Yazı yazmak, okuyucuya bir şeyler verebilmek, yeri geldiğinde onların olumlu veya olumsuz yorumlarını önemsemek güzel bir duygudur. Yazarlık doğuştan bir yetenektir ancak belirli bir eğitim ve kültürle pekiştirilir. Eski yazarların bu yönde bir eğitim aldıkları pek söylenemez. Onların dönemlerinde İletişim Fakülteleri olmadığından bu yönde teknik bilgiden yoksun olmaları da doğaldır. Ancak bu eksikliği kendi yetenekleriyle tamamlamışlardır.
Ülkemizde okuma alışkanlığının diğer ülkeler kadar gelişmiş olmadığından şikâyet edilmiştir. Bazılarının ortaya attığı bu iddianın gerçek olup olmadığı konusunun üzerinde durulmalı ve tartışılmalıdır.
Yazarlık ve gazetecilikte geçmişe baktığımızda; Osmanlıya matbaanın batıdan en az iki yüzyıl sonra geldiğini ve o yıllarda çoğunlukla dini kitaplara ağırlıklı verildiğini görürüz. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında okuma yazma oranı ülkede binde dört dolaylarındaydı. Okuma yazmayı bilenlerin çoğu devlet görevlileri, saraya yakın olan aileler ve batıyı tanımış olanlardı. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yurtta okuma yazma seferberliği başlatılmış, halk mektepleri ile halk evleri açılmıştır. Devrimlerin en önemlilerinden harf devrimiyle birlikte Arap ve Fars dillerinden oluşan, okunması kadar yazılması da zor olan Osmanlıcadan Türk dili ve yazısı kurtarılmıştır. Bundan böyle gazete ve kitaplar yeni Türk diliyle basılmaya başlanmış, okuma yazma oranı büyük ölçüde yükselmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan SEKA’nın yanlış politikalar yüzünden kapatılmasıyla kâğıtta dışa bağımlı bir duruma gelmiş olmamız üzüntü vericidir. Böyle olunca da dövizin yükselmesi, enflasyon, kâğıt ve kitap fiyatlarının yükselmesinde etkili olmaktadır.
Kitap fuarlarında her geçen gün okuma meraklılarının özellikle genç kuşağın kitaba olan ilgisinin arttığını katıldığım kitap fuarlarında izliyorum. İnsanlar fiyatlarının pahalılığından ya birkaç tane kitap alıyor ya da hiç alamıyorlar. Kitap almak isteyen ancak parası olamadığından alamayan ve üzülen çocukları çoğu kez gördüm. Onlarla birlikte aynı üzüntüyü ben de yaşadım.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi toplum kültürünün daha yükseltilmesi isteniyorsa bu sorunu yayıncılar değil, devlet çözümlemelidir.
Yakın tarihlerde TÜYAP’ da başlayan ve bir süre sonra diğer illerde de yaygınlaşan fuarlar toplumun kitaba olan ilgisinin arttığını göstermektedir. TÜYAP başta olmak üzere Edirne, Marmaris, Adana ve Antalya’da açılan kitap fuarlarında söyleşi yapmış olmamın yanı sıra imza günlerine katıldım. Böyle olunca da okuyucuların kitaba olan ilgisini yakından izledim. Özellikle genç kuşakların kitap fuarlarına ilgi gösterdiklerini, imkânları doğrultusunda kitap aldıklarını, yazarlarla sohbet ettiklerini gözlemledim. Yazar ve okuyucu sohbetlerinde her iki tarafın büyük zevk aldığını ve aydınlandığını gördüm. Okuyucunun ismini duyduğu veya kitaplarını okuduğu yazarlarla tanışmaları, kısa sürede olsa sohbet etmeleri son derece güzel olaylardır. Bundan okuyucu da yazar da onur duymaktadır.
Günümüzde okuyucu ile yazar sosyal medyada yazışarak konuşabilme olanağı da bulmuşlardır. Artık her iki tarafta birbirlerini tanımaktadırlar. Yazarlar da okuyucular da birbirlerinden pek çok şey öğrenmektedirler.
Okuyucu – yazar ilişkisi üzerinde başımdan geçen bir olayı yeri gelmişken paylaşmak isterim.
Yıllar öncesi yazdığım gazeteyi değiştirmiş ve ilk köşe yazımda “Acaba ne yazayım” diye bir başlık atmıştım. Birkaç gün sonra okuyucularımdan birinden hala sakladığım ilginç bir mektup almıştım. Ne yazacağını bilmiyorsan orada ne işin var demişti. Bir süre sonra köşe yazılarımdan bazılarını bir araya topladığım kitabıma da “Acaba ne yazmalı” ismini vermiştim.
Son katıldığım Antalya kitap fuarında yayıncılarla yaptığım sohbetlerde ellerinde değerli kitaplar olduğunu, ancak ithal kâğıt fiyatlarından ötürü basamadıklarından şikâyet etmişlerdir. Önceki kitap fuarlarında genç yazarlarla yaptığım sohbetlerde de bazıları kitaplarını basacak yayınevi bulamayışlarından yakınmışlardı. Basında geçen yarım yüzyılı aşkın yaşamımda pek çok gencin bu yöndeki yeteneklerinin üzerinde durulmadığını görmüştüm. Sanırım bu biraz da şans olmalıdır. Örneğin Reşad Ekrem Koçu, Cemal Kutay ve Mimar Zeki Sayar olmasaydı, benim elimden tutmasalardı benim de yazarlık hevesim sönüp giderdi.
Günümüzün çok satanlar listesinde yer alan bazı yazarların ilk kitaplarına yayınevlerinin ilgi göstermediğini, hatta okumadan basılamaz dediklerini biliyorum. Oysa onlar isim yaptıklarında yayınevleri onların peşinde koşmuşlardır.
Ne demeli; kısır bir döngü mü, yoksa çelişki mi?
Bilebilmek gerçekten zor…