İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethi 29 Mayıs 1453.
İstanbul’un Atatürk tarafından kurtarılışı 6 Ekim 1923.
Türkün her yönüyle iki büyük dâhisi; biri fethetti, diğeri kurtardı!
Kutlanacak iki milli bayram…
Fetih ve kurtarılış iki ayrı kavramdır. Ne gariptir ki bazıları bu iki önemli olayı birbirine karıştırırlar. Birine önem verip siyasi yatırım yapmaya kalkarken diğerini önemsizleştirmeye çalışırlar.
Orta Çağ ve onu izleyen dönemlerde bir ülkenin diğer ülkeyi fethetmesi, işgal etmesi doğal sayılırdı. Günümüzde ise fetih anlamını yitirmiş olup, çağdaş siyaset anlayışı herhangi bir ülkenin işgalini kabul etmemektedir.
Fetih veya istila bir ülkeyi askeri güç kullanarak ele geçirmektir. Bunu yapana da işgalci denilmekte olup, tepki gösterilmektedir.
Bir şehrin kurtarılması ise fetihten çok farklı bir durumdur. Emperyalist veya yayılmacı siyaset güden bir ülkenin ele geçirdiği toprakları, şehirleri işgalcilerden geri almak kurtuluştur.
İstanbul’un 6 Ekim’de emperyalist güçlerin elinden kurtarılması, aynı zamanda yıllar öncesi fethedilmesine bir yönden anlam kazandıran son derece önemli tarihi bir olaydır.
Önceki yıllara bakıyorum pek çok siyasi ve basın bu anlamlı olayın üzerinde yeterince durmadı. Oysa İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesi ne kadar önemliyse, Atatürk tarafından kurtarılması da o kadar önemlidir. Burada tarih bilinci, bilgisi ve kültür öne çıkıyor.
İstanbul’un fethini coşkuyla kutlayıp, gösterilere dönüştürenler nedense İstanbul’un kurtuluşunu görmezden geliyorlar. Bazen medyada haber bile olmuyor, bazen de birkaç satırla geçiştiriliyor.
Ne kadar acı…
Bazılarına sormak isterim; 6 Ekim’de İstanbul’un kurtuluşu olmasaydı, İstanbul’un fethini kutlayabilirler miydi?
Bu kavram kargaşası içerisinde yeri gelmişken İstanbul’un nasıl elden çıktığını ve nasıl kurtarıldığını, bir kez daha yinelemek isterim.
I.Dünya Savaşına Enver Paşa ve İttihatçıların yanlış siyasetiyle giren Osmanlı, çeşitli cephelerde savaştıktan sonra Almanlarla birlikte yenik düşmüş, Sevr ve Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal etmişlerdi. Bu işgal 13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e kadar beş yıl sürmüştür. Mondros Anlaşmasından iki hafta sonra 13 Kasım’da 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan savaş gemisi ile 6 denizaltı olmak üzere 61 gemiden oluşan İtilaf Devletleri donanması şehri istila etmiş, başlangıçta 3500 yabancı asker İstanbul’un değişik yerlerine konuşlanmıştı. 8 Şubat 1919’da işgalcilerden Fransız generali d’Esperey Karaköy’de bindiği beyaz atıyla, arkasında askerleriyle Taksim’e doğru bir gösteri yürüyüşü yapmıştı. Fatih Sultan Mehmet de şehre beyaz bir at ile girmişti; acaba Fransız generali ona bir nazire mi yapmak istemişti? Bilemeyiz…
Fransız General Dolmabahçe Sarayı’ndaki son Osmanlı padişahı Vahdettin’in oradan çıkarılmasını ve kendisinin yerleşmesini istemişti. Ancak İtilaf Devletleri yeni bir sorun çıkarmamak için onun bu isteğini geri çevirmişlerdi.
İstanbul istila edilence işgalciler tarafından Osmanlı tebaasına zulüm edilmiştir. O kara günlerin gazetelerinde Süleyman Nazif’in “Kara bir gün” başlıklı yazısı hiçte boşuna değildi. Bu yazıya tepki gösteren General Esperay Süleyman Nazif’in kurşuna dizilmesini istemişse de Malta’ya sürgün edilerek ölümden kurtulmuştur.
İstanbul 16 Mart 1920’de resmen işgal edilmiş, bu arada İngiliz askerleri sabaha karşı Şehzadebaşı karakolunu basarak henüz yataklarında olan 61 Türk askerini şehit etmişlerdi. Bunun ardından Harbiye Muhafız Taburu ve muhafız birliğinin bulunduğu kışla ele geçirilmiş, silahlarına el konulmuştu. Harbiye Nazırının üzerine silah doğrultmuştu.
Gerçekten Süleyman Nazif’in yazdığı gibi kara bir gün başlamıştı.
Atatürk 13 Kasım 1918’de Güneydoğu cephesinden İstanbul’a döndüğünde Haydarpaşa’da trenden inip istimbotuyla itilaf donanmasının arasından geçerken herkesin bildiği ünlü sözünü söylemiştir: “Geldikleri gibi giderler”.
Atatürk’ün önderliğinde 30 Ağustos 1922’de İngilizlerin ileri sürdüğü Yunanlılara karşı büyük zafer kazanılmasının ardından; birkaç gün önce coşkuyla kutlanan 9 Eylül’de İzmir, 18 Eylül’ de batı Anadolu işgalden kurtarılmıştır. Büyük zafere rağmen İstanbul başta olmak üzere Boğazlar ve Doğu Trakya İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgali altındaydı. İtilaf Devletleriyle 11 Ekim 1922’de İsmet Paşa’nın başkanlığında yapılan Mudanya Mütarekesi’nden sonra sıra Trakya ve İstanbul’un kurtarılmasına gelmişti. Atatürk “Türk orduları hedefine ulaşmadan durmaz” demişti. Bunun üzerine İtalya, İngiltere ve Fransa ile diplomatik görüşmeler başlamıştı. İngilizlerin direnmesine karşılık diğerleri Atatürk’ün isteğini kabul ederek Meriç’e kadar Trakya’nın Türklere bırakılmasına karar vermek zorunda kalmışlardır.
Atatürk 6 Ekim’e kadar Trakya ve İstanbul teslim edilmediği takdirde Türk askerinin yürüyeceği emrini vermiştir. Yalnız kalan İngilizler 5 gün direndikten sonra Atatürk’ün isteğini kabul etmek zorunda kalmışlardır. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya anlaşmasıyla Doğu Trakya’nın, Edirne dâhil Türklere bırakılmasına karar verilmiştir.
İsmet Paşa Lozan’a giderken İstanbul ve Boğazlar İngilizlerin kontrolünde bulunuyordu. Türk ordusu Çanakkale’den hareket etmişti, İngiliz Hükümeti Generel Charles Harington’a Türk ordusuna ateş açması emrini vermesine rağmen general bu emre uymamıştır.
24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşmasından 6 hafta sonra Atatürk Rafet Paşa’yı (Refet Bele) İstanbul’a göndermiş o da yönetime el koymuştur. 2 Ekim 1923’de İtilaf Devletleri son birliklerini çekmiş, Refet Paşa İstanbul hükümetinin yapmış olduğu bütün anlaşma, sözleşme ve mali hükümlerin geçersiz olduğunu ilan etmiştir. Bundan sonra TBMM adına İstanbul’da müttefiklerin denetimindeki Türk polisinin yönetimini geri almıştır. Müttefiklerin kurmuş olduğu Geçici Mali Komisyon, Karma Mahkeme ve Posta Telgraf üzerindeki yabancı denetimine son verilmiştir. Ayrıca Türk hükümeti adına saray yönetimine de el konulmuştur. Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3.Kolorduyu da halk büyük coşkuyla karşılamıştır. O günden bu yana İstanbul’un kurtuluşu bayram olarak kutlanıyor. Atatürk’ün siyasi dehasıyla kurşun atılmadan İstanbul işgalden kurtarılmış oluyordu.
İstanbul’un kurtuluşunun yakın tarihlerde hep geri plana atılması insana üzüntü veriyor. Dileriz 6 Ekim’de İstanbul’un kurtuluşu çok daha görkemli ve coşkulu bir şekilde kutlanır.