içerisinde kendisi de değişime uğrayan üretim pratiği göz ardı edilir. Bu nedenle, insan ve nesne gibi unsurlar, öznenin kendi zihninin (akıl ve duyum yoluyla) algıladığı ve bu zihin tarafından yansıtılan değişmez bir nesnellik olarak ele alınır. Ancak Feuerbach, gerçekte var olan hareketin, insan öznelerin pratikleri ve üretici etkinlikleri aracılığıyla gerçeği ve dünyayı dönüştürdüğünü, böylece kendi algılarını, zihinsel ve kavramsal dünyalarını da değiştirdiğini fark etmez. Feuerbach, insanın yaşamsal faaliyetlerini ya da eylemlerini temel ve nesnel bir perspektifle ele almaz. İnsanı, sadece bilince, duyulara ve duygulara sahip bir varlık olarak değerlendirir. Böylece, insanları düşüncelerini, duygularını ve teorik yaklaşımlarını dışa vurarak belirli bir pratik sergileyen duygu ve düşünce sahibi “nesneler” şeklinde görür. Bir filozof olarak, kavramlarla düşünceler geliştirerek ve bu düşünceleri eleştirerek hakikate ulaşabileceğini düşünmektedir. Ancak Feuerbach, bu düşünceleri pasif bir şekilde edinilmiş soyut öğeler ya da algılayan bir zihnin değişmez imgeleri olarak değerlendirdiğinden, materyalist bir bakış açısına sahiptir. Düşüncelerin bir yansıma olduğunu kabul eder ve onları doğru ya da yanlış olarak sınıflandırır. Eleştirileri sonucunda vardığını düşündüğü hakiki fikirler üzerinden, metafizik soyut kavramlarla sürekli bir çaba içinde olur. Ona göre, düşünceler, kavramlar ve sezgilerle ilgilenmek; yani teorik bir tutum benimsemek, gerçeğin doğru bilgisine ulaşmanın tek değerli yoludur. Feuerbach’ın felsefesi ve eski materyalizmin temel eksikliği, nesnel dünyayı yalnızca felsefenin soyut düşünsel nesneleri olarak ele almasıdır. Ancak nesnel dünya, insan pratiğinin bir parçasıdır ve onların felsefi dünyaları bu pratiğin bir yansımasıdır. 18. yüzyıl Aydınlanma felsefesi ve materyalizmi, dönemin gelişen toplumsal ilişkilerinin ideolojik izdüşümleridir. Bu felsefi yaklaşımda yer alan, 17. yüzyıl metafiziğine (örneğin Spinoza, Leibniz gibi düşünürlere) karşı çıkan fikirler ise, burjuvazinin din ve kilise kurumuna karşı verdiği mücadelenin felsefi ve ideolojik bir yansımasını oluşturur. Toplumsal meselelere dair yorumlar da, gelişen sivil toplumun farklı yönlerinin bir karşılığıdır; örneğin ticaret ve mülkiyet özgürlüğü ya da insan hakları bildirgesinin hazırlanması gibi somut toplumsal gelişmelerin, felsefi bilinç bağlamında ifade bulması olarak değerlendirilebilir.
Feuerbach Üzerine Tezler :
Karl Marx’ın 1845 yılında kaleme aldığı on bir kısa felsefi nottan oluşmaktaydı. Bunlar, sonradan işlenmek üzere çabucak kağıt üzerine çiziktirilmiş, hiç de baskı için hazırlanmış olmayan yalın notlardı. Bu çalışmada Marx, Genç Hegelciler arasında yer alan Ludwig Feuerbach’a yönelik eleştirisinin genel hatlarını ortaya koyar. Ancak metin, zaman zaman sadece Feuerbach ile sınırlı kalmayıp Genç Hegelcilerin ötesine geçerek felsefi idealizmin eleştirisine kadar uzanır. Marx, aynı zamanda burada politik hareketin felsefenin bir uzantısı olduğu fikrini savunur. Bu bağlamda, ünlü ifadesiyle düşüncesini şöyle dile getirir: “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.” Engels, Marx’ın yayımlamayı düşünmediği bu belgeyi okuyucular için daha anlaşılır hale getirmek amacıyla bazı düzenlemeler yapmıştı. Bu metin, Engels’in baskıya hazırladığı versiyondur; ancak 1888 baskısında yer almayan italik ifadeler ve tırnak işaretleri, Marx’ın el yazmasına dayanılarak burada metne eklenmiştir.
Tez 1:
Feuerbach’inki de dahil olmak üzere şimdiye kadar varolan tüm materyalizmin başlıca eksiği, şeyin [Gegenstand], gerçekliğin, duyusallığın duyusal insan faaliyeti, pratiği olarak değil, öznel olarak değil, yalnızca nesne [Objekt] ya da sezgi [Anschauung] olarak kavranmasıdır. Böylece etkin yön, materyalizme karşıt bir biçimde, idealizm tarafından geliştirilmiş oldu – ama yalnızca soyut olarak, çünkü idealizm, bu biçimdeki gerçek, duyusal eylemi elbette bilmez. Feuerbach, düşünce nesnelerinden gerçekten farklı duyusal nesneler istiyor, ama insan faaliyetinin kendisini nesnel [gegenständliche] faaliyet olarak kavramıyor. Böylece Hıristiyanlığın Özü’nde teorik tutumu, biricik gerçek insan tutumu olarak görüyor, oysa pratik yalnızca iğrenç, Yahudice görünüm biçimi içersinde kavranıyor ve sabitleştiriliyor. Böylece “devrimci” faaliyetin, “pratik-eleştirel” faaliyetin önemini anlamıyor.
Tez 2:
Nesnel gerçeğin insan düşüncesine atfedilip atfedilemeyeceği sorusu bir teori sorusu değil, pratik bir sorudur. İnsan gerçeği kanıtlamalıdır — yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu taraflılığını pratikte. Pratikten izole edilmiş düşüncenin gerçekliği veya gerçeksizliği konusundaki tartışma tamamen skolastik bir sorudur.
Tez 3:
Koşulların ve yetiştirmenin değiştirilmesine ilişkin materyalist doktrin, koşulların insanlar tarafından değiştirildiğini ve eğitimcinin kendisinin eğitilmesinin elzem olduğunu unutur. Bu doktrin, bu nedenle, toplumu, biri toplumdan üstün olan iki parçaya bölmek zorundadır.
Koşulların değişmesiyle insan faaliyetinin veya kendi kendini değiştirmenin aynı zamana denk gelmesi, ancak devrimci pratik olarak kavranabilir ve akılcı olarak anlaşılabilir .
Tez 4:
Feuerbach, dinsel öz-yabancılaşma olgusundan, dünyanın dinsel bir dünya ve seküler bir dünya olarak ikileşmesi olgusundan yola çıkar. Çalışması, dinsel dünyayı seküler temeline çözümlemekten ibarettir.
Fakat laik temelin kendisinden kopması ve bulutlarda bağımsız bir alem olarak kendini kurması, ancak bu laik temelin içindeki bölünmeler ve kendi içindeki çelişkilerle açıklanabilir. Bu nedenle, ikincisi kendi içinde hem çelişkisiyle anlaşılmalı hem de pratikte devrimleştirilmelidir. Böylece, örneğin, dünyevi ailenin kutsal ailenin sırrı olduğu keşfedildikten sonra, ilki teoride ve pratikte kendisi yok edilmelidir.
Tez 5:
Soyut düşünceyle yetinmeyen Feuerbach, tefekkür ister; ama duyusallığı pratik, insan-duyusal etkinlik olarak kavramaz.
Tez 6:
Feuerbach dinsel özü insan özüne indirger. Ama insan özü her bir bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekte toplumsal ilişkilerin bütünüdür.
Bu gerçek özün eleştirisine girmeyen Feuerbach, sonuç olarak şu sonuca varmak zorunda kalır:
1. Tarihsel süreçten soyutlanarak dinsel duyguyu başlı başına bir şey olarak sabitlemek ve soyut – yalıtılmış – bir insan bireyini varsaymak.
2. Bu nedenle öz, ancak “cins” olarak, birçok bireyi doğal olarak birleştiren içsel, dilsiz bir genellik olarak kavranabilir.
Tez 7:
Dolayısıyla Feuerbach, “dinsel duygunun” kendisinin toplumsal bir ürün olduğunu ve analiz ettiği soyut bireyin belirli bir toplum biçimine ait olduğunu görmez.
Tez 8:
Bütün toplumsal yaşam esasen pratiktir. Teoriyi mistisizme götüren bütün gizemler rasyonel çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur.
Tez 9:
Tefekkür materyalizminin, yani duyusallığı pratik etkinlik olarak kavramayan materyalizmin ulaştığı en yüksek nokta, tek tek bireylerin ve uygar toplumun tefekkürüdür.
Tez 10:
Eski materyalizmin bakış açısı medeni toplumdur; yeni materyalizmin bakış açısı ise insan toplumu, ya da toplumsal insanlıktır.
Tez 11:
Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.
Marx, Feuerbach’ın materyalizmini ve Hıristiyanlığın Özü’nde (1841) dile getirdiği din eleştirisinin çoğunu kabul ediyordu ve hatta yabancılaşma teorisini Feuerbach’ın bu eserde kavradığı dinsel yabancılaşma fikrine dayandırıyordu; ancak en sonunda Marx, Feuerbach’ın materyalizm anlayışından tutarsız olduğuna inanarak hoşnutsuzluğa kapıldı. Bu notları tutmaya başladı. Marx, Ludwig Feuerbach’ın fikirlerinden etkilenmiş olmasına rağmen, bu fikirlere yönelik birkaç temel eleştiriye sahipti. İşte eleştirinin ana noktaları:
Materyalizm: Feuerbach, fiziksel dünyanın ve insanın duyusal deneyiminin önemini vurgulayan materyalist bir felsefeyle sıklıkla ilişkilendirilir. Marx, gerçekliğin birincil itici güçleri olarak fikirlere ve bilince odaklanan idealizmden uzaklaşarak bu materyalist bakış açısını benimsedi. Marx, Feuerbach’ın materyalizminin hala çok soyut olduğunu savundu. Feuerbach, insan özüne ve bilincine odaklanırken, Marx, insan varoluşunu ve gelişimini anlamak için maddi koşulların ve toplumsal ilişkilerin daha derin bir analizinin gerekli olduğuna inanıyordu.
Din Eleştirisi: Feuerbach, Hristiyanlığın Özü adlı eserinde dinin insan niteliklerinin ve arzularının bir yansıması olduğunu ileri sürmüştür. Tanrı’nın esasen insan doğasının bir yansıması olduğunu belirtmiştir. Marx, dinin yalnızca insan yabancılaşmasının bir yansıması olmadığını, aynı zamanda egemen sınıfın proletarya üzerindeki kontrolünü sürdürmek için kullandığı bir araç olduğunu ileri sürerek bunu daha da genişletmiştir. Marx, meşhur ifadesinde dini “halkın afyonu” olarak adlandırmış ve kitleleri yatıştırma ve gerçek mücadelelerinden uzaklaştırmadaki rolünü vurgulamıştır. Marx, Feuerbach’ın felsefi içgörülerini pratik toplumsal değişime yeterince bağlamadığını düşünüyordu. Feuerbach, dini eleştirirken ve insan merkezli bir yaklaşım önerirken, somut politik eyleme ve dönüşüme yol açabilecek devrimci bir çerçeveden yoksundu.
Din İndirgemeciliği: Feuerbach, dini insan arzularının basit bir yansıması olarak görürken, Marx, dinin toplumsal ve ekonomik yapılarda da rol oynadığını ileri sürmüştür. O, dini gerçek toplumsal çelişkilerin bir ifadesi ve egemen sınıflar tarafından kullanılan bir baskı aracı olarak görmüştür.
Hümanizm: Feuerbach, insanları ve onların ihtiyaçlarını felsefenin merkezinde vurgulayarak, ilahi veya soyut bir yaklaşımdan ziyade insan merkezli bir yaklaşım savundu. Marx, insan yaşamının maddi koşullarına ve insan varoluşunu şekillendirmede toplumsal ilişkilerin önemine odaklanarak bu hümanist yaklaşımı benimsedi.
Sosyal Değişim: Feuerbach, dini eleştirirken ve daha hümanist bir bakış açısını savunurken, sosyal değişim için net bir yol sunmadı. Ancak Marx, Feuerbach’ın fikirlerini tarihsel materyalizm ve sınıf mücadelesinin dinamikleriyle ilişkilendirerek daha da ileri götürdü. Yaşamın maddi koşullarını anlamanın devrimci değişime yol açabileceğine inanıyordu.
Diyalektik Yöntem: Marx’ın diyalektik yöntemi Hegel’den etkilenmiş olsa da, Feuerbach’ın insan deneyimine ve maddi koşullara vurgu yapması, Marx’ın toplumsal ve ekonomik yapıların gerçek dünyadaki etkilerine odaklanan diyalektik bir yaklaşım geliştirmesine katkıda bulunmuştur.
İnsan Özünde İdealizm: Marx, Feuerbach’ı sabit bir “insan özü” varsayarak idealist bir bakış açısı sürdürdüğü için eleştirdi. Marx, insan doğasının statik olmadığına, tarihsel ve toplumsal bağlamlar tarafından şekillendirildiğine inanıyordu. Marx için öz, önceden tanımlanmış bir nitelikten ziyade toplumsal ilişkilerin bir ürünüdür.
Sınıf Mücadelesinin İhmal Edilmesi: Marx, Feuerbach’ın bireysel insan ihtiyaçlarına odaklanmasının, sınıf mücadelesinin önemini ve ekonomik yapıların toplumu şekillendirmedeki rolünü göz ardı ettiğini ileri sürmüştür. Marx için, sınıf çatışmasının dinamiklerini anlamak, toplumsal koşulları analiz etmek ve değiştirmek için çok önemliydi.
Özetle, Marx, Feuerbach’ın din eleştirisini ve materyalizme ile hümanist felsefeye yaptığı vurguyu takdir etti; ancak onun analizinin, insan toplumunun kapsamlı bir şekilde anlaşılması için gerekli olan toplumsal dinamiklere odaklanma ve derinlikten yoksun olduğunu düşündü. Bu sayede Marx’ın kendi teorilerine, özellikle insan, toplum ve maddi dünya arasındaki ilişkinin anlaşılmasında önemli bir zemin hazırlamış oldu.
KAYNAKLAR
• https://people.bu.edu/wwildman/bce/feuerbach.htm
• Kamenka, Eugene. 1969, 1970. Ludwig Feuerbach’ın Felsefesi . New York: Praeger Publishers Inc.; Londra: Routledge & Kegan Paul Ltd.
• Feuerbach, Ludwig. 1966 [1843]. Geleceğin Felsefesinin İlkeleri
• Feuerbach, Ludwig Hıristiyanlığın Özü’nde s. 218).
• Ludwig Feuerbach, a. G. E., “Felsefe Reformu İçin Geçici Tezler (1842)”, s. 72
• A.G. E., “Felsefe Reformu İçin Geçici Tezler (1842)”, s. 66
• Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi-Feuerbach, Çeviren, Sevim Belli, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı, 1992, s. 64
• https://www.uni-muenster.de/EW/forschung/forschungsstellen/feuerbach/kooperationen/international.html
• 1980, “Dinin Spekülatif ve Antropolojik Eleştirisi: Hegel ve Feuerbach’a Teolojik Bir Yönelim”, Amerikan Din Akademisi Dergisi , 48(3): 345–64.
• Ludwig Feuerbach, a.g.e., “Geleceğin Felsefesinin İlkeleri (1843)”, s. 110-111
• Gelenek Dergisi 84. Sayı Mahmut Boyuneğmez Mayı