Gün oluyor kendi kendime düşünüyorum, bizim kuşaklar ne kadar çok olaya şahit olmuş diye. Küçük yaşlarda II. Dünya Savaşını, Demokrat Partinin iktidara gelişini, 6-7 Eylül olaylarını, 27 Mayıs darbesini, onu izleyen muhtıralar dönemini, iktidar karmaşasını,1980 darbesini ve sonrasını yaşamışız.
Bu yazımda 1978-1979 yıllarının çalkantılı siyasetinde, emekçi müzecilerin yaşadıklarını kendimden örnekler vererek sizlerle paylaşmak istiyorum.
O yıllarda ve sonrasında müzecilerin yaşadıklarından pek az söz edilmiştir. İnsanları bölme çabalarından, sağ sol ayrımından müzecilerde paylarını almışlardı. Müzeciler, aldıkları eğitimden ötürü kültürlü, aydın kişilerdir. Kısıtlı mali imkanlar içerisinde müzelerini seven, kendilerine emanet edilen kültür varlıklarıyla iç içe yaşayan bilimsel kişilerdir. Buna rağmen çoğunun başına çıkar ilişkilerine karşı koymalarından dolayı olmadık işler gelmiştir. Sürülenler, aile düzenleri bozulanlar, ekonomik sıkıntıya düşenler, hatta hayatını kaybedenler az değildir. Türkiye’nin karmaşık günler yaşadığı 1977-1978 yılları ve sonrasında sağ- sol bölünmesinden müzecilerde pay almışlardır. Bazıları sağcı bazıları da solcu diye suçlanmışlardır.
O yıllarda Türk ve İslam Eserleri Müzesi uzmanıyken yeni kurulan Divan Edebiyatı Müzesine (Galata Mevlevihanesi) müdür olarak sağ hükumet tarafından atanmıştım. Yeni müdür olmanın hevesi içerisinde dört elle işime odaklanmış, çağdaş müzecilik anlayışı içerisinde müzeye çeki düzen vermenin yanı sıra, sergiler ve kültürel konferanslar düzenlemeye başlamıştım. Basında da övgü dolu yazılar çıkmaya başlamıştı. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Genel Müdürü Çelik Gülersoy’dan da yardım alarak Bakanlığa yük olmadan çalışmalarımı sürdürüyordum. Türkiye’nin çalkantı yaşadığı o günlerde MC Hükumetleri sona ermiş, siyasi iktidar değişmiş ve Ahmet Taner Kışlalı Kültür Bakanı olmuştu.
Müzeciler kendisinden çok şeyler bekliyordu. Ne var ki beklenen olmamış, bakanlıkta üst yönetime asaleten veya vekaleten getirilenler haksız olarak müzecileri sağcı-solcu diye mimlemişlerdi. Bazı yöneticiler de müzecilerle kol kola girip her şeyi halledeceğiz diyorlardı. Sanki müzeler düşman işgali altındaydı! Ne gariptir ki bazı aklı evveller beni de sağcı diye listeye (!) almışlar. O yıllarda Bakanlığın izni doğrultusunda gazete ve dergilerde kültür ve sanat konularında yazılar yazıyordum. Kaldı ki, siyasi içerikli hiçbir yazım da yoktu.
O zamanlar kendilerini solcu entelektüel olarak tanımlayanlar, çekememezlik ve bilgisizliklerini gösterecek şekilde atamalar yapmaya başlamışlardı. Akıllarınca müzelerdeki sağcıları temizleyecek yerlerine solcuları getireceklerdi. Oysa müzeciler arasında öyle bir bölünme yoktu. Bu karmaşa içerisinde Divan Edebiyatı Müzesi Müdürlüğü’nden İzmit Müzesine Müdür Yardımcısı olarak atanmıştım. Genel Müdürlükte tanımadığım bazı çapsızlar beni müdürlükten almış, yardımcılığa getirmişlerdi. Müze Müdürlüğüne de adını solculuğa çıkardıkları rahmetli Kemal Can’ı atamışlardı. Akıllarınca sağcının başına solcu müdür getiriyorlardı. Rahmetli ile çabuk anlaştık, bizler ne sağcı ne de solcuyduk. Yalnızca müzeciydik.
O yıllarda nasıl sağcı olduğumu ben de merak ediyordum. Araştırdım ve öğrendim. Sağ gazetelerde yazıyordum ve anlaşılan ne yazdığım değil, nerede yazdığım önemliydi. İşin garibi aynı yıllarda Cumhuriyet’te de yazıyordum.
Kısacası bilgisizlik ve çekememezlik veya ne olduk biz duygusu öne çıkmıştı.
Bana yöneltilen suçlamalardan birisi de müzede sözde MHP amblemleri teşhir ediyormuşum. Beni atayanların zekalarına bakın ki bir devlet memuru siyasi bir partinin reklamını müzesinde yapacak! Meğer ithamları doğruymuş! Yeni hevesle atandığım Divan Edebiyat Müzesinde çağdaş müzeciliğin gereği açtığım sergilerden birisi “Fotoğraflarla Türk Evleri” konulu olup, sergiyi açan da Rölöve ve Anıtlar Müdürü Y.Mimar Hüsrev Tayla idi. Meğer Hüsrev Tayla’nın fotoğrafını çektiği bir evin üzerinde üç hilal varmış! Ne Hüsrev Tayla ne de ben o fotoğrafa mimari gözle baktığımızdan üç hilali görmemiştik. Fark etseydik o fotoğrafı koymazdık. Hüsrev Tayla’ya bunu sormadılar, kabak benim başıma patlamıştı.
İtham edildiğim diğer bir konu da parka giyiyor olmammış. Gerçekte doğruydu, o yıllarda moda olan parkayı kuzenim Yüzbaşı Ekmel Ergüvenç’in aracılığı ile ORKO’dan almıştım. Kısacası subayların giydiği bir parkaydı. Aradan zaman geçti pek hatırlamıyorum bir yığın ipe sapa gelmez zırvalarla suçlandım.
Bakan A.Taner Kışlalı’ya uzun bir mektup yazarak bana yapılan haksızlığı anlatmış, ancak yanıt alamamıştım. Yıllar sonra aynı gazetede karşılaştığımızda geçmişteki bu olayı kendisine sorduğumda aldığım cevap çok ilginçti. “Evet, sana haksızlık yaptılar, yönetime getirdiklerim beni yanılttılar.”
Bir süre sonra devran değişmiş, bizleri itham edenler görevden alındıklarında yakınmaya başlamışlar, birbirlerini suçlamışlardı.
Emekçi müzecilerin yazgısı değişmemiş bu kez MC hükumeti döneminde müfettişlik eğitimi almamış, Milli Eğitim’deki bazı öğretmenler Kültür Bakanlığı müfettişi olmuşlardı. Müze bilimden nasibini almamış, müzeleri tanımayan bu müfettişler bazen kendilerinin yaptıkları imzasız ihbarlarla müzeleri teftiş etmeye başlamışlardı. Özellikle yaz aylarında İstanbul’a gelirler, Emirgân’daki Şerifler Yalısı’nda ailecek kalırlar ve teftişleri bir türlü bitmezdi. Müze ve kütüphaneleri teftiş ederlerken bu yönde bilgileri olmadıkları çok açıktı. Biraz siyasi, biraz dinci ve biraz da kıskanç tutumlarıyla müzecilere büyük eziyet etmişlerdi. Bazılarına yersiz cezalar vermişler, bazılarını yerlerinden etmişlerdi. İşin garibi de mahkemeye verdikleri müzecilerin hepsi beraat etmişti.
Anadolu müzelerindeki müzeciler ise yerel siyasetçilerin yasalara uymayan isteklerine karşı çıktıklarından bu kez yerlerinden edilmişlerdi.
Hukuk, Mülkiye, Siyasal ve İktisat eğitimi almamış bu müfettişlerden önce müzecilik eğitimi almış Kamil Su, Süheyla Keskil, Cevat Bozkurtlar ve Kayhan Dörtlük gibi müzeci müfettişler vardı. Onların döneminde hiçbir zaman menfi olaylar yaşanmamıştı. Kısacası müzecilik çapsız insanların söz sahibi olmasıyla zor bir meslek halini almıştır. Müzeciler bilimsel kişilerdir, kültür varlıklarına gönülden bağlıdırlar. Sözün tam anlamıyla emekçidirler.
Bu yazımda müzelerine ve kültür varlıklarına emek veren müzecilerin neler yaşadıklarını, kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak birkaç örnekle anlatmaya çalıştım.