Şah damarım delice şelale gibi akmakta
Çeperinde kırıklar ha çatladı ha çatlayacak
Nefesim anafor girdabında
İnce şimşekler çakar ellerimden
Bir ülke böylemi ağlar evlatlarına
Analar düşmüş mayın tarlasına
Suyu içilmez olmuş Dicle’nin
Fırat ağıt tutar yılın on iki ayı
Marallar çamura döner yarasını
Bahar unutur sevdasını
Rahime tohum düşmez
Çoğalmaz bebelerin ellerinde ninniler
Bir ülke böylemi ağlar evlatlarına…
Hayati UÇAR
“Mayıs ayların gülüdür”
Türkiye’de Mayıs, mücadele ve hüzün ayıdır.
Mayıs ayının ilk günü yani 1 Mayıs, direnç ve katliam günüdür. 1856 da Avustralya’da taş ve maden işçileri 8 saatlik iş günü için yürüyüş yaptılar. 1886 yılında Amerika’da işçi sendikaları konfederasyonu 8 saatlik iş günü için iş bıraktı ve bu olaylardan sonra “Haymarket” olayı gerçekleşti. Öldürülen 4 işçi için Haymarket alanında bir miting düzenlendi. Bu mitingde nereden geldiği belli olmayan bir bomba patladı. Patlamada 7 polis öldü 69 kişi yaralandı. Sonrasında bu olaydan dolayı 6 kişi idama mahkûm edildi. Beş kişi asıldı bir kişi asılmadan bir gün önce intihar etti.
Birleşen işçi sınıfı siyah, beyaz işçiler olarak ilk defa birleşip sınıf saflarını belirliyor, birlikte mücadele için Emperyalizmin kalesinde yolları parkları fabrikaları işgal ediyorlardı.
Tüm bu dayanışma ve mücadele neticesinde, 1889 yılında 2. Enternasyonal toplantısında bir Fransız delegenin önergesiyle, 1 Mayıs’ın tüm dünyada birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verildi.
1968 Mayıs’ında Fransa da başlayan öğrenci hareketleri ve genel grev, toplumda karşılığını bulduğu gibi dünya öğrenci hareketlerini de derinden etkilemişti. Sorgulayan, hesap soran, iktidarlara meydan okuyan bir gençlikti bu. Anti Amerikancı ve antiemperyalist bu gençlik, Türkiye’ye gelen 6. Filodaki Amerikalıları sokaklarda kovalayarak denize dökmüştü.
Haziran 1968: Boykot, işgal, öğrenci hareketinin tarihiydi. Anti Emperyalist direniş tarihi…
Türkiye de ilk 1 Mayıs, 1912 de kutlandı. 1923 yılında da 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak ilan edildi. Ardından çok geçmeden 1924 yılında da yasaklandı. 1977 yılında kimsenin unutamadığı kanlı 1 Mayıs yaşandı. 500 bin kişinin katıldığı 1 Mayıs’ta bayram alanında bulunan insanlara ateş açıldı ve göstericilerin 34’ü hayatını kaybetti. Intercontinental Oteline gelen 4 Amerikalı, sular idaresi binasının çatısında uzun menzilli silahlı adamlar, beyaz Toros marka aracın içinden telsiz konuşmaları, silah sesleri, kargaşa, ezilen insanlar, kurşunla vurulanlar ve gözaltına alınan 456 kişi…
Mayıs ayı her zaman bu korkuyu hatırlatır burjuvaziye. İşçi sınıfının birleşik gücünün korkusunu. Sınıf korkusu başka hiçbir korkuya benzemez. 1 Mayıs’ın yasaklanması böyle bir gücün varlığını inkâr etmek değil, işçilerin böyle bir gücün kendilerinde olduğunu fark etmelerini önlemek içindir.
Mayıs ayı kanlı başlamıştı. Kanla yazılmaya devam edecekti. Mayıs ayı bir anlamda Türkiye tarihinin direnenlerine kurulmuş bir tuzaktı. Unutulmayacaktı.
Tarih yaprakları 12 Mart’ı gösterirken 1971 muhtırası sonrası Sinan Cemgil ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu Örgütünü kurar. Elbistan civarında Nurhak Dağlarına çıkarlar. Alpaslan Erdoğan, Kadir Manga ve Sinan Cemgil 16 Mart 1971’de Malatya Kürecik’teki Amerikan radar üssünü tahrip etmeye giden Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’na (THKO) bağlı gruptandır. 31 Mayıs 1971’de Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesine bağlı İnekli Köyü civarında mola verdikleri sırada jandarma birlikleri tarafından kuşatılır ve teslim olmayıp birliklerle çatışmaya girerler.
Civardaki köylülerce eşkıya zannedilerek ihbar edilen gruptan Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan çatışma sırasında öldürülür. Mustafa Yalçıner ağır yaralanır. Hacı Tonak ise kaçamayarak yakalanır. Sinan Kadir ve Alpaslan’ı yaralı olarak yakalayan askerler infaz emri almışlardır, yaralı bedenlerinin her birine 50’den fazla kurşun sıkılmıştır.
Nazife Cemgil oğlunun na’şının başında köylülere şu konuşmayı yapmıştır: “Bu oğlum Sinan. Bunlar da onun arkadaşları (Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan), kardeşleri. Onlar da oğullarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar”
Mayıs’a gelebilmek için 30 marttan geçmemiz gerekiyor. THKPC nin kurucusu Mahir Çayan ve arkadaşları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idamlarını durdurmak için 3 İngiliz’i kaçırarak rehin alırlar. Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde askerle çatışırlar. Çatışma sonunda Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldürülür.
Ertuğrul Kürkçü sağ olarak yakalanır.
Naciye Çayan
“Evlatlarım…
Dün Kızıldere’de oğlum, dokuz arkadaşıyla Türkiye devrimi için kanının son damlasına kadar savaşarak öldü. Ama bugün binlerce Mahir’in yaşadığını görüyorum. Onun yolunda yürüyen sizler, benim de çocuklarım, Mahirlerimsiniz. Oğlum bir kere öldü ama arkasında binlerce Mahir yaşıyor. Ve yaşayarak, devrim mücadelesini onun yolundan yürüyerek başarıya ulaştıracaktır. O, her şeyini devrime adamıştı. Ben kendisine ‘Oğlum çalış’ dediğimde, ‘Ben kendim için değil, halkım için çalışıyorum. Sadece ben değil, benim gibi binlerce kişi de devrim için çalışıyor’ derdi.
Ben, bütün devrimcileri çok seviyorum. Bir oğlum öldü, binlerce evladım yaşıyor. Devrim mücadelesinde ölenlerin analarına, babalarına ne mutlu. Ben görmesem de ölsem de devrim mutlaka başarıya ulaşacaktır. Mahir gibi oğlum olduğu için iftihar ediyorum. Bugün bilmediğim, tanımadığım, görmediğim binlerce Mahir’im var. Onlarla da iftihar ediyorum. Yeni yeni Mahir’ler doğuracak analar, bir değil binlercesini. Ve onlar faşizme karşı mücadele ederek devrimi yapacaktır.
Mahir’in yolunda yürüyerek devrim için savaşanlara mücadelelerinde başarılar dilerim.”
Anneniz
Naciye Çayan
Mahir yaraları iyileştikten sonra yazdığı şiir.
Bu Adam Kurşunların Değil Kahredici Okların Hedefi
“Vedat, Taylan, Battal, Mehmet, Necmi…
Devrim için öldüler…”
Yürüyoruz başkentin sokaklarında,
Önde gidiyor devrim şehidi.
Hep beraber söylüyoruz bu marşı, tek bir adam söylemiyor.
O marşta yaşıyor, marşı söyleyenlerden birisi
Kendi sırasının yakın olduğunu bilen birisi
Marştaki şehitler listesine, şeref listesine
Kendi adını sokuyor, sessiz ve mahcupça.
Ve sırası geldi, sırasını bekleyen o neferin
Ama öyle mi gelecekti sırası?
Oysa neler kurmuştu neler…
Erkekçe vurulacaktı kalbinden
“Yaşasın THKP” olacaktı son sözü
Bu fırsat geçti eline
Ama kahpe kader o kadarını bile çok gördü.
Olmadı olmadı…
O diye yoldaşını delik deşik ettiler.
Kahpenin kurşunu
Ceketini, pantolonunu delik deşik etti
Ama kalbini delemedi.
Ve o kendisini vurdu.
Talih ne gezer bu adamda,
Tetiğini kaldırmayı unuttu, unutmaz olasıca.
Tabancası sarsıldı, kurşun hedefinin altına girdi.
O cezasını çekiyordu, ezeli derdi unutkanlığının ve solaklığının.
Oligarşinin hastahanesi, mapushanesi…
Karanın siyahın her tonu…
Paspal kurbağa Ganzales
Ve ünlü kement atıcı şefkat Kakomço.
Oportünizm atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
“Bölücü, kariyerist, pasifist” diye.
Oligarşinin gazeteleri atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
“Teslim oldu” diye.
Vuruştu, yine teslim oldu denildi, konuşmadı.
İşkence altındaki arkadaşının bölük pörçük ifadelerini topladılar, tek bir ifade yaptılar.
Ve konuştu diye ilan etti paspal kurbağa Gonzales.
Bu adamın kaderi bu.
Bu adam kurşunların değil kahredici okların hedefi.
Açık vermişti bir kere
Neden korktuğunu hissettirmişti düşmana.
Anlamıştı düşman,
‘Bu adam işkenceden, kurşundan değil,
Zehirli oktan korkar.’
Üzülme aslanım, hatırla bak, ne diyor usta:
“Düşman bize ne kadar çok ok atarsa, biz o kadar doğru yoldayız.”
Varsın bütün oklar üstüne yağsın.
Devrimcilerin gözleri kör kulağı sağır değil.
Biliyorum seni bu oklar yaralıyor.
Bak ne diyor usta:
“Unutma ki devrim şehidi sadece kurşunla olmaz,
Şefkat Kakamço’nun kementleri de şehit eder adamı
Mahir Çayan, Türkiye devrim tarihine idamları ile iz bırakmış onurlu mücadeleleriyle gelecek nesilleri etkilemiş halkın sahip çıktığı ve doğan çocuklarına onların isimlerini vererek onurlandırdığı bir tarihtir. 6 Mayıs 1972 idamlarında bulunan avukatları Halit Çelenk idam gecelerinde Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in darağacında bile direnişini anlatır.
Can Yücel’in dediği gibi;
” En sekmez lüverin namlusudan fırlayarak, En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi”
6 Mayıs’ta THKO gerillalarından Deniz Gezmiş arkadaşlarıyla buluşmak için Nurhaklara giderken Sivas’ın Şarkışla ilçesinde yakalanır. Yusuf Aslan da Şarkışla’da çatışma sonrası mesanesinden vurularak yakalanır. Hüseyin İnan Kayseri Pınarbaşı’ da bir arkadaşıyla gözaltına alınır.
Deniz, Yusuf, Hüseyin 1 nolu askeri mahkeme tarafından idama mahkûm edilir. Mayıs ayı yine kurban ister sanki 6 Mayıs sabahında idam edilirler.
“Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam
Darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece
Kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi
Sunmayacak mıyım
İnsanlara?
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim
İnsanlara?”
Deniz Gezmiş
Dersim dağlarında Denizlerden 12 gün sonra mevsim hala bahar doğa taze kekik kokuları içinde yeniden doğumlara hazırlanırken, TKP/ML TİKKO kurucusu İbrahim Kaypakkaya “ibo” Dersim Çemişgezek Vartinik köyü civarında askerle çatışmaya girer, yaralanır. Ali Haydar yıldız arkadaşlarını korumak isterken vurulur. İbo iki gün yaralı şekilde ormanda saklanır bir çobandan yardım ister çoban bir öğretmenin evine götürür fakat Ögretmen jandarma ya ihbar eder. Diyarbakır zindanlarında yaralı ayağı kesilir ve ağır işkencelere rağmen hiçbir arkadaşının adını vermez.
16 Mayıs’da hücresinden çıkartırlar ve bir daha geri gelmez. Babasına bir çuval içinde parçalara ayrılmış bir şekilde teslim edilir. Nasıl Sinanlar, Denizler, Mahirler öldürüldüyse İbrahim Kaypakkkaya’da da bir burjuva adalet anlayışıyla katledilecekti, öyle de oldu.
Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor.
Belki biz olmayacağız ama
Bu çelik aldığı suyu unutmayacaktır.”
İbrahim Kaypakkaya
Türkiye’de devleti yönetenler, devrimci önderleri ortadan kaldırılırsa bu mücadelenin biteceğine inandılar oysa bir haşhaş başağı gibi kırıldıkların da binlerce tohuma dönüştüler. Her birinin ayak izlerini bu zamana taşıdıklarını görebiliyoruz. İnsanlar ölümlüdür oysa zamanı gelmiş bir fikre asla kurşun işlemez.
1980 darbesine 4 ay var. Çorum da Maraş katliamı benzeri planlar yapılıyor. 28 Mayıs Çarşamba günü, Çorum’un en işlek caddesinde ve çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan gruplar, “kanımız aksa da zafer İslam’ın, Kana kan, intikam” sloganlarıyla yürüyüşe geçmişlerdir. Yürüyüş korteji, kısa süre sonra saldırıya dönüşür. Cadde üzerinde bulunan solculara ve Alevilere ait iş yerleri tahrip edilmeye, yakılmaya başlanır. 29 Mayıs günü cadde ve sokaklarda yürüyüşler “Kana kan, intikam” sloganlarıyla sürmüştür. İş yerlerinin yağmalanmasına, tahrip edilmesine ve yakılmasına devam edilmiştir.
Mayıs’ta başlayan olaylar Haziran’a kadar sürer. Bu kez sol guruplar Maraş katliamında olduğu gibi hazırlıksız değildirler. Yan yana gelemeyen sol hareketler o gün aynı karar altında beraber hareket etmekteydiler. Alevi halkı ile kentin birçok bölgesinde barikatlar kuruyorlar, faşizme karşı savunma mevzileri oluşturuyorlardı. Bu olaylar Çorum’da 65 kişinin can vermesine neden olmuştu.