İyiliğin Sefaleti Kötülüğün Egemenliği

Hayati Uçar
1.003 views

İyilik ve kötülük ayrışması öyle siyah ve beyaz gibi net bir ayrımı ifade etmez. Oysa bu kavramlar kişiler için kullanılan bir belirteçtir. Kişi iyi ya da kötüdür, ortası yoktur siyah ve beyaz gibi.

Konumuz iyiliğin sefaleti ile başlıyor!

Neden böyle bir tabir kullanılır? Halbuki herkes iyi olmak ister. İyi insan?  Bu bakış açısına göre değişkenlik gösteren bir durum. Kime ve neye göre iyi, işte bu kişiye özel! İnanç bakımından kendi gibi düşünmeyen her kişi kötüdür.  Aynı zamanda kendi gibi düşünen fakat inancın gereğini yerine getirmeyen yine kötüdür. Yani insan da iyilik çok nadir bulunan bir durumdur. Bir yolda durup röportaj yapsanız “iyi” nedir? diye sorsanız çok farklı cevaplar duyarsınız yani tek tip iyi yoktur. Hatta çoğu kişinin iyinin ne olduğunu bilmediğini de görürsünüz. Hayatın içinde olağan olarak kullanılan birçok duygu, düşünce soru olarak karşısına geldiğinde insanlar afallar ve bu konuda daha önce bu kadar ince düşünmediklerini anlarlar.

“İyi’nin sefaleti nerede başlar?

İyi olmak bize öğretilen şartlandırmalardan başka bir şey değildir. Başkalarına karşı iyi ol, İncitme, kırma, vurma der ve iyi davranışları öğretir bize ebeveynlerimiz. Öncesinde kendilerine de böyle öğretilmiştir Hep iyi olacaksın, İyi olmazsan mutlaka kötü olursun ve kötüyü kimse sevmez. Hatta bilinç altımıza işlenen iyinin simgesi beyazdır kirlenmemiştir yani, kötü ise siyahtır. İçinde her şey kaybolur.

Melekler güzeldir, iyidir. Şeytan çirkin ve kötüdür. İnanç önderleri, tanrılar en güzel şekilde tasvir edilir. Karşıt görüşlü kişiler ise terörist, vahşi, ilkel ve tabii çirkin ve kötüdür.

Aklıma gelmişken 12 Eylül öncesi yakalanan devrimci gençler bir hafta nezarette tutulur sonra televizyonda sergilenirdi. Üstü başı perişan, sakalları uzamış, dayak yediğinden yüzü morluk içinde insanlıktan çıkmış bu gençlere çirkin ve kötü imajı yapıştırılırdı.

Dünya emperyalizminin babası Amerika da uluslararası basın ve iletişim aygıtları ve sinema sektöründe he zaman “Amerikalılar iyidir” imajı empoze edilir. Onlar bir ülkeyi yerle bir edebilir ve milyonlarca insanı katledebilir fakat savaş sonrası imaj çalışması olarak o ülkeye insanlık ve iyilik adına girildiği söylenir ve herkes buna inanır. Aynı şeyi din savaşlarında görebilirsiniz. Egemen din militanları karşıt görüşlü kişileri boğazlarken, iyi oldukları ve iyiliğin merkezi olduğuna inandıkları cennete gideceklerine inanırlar.

Peki iyi olmak felsefi açıdan nedir?

Karl Marx’a göre İyi hem çok sade hem de açıktır: İnsanlar sağlıklı beslenmeli, temiz suya ulaşmalı, şairane konaklamalı, tiyatroya gitmeli, kitap okumalı, seyahat etmeli, âşık olmalı, sevmeli, çitleri, duvarları ve alanları yıkmalı, dayanışmalı, yeni olana doğru açılmalı ve kendini gerçekleştirmelidir.

Ne kadar sade değil mi?

Biz sosyalistler toplumcu iyilik üzerine daha fazla kafa yormuşuz.

Bireyin tek başına iyi olması birey için doğru bir durum olsa da, insanın etrafında açlık, sefalet ve zulmün olduğu daha geniş kitlelerin etkilendiği bir duruma seyirci kalmasının da bir kötülük olduğunu düşünürüz. Asıl mutluluğun toplumun mutluluğundan beraberce geçtiğini düşünmemiz bizi ‘iyi’ mi yapar?

Burada devrimci mükemmel olmalı yani iyi olmalıdır skalasında sıkışmış kalmış statik düşünceye bir eleştiri getirmek gerekiyor. Bizler de her ne kadar toplumcu, idealist ve insanlık uğruna birçok şeyi göze almış olsak da sonuç da insanız yani zaaflarımız var ve her zaman doğru kararlar veremeye biliriz. Bizler de bencillik ediyoruz, başkalarının (geniş kitlelerin) mutlu olmasından mutlu oluyoruz mesela!

İyilik kapsayıcı bir anlatımla: Belli insan gereksinmesini karşılayan, insan çıkar ve dileklerine uygun düşen, kişiye, topluma, bir sınıfa ya da başka bir kümeye, yararlar sağlayan şeydir. Burada iyinin ve kötünün göreceli olarak değiştiğini anlıyoruz.

Doğuştan geliştirdiğimiz birçok şartlanma gibi iyiliğimizde, kötülüğümüzde öğretilmiş çaresizliğimizden ileri geliyor. İnsani evrensel değerler insanların birbirlerine iyi olmasından ziyade doğaya, hayvanlara, azınlıklara, farklılıklara gösterilen tavırla ölçülüyor. Dünya tarihine baktığımızda birçok kötülük iyilik adına yapılmıştır.

Latin Amerika keşfedildiğinde yerli halka Hıristiyanlık anlatılırken İsa tanrının oğlu tanrı ‘iyi’ tabii ki oğlu da ‘iyi’ olacaktır. Biz onların temsilcisiyiz biz de ‘iyi’ insanlarız diyerek topraklar talan edilmiş ve aileler köle olarak satılmıştır. Bu arada kölelikte dahi bu propaganda devam etmiş, yerli papazlar çıkararak kölelik bu dünyada çekilen bir eziyet gibi görünse de öbür dünyada mükafatı olacağını anlatmıştır. İslam dininde “fakirlerin Allah katında zenginlerden daha üst katlarda olacağı ve zenginlerin onlara gıpta ile bakacağı” belirtilir.

İyilik kavramı bir emtia gibi pazarlanmaktadır. Başkalarına yardımcı olmak, elinden tutmak iyilik gibi anlatılır da “kendisinden olmayan” insanların ‘kafir’ olarak katledilmesi mübah sayılır. Bu nasıl çelişkidir ki insan aynı anda hem iyi hem de kötü olabilmektedir.

Sürekli verdiğim bir örnek vardır. Biz ve karşısı diyelim bu duruma. Ortada iki kişinin sahip olmak istediği bir ‘şey’ var. İki taraf kendi taraftarı olan kişilerle paylaşacak bu ‘şey’i.  Bize ve onlara göre karşı taraf kötü, paylaşacağımız kişilere göre ise iyiyi.  Peki iki tarafta aynı anda hem iyi hem de kötü nasıl oluyorlar.? Demek oluyor ki iyilik ve kötülük bulunduğun duruma göre değişiyor. Bu nedenle güncel olarak kullandığımız iyi ve kötü kavramlarının yeri güncellenmelidir. Çünkü İyiliğin sınırı ya da sınırsızlığı sürekli değişkenlik göstermektedir.

Kötülüğün zaferi derken de bunun çok büyük mücadeleler sonucunda edinilmiş bir zafer olduğu söylenemez. Şeytan gibi planlar yapan, insanları kandıran, birbirine düşüren sinsi ve karanlık arka bodrumlarda organize olan bir kötü yok. Kötülük aslında İyiliğin beceriksizliği ile ortaya çıkıyor sanki… Yani İstenmeden kazanılmış bir zafer bu.

Biz her zaman insani boyutta empati kurmalı, nezaket ve dayanışma içinde olmalıyız. Yaptığımız her davranış, aldığımız her karar yıkıcı değil onarıcı olmalı ve sonuçları da taşınabilir olmalıdır.

Bu yazıyı yazarken öğrendiğim bir durumu da buraya aktarmak istiyorum.

“İyilik, sadece iyilik yapılan insanı değil, kişinin kendisini de mutlu ediyor. Korku, endişe, depresyon ve anksiyeteyi azaltıcı bir etkisi var. İyilik yaptığı zaman kişinin öz saygısı da artıyor. Yapılan araştırmalarda kişinin başkasına yardım ettiği zaman beyninde empatinin verdiği bir mutluluk hormonu salgılanıyor.”

İyilik, mutlu yaşatıyor.