Kapitalizm insanın doğasına aykırıdır. “Celladını, kurtarıcısı olarak gören bir toplum, kasabın bıçağını yalayan aptal danaya benzer.” Karl Marks’ın bu sözü gerçeğin en can alıcı noktasına parmak basıyor.
Eğer kapitalizmle ilgili bir yazı yazacaksak Marks’ı anmadan yazıya başlayamayız. Das Kapital’de tüm gerçekliği ile kapitalizmi bizlere anlatan ve ona alternatif bir sistemin teorik inşası için kafa yorarken yaşadığı onca acılara rağmen pes etmeyen bu büyük düşünüre saygı duymamak elde değil. Liseli yıllarımda elime tutuşturulan Amerika işçi sınıfının ezilişini ve maddeci dünya görüşünü işleyen Demir Ökçe kitabını okuduktan sonra insanlığın sermaye tarafından yönetildiğini ve çarkın işçi emeğinin sömürüsüne dayandığını kavramaya başlamıştım.
Günümüze hızlıca bir giriş yapacak olursak bugün dünyamız tek kutuplu bir ekonomik sistem ile yönetiliyor. Oxfam: En zengin 26 kişinin serveti, dünya nüfusunun yarısınınkine eşit olduğunu ortaya koyan bir rapor yayınladı. Yanlış okumadınız, bugün 26 sermayederin serveti 4 milyar insanın servetine eşit. Dünyada aç insan sayısı 878.750.983. Açlıktan ölen insan sayısı 30.338. İçilecek durumdaki suya erişimi olmayan insan sayısı 763.861.879. Bu yıl intihar eden insan sayısı 393.491 (Kaynak https://www.worldometers.info/tr/ )
Kapitalizm bugün sadece insanlığı yok etmiyor, aynı zamanda ekolojik sisteme de zarar veriyor. Öncelikli olarak doğayı her geçen gün geri dönülemeyecek bir şekilde tahrip ediyor. Ormanları yok ediyor, okyanusları kirletiyor ve içindeki canlılara zarar veriyor. Öte yandan milyonlarca yıldır varlığını koruyan bitkisel canlılığı ve hayvanları da yok ediyor. Yok ederek var olmaya çalışan bir sistemden bahsediyoruz.
Birçoğumuz kapitalizmin bireysel özgürlükleri dibine kadar kullandıran bir yapıya sahip olduğunu düşünürüz. Oysa bu derin bir yanılsamadır. Hiç düşündünüz mü? Gerçekten ne kadar özgürüz? Yazarın dediği gibi belki de kendimizi özgür sanıyoruz. Oysa ipimizi sadece biraz uzun bırakmışlar hepsi bu. Gerçekte belli sınırların dışına çıkamayız. Sınırlara yaklaştığınızda bunu fark etmeniz zor değildir. Dışarı çıkmak isterken kendini cama vurup duran yarı delirmiş karasinekler gibiyiz. Camın ötesindeki baharı görürüz ancak dışarı çıkmak hiçbir zaman mümkün olmaz. Özgürüz, evet!
Amerika’ya yerleşince bunu çok daha iyi anladım; aç kalma konusunda özgürüz, sokaklarda hayvanlar gibi yaşama konusunda özgürüz. Bugün kapitalizmin başkenti Amerika’da milyonlarca insanın hiçbir geleceği yok ve bu insanlar sokaklar da yaşıyor. Aç kalıyor, acı çekiyor ve sistem onları zerrece umursamıyor. Bugün birçok alanda ileriye gittiğimizi konuşuyoruz. Gerçekten ileri mi gittik yoksa daha da geriye mi düştük? Sahi ileri gitmek nedir? Elimizdeki telefonlar mı ya da başka teknik araçlar mı?
Farkında mısınız bilmiyorum ama insanlık yok oluyor. Her geçen gün daha da bencilleşen, kendine yabancılaşan bireylere dönüşüyoruz. Yozlaşma bütün toplumsal katmanları sarmış durumda. Kapitalizm insanlığa her koldan durmaksızın saldırıyor. İnsanların düşünmesini engellemek ve onların algılarını eğip bükmek için milyarlarca dolar harcıyor. Filmler, diziler, reklamlar, porno sektörü, uyuşturucu, markalar, kitaplar, gazeteler, dergiler ve makalelerin yanı sıra üniversite hocaları, hukukçular, doktorlar ve yazarlar… Sosyal medyada yüzlerce alan kapitalizmin kontrolü altında… Birçok sektörü fonlayan ve sürekli insan beynini meşgul eden, insanların düşünmesini engelleyen bir sistem durmaksızın işliyor. Kapitalizm sistemin sorunsuz işlemesi için insanların dikkatini özenle başka yöne çekiyor. Kendi kirli ve yıkıcı yüzünü büyük bir maharetle gizlemeyi başarıyor. Bunun için miyarlarca dolar harcamaktan çekinmiyor. Sistemin yoluna devam etmesi için algıların başarılı bir şekilde yönetilmesi onlar için şart.
Bakın bugün insanların yaşamını tehdit eden uyuşturucu birçok ülkede serbest. Bunun nedenini derinlemesine düşündünüz mü hiç? Ya da bugün uyuşturucudan daha tehlikeli telefon bağımlısı olmayan kaç kişi kaldı? Milyarlarca insanı oyalamak için bulunan ve geliştirilen yöntemlere bakar mısınız? Başka bir örnek; bugün kapitalizmi yücelten veya onu eleştiren sistemleri yermesi için yazdırılan binlerce kitap piyasada kol geziyor. Televizyonlar da, sosyal medyada farklı platformda kapitalizm güzellemesi yapan tipler kimler tarafından fonlanıyor?
Hani insanlar günün birinde zengin olabilirdi! Kapitalizm böyle bir özgürlük sunuyorsa o halde zenginleşmenin önünde engel olmamalıydı! Madem öyleydi neden insanlığın yüzde sekseni yoksulluk altında inliyor? Ne oldu? O koca yalan çöktü değil mi? Bırakın zengin olmayı milyara varan insan sayısı karnını doyurmakta zorlanıyor.
Kaç kişi bu gerçekleri sorgulamak için çaba harcıyor? Bilgiye ulaşmak için kaçımız emek veriyoruz? Bir dakikalık videolar hayatımızda çok büyük bir yer kaplıyor ne yazık ki. Bu videolar sayesinde dünyada düşünmeyen ve sorgulamayan bir nesil yetişiyor? Kapitalizmin insanlığa karşı topyekûn bir savaş başlattığını birçoğumuz bilmiyoruz maalesef.
Yapılan yeni bir çarpıcı araştırma ise akıllı telefonlarla geçirdiğimiz zamanı somut bir şekilde gözer önüne serdi. WhistleOut tarafından yapılan araştırmaya göre normal bir insan hayatının tam 8,74 yılını akıllı telefonların ekranına bakarak geçiriyor. Araştırma, WhistleOut’un kendi sitesinde yayınlandı. Kaçımız ömrünün 8,74 yılını kitap okuyarak geçiriyor? Bugün kapitalizm teknoloji, bilim, iletişim ve tıp alanlarında ilerleme adı altında kendisine yeni kar alanları yaratmış durumda. Bütün dünya Covid-19 belası ile uğraştığı sırada aşının para ile satıldığını gördük. Avrupa Birliği üyeleri birbirlerinin sağlık ekipmanlarını çalmadı mı? Avrupa’nın ortasındaki İtalya yalnız bırakılmadı mı? NATO’nun kalbinde Rus bayraklı araçları görmedik mi? Oysa aynı ülkede sosyalist Küba’nın iki sağlık tugayı hizmet için insanların yardımına koşmuştu.
Kapitalizm özetle bencilliktir. Kapitalizm bütün insanlığı ve sahip olduğu değerleri yok etmeye adanmış acımasız bir sistemdir. Bir kez daha yazmak zorundayım; çünkü burası çok önemli: Kapitalizm uzun zamandır insanlığın kodlarını değiştirmeye yönelik hamleler peşinde koşuyor. Öncelikle ‘hepiniz zengin olabilirsiniz’ yalanına inandırmaya çalışan programlar büyük fonlar harcanarak iletişim olanakları kullanılarak insanlara enjekte ediliyor. Bunun için beş para etmez ama önceden kiralanmış konuşmacılar para karşılığında kodlarımızla oynamaya kalkıyorlar? Bugün kapitalizmin sözde finans profesörleri televizyonlara çıkartılarak toplumu düzenlemeye çalışıyorlar. Yetmezmiş gibi bir de bu kişileri ve bu kurumları saygın göstererek örnek almamızı istiyorlar. Kapitalizm bu derece pervasız hareket ediyor.
Ahlaksızca para kazanmanın meşru olduğu bir dönemden geçiyoruz. İnsanların birbirini sömürdüğü, tükettiği üstüne basarak yükselmeye çalıştığı bir döneme tanıklık ediyoruz. Sırf daha çok para kazanmak için başka insanları sömürmenin meşru olduğu gibi bir fikri benimsetmeye çalışıyorlar. Sonra bu insanların neden psikolojik sorunları olduğunu konuşup utanmazca o insanları yargılıyoruz.
Şimdi ülkemiz özelinde bir veri sunacağım sizlere. Türkiye’de her on kişiden biri antideprasan ilaçlar kullanıyor. Ruh sağlığı servislerindeki doluluk oranı yüzde yüzü aşmış durumda. 2022 yılında 61 milyon 870 bin 998 kutu antideprasan ilaç kullanılırken bu rakam 2023 yılında 3 milyon 580 bin 833 kutu artarak 65 milyon 451 bin 831’e çıktı. Bu sadece ülkemizdeki verilerdir. Kapitalizm gezegende yaşayan insanların ruh sağlığını bozan bir işleve sahip… Her şey göz önündeyken sistemi nasıl bu kadar savunabiliyoruz? Sahi ne kadar mutsuz olduğumuzun farkında değil miyiz?
Kapitalizm, içinde bulunduğumuz bu yaşlı gezegenin sonunu getirmek için büyük çaba harcıyor. Küresel ısınma gelecek nesiller için büyük bir tehlike arz ediyor. Şunu unutmamak gerekir ki gezegende sadece insanlar yaşamıyor, aynı anda yan yana bir hayat sürdüğümüz milyonlarca tür de gezegende yaşama hakkına sahip. Dünya sadece insanlara ait değil. Sınırlara tel çekmekle o kara parçası senin olmuyor. 300 yıl önce denizde, havada ve karada yaşayan diğer canlılar bu kadar hızlı yok olmuyordu.
Sürekli övdüğümüz Japonlar bakalım ne yaptı? Rahat olun, iktidar da komünistler yok, liberaller var. Hani çok demokratlar ya! Japonya Fukuşima nükleer santralinin atık sularını okyanusa boşaltma işlemine başladı. Santral işletmecisi Tepco şirketinden yapılan açıklamada reaktörleri soğutmada kullanılan suyun arıtma işlemleri sonrasında bir kilometre uzunluğundaki tünel yoluyla Pasifik Okyanusuna boşaltılmaya başlandığını bildirdi. Çin Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada “İnsanlık tarihinde nükleer enerjinin sivil kullanımı alanında nükleer kazalar sonucu kirlenmiş suyun insan eliyle okyanusa akıtılmasının bir örneği yoktur” deniliyor. Açıklamada Japon hükümetinin atığı denize boşaltma kararının meşruiyeti konusunda bir kanıt sunamadığı, atık temizleme aygıtlarının uzun vadede güvenilir olup olmadığı, kirlenmiş su ile ilgili verilerin kesinliği, çevre ve insan sağlığı açısından tehlike oluşturmadığı, gözlem programlarının etkinliği gibi konularda da kanıtlar bulunmadığı ve konunun paydaşlarla tam olarak istişare edilmediği vurgulandı.
Özetlemek gerekirse bugün gezegenimiz bir avuç para babası tarafından başlatılan büyük bir saldırı altında yok oluyor. Dünyamızın içinde yaşayan tüm canlılar acı çekerken doğru analiz yapmayan, kapitalizmin gerçek yüzünü ortaya koymayan ruhunu üç kuruşa satan kapitalizmin hizmetkârlarının da kabahati çok büyük.
Kapitalizm her şeyi metalaştırdığı bir dönemde insan olarak kalmanın ne kadar zor olduğunu acı tecrübelerle öğrenmek deneyimlerin en büyüğü ve en zoruydu. Kapitalizmin harfiyen uygulandığı bir kıtada (Amerika) yaşarken kitaplardan öğrenemediğim her şeyi burada deneyimleyerek net bir şekilde öğrendim. Ve bir kez daha kapitalizmin ne kadar kendi kurallarından taviz vermeden ilerlemeye çalışmasını yaşayarak gördüm. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kapitalizm insanın doğasına aykırıdır ve diğer sömürücü sistemler gibi yok olup gidecektir. Çünkü insanlığın bu kadar ağır saldırıya mutlaka bir cevabı olacaktır. Uyuyanlar olabilir ancak onları uyandırmak da bizlere düşmektedir. Böylesi bir ağır misyon omuzlarımızdadır.
Dünyanın her zaman adil bir yer olması gerektiği inancını hiç kaybetmeyerek insancıl olan hiçbir şeye yabancılaşmadan insan kalabilmek ve hayatımızın son anına kadar ideallerimizin arkasından gitmek ve haksızlığa karşı çıkmak zorundayız. Nazım’ın da dediği gibi esas olan sadece yaşamak değil, insana yakışır şekilde ve onurlu yaşamaktır. Teslim olmadan, boyun eğmeden, sürünmeden, el etek öpmeden…