İnsan düşünebilen ve derin düşünebilen, irade sahibi tek canlı. İnsan varlığının bu tasviri ve özelliği, insanın kendini tanıyamaması ve bunun sonucunda kendisine yabancılaşması sayesinde yerle yeksan olabilir. İnsanın düşünme süreci, hakikati arayışı, çelişkiler ve soru işaretleriyle hem hal olması sonucu gelişir. Hiçbir şeyi dert etmeyen, hakikat peşinde koşmayan kişi körelir ve gelişemez. Bu körelme süreci, özde kendini tanıyamaması, doğayı ve içinde olduğu sosyal yaşamı ve insanları anlayamamasına sebep olur. Kendisine ve kendisinin dışındaki dünyaya yabancılaşır. Bunun sonucunda yabancılaşan insan huzursuzluğun kaynağı olur. Huzursuzluk bütün topluma sinmeye başladığı zaman çatışmacı, mutsuz bir toplum gelişir ve bu, savaşların sebebidir. Buna en güzel açıklayıcı örnek tarihte Hacı Bektaş-ı Veli’ye aitsemboller ve sözlerdir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin kucağında aslan ve ceylan dosttur. İyilikle kötülüğün, güçlü ile güçsüzün, savaş ile barışın yani zıtlıkların karşıtlığında, bütün evren için bir uyum, bir dostluk beklentisi vardı Hacı Bektaş-ı Veli’nin. Aynı şekilde insan kendi içinde de zıtlıkların uyumundan barışı sağlayabilir. Kendisiyle barışık ve derin düşüncelere sahip kişilerin yapabileceği iştir topluma ve çevresine mutlu enerjiler ve huzur yaymak. Ancak kendi içinde barışı sağlayabilen insanlar dünyaya barışı getirebilir.
Sevgi muhabbet kaynar yanar ocağımızda
Bülbüller şevke gelir gül açar bağrımızda
Hırslar kinler yok olur aşkla bağrımızda
Aslanlarla ceylanlar dosttur kucağımızda.
-Hacı Bektaş-ı Veli
Bu anlamda, aslanla ceylanı kendi içinde dost kılan insanın, şimdiki zamanda teknolojinin getirdiği olanaklar sayesinde çevresine ve topluma mutluluk, iyilik, güzellikler yayması daha kolaydır.
Sanal medyanın hayatımızda çok etkin bir duruma gelmesi ve klavye başında herkesin söz sahibi olması özgürlükler anlamında önemli ve çok değerli bir olay.
Yani sanal medya iyi kullanıldığı zaman (bilgi alma, sosyalleşme, tanıtım yapma, sosyal sorunlar, kendini ifade etme özgürlüğü vs.) birçok faydasının olduğu kesindir.Bu anlamda her hangi bir konu, bir kişi, bir kurum, bir olay hakkında eleştiri yapabiliyoruz. Fikirlerimizi söyleyebiliyoruz.
Buraya kadar güzel ama böyle özgürlüklerin olduğu bumecrayıtam tersi hoyratça kullanmak da o mecranın zaman içinde değersizleşmesine neden oluyor. Kötü kullanımda (dedikodu, karalama, bilgi kirliliği, linç, zamanı kötü kullanma vs.) tam tersi ciddi zararları olabiliyor kişiler, kurumlar vs. için.
Bu noktada, özgürlükler nerede başlıyor ve nerede bitiyor? Özgürlüklerin olması istediğimiz gibi davranma, karşı tarafın haklarını çiğneme hakkı verebilir mi bize? Eleştiri diye yazılan her yazıya gerçekten eleştiri diyebilir miyiz? Yakından uzaktan eleştiriyle ilgisi olmayan, hakaret, yalan, bilgi kirliliği, itibar suikastları, küfür içerikli birçok paylaşım, yazılar fazlaca dolaşmaktadır sanal medyada.
Herkesin yazabildiği bir ortamda, tabi ki bazı eksikliklerin olması doğaldır. Fakat kantarın topuzunun kaçırıldığı bu durum, kaliteli eleştirilerden çok çok fazla. Rahatlıkla klavyeden yalanlar, hakaretler, yargılama yapılabilmekte bazıları.
En son yakın zamanda vefat eden genç bir Ozanın arkasından bile, azda olsa hakaret edilen tweetleriokuduğumda benim nazarımda bardak taştı.
Vicdandan yoksun olmak sorunuydu bu adeta.Toplumu zehirleyen, moralini bozan bir durum.Yani kötü olma sorunu.Herhangi bir konu hakkında yorum yapan kişilerin yeterli bilgi, birikim, vicdan, iyi niyet taşıması lazım. Yani iyi insan olması lazım. Bu yorumlar ülkemizdeki insan profilini tanımak içinde etkili. Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Pir Sultan, Mevlana gibi onlarca Erenin, ozanın yetiştiği bir toplumda bu kadar insafsız ve çiğ olabilmek tersine başarıdır bence.
Bazı insanlar tepkilerinde haklı olsalar bile, kullanılan dil, üslup ve yöntem maalesefacemice ve kötü olduğu için birçok insanın hayatını karartmakta. Acılara sebep olmakta. Art niyetle yazılan yazıların zaten hedefi bellidir, amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir. İnsanların kötü duruma düşmesi, kendisine yabancı ve insani duyguları gelişmemiş bu kişilerin hoşuna gitmekte olup,bunlar durumdan gizli zevk alan birer psikolojik vakaya dönüşmüşlerdir. Kendi mutluluğunu, başarısını, başkalarının mutsuzluğuna,acılarına, başarılarına veya başarısızlığına bağlayan insan vasattır.Oysa “her ne ararsan kendinde ara” cümlesi bu topraklarda iyi bilinir, iyi bilinir de üzerinde fazla düşünülmez. Yani derin düşüncelere dalmama sorunumuz var kanımca. Nasıl olmasın ki? Düşüncelere yasaklar getirilen, düşünen insanların cezalandırıldığı ve toplumca alay konusu olduğu (“ne düşünüyorsun Karadeniz’de gemilerin mi battı?”, “ felsefe yapma” “düşün düşün…………işin” vs.) bir toplumda yetişen insan profillerinin yarattığı sonuçları da sosyal medya sayesinde bolca görür hale geldik.
Kapitalist sisteminde tam istediği vahşi rekabeti düstur edinen, duyarsız, yüzeysel, sadece kendi çıkarını düşünen ve başarı için her yol mubah diyen insanlar maalesef çoğalmaktadır. Başkasının acılarına duyarsız kalıp empati kuramamış, “kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma” cümlesini hiç düşünmemişsistemin insanlarıyla dolu bir ortamda toplumsal barış, huzur ve mutluluk bir ütopya haline geliyor. Tüketim kültürü insanıda tüketiyor maalesef.
Tüm bunlara rağmen hakaret, küfür hariç özgürlükler önemlidir. Yasağın, sansürün olmaması gerekir. Sansür başladığı zaman nerede duracağı belli olmaz. Özgür düşüncenin gelişmesi için yasaklar olmamalı. Acemice yapılan eleştiriler, yorumlar zamanla gelişip daha düzeyli bir hale gelebilir. Yeter ki kötü niyet olmasın. Bu eleştirileri, yorumları, haberleri okuyan, değerlendiren kişilerinde iyi analist olması gerekmektedir. Bu da zamanla özgürlüklerle gelişir. Bunlar gelişene kadar çok çamlarda devrilecek sanırım ülkemizde. Şuursuzca yapılan haberler, eleştiriler, yorumlar, karalamalar her gün birilerinin, kurumların başına gelmektedir. Başkalarının acısından zevk almaktan, karanlık kişilik özelliklerinden, sadistlik, narsistlik ve psikopatlıktan kurtulmadıkça bize rahat yok. Kötü niyetli karalamalara, yalanlara, linçlere dur demedikçe Rus ruleti gibi merminin kimin kafasında patlayacağı belli olmayan bir hayatta, akıl tutulmasına maruz kalarak tehlike çemberinde yaşayacağız ve sadist zevk alacağız. Yarın kim kurban kim diye gözlerimiz Ortaçağdaki gibi “cadı” arayacak.Allah sonumuzu hayır eylesin.
Bu arada bu yazımla, Emeğin Serüveni dergisine yeni yayın hayatında başarılar dilerim. Bir boşluğu dolduracağını düşünmekteyim. Kalın sağlıcakla.