Dünya ‘Emekçi’ Kadınlar Günü

Erdem Yücel
1.034 views

Dünyanın bazı ülkelerinde hak, adalet, özgürlük ve eşitlik isteyen kadınlar her yıl 8 Mart’ta bir araya gelerek “Emekçi Kadınlar Gününü” kutluyorlar. Günümüzde sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, kutlu doğum haftası, öğretmenler günü başta olmak üzere özel günleri içeren pek çok kutlama yapılıyor. Oysa Emekçi Kadınlar Günü’nün hepsinden ayrı bir özelliği vardır. Atatürk “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” diyerek, kadının ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır.

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlamaya gerçekten hakkımız var mı diye kendimce düşünüyorum. Aklıma Yaşar Kemal’in bir sözü geliyor: Üstat ; ” Bu ülkede üç şey olmayacaksın; Kadın, ağaç ve hayvan… ” demiş ya. Gerçekten de çoğu ülkede kadınlar en çok acı çeken, aşağılanan, özgürlükleri kısıtlanan bireylerdir. Çıkar uğruna ağaçlar kesilir, hayvanlara ise olmadık eziyetler yapılır. 

Aslında kadın, uygar olabilmenin bir ölçüsüdür ve yaşamımızdaki yeri ise tartışmaya kapalıdır…

Dünya ülkeleri kadına, hakkı olan saygıyı gösterebiliyor mu?

Kuşkusuz bunda kadının kişiliğinin, gücünün büyük payı vardır. Herkesin bildiği meşhur bir söz vardır. “Hak verilmez, alınır.”  Çeşitli toplumlardaki ezilen emekçi kadınlar bu söze ne kadar uyuyorlar?

Tarih süreci içerisinde bunun olumlu veya olumsuz yönlerini açıkça görüyoruz. Toplumsal araştırmalar tüm ülkelerdeki kadınları iki ayrı grupta toplamıştır.   

Eğitimli, kendi ekonomik gücünü sağlamış, ayakları üzerinde durabilen, kişilikli kadınlar…

Ezilen, ikinci sınıf olarak nitelenen, erkeğin esiri olan kadınlar…

Ne acıdır ki ezilen kadınlardan bazıları çocukluklarını yaşamadan, bulûğa ermeden başları örtülüyor, çaresizce erkek üstünlüğü kabul ettirilerek evlere kapatılıyor. Beyinleri din adına hurafelerle doldurularak, dini siyasete alet edenlerin kucağına düşüyorlar.

Türkiye’de ise kadınlar, kadın haklarına Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk sayesinde kavuşmuştur. Aynı yıllarda Avrupa ülkelerinde kadınlar bazı haklarını henüz kazanamamışlardı. İslam ülkelerinde ise kadın haklarının sözü bile edilmiyordu. 1926 Medenî Kanunu ile birlikte aile ve toplum hayatında kadınlara tanınan haklara rağmen, günümüz kadınlarının bu haklarından yararlanıp yararlanamadıkları ise ayrı bir tartışma konusudur. Ülkemizde yazılı, görsel basında ve sosyal medyada öne çıkan haberlere baktığımızda;  cinayete kurban giden, sevmediği erkekle evlendirilen, erkeğin zulmü altında ezilen, dayak yiyen, hor görülen, aile bireyleri ile aynı sofraya oturtulmayan, üzerine kuma getirilen kadınların sayısının hiç de az olmadığını görüyoruz.

Toplumumuzda kadınlara olumsuz yönde bakışlar olmasına rağmen Emekçi Kadınlar Günü yine de coşkuyla kutlanıyor. Emekçi Kadınlar Günü’nde, hak, adalet özgürlük ve iş güvencesi arayan, bu uğurda can veren ve 8 Mart’ı Emekçi Kadınlar Günü yapan Amerikalı emekçi, cesur kadınları hatırlamamak büyük haksızlıktır.

Amerika’nın New York şehrinde 8 Mart 1887’de 40.000 civarındaki dokuma işçisi çalıştıkları tekstil atölyesinden daha iyi koşullar istemişler, istekleri kabul edilmeyince de greve gitmişlerdi. Kapitalist ve sömürü düzeni o günlerde de emeğe saygı göstermiyordu. Patronlardan yana olan güvenlik güçleri emekçilere acımasızca saldırmıştı. Atölyede yangın çıkmış, dışarı kaçmak isteyen emekçi kadınlar kapıların önünde sıkışmıştı. İçlerinden 129’u yaşamlarını yitirmişti. Bu olayın üzerinden iki yüzyıla yakın bir süre geçmesine rağmen haklarını arayanlara yapılan şiddetin, baskının hiçbir zaman önüne geçilememiştir.

Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg

New York’da acımasızca öldürülen emekçi kadınların cenaze törenine 10.000’i aşkın Amerikalı katılmıştır. Tarihte yaşanan acı olaylardan biri olan bu emekçi kadınların ölümü pek çok ülkede unutulmamıştır. Avrupa’da sosyalist düşüncenin ve emekçi hakkının ağırlık kazanmaya başladığı 26-27 Ağustos 1910’da Danimarka-Kopenhag da toplanan II. Enternasyonalin Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önde gelen kadınlarından Clara Zetkin, haklarını alabilmek için ölen kadın emekçilerinin hatırlanması için 8 Mart gününün Internationaler Frauentag (Dünya Emekçi Kadınlar Günü) olmasını teklif etmiş ve bu istek oy birliği ile kabul edilmiştir.

Türkiye’de “Emekçi Kadınlar Günü” ilk kez 8 Mart 1921’de kutlanmıştır. Ancak bu kutlama sonraki günlerin siyasi ortamı içerisinde bir süre kesintiye uğramıştır. Aradan geçen uzun bir süreden yani 1984 yılından sonra kadın örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak yeniden kutlanmaya başlamıştır.

Günümüzün Türkiye’sinde eğitimli veya eğitimsiz pek çok emekçi kadınımız vardır. Onlar yine de bulabildikleri işlerde çalışarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Aralarında taksi-otobüs şoförlüğü, balıkçılık, tornacılık, demir doğramacılığı, erkek kuaförlüğü, oto tamirciliği, aşçılık, garsonluk yapanlar olduğu gibi, güreşçi ve boksör olanlar da vardır. Onların dışında üniversite öğrenimi görerek öğretim üyeliği, yazarlık, hâkimlik, avukatlık, doktorluk, mühendislik, pilotluk yapanlar da bulunuyor. Kadın subaylara, astsubaylara ve polislik yapanlara değinmek istersek, bize ayrılan sayfalar az gelir.

Türkiye’de emekçi kadınları Ortadoğu ülkelerindekilerle karşılaştırırsak şanslı olduklarını görürüz. Oysa tarihteki Orta Asya Türk Toplumlarında kadınların önemli yerleri olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz.

Dünya emekçi kadınları anma gününü fırsat bilen kadın kuruşları veya bireysel olarak kadınlar kendilerine yönelik saldırıları, tacizleri ve cinayetleri topluma duyurabilmek için çeşitli eylemler yapmaktadırlar. Bu eylemlerinde “Bir kadın daha eksilmeyeceğiz”, “Erkek şiddetine, tacizine, tecavüze sessiz kalmayacağız” pankartlarıyla yürüyüşler yapmayı da gelenek hâline getirmişlerdir. En azından bu şekilde tepkilerini dile getirmektedirler.

Bir süre önce bir araştırma şirketinin yaptığı çalışma; Türk kadınının %71,9’unun mutsuz olduğunu ortaya koymuştur. Kadınların %44,7’si şiddet gördüğünü, evli olanların %42,7’si eşlerinin psikolojik tedavi görmesinin yerinde olacağını söylemişlerdir. Ayrıca %41’i kendilerinin arzuları dışında eşlerinin zorlamasıyla cinsel ilişkiye girdiklerini itiraf etmekten kaçınmamışlardır.

Kuşku yok ki kadınlar çocukluğunu, gençliğini, öğrenciliğini, olgunluğunu özgürce yaşamak istemektedir. Onların da sevmeye, sevilmeye, sayılmaya, gülmeye, kahkaha atmaya, okumaya, yazmaya, öğrenmeye, çalışmaya, işinde yükselmeye, kariyer sahibi olmaya, hepsinden öte cinselliğe de ihtiyaçları vardır. Onların bu insanca duygularına karşılık erkeklerin de kadınları dövmeye, hakaret etmeye, cinselliğine göz dikmeye, özgürlüklerini kısıtlamaya, taciz etmeye, canını almaya hakları yoktur.

Kadınlara karşı ilkel düşünceler besleyenler, onların çalışmalarına karşı çıkanlar evlerinde oturup hizmetçi gibi çalışmalarını, kocalarının eline bakmalarını, çocuk doğurmalarını isterler. Hepsinden öte de kadını cinsel bir araç olarak görürler.

Ne yazık ki Osmanlı toplumunda sarayda ve konaklarda yaşayan sultanlar dışında, kadın erkeğin kölesi, ikinci sınıf bir yaratık olarak kabul edilmişti. Sultan II. Mahmud döneminde ilk defa nüfus sayımı yapılmış ve o sayımda yalnızca erkeklerle hayvanlar sayılmış, kadının varlığı ise yok sayılmıştı!

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ile bu zihniyet yıkılmış, Atatürk devrimleriyle kadın, toplumda hakkı olan yeri almıştır.

Kadınlar hakkında ünlü düşünürler çok şey söylemişlerdir. Sanırım en güzel tanımı da yine Atatürk yapmıştır: “Türk kadını sen omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıksın…”