Şöyle bir düşünün! Elle tutulmayan, mantıkla izah edilemeyen, sadece bir toplumun yaşadığı değil farklı kültürleri de derinden etkileyen bir his AŞK!
Tüm kültürlerde, fikir birliğine varılamasa da çok derin ve çok fazlaca kelime sarf edilen bir konudur AŞK.
Tarihte savaşlar başlatan, ( Turuva ) ülkeleri işgal eden (Kleopatra) ve dünyanın 7 harikasından birini (Taç Mahal) yaptıran, delice tutkulu bir duygudur AŞK.
İlk önce AŞK nedir diye bir düşünsek, âşık olanların yaptığı bir şey değil ama biz anlamak adına düşünmeliyiz.
Etrafınızdaki insanlara aşk nedir derseniz hiç kimse bir şey anlatamayacak, duracak, düşünecek ya bilindik masallardan örnekler verecek ya da kendince yaşanmış bir anıyı size aşk diye anlatmaya başlayacak.(Denenmiştir)
Biz konuya girelim o zaman: AŞK
Aşk’ı şairler icat etti
Yaşadıklarından değil
Yaşamak istediklerinden.
İcat ettiler,
Hiçbir şeye benzemesin diye
İlk defa yaşanıyormuş gibi
İlk heyecanla tanışma
Keşfedilen kalp atımı
Tanrısal bir anlam
Saraylar çöller ve sefalet
Ölümüne bir tutku
Varlığının kaybolan anlamı
Yokluğun nedir ki?
Ben sende kaybolmuşum dizeleri
Yazmak için
Aşk’ı icat ettiler.
İşbirlikçi şairler, yazarlar, ozanlar
Hayati Uçar
Aşkı şairler, ozanlar, yazarlar, müzisyenler, edebiyatçılar hep birlikte keşfettiler. Her kültür kendi aşkını buldu, kendi edebi yapıtlarında ve şarkılarında kullandı. İngiliz toplumu yani William Shakespeare dünyaya Romeo ve Juliet adında iki âşık hediye etti. Arap toplumunda en büyük âşıklar Leyla ile Mecnun. Azerbaycan toprakları Kerem ile Aslı’yı, Hint toprakları Mümtaz Mahal’a Cihan şah tarafından adanan Taç Mahal’i aşkla gördü. Kürtler de Mem ile Zin gibi âşıklar, Anadolu topraklarında Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı masalları hala dolaşmaktadır.
Daha bunu birçok kültürle çoğaltabiliriz fakat konumuz bütün bu âşıkları tanıtırken ortak yönlerine bakıp, etkilerini nasıl yüz yıllar boyunca sürdürebildiklerini anlayabilmektir.
Bütün trajedi şöyle başlıyor; iki kişi bir birini fark ediyor, buraya kadar iyi fakat konu ilerledikçe bu ilişkinin imkânsızlığı çıkıyor ortaya. Düşman aileler, imkânsız istekler ve kavuşmak için verilen mücadele. Kavuşmak ne kadar imkânsız olursa aşklarda o kadar büyük oluyor.
Buradaki ilk mücadele ailelere karşı verilir, ikincisi ise kavuşmak için kendi oyunlarının olması ( Juliet zehir içer Romeo öldüğünü sanır) gibi.
Sonuç hep ölüm, bu genel bir durumdur. Zaten yazar bir aşk yazacaksa tadımlık mutlu bir örgü kullansa da mutlu bir sonla bitiremez, trajedi, kavga, entrika olmalı ve buna göre bir son olmalıdır. Dedim ya aşkı şairler, öykücüler, senaristler ve romancılar yazar. Çünkü duyguları anlatırken bir aşkta kullanılabilecek en güçlü kelimeleri kullanmaktan çekinmezler. Onların kaleminde ucu bucağı olmayan bir deryadır artık aşk, sonsuz yeşil ovalar, çölde bir vahaya düşen ay ışığı… Güçlü kelimeler böyle duyguların gerçekten var olacağını ifade eder. Buna benzer duygular yaşadığını sanan her genç (aşk bu yaşlara aittir sonra mantık devreye girer) aşk yaşadığını sanır. Geçmişte yaşanmış büyük aşklara ya da izlenilmiş, herhangi bir yerde etkisinde kalınmış aşklara benzemesini isterler yaşadıklarının. Kavuşmak ne kadar imkânsızsa o kadar çok bağlanılır. Hele hiç kavuşulmadıysa, aşığını bir başka kente yolladılarsa kavuşmanın imkânı kalmadıysa o aşk hayatının sonuna kadar unutulmayacaktır.
Peki, bu kadar çok sevdiler ve kavuştularsa ne olur?
“Ömür boyu mutlu oldular” sözü masallardadır.
Evlilik iki kişinin evlenmesi değildir, Ortadoğu’da evlilik ailelerin evliliğidir. Güney Doğuda aşiretlerin evliliğidir.
Sevilen kişiler kavuştu mu ne olur?
İlk sorunlar aileler arasında başlar. Ev, ev eşyaları, borçlar. Bu arada karakter uzantılarının karşılıklı ortaya çıktığını görürüz. (Sevgileri için mücadele ettikleri için kendilerini ihmal etmişlerdir)
Büyük aşkların evlendiklerini düşünelim.
Şişko bakımsız bir adam kapıdan girer, bir eli belinde saçları dağınık,
-“Neredeydin gecenin bu saatine kadar Romeo leş gibi içki kokuyorsun”
Bir yandan juliet’in kucağında bir bebek yerde oynayan iki kız çocuğu birbirlerini çekiştiriyorlar,
-“Her gece aynı soru, nereden olacak meyhaneden geliyorum yemek hazır mı?”
-“Al zıkkımın pekini ye!”
(Bu sahne bir tiyatro eseri olan Çalı Süpürgesi Juliet sahnesinden alınmıştır.)
Kerem kapıdan girecekken Aslı seslenir!
-“Çamurlu ayaklarınla kaç kere dedim içeri girme diye daha yeni temizledim”
-“Her gelişimde aynı sorun saraydan birisiyle evlenseydin keşke ben su kanalında çalışıyorum biliyorsun.”
-“Mecnun Allah belanı versin yine her tarafı kum yapmışsın eve girmeden önce paçalarını bir silkelesen ölürsün sanki ne işin varsa o çöllerde hala gidiyorsun, yoksa yeni birimi var”
-“Benim işim kervanlara yol göstermek tabii ki çöle gideceğim bu ev nasıl dönüyor bilmiyor musun?”
-” O kervanlarda neler dönüyor bilmediğimi sanma birçok kadın serinlemek için vahaya geliyor.”
Yani insanlığın ilk zamanlarından beri kadının kıskançlığı bütün evliliklerde büyük sorundur.
Çağımızda değişen aşk kavramı sadece içi boş bir kelimeden ibaret. Yaşanan bir bakışma, adı aşk, süre üç gün sonra bir başka aşk adını koyduğu ilişki. Dijital çağda pornografik ilişkiler genç kızlarımız ve erkeklerimize tüketim hâlinde empoze edildiği için her ilişki onlar için aynı kavramda. Sistem, çocuklarımızın büyüme stratejisinde başına buyruk değil kendi tüketim toplumunun bireylerini yaratıyor, eğitim sistemi her çocuğun prototip şeklinde tek tip halinde gelişmesini istiyor. Bu yüzden okullarda kızlar birbirini taklit ederek (burada duygularda dâhil) kompleksli, özgüvensiz büyüyorlar. Erkek çocukları mafya özentisi ile birlikte sokakta çatışma yapamayacağından oyunlarda kendini ifade ediyorlar. Sevgi kelimesi ağızlarında şeker gibi eriyip giden anlamını bulamamış bir duygudan başka bir şey değil. Gençler tanrıya da aşka da inanıyorlar, oysa onlar için yok hükmünde içi boş sözcüklerdir bunlar.
Birini sevmek klâsik bir deyim olacak ama emekle başlar diyeceğim, bu doğrudur. Tanımak isteği ve çabası emek ister, kişilik analizi kazanma stratejisi emek ister, kazanmak yetmez daimi kalması için yapacağın yatırım emek ister. Bu bir temel olsa da ilişkilerin yaşaması için sevgi yeterli bir kavram değildir. Bugün hissettiklerin yarın değişebilir. (ki bu çağımızda siber hızla olan bir şeydir.) Koşulların değişimi, isteklere daha kolay erişim (evliliklerde ki seks) sürekli monoton davranışlar, sahiplenme, doyum ve bıkkınlığı da bir arada getirecektir.
Evlilik kurum olarak yanlış bir yapıdır, özgürlüğün olmadığı bir ortam nefessiz yaşamakla eş anlamdadır.
Yani evliliklerde suçlu aramak kadar saçma bir şey yoktur. Çamura girmiş iki kişi karşısındakini sen çamurlu ve kirlisin diye suçluyor, bunu bile göremeyen kişiler boşanmalar da kendi çıkarlarını korumaya çalışarak kendini haklı görerek bir başkasının hayatını mahvetmeye gidiyor.( Boşanmalar da sorulmayan tek soru ben bu ilişkide nasıl bir hata yaptım, doğru neydi acaba sorusudur.)
Burada fark yaratmak istiyorsanız, sizi istemiş ve sevmiş birisine dünyanızı açıyorsanız o kişiye sevgisi için saygı göstermelisiniz, sizi önemsemesi zayıflık değil güçlülüktür. Fakat o kişiyi tanıyın çünkü her sevgi sağlıklı olmayabilir. Ülkemizde kadın cinayetlerine bakarsanız sağlıklı sevginin nadir bir şey olduğunu anlarsınız. Kıskanmanın normal olduğunu düşünen kıskançlık ve sevginin aynı potada eritildiği bir sevgi anlayışı hastalıklı bir sevgidir. Karşısında kutsadığı kişiye “seni sevdiğim için hayatını yaşamana, nefes almana, sosyalleşmene izin vermiyorum” demektir. Böyle bir ilişkinin ömür boyu sürmesi mümkün değildir. (Ömür boyu çok uzun bir zaman dilimidir, evliliklerde bu deyim kullanıldığı için kullandım).
Sağlıklı bir ilişki, beraber yürüyeceğin insanın iyi ve kötü gününün olacağını bildiğin, (senin de olabilir) onu sana ait olan bir şeymiş gibi düşünmediğin, birey kimliğine saygı duyduğun, sahiplenmediğin, sevginin üretici yanını beraber keşfettiğiniz, “koca”-“karı” eş gibi isimler vererek kendi benliğinizi monoton bir hale getirmediğiniz ilişkidir. Yoldaş olarak seçtiğiniz kişiyle yoldaki arkadaşınız gibi davrandığınız kişiyle daha uzun yol yürürsünüz, bunu için evlenmenize ve bu hastalıklı kuruma ihtiyacınız yoktur.
Bu yazılarım elbette aile, sülale, aşiret evlilikleri yapacak kişileri kapsamıyor. Sağlıklı düşünen, birey kimliğini geliştirmiş iki kişiden bahsediyorum. Bu arada iki cinsten bahsetmediğimi bilmenizi isterim. Yoldaş olarak seçtiğiniz kişi hemcinsinizde olabilir ve bu hiç kimseyi ilgilendirmez. Yeter ki kendi ilişkilerinizi kendiniz yürütün 3. şahısların yorumu seni olumsuz etkiliyorsa senin kendinle ilgili bir problemin vardır.
İnsan hayatı mücadele içinde geçer. Kadın ya da erkek ilk mücadelesini kimliğini tanımak (bu kabullenişler değişebilir) ve bunun üzerine karakter geliştirmekle verir. Sonrasında da hayatın her evresinde mücadele etmek zorundasın. Okullarında, sosyal ve çalışma hayatında. Aynı şey ikili ilişkilerinde de geçerlidir. Burada birazda çelişki olmalıdır. Çelişki insana adrenalin ve haz yollarını açıyor, bir anlamda bizim davranışlarımızı kimyamızı organize ediyor.
Aşk kavramına bir de kimyasal olarak bakalım. Bir ilişki başlayacağında vücudunuzda Dopamin salgılanmaya başlar. Uçarı, korkusuz oluruz. Arkasından Adrenalin, mutluluk ve boş vermişlik. Bu kimyaların hepsi sağlıklı ve tedavi edicidir. Vücudun hızlı işlemesi ve yapılan saçmalıklardan bunlar sorumludur. Yapılan çalışmalarda aşkın beynin ortasında ki kan dolaşımını Arter etkilediği ortaya çıkmıştır. Bu bölge bizim Obsesifkompasif duygularımızın da sorumlusudur. Aşkın ilk zamanlarında karşı partnere yoğunlaşmasının nedeni de budur.
Aşk gerçeği değil sadece görmek istediğini gören bir algıdır. Bu yüzden sürekli gerçekle çatışmak gibi bir huyu vardır.
Aşkın 3 basamağı vardır;
1. basamak şehvet testesteron, östrojen’e hâkim olan hormonlar.
2. Basamak cazibe ve bağlılık Depomine , Nerepinephirine ve seretonin sinir hücreleri iş başındadır.
3. Basamak ilgidir, ilgiden sorumlu iki hormon vardır. Oxytocin ve vasopressin bu hormonlar ilişkide bağı kuvvetlendirir ve ilişkinin uzun sürmesini sağlar. Aşkı kimyasal olarak sunduğunda çok alıcısı olacağını sanmıyorum.
Aşkın şiirlerde, romanlarda, öykülerde ki anlatımı da çok güzeldir ancak sevgili olmak kolay sananlar sadece düşünmeden ilişkiyi seçenlerdir. Aynı algı içinde değilseniz, senin algıların gibi düşünmüyorsa yani mutluluk algınız bile benzemiyorsa birbirinize, nasıl mutlu ilişkiler yaşamayı düşünürsünüz. Birde algılarını bile düşünmeden evlenenler var, sonrada mutsuzum stresleri. Evlenmek için evlenenleri sorgulamıyorum bile. Ben merkezli insanların ülkesinde sevgi üretmek ve karşılığını yaratmak kadar zor bir şey yok.