Yaşadığımız bu topraklarda bir zamanlar Köy Enstitüleri vardı ve o döneme devrimler çağı deniyordu.
Peki neydi bu Köy Enstitüleri?
Köy Enstitüleri, bu ülkede birkaç idealist yurtsever insanın bir araya gelerek aydınlık bir ülke kurmak, ilerici ve laik öğretmenleri yetiştirmek amacıyla, resmi olarak 1940 yılında Hasan Ali Yücel tarafından yönetilerek kurulmuştur. İlk olarak bu Enstitüler tarım için elverişli olan 21 bölgede açıldı. Enstitüde ki öğretmenler köylülere hem okuma-yazma öğretiyor hem de oralarda bilinmeyen tarım türlerini ve tekniklerini öğretiyorlardı. Bu büyük projenin en önemli isimlerinden birisi de İsmail Hakkı Tonguç’tur.
İsmail Hakkı TONGUÇ: “Elimden gelse, bütün dünya okullarının programlarına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım. ”diyerek, bu Enstitülerin temel felsefesini net bir şekilde dile getirmiştir.
İlkokuldan mezun olan köy çocuklarının arasından seçilenlerin, 5 yıl boyunca farklı bir sistemle eğitildikten sonra, yine köylerde öğretmenlik yapmasının adıydı Köy Enstitüleri. Enstitüde eğitim gören her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı. Eğitim süresinin yüzde ellisi kültür derslerine, yüzde yirmibeşi teknik derslere, yüzde yirmibeşi ise ziraat derslerine ayrılmıştı. Bunun yanı sıra felsefe dersleride vardı. İşte buydu “baş belası “Köy Enstitüleri.
Köy Enstitülerinde çocuklar önce kendi binalarını inşa ettiler, kendi arazilerini ektiler, atölyeler, santraller, kültür salonları, yemekhaneler, ambarlar, balıkhaneler yaptılar. Onbinlerce fidan diktiler, bağlar, bahçeler ürettiler. Burada verilen eğitimin felsefesi, yaparak öğrenme ilkesine dayanıyordu. Köy Enstitüleri sayesinde; 1200 dönüm bağ oluşturuldu, 15 bin dönüm tarla tamamıyla tarıma uygun hale getirilerek tarıma başlandı, 750 bin fidan dikildi, 12 tarım deposu, 36 depo ve ambar, büyük alanlı 150 inşaat, 210 öğretmenevi, 100 kilometre yol, 12 elektrik santrali, 60 atölye, 20 uygulama okulu, 48 samanlık ve ahır, 16 su deposu yapılmıştır. Hasan Ali Yücel’in dediği gibi; Köy Enstitüleri ulusal bir projeydi, bu ülkenin gelişmesi bu çocuklara bağlıydı ve bu çocuklar bizim geleceğimizdi. Sosyal toplumu onlar oluşturacaktı bu nedenle de bu yapı taşlarının “komple bir insan” olarak yetişmesi büyük önem taşıyordu.
Köy Enstitülerinde birçok sanat faaliyeti de yürütülüyordu. Örneğin büyük halk ozanımız Aşık Veysel Enstitüleri dolaşıp, çocuklara saz çalmasını öğretiyordu. Köy çocuklarından, engin entelektüel birikime sahip aydınlar yetişiyordu. Bu okullarda yetişen aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Sabah çocuklar erken saatlerinde uyanır, kızlı ve erkekli zeybek ve başkaca halk oyunları oynayarak sabah sporlarını icra eder, akabinde kahvaltı yapılırdı. Kahvaltıyı kendilerinden önce kalkıp fırında ekmek pişiren öğrenci arkadaşları hazırlıyordu. Onlara hizmet eden yoktu ve aynı zamanda efendileride! Kahvaltıdan sonra zorunlu okuma saati vardı. Enstitüde, kitap okumak her şeyin başıydı ve Hasan Ali Yücel’imiz bunun önemini çok iyi bildiği için, bu konuya özel ehemmiyet gösterilmekteydi.
Köy Enstitülerinde ki en önemli amaçlardan bir tanesi de köylü sınıfa alternatif bir tarımı öğretmekti. Örneğin arıcılığın bilinmediği köylerde arıcılık mesleğini öğrettiler. Köylüler bu dönemde, tarım ve hayvancılıkla ilgili bilmedikleri pek çok şeyi bu okullarda öğrendiler. Biz şimdi elbisemizin söküğünü bile dikemezken, öğretmenler enstitüden mezun olduktan sonra atandığı bir köyde bir okulun inşaatını köylülerin yardımıyla yapabilecek inşaat bilgisine bile sahipti.
Milli Eğitim Bakanı ve ekibi bu ülkenin yeni, yenilikçi, aydın insanlarını yetiştirmek gibi büyük bir işe kalkıştılar. Bu “yeni insanlar” bilgili olacak bu bilgilerini yeni nesillere aktaracak ve bazı kişilerin tekerlerine çomak sokacaktı.
Peki Köy Enstitüleri neden kapatıldı?
İmparatorluk yıkılmıştı ama zihniyeti hala meclisteydi. Bu proje en çok gericileri ve sağcıları rahatsız etmekteydi. Bu nedenle dönemin Milli Eğitim Bakanı ve Köy Enstitüleri kapatılmadan önce bilinçli olarak yıpratıldı. Güzide Bakan ve arkadaşları sürekli hakarete ama en çokta iftiraya uğradı. Neden mi? Çünkü belli bir zümrenin sömürü mekanizmaları bozulacaktı. CHP içinde yer alan yerli ve milli feodal sınıf, bu okulların kapatılması için çok mücadele verdiler.
Takvimler 1946 yılını gösterdiğinde, yapılmış olan seçimde CHP mecliste 397 sandalye aldı. Hasan Ali Yücel milletvekili seçilmişti ama gelecekle ilgili kaygıları vardı. Ona göre, Atatürkçü çizgide eğitim reformları ile yapılan toplumsal değişimler, feodal yapıda ısrar eden sağcı bir kesimin gözünü günden güne daha da çok korkutuyordu. Meclis Başkanı seçilen CHP Milletvekili Kazım Karabekir, her fırsatta Köy Enstitülerine ve Hasan Ali Yücel’e saldırıyordu. Yücel, partisi tarafından yalnız bırakıldı. Bakan olmadan yıllar önce Orta Öğretim Genel Müdürlüğü yaparken, o dönemin Milli Eğitim Bakanı Yusuf Hikmet Bayur, bir arkadaşının yakını için ondan bizzat torpil yapmasını istemiştir. Fakat Yücel ilkeli bir adamdı, bunu kabul etmedi ve görevinden istifa etti. İstifası kabul görmedi. Dönemin bakanı bizzat özür diledi. İşte bu yapıya sahip, bu kadar onurlu Hasan Ali Yücel bir başka nedenle 1946 yılında bir kez daha istifasını vermişti. İnönü bu kez kurnazca bir tavırla bu istifaya hiçbir şekilde müdahale etmedi. Bu istifanın zeminini hazırlayanlara karşı çıkmadı. Hasan Ali Yücel’in arkasında hiç durmadı. Çünkü o İnönü idi Atatürk değildi. 21 Kasım 1950 tarihinde bu şerefli adam, Hasan Ali Yücel, Cumhuriyet Halk Partisinden de istifa edecekti.
Recep Peker hükümeti, ondan boşalan Milli Eğitim Bakanlığına gerici bir isim olan Reşat Şemsettin Sirer’i atar. Köy Enstitüleri hakkında çok ağır bir dil kullanan bu bakan, yıllarca köy köy dolaşan, Enstitünün her bir taşında, projesinde, öğrencisinde emeği olan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u ağır suçlamalarla görevden alacaktır. Sadece Tonguç mu? Hayır.Enstitüde de görev yapan yüzlerce öğretmeni ve yöneticiyi görevden alır ve onları sürgüne gönderir. Daha sonra ise İmam Hatip Okullarının açılmasına ön ayak olmuştur. Derdi bellidir, eski bir sağcı bakanının dediği gibi “Eğitim seviyesi düştükçe oy oranımız yükseliyor.” Aydınlığa, ilericiliğe, laikliğe alerjileri olanlar bu güzide kurumu el birliği ile yıpratıp, sonra da yok edeceklerdi.
Enstitüler hakkında ağır ve yersiz eleştiriler yapılarak, karalama kampanyaları yürütüldü. Parlamento görüşmelerinde tipik bir sağcı olan Emin Sazak, hangi amaçla olursa olsun, toprak mülkiyetine müdahale edilmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Sonradan topraksız çiftçilere toprak dağıtılması amacına yönelik olarak gerçekleştirilen kanuna da sonuna kadar direndi. Aynı zamanda “Ben bineceğim eşeğin benden akıllı olmasını istemem.” diyerek Köy Enstitülerine karşı çıkıyordu. Emin Sazak’ın “Köylere giden Enstitüsü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar.” demesi üzerine Hasan Ali Yücel’in cevabı çok netti. “Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir.”
Köy Enstitüsünün eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Köy Enstitülerinin kapatılmasının Atatürk Devrimleri karşıtlarınca başlatılan bir karşı devrim hareketi olduğunu söylemişlerdi. Aynen de öyleydi karşı devrimciler bir saldırı hareketi başlatmıştı.
1945 yılında Köy Enstitüleri hakkında komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları hız kazanmıştı.
Köy Enstitülerine yöneltilen ve kapatılmaları ile sonuçlanan belli başlı saldırıları birkaç ana başlık altında toplayarak sorunun neden sınıfsal olduğunu vurgulayacağım.
Enstitülerde öğrenciler tek tip üniforma giyiyordu. Enstitü müdürü bile buna uyup aynı üniformayı giyiyordu. Bu, öğrenci, öğretmen, müdür arasında hiçbir ayrımın olmadığı eşitlik ilkesiydi.
Öğrenciler bizzat yönetime katılıyorlardı. Ortak kolektif karar alma mekanizmaları kurulmuştu. Bu da Enstitüde komünistlik suçlamalarına neden oluyordu. Evet bu tam olarak komünizmdi. Ortak karar almanın önemi, kimsenin kimseden üstün olmadığı ve efendilerin reddedilmesi gerektiği fikri onlara öğretiliyordu.
Enstitüler, özellikle kız çocukları için “pozitif ayrımcı” eğitim kurumlarıydı. Ancak gericiler, Enstitülerde kız ve erkek öğrencilerin sorunsuz bir şekilde karma eğitim görmelerini hazmedemiyordu. Bu nedenle asılsız dedikodular çıkartıp, iftira kampanyaları ile Enstitülerde eğitim gören çocukların ailelerine, çocuklarını buralara göndermemeleri konusunda baskı yapıyorlardı. Şu bir gerçektir ki; Köy Enstitülerinin faaliyette olduğu dönemde, buralarda eğitim gören kız ve erkek öğrencilere yönelik taciz, tecavüz gibi insanlık dışı olaylara hiç rastlanmamıştır. Bilimle, sanatla uğraşan, emek vererek sürekli üreten insanların bulunduğu bu çağdaş eğitim kurumlarında , bu tür insanlık dışı rezaletlerin görülmesi zaten olası değildir.
Köylüler okul ve enstitü inşaatlarına yardım ile devlet tarafından mükellef kılınmıştı. Köy Enstitüleri orta öğretimde ilk kez parasız yatılı eğitim kurumları olma özelliğini taşıyordu. Bu toplumcu, kamucu anlayış tam da komünizme uyuyordu. Öğrencilerin maddi hiçbir karşılık beklemeden öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında çalıştırılmaları eleştirilmekteydi. Bu eleştiri öğrencileri düşündükleri için yapılmıyordu. Yersiz eleştiriler, bu kolektif yapıdan rahatsız olanlarca, çarkları artık dönmeyecek olanlarca yapılıyordu. Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Çünkü öğretmenler topraksız köylülere yol gösteriyordu.
Yoksul köylüleri sömürerek birikim yapan toprak ağaları köylü sınıfının aydınlanmasından oldukça rahatsızdı. Bu nedenle, her türlü iftira karalama kampanyasını yapıyorlar, kendi seçtirdikleri milletvekillerine sürekli şikayet ediyor, Enstitülerin kapatılması için Ankara’ya baskı yapıyorlardı. Toprak sahipleri Enstitüleri ortadan kaldırmak için her türlü saldırıyı yapacaklardı. Atatürk’ün partisi karşı devrimci bir harekete geçecek ve bu güzide yapıyı ortadan kaldıracaktı.
Yücel’in ardından göreve gelen Reşat Şemsettin Sirer Enstitüleri, Köy Öğretmen Okullarına çevirdi. Derslerin nitelikleri değiştirildi ve “karma” eğitime son verildi. 27 Ocak 1954 yılında bu okullar da kapatıldı. Kapatıldığı yıla kadar bu okullarda 1308 kadın, 15 bin 943 erkek olmak üzere toplamda 17 bin 251 köy öğretmeni yetiştirildi. Ayrıca 1599 sağlıkçı ve 8675 eğitmen çıkardı bu Enstitüler. Buralarda yetişen çiçekler ülkenin dört bir yanına dağılarak çağdaş, ilerici ve devrimci insanlar yetiştirdi. Ümit Kaftancıoğlu, Ali Dündar, Pakize Türkoğlu, Dursun Akçam, Mehmet Uslu ve Fakir Baykurt gibi birçok önemli yazarlarımız ve düşünürlerimiz de bu okullar sayesinde yetişti. Yakın tarihimizde ülkece gururlandığımız Nobel kimya ödülü alan Prof. Dr. Aziz Sancar şunları söylüyordu: “Benim öğretmenlerim Köy Enstitülüydü. Ben Cumhuriyet eğitim devriminin bir eseriyim.”
Hasan Ali Yücel artık her şeyin farkındaydı. Bir toplumu aydınlatmanın, onu ileriye götürmenin zorluklarını pratikte görmüş oldu. Önündeki en büyük engel inandığı değerler değildi. Partisinin takınmış olduğu sınıf tavrıydı. Sadece 6 yılda o kadar büyük işler yapıldı ki, bugünün duyarlı ve vicdanlı insanları o günleri hala arıyor. Üzerinden 75 yıl geçmesine rağmen o kalitede ki bir eğitime hala ulaşamadık. Bunun nedeniyse basit,Köy Enstitüsünü yıkan zihniyet hala iktidarda.