Che, dünyada yüzü en çok bilinen kişidir.
Takvimler 9 Ekim 1967’yi gösteriyordu ve o gün dünyanın en önemli devrimci önderi hayata gözlerini yumdu. Düşmanlarını büyük bir sevinç kapladı ama hesaplayamadıkları bir şey vardı. Che o gün yeniden doğdu ve milyonlarca insanın hayatına etki etti, etmeye de devam ediyor. Che, dünya halklarının emekçi ve yoksul kesimlerinin en büyük referans kaynaklarından sadece biridir. Dünyanın herhangi bir yerinde nerde haksızlığa karşı bir eylem varsa Che oradadır. Ve her zaman onu bayraklarda, posterlerde, tişörtlerin üzerinde ama en çok da insanların yüreklerinde görürüz. Onu anlatmaya sözcükler yetmez çünkü Che, sadece 20. yüzyılın değil 21.yüzyılın da en büyük efsanelerinden biridir.
Yıllarca Che’nin güçlü insanlık duygusu, karakteri, iradesi ve maddiyata olan ilgisizliği konuşuldu, yazıldı. Ancak Che, bütün bu bileşenlerin daha fazlasıdır. Eduardo Galeano Che’yi şöyle tanımlıyordu: “Herkes gibi kendini gözleriyle ele veriyordu, sanki yeni uyanmış gibi tertemiz bakışlarını hatırlıyorum. İnanan insanların baktığı gibi bakıyordu.” Galeano devamında şunu da ekliyordu, “O zafer için değil, insanlık onurunu korumak için mücadele ederek yaşadı.” Bu tanımlamayı okuduğum zaman uzunca bir süre üzerine düşündüm, ne kadar da doğru bir tanımdı. Bugün yaşadığımız hayatta, milyonlarca insana aşağılık gibi davranan bir kesime karşı başlatılmıştı bu savaş. Che, arkadaşı Alberto ile çıkmış olduğu Güney Amerika gezisinde o kadar çok şey ile karşılaştı ki, bunlar onu derinden etkiledi. İnsanların yaşadıkları yoksulluğu gördü, çaresizliği gördü. Kilisenin ne kadar gaddar bir kurum olduğunu gördü. Efendileri ve köleleri gördü, okuyamayan çocukları gördü, sömürülen madencilerle karşılaştı. Günü birlik karınlarını doyuran insanlar tanıdı. Karınlarını doyurabilmek için fuhuş batağına saplanan bir nesil gördü, uyuşturucu baronlarının elinde ölen gençleri gördü ve bütün bunların değiştirilmesi gerektiğine İnandı! Gerçekten inandı ve tereddüt etmeden harekete geçti. Önce Guetemala’da mücadele etti. Açık bir Washington darbesiyle halkçı iktidarın devrilmesine tanıklık etti. Aynı zamanda ülkede Cıa ve paramiliter çetelerin halkı katlettiğine şahit oldu ve oradan Meksika’ya geçti. Küba’nın kaderini değiştirecek adamlarla tanıştı.
Bu tanışmanın ilk gününde Fidel, Che’ye Küba’da yapacakları devrim planını anlattı ve Che’yi kendilerine katılması için Küba’ya davet etti. Bu daveti kendi sözleri ile aktaralım: “Fidel’le bütün gece sabaha kadar konuştuk. Son durağı Guetemala olan uzun Latin Amerika yolculuğu deneyimimden sonra bir diktatöre karşı yapılacak devrime katılmam için fazla ikna çabasına gerek yoktu.” Aslında bu sözünü şöyle tamamlar, bir röportajında Gazeteci Lisa Howard: Bir devrimcinin sahip olduğu en önemli özellik nedir? Diye sorar. Che yanıtlar: AŞK. Bu yanıt çok şaşırtmış olmalı ki tekrar etmekten kendini alamaz genç kadın. Aşk? İNSANLIK AŞKI, DOĞRULUK VE ADALET AŞKI. Bunları taşımıyorsa benliğinde, gerçek bir devrimci değildir o. İşte bütün bunları benliğinde taşıyan bir insan, ikna olmak için ekstrem bir çabaya ihtiyaç duymuyor. Bugün, günümüz dünyasında kaçımız bu aşk ile yaşıyor büyük bir soru işareti. Onun insancıl karakteri Küba Devriminde bir bütünlük buluyor. Arjantin doğumlu bir devrimci enternasyonal bir tavır sergileyerek, yüzlerini dahi görmediği ve hiç tanımadığı bir halk için yola çıkıyor.
Fidel, Che ile ilgili yüzlerce anı anlatır beni en etkileyen anısı şudur: ‘’Neredeyse her hafta Popocatépetl’ in (orta Meksika’nın ikiz volkanları olarak adlandırılan volkanlarından biri) tepesine tırmanmaya çalışırdı, yanına alet edevatını alıp. Orası çok yüksek bir dağdır, neredeyse bütün yıl karla kaplıdır. Bunun için muazzam çaba sarf ederdi ve hiçbir zaman zirveye ulaşamadı. Astımı her zaman bunu başarmasına mâni oldu ama her hafta denemekten de bıkmadı. Bu handikabına rağmen, volkana tırmanmak için kahramanca bir çaba gösteriyordu.’’ Che gerçek bir ‘karakter’, mücadeleci, sevdiği şeylere ulaşamayınca bırakmıyor, denemekten vazgeçmiyor. Gutemala’da yaşadığı acı şeylerden sonra köşesine çekilmedi, inandığı şeyler uğruna dövüşmeye devam etti ve tabii hayallerinin peşinden koşmaya da. Onları zaman zaman gerçekleştirdi ve o uğurda canını verdi İnandığı şeyler için çocuklarından, eşinden ve Küba’dan vazgeçti çünkü bu yolculuğa çıkmadan önce Meksika’da daha ilk görüşmede Fidel’e dediği gibi Küba’da devrimi yaptıktan sonra Latin Amerika’nın diğer bölgelerinde de devrim yapma isteğini dile getirmişti.
Che, Küba’nın tek başına yeni bir insan yaratması gerekliliğine inanıyordu. Öncelikli arzusu insanlar arasında devrimci bir bilinç geliştirilmesiydi. Bireysellik ortadan kaldırılmalı, dayanışma bencilliğin yerini almalıydı. Yaratacağımız yeni insan ne 19.yüzyıldan kalma olmalı, ne de kendi çürümüş ve kokuşmuş yüzyılımızın ürünü olmalıydı. Yaratmamız gereken, 21.yüzyılın insanıdır. Che, Gerçek anlamda bir önderdi. Hem gerilla savaşı sırasında hem de savaştan sonra Küba’da yeni bir düzen kurulurken, tam anlamıyla örnek bir kişilikti. Kendi yapamayacağını düşündüğü şeyi başkasından hiç istemedi. Che adil biriydi, güçlü bir adalet duygusuna sahipti. Latin Amerika kıtasının sömürülenleri ve mazlumlarının davasından başka dava, çıkarından başka çıkar gözetmedi ve onları savunurken kahramanca öldü. Tek bir geri adım atmadan dimdik durdu düşmanlarının karşısında. Barrientos’un subaylarından biri elleri bağlı, ayağından vurulmuş durumda olan Che’ye hakaret edip sakalını yolmaya çalıştığı sırada, yüzüne çok sağlam bir tükürük yer çünkü karşısındaki kişi korkak biri değildir. Yakalanınca kimileri gibi teslimiyet sözlerini ondan duyamazsınız. Yoldaşlarını ele vermez, eli bağlıda olsa düşmanına boyun eğmez, yapabileceği ne varsa onu yapar gerçek anlamda bir önderdir.
Onun büyük hayalleri, hayatını cömertçe verme istekliğine bağlıydı. Onun gözünde hiçbir şey imkânsız değildi ve imkansızı mümkün kılma yeteneğine sahipti.
Che konusunda Fidel sürekli eleştirildi. Yalan haberlerle yıpratılmaya çalışıldı. Ölümünden Castro sorumlu tutulmaya çalışıldı. Bazı sol liberaller bu palavraların peşine takılıp Fidel’e cephe aldılar, oysaki Castro, Che’nin Bolivya sürecinde en büyük destekçisi oldu. Yoldaşının yanına en güvendiği isimleri verdi ve hep onun yanında oldu. Che’nin mezarının yeri tam bir bilinmezlik içindeydi. Fidel tam 30 yıl boyunca yoldaşının cansız bedenini aramaktan bir gün bile vazgeçmedi. Küba devletinin olanaklarıyla Bolivya milim milim arandı. 30 sene sonra cansız bedeni hava alanı pistinde bulunmuş ve kesin teşhis konduktan sonra Küba’nın Santa Clara şehrine getirilmiştir.
Che için ne yazarsak yazalım eksik kalır. Adına yüzlerce kitap binlerce makale yazıldı. Dünyanın her yerinde onu görebiliriz. Evlerde, iş yerlerinde, alanlarda… Onu büyük yapan şey ise tam olarak takınmış olduğu enternasyonal ruhtur ve bu ruhu taşımak o kadar da kolay değildir.
Che her zaman şovenizmle savaşılması gerektiğine, zira şovenizmin gerici, aptalca ve kısır bir düşünceyi temsil ettiğine inanıyordu.
Üç kıtaya mesajında şunları söylüyordu; Gerçek bir proleter enternasyonalizmi geliştirelim. Altında vuruştuğumuz bayrağı insanlığın kutsal kurtuluş davasının bayrağı yapalım. Böylece Vietnam’ın, Venezüella’nın, Guatemala’nın, Laos’un, Gine’nin, Kolombiya’nın, Bolivya’nın… Renkleri altında ölmek, bir Latin Amerikalı, bir Asyalı, bir Afrikalı ve hatta Avrupalı için aynı derecede gurur verici ve arzu edilir olacaktır.
Bu mesajı tekrar tekrar okumakta fayda var. Bugün dünya halklarının kapitalizmin altında inim inim inlemesine tanık oluyoruz. Bu köhne düzenin yıkılıp yerine insanca bir düzen kurabilmemiz için enternasyonal bir tavır şart. Bizlere bıraktığın miras ve öğrettiğin her şey için teşekkürler dostum CHE…
Kaynaklar:
Che’li Anılar: Fidel Castro
Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri: Eduardo Galeano
Che’nin Ardından Yazılanlar