Dergiyi ilk konuşmaya başladığımız zamanları hatırlıyorum da sanırım birçok kişi dergiyi ölü doğacak bir çocuk olarak düşündü.
Olabilirdi de…
Türkiye’de birçok “şey” gibi iyi niyetler ve fedakârlıklarla üretilen dergiler de kısa ömürlü olabiliyor. Buna şaşırmamak lazım. Okur kitlesinin son derece yetersiz olduğu bir toplumda sen tutmuşsun Tarih, Felsefe, Bilim gibi konularda yazılar, sosyal fikirler sunuyorsun. Derginin yaşaması ve ayakta kalması için mücadele ettiğin gibi sisteme karşı fikirlerini de cesurca söyleyebiliyorsun. Zor şeyler bunlar fakat doğruyu ve güzeli söylemenin bir bedeli varsa bu zaten göze alınmıştır.
Cep telefonları, oyunlar, maçlar, kumar oyunları kapitalizm için hem bir kar etme aracı hem de bir uyku ilacıdır. Günümüz iletişim çağı ama ne acıdır ki korkunç bir iletişimsizlik yaşıyoruz. Küçücük çocukların ellerine tutuşturulan tabletler, telefonlar bu iletişimsizliği körüklüyor. Geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımız ne yazık ki bedensel olarak büyüseler de hipnotize edilmiş çocuklar olarak yaşamlarını sürdürecekler.
Belki bunun için dijital dergicilik önemli…
Tiraj olarak çok yüksek olmayan basılı bir dergiyi dağıtamadığın bir sisteme esir olmaktansa, bireylerin kolayca ulaşabildiği bir mecrada, dijital platformda olmak daha önemli. İnsanlar elinden telefonu bırakmıyorsa sen onun sayfalarında önüne çıkmalısın.
Neticede bu dergimiz ölü doğmadı. Yazarlar düşünceleri ve yazılarıyla dergiyi sarıp sarmaladı. Okur dergisini sahiplendi çünkü kendini, geçmişi, bugünü ve yarını anlatan, umudu olan yazılardı okudukları.
Tokşen kardeşimiz hayallerinin daha güzel olması için elinden gelen ve yapılması gereken ne varsa yaptı.
Teknik ve editör arkadaşlar ayrıca teşekkürü hakkediyorlar. En basitinden en zoruna hepsi emek ister emeklerine sağlık.
Sanıyorum birçok insan dergiyi çok sert muhalif bulmuyordur, olabilir. Tarım sert rüzgarlarda yapılmaz, Öğreticilik de öyle. Anlatmak, anlatıcının her sözcüğünün karşıdan algılanmasını ve özümsenmesini istemek değildir. Sadece sert fikirlerin tartışılması ya da yazılması okurda algı eksikliği ve ilgisizliği yaratacaktır.
Kimseye dergiciliğin nasıl yapılması gerektiğini anlatacak değilim. Yazılanı okutmak için okurun “Birey” kimliğini hatırlatmak gerekiyor. Biz hem okuru kazanmak için çaba gösteriyoruz hem de okurun kendini fark etmesini, kendine “ben” kimim sorusunu sormasını, etrafındaki yaşam diyalektiğinin mikro yaşamdan makro yaşama kat edilen yolu yürümesini istiyoruz. Bunun için yüz yılların karanlığına kafa tutmasını ve aydınlık berrak bir düşünceyle hayatı yorumlamasını kendine bırakıyoruz.
Bizim işimiz, hayatın içinde farklılıkların olduğunu, tek düze doğruların olmadığını, bu labirentte kendi koşullarında kendini bulma olasılığını sunmak olmalı.
Umarım umut dolu
yarınlara, “kendi” olarak yolculuk eden okurlarla bu “serüven” devam edecek.