Küfür
Soranın da…
İnsanın kendini ifade edemediği durumlarda kendisini en iyi ifade ettiği bir durumdur. İşin içinden sıyrılmış üstelik rahatlamıştır. Sırtındaki küfeyi ulaştıracağı yere varan küfeciden daha ferahtır. Çünkü ne tere batmış nede beline omzuna binen yükün ağırlığı altında kalmıştır.
Ancak her küfür bedelsiz değildir. Bazen sıkıştığında tükürdüğünü yalamak yerinde sonuçlar verir. Sonuçları sindirdikten sonra ‘o’ çocuğuyla başlayan ve tabağa kepçeyle yemek koyar gibi küfür koymaktan da kaçınmayız.
Küfür bireysel grupsal toplumsal ve kitlesel hareketlerin ana eksenidir.
Batak oynarken küfretmek diğer oyunculara da yansıyarak grupsal karaktere dönüştürür. Maçlardaki toplumsal tepki ise stat dışına taşarak yayın yapan kanallarda ev içlerine sızar. Barlarda toplanan gürültülü kalabalık ise yer yer kitlesel bir hareket dönüşür.
Ancak kitlesel basıncın herhangi bir kütlesi olmadığından Newton’un kütle çekim yasasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Ve hatta Arşimet’in kuvvet kolu çarpımıyla da bir ilgisi yoktur.
Bu ilgisizlik dışında ilgili illegal küfürler ise birilerini rahatsız eder. Hangi birisini rahatsız ettiği üzerine saldığı kolluk güçlerinin sayısına bağlıdır. Burada devreye kuvvet kolu çarpı yük kolu çarpımından çıkacak sonuca bağlıdır.
Eğer Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dersen, kıtalar arası çekim gücü Newton yasasıyla karşımıza çıkar. Kaçacak saklanacak delik bulamazsın.
Yok, eğer memleketimin en bedbaht günü ana rahmine düştüğün gündür gibi bir laf edersen yandın demektir. Newton’un her kuvvete karşılık her zaman eşit ve ters orantılı bir tepki kuvveti yasası asla uygulanmaz. Ananı çift sürmeye davet ederler.
Kitlesel küfrün kütlesel hali ise en feci halidir. Düşünsenenize üç milyon kişi Taksimde olduğu yerde zıplıyor ve…
Ne diyor diye bana sormayın. Belki sormanıza da vakit kalmaz. Paletli paletsiz A cismi üzerinde uygulanan kolluk basıncı, etki tepki yasasını öyle bir tersine çevirir ki Newton’un kül olmuş kemikleri bile sızlar.
Küçümsemeyin. Bir de bunun teknik yanı var. Bilirsiniz belki köprü üzerinde askerler uygun adımla değil rahat adımlarla yürür. Çünkü tüm askerlerin yere vurdukları kuvvetin bileşkesi, tüm askerlerin vurdukları kuvvetin bileşkesidir ve köprü salınıma geçer. Hatta 1940’larda Amerika’daki Tacoma Köprüsü yine böyle bir eştını (salınım rezons ) durumundan yıkıldığı söylenir.
Maazallah aynı anda herkes tepinse ne olur. Stat çöker. Ülke çöker.
Bu sebeple kütlesel dedin mi biraz düşüneceksin. Neyin kütlesi? Bir kilo pamuk bir kilo demir örneği değil anlatmak istediğimiz.
Örneğin 1 gram uranyum 2 500 000… Okuyamayan arkadaşlar için ben diyeyim. İki buçuk milyon gram kömürün enerjisine eşitmiş.
Vayy bee. Küfrün niteliğine bakın. Uranyum gibi küfredeceksin küfredeceksen. Atom yarıçapı 156 pikometreymiş. Ben de merak ettim baktım, bir metrenin trilyonda biriymiş. Ne küfür amma.
Hele bir düşünün maçın en kritik anında yanlış karar veren hakeme seyirciden gelen küfrü.
Senin pikometrene…
İnanın hakem o an eriyik haline dönüşür de buhar olur.
Küfür deyip geçmeyin. Küfürün tarihçesi bile varmış. En bilineni antik Roma’dan yola çıkmış. Daha önceleri de vardır ama biz fazla uzağa gitmeyelim.
Özcesi küfür, tüm ölmüş kuşakların bize bıraktığı bir armağandır. Mayalanmış fırında pişirilmiş ve soframızda önümüze konmuştur.
Ama sofrada küfür edilmez derler. İçinden edersin. Hani derler ya içi dışı bir diye. Aslında öyle bir şey yoktur. İçinden sövdüğün durum dış kabuktan daha serttir. Ezik boyun eğen kişi hiç hissettirmeden giydirir kendi çıplak haline bakmadan.
Bunun dışında dört çeşit küfür varmış. Bunlar küfr-i inkârî, küfr-i cühûd, küfr-i inâdî ve küfr-i nifâkmış. Bu ne diye bana sormayın. Kelamcılar böyle buyurmuş.
Bel altı küfürler genellikle cinsellikle tanışmamış, bulaşanların ise bunu cüzzam hastalığı gibi övünme mertebesine yükselttiği ya da büyükleri tarafından ayıp kısmı kat kat örtülerek satılan sakıza benzer. Gençliğin en çok egzersiz yaptığı bir sakız çeşididir. Çiğner ve tükürür.
Damla sakızının tatsız olduğu dönemlerde buna benzer aromalı küfürler bilinmezdi. Yokluk nedeniyle sakızı su dolu bardak içinde demler, yeniden yeniden çiğnerdik.
Cinsellikle kaynaşmış politik küfürlerin geçmişi de bu yokluk aşamalarında ortaya çıkmıştır.
Düşünde çayırda otlayan bir eşeği zenginliğe yoran biri için ‘avradını’ küfrü en aromalı sakızdan daha kıvamlıdır. Hele hele köyü harap eden Münkir münâfıkın mezarının sulanmasında bir tas su dökene de avradının hatırlatılması, sakızın kocaman şişirilmesi demektir.
Ve daha da ötesi dağdan indirilip tahta getirilen zulüm padişahının mezarı başında övgüler düzen İmama da avradını hatırlatılması… Üç nokta yeter herhalde.
Ama durun. Sakın ola bu yazıyı kim yazdı diye sormayın.
Soranın da…