GİRİŞ
Evrende her şeyin belli bir ereği ve nedeni bulunduğu düşünülmektedir. Bu şekilde düşünmemize imkân veren birçok deneyime sahibiz. İnsanlık tarihi boyunca bu deneyimlerin yorumlanmasına özen gösterilmiş ve anlamları araştırılmıştır. Bu anlam arayışının merkezinde iç içe geçmiş halkalar gibi duran bir sistemin keşfedilmesi yatmaktadır. Erek ve neden tam olarak böyle bir sistemin biricik parçaları olarak belirmektedir. Felsefe, bilim, sanat, siyaset ve diğer disiplinlerin gelişiminde erek ve neden her zaman gündemde olmuş ve bu minvalde çalışmalar yürütülmüştür. Çünkü deneyimlerimiz her defasında bizlere, her zaman her şeyin belli bir ereği ve nedeni olduğu sonucunu göstermiştir. Dolayısıyla erek ve neden kavramları evrenin anlaşılması için büyük bir önem arz etmektedir.
Erek eski Yunanca’da varılacak son nokta olarak ya da “enson amaç” anlamındaki telos ile “bilim”, “bilgi”, ”söz” anlamlarına gelen logostan türetilmiş bir sözcüktür.[1]Belli bir çabayı gerekli kılan ereksellik, bu çabayı nedensel ilişkilerle sağlamaktadır. Eski Yunanca’da “neden”, bir sonucu gerekçelendiren “açıklayıcı etmen” anlamına gelen aitia’dan türetilmiş bir sözcüktür.[2]Planlaması yapılan bir bina inşasının bitmesi, ereğine ulaşması anlamına gelmektedir. Ancak amaçlanan noktanın hangi gerekçelerle belirlendiği, erek ve nedenin zorunlu bir ilişkisine dayanmaktadır. Bu zorunlu ilişki, düşünce tarihinde erek ve neden kavramlarının daha fazla üzerinde durulmasına neden olmuştur. Bu bağlamda çalışmalar yapmış düşünürlerin başını Aristoteles ve Kant çekmektedir. Aristoteles, felsefesini nedenlerin bilinmesi üzerine kurmuştur. Ona göre nedensellik, varlık bilgisini gerekli kılmaktadır. Tek değil birçok nedenin olması varlığın türlü hallerine karşılık gelmektedir. Bizzat bu yüzden Aristoteles’e göre neden, farklı bakımlardan birbirlerinden ayrılırlar.[3]Erek ise bu farklılığın içerisinde bulunan bir neden çeşidi olarak belirmektedir. Kant ise felsefesini insan aklının sınırları üzerine inşa etmiş ve nedensellik düşüncesini bu bağlamda temellendirmeye çalışmıştır.
Evren anlayışımız için önemli iki kavram olarak beliren erek ve neden kavramları, anlaşılmaları adına önemli bir ilgiyi hak etmektedirler Dolayısıyla bu çalışmamızda, düşünce tarihinin iki önemli filozofu; Aristoteles ve Kant’ta erek ve neden kavramlarının üzerinde durulacaktır. Çalışmamız iki bölümden oluşacak ve ilk bölümde Aristoteles’te nedensellik ve erek düşüncesi işlenerek konunun anlaşılması sağlanacaktır. Aynı yaklaşımı ikinci bölümde Kant için gösterecek ve Kant’ta erek ve nedensellik düşüncesi açıklanmaya çalışılacaktır.
1-)ARİSTOTELES’TE NEDEN VE EREKSELLİK ANLAYIŞI
Aristoteles, nedeni, bir şeyin özü anlamında yani bir varlığı varlığa getiren şey biçiminde ele almaktadır. Bu yüzden Aristoteles’in neden anlayışı, özü bilme üzerine bir kurguya sahiptir. Öz ise ilk nedene ve ilkeye karşılık gelmektedir. Çünkü Aristoteles’e göre her neden, bir ilkedir. Dolayısıyla bütün ilkelerde ortak olan şey, varlığın veya oluşun veya bilginin kendilerinden çıktığı kaynak olmalıdır.[4]Aristoteles’e göre bu kaynakların en tepesinde Tanrı bulunmaktadır. Tanrı, hiçbir maddilik taşımayan ve bu yüzden harekete, zamana veya mekâna tabi olmayan salt form, salt edimselliktir. Tümüyle edimleşmiş yani tamamlanmış, mükemmel formdur. Bu özelliğiyle o, kendisine yönelmiş bir düşünmeden ibarettir ve diğer tüm şeylerin hareketlerinin nedeni olarak ilk hareket ettiricidir.[5]Bu minvalde Aristoteles’te nedensellik varlık bilgisini gerekli kılmaktadır. Tek değil birçok nedenin olması varlığın türlü hallerine karşılık gelmektedir. Bizzat bu yüzden Aristoteles’e göre neden, farklı bakımlardan birbirlerinden ayrılırlar.[6]
Aristoteles’te nedenin ilk anlamı “bir şeyi, bu şeyin bir parçası olarak meydana getiren içkin madde” olarak belirmektedir. Örneğin tunç, heykelin; gümüş, bardağın nedenidir. Aynı şekilde tunç ve gümüşün cinsleri nedendirler.[7]Burada belirtilen neden türü maddi neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Aristoteles’te maddi neden, bir varlığı varlık yapan şeyin kendisine karşılık gelmektedir. Nedenin ikinci anlamda bulunma hali ise biçimsel veya formel nedendir. Formel neden, form veya model, yani özün tanımı ve cinsleri, tanımın içinde bulunan kısımlar anlamına gelmektedir. Örneğin 2/1 oranı ve genel olarak sayı oktavın formel nedenleridir.[8]Başka bir deyişle tuncun henüz heykel halini almadığı, ancak potansiyel olarak “heykel olma” halini içinde taşıdığı bir duruma karşılık gelmektedir. Nedenin üçüncü anlamda bulunma hali etken olma halidir. Etken neden değişmenin veya sükunetin kendisinden başladığı ilk ilkedir. Örneğin bir karar veren eylem olarak; baba, çocuğunun bir nedenidir. Genel olarak yapan, yapılan şeyin; değiştiren, değişmeye uğrayan şeyin nedenidir.[9] Başka bir deyişle tuncun heykel olma potansiyelinin gerçekleşebilmesi için, tuncu işlemek zorunda olan bir heykeltraşa ihtiyaç vardır. Böylelikle heykeltıraş bir etken neden olarak belirmektedir. Nedenin son anlamda bulunma hali erekselliktir. Erek, yani bir şeyin kendisi için olduğu şeydir. Örneğin sağlık, gezinti yapmanın nedenidir. Çünkü “insan niçin gezinti yapar” sorusuna, “sağlıklı olmak için” cevabını verir ve bunu derken de bu olayın nedenini açıklamış oluruz.[10] Başka bir deyişle etken neden, heykeltıraşın heykeli yapma amacının ne olduğuna karşılık gelen bir durumdur. Etken neden için“ ne için” sorusu sormak yeterlidir. Bu şekilde gerçekleştirilmek istenen amaç görünür olmaktadır. Ayrıca Aristoteles’e göre ereksel neden iyi olandır(çünkü iyi olan, her türlü oluş ve değişmenin ereğidir)[11]
Genel olarak bakıldığında maddi neden ile formel nedenin varlığa, etken ve ereksel nedenlerin ise oluşa yönelik nedenler olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla Aristoteles pratik olarak nedenin bütün anlamlarını varlık ve oluş üzerinden kurmaktadır. Bu durum Aristoteles’in kendinden önceki filozofların görüşlerinden beslendiğini ve hepsini belli bir sistem altında topladığını göstermektedir. Varlık ve oluş ilişkisi nedenlerin olma biçimine etki etmektedir. Bu etkinin en iyi anlaşılacağı neden türünün ereksel neden olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü tüm nesneler kendi içlerinde bir erek ile var olmaktadırlar. Aristoteles nesnelerin taşımış olduğu bu erekselliği doğa gereği ortaya çıkan veya düşüncenin sonucu olarak meydana gelen olaylarda bulmaktadır.[12] Oluşun bu akış içerisinde anlam bulduğunu görebiliriz. Doğa gereği bir nedensellik ilişkisi olmak zorunda olan bu sistemde, ereksel neden nesnelerin doğasına içkin olan ve koşullarına göre gerçekleşme durumlarını görünür kılan bir yapı olarak belirmektedir. Bu bağlamda ereksel neden, varlıkta bulunan içsel bir gücün ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Erek, ilerisi için bir belirlenim taşımaktadır. Bu belirlenim uygun koşullar altında, içsel doğasının ortaya çıkmasına imkân sağlayacaktır. Ancak bunun için sadece içsel bir imkânın olması yetmemektedir. Aynı zamanda dışsal bir gücün etkisi de gerekmektedir. Görüldüğü üzere Aristoteles nedenselliği varlık ve oluş ilişkisinden, içsellik ve dışsallık olacak şekilde bir konuma doğru götürmektedir. Varlık ve oluş için saptamış olduğu içkinlik ve dışsallık öğeleri Aristoteles’in ereksel nedeninin anlaşılması için önemli tespitlerdir.
Aristoteles’in dört nedeninden hiçbiri bir olayı meydana getirmede yeterli değildir, ancak onun genel olarak dört nedenin her birinin bir olayı meydana getirmede zorunlu olduğunu düşündüğünü söyleyebiliriz. O halde onun nedenlerini bir şeyin varlığını açıklamakta zorunlu olan ama kendi başlarına yeterli olmayan koşullar olarak göz önüne almalıyız.[13]Bir olayın gerçekleşmesi için görünür kılınabilen nedenler olsa bile, bu görünürlüğün altında her zaman başka nedenlerin olması muhtemeldir. Koşula ve maddenin yapısına göre bütün bu nedenler olması gerektiği şekilde kendilerini etkin kılmakta ve gerçekleşmektedir. Hangi bağlamda hangi nedenin gerekli olduğuna karar veren mekanizmanın, yine bu nedenler arasında dönen bir ilişki sonucunda orta çıktığını söyleyebiliriz.
Bütün bu düşünsel süreçlerin sonunda Aristoteles’in nedenlerinin, bilimin çalışma şekline ışık tuttuğunu belirtmemiz gerekmektedir. Hatta her bilimin bu nedenlerin birisine karşılık geldiğini söyleyebiliriz. Bütün bilimsel disiplinlerin verilerini bir araya getirmemiz halinde nasıl ki evrenin resmini görmüş olacaksak, bu nedenlerin hepsinin bir araya gelmesiyle de bütün bilimlerin resmini görmüş olacağız. Dolayısıyla dört neden ilkesi bilimsel araştırmanın temellerini bizlere sunması açısından da önem arz etmektedir.
2-)KANT’TA NEDEN VE EREKSELLİK ANLAYIŞI
Kant’ın nedensellik anlayışı büyük oranda Hume’dan etkilenmiştir. Kendisi bu etkilenmeyi “hume’un nedenselliği beni dogmatik uykumdan uyandırdı” şeklinde ifade etmiştir. Kant bu etkilenme durumunu ve kendisinde gelişen düşünsel farklılıkları “Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena” adlı eserinde dile getirmiştir. Kant bu eserinde “acaba metafizik gibi bir şey hiç olanaklı mıdır? Eğer Metafizik bir bilimse, nasıl oluyor da diğer bilimler gibi genel ve sürekli bir tasvip kazanmıyor? Yok, değilse, nasıl oluyor da bilim kisvesi altında, durmadan böbürlenerek insanın anlama yetisini hiç sönmeyen ama hiç de gerçekleşmeyen umutlarla oyalıyor? [14]Gibi sorular üzerinde durmuştur.
Kant için bilimlerin bir gerçeklik taşıması gerekir. Dolayısıyla bilimlerin bu gerçekliğe sahip olup olmadıklarını anlayabilmek için, onlara karşı şüphe duyulmalıdır. Bu bağlamda Kant, insan aklının metafizik sorularla meşgul olmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyerek metafiziğe karşı olan ilginin her zaman söz konusu olacağını belirtmiştir. Dolayısıyla bir bilim olarak metafiziğin incelenmesi gerekmektedir. Kant, Locke ve Leıbnız’in Denemelerinden bu yana, daha doğrusu tarihinin uzandığı kadarıyla Metafiziğin doğuşundan bu yana, bu bilimin kaderini belirlemesi bakımından hiçbir olay, Davıd Hume’un ona karşı yaptığı saldırıdan daha önemli olmadığını düşünmektedir.[15]Kant’a göre Hume her şeyden önce Metafiziğin bir tek ama önemli bir kavramından, yani neden ve etkinin bağlantılılığı kavramından yola çıktı ve bu kavramı kucağında büyüttüğünü ileri süren aklı, kendisine hesap vermeye ve şu soruyu yanıtlamaya çağırdı: Akıl hangi hakla bir şeyin öyle bir yapıda olabileceğini düşünebiliyor ki, bu şey konduğu takdirde bununla başka bir şey de zorunlu olarak konsun: çünkü neden kavramı bunu söylüyor.[16] Bu açıdan Kant’a göre Hume’un “neden” kavramını deneysel bir izlenime tabi tuttuğunu söyleyebiliriz. Böylelikle Hume, aklın a priori olarak ve kavramlardan hareket ederek böyle bir bağlantılılığı düşünebilmesinin tamamen olanaksız olduğunu karşı çıkılamayacak şekilde kanıtladı; çünkü bu bağlantılılık zorunluluk içerir, ama bir şey olduğu için başka bir şeyin de zorunlu olarak olmasınınnasıl gerektiği, dolayısıyla böyle bir bağlantılılık kavramının a priori olarak nasıl getirileceği bilinemez.[17]Bu yüzden Hume, aklın “neden” kavramıyla kendisini tamamen aldattığını düşünmektedir. Hume’a göre deneyimlerimizin ardında nedensellik ilişkisi aramamız, alışkanlıklarımızdan ileri gelen bir durumdur. Güneşin yarın da doğacağı veya musluktan su yerine meyve akacağına dair inançlarımızın temeli, Hume’a göre mantıksal değildir; bize dünyanın yarın da bugünkü gibi olacağını öğreten şartlanmalarımızın sonucudur.
Kant, Hume’un düşüncelerini kendi bilgi kuramı üzerinden eleştirmiştir. Kant’a göre dünyayı anlamak için hem akla hem deneyime ihtiyaç vardır. Bu bağlamda Kant; analitik ve sentetik yargı düşüncelerini ortaya atmıştır. Analitik yargılar, içlerinde yüklemin özne ile bağlantısının özdeşlik yoluyla düşünüldüğü yargılardır; sentetik yargılar ise içlerinde bu bağlantının özdeşlik olmaksızın düşünüldüğü yargılardır. Birincilere açıklayıcı, ikincilere ise genişletici yargılar denebilir.[18]“Su sıvıdır” yargısından bir şey öğrenemeyiz. Çünkü sıvılık zaten suyun tanımı içerisinde bulunmaktadır. Bu örnek analitik yargıya karşılık gelmektedir. “Su kaynar” yargısında yeni bir şey öğrenebiliriz. Çünkü kaynama su kavramı tarafından kapsanabilen bir şey değildir. Bu örnek ise sentetik yargı taşımaktadır. Bu yargı ayrımları aynı zamanda a priori ve a posteriori yargılar olarak ayrılırlar. Analitik yargılar, karakterleri gereği, hep a priori’dirler, onun için a posteriori olan analitik yargılar olamaz. Buna karşılık, sentetik yargılar içinde a posteriori olanları da, a priori olanları da vardır. Birinciler, yargıların normal halidir, en çok rastlanan formudur.[19]Kant’a göre bilgilerimizin bir kısmı ampirik kanıtlardan gelirken bazıları a priori olarak bilinir. Bu gibi yargılara matematik ve fizik de sahip olmak iddiasındadır. Örneğin “her değişmenin bir nedeni vardır” derken, bu önermedeki “değişme” kavramının içinde “neden” kavramı bulunmamaktadır. Burada “değişme” kavramımızın dışına çıkıp onunla bir başka kavram, “neden” kavramı arasında bir bağlantı kuruyoruz.[20] Dolayısıyla “her değişmenin bir nedeni vardır” önermesi, Kant’ın tarif ettiği anlamda deney ve duyumlardan gelmediği için a priori ve sentetiktir.
Kant’a göre bilgilerimizde bir kesinlik elde etmek istiyorsak, bu durum ancak sentetik a prioriyargıların elde edilmesiyle mümkün olabilir. Bu bakımdan Kant fizik, matematik ve geometriyi sentetik a priori yargılar olarak görmektedir.[21]Böylelikle Kant,duyumdan bağımsız bütün bilgi alanını a priori bilgi olarak adlandırmaktadır. Ona göre a priori bilgi güvenilir olduğu kadar, evrensel ve zorunludur. Tam olarak böyle bir bağlamdan hareket ederek, Kant’ın nedensellik anlayışının bir bilgi kuramı üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Anlayışın bir kategorisi olarak nedensellik, görünür dünyada gerçekleşen olayları bizler için anlaşılır kılmaktadır. Dolayısıyla mantığımız sayesinde kurmuş olduğumuz neden ve etki ilişkisi bizlerde a priori bir bilgi olarak belirmektedir. Örneğin “yükseklere çıkıldıkça mevcut hava basıncı azalır” dendiğinde buradaki neden açıkça bilinemez. Bu durumun bilinebilmesi için hava ile yükselti arasında bir bağlantısallık kurulması gerekmektedir. Ancak bu şekilde gerçekleşen durumun bizlerde mevcut olan algımızın mı yoksa deneyimimizin mi olduğunu anlayabiliriz. Kant böyle bir durumun algı yargısı olduğunu belirtmektedir. Ne zaman ki hava basıncının yükselti ile beraber değiştiğini söyleyebilirsek, o zaman algı yargılarından nesnel deneyime geçebilir ve ona ulaşmış oluruz.
Kant, deneyimlerimizin Hume’un zannettiği gibi kendi başına şeyler olmadığını düşünür. Kant’a göre Hume deneysel bir kaynak kabul edemezdi, çünkü böyle bir kaynak, nedensellik kavramının özünü oluşturan bağlantıdaki zorunlulukla doğrudan doğruya çelişir; dolayısıyla bu kavram gözden uzak tutuldu ve yerine, algılar dizisinin gözlenmesindeki algılar geçti.[22] Kant buna karşın deneyde karşımıza çıkan şeylerin, kendi başına şeyler olmadığını, onların fenomenler olduğunu ifade etmektedir. Kant, Hume’la birlikte yalnız kendi başına şeyler(duyular üstü şeyler) konusunda değil, duyu nesneleri konusunda da nedensellik kavramının teorik kullanışta nesnel gerçekliğini yadsımış olunduğunda; bu kavramın bütün anlamını yitireceğini ve torik bakımdan olanaksız bir kavram olarak büsbütün işe yaramaz bir kavrama dönüşeceğini söylemektedir.[23] Böylelikle Kant’ın neden ve erek ilişkisi üzerine Hume gibi düşünmediğini görmüş oluyoruz. Kant, duyular dünyasının nesneleri, gerçekten olduğu şey (yani sırf görünüşler) değil de kendi başına şeyler sayıldıkça, aklın kendisiyle düştüğü bu çatışmadan kurtulmanın büsbütün olanaksız olduğunu düşünmektedir.[24]
SONUÇ
Aristoteles ‘in nedensellik ve erek anlayışı, varlık bilimsel bir seyir içerisinde geliştiğini görmekteyiz. Bu bağlamda varlığın çeşitli hallerine karşılık gelen nedensellik durumu, dört farklı bağlamda zuhur etmektedir. Bunlar; maddi neden, biçimsel(formel) neden, etken neden ve ereksel nedendir. Bu neden çeşitleri, varlığın oluş içerisinde dönüşebilme imkanlarının nerelere bağlı olduğunu bizlere göstermektedir. Tüm nedenler içerisinde ereksel nedenin konumu Aristoteles’ e göre önemli bir konumdur. Çünkü ereksel neden, diğer tüm nedenlerin zorunlu olarak içlerinde taşımış olduğu değişim isteğine karşılık gelmektedir. Nesnelerin doğasına içkin olan ereksel neden, koşullara göre adeta bir su gibi işlev görmektedir. Dolayısıyla erek, ihtiyaçların en kesin olanına doğru bir seyirde yolculuk yapmayı sevmektedir. Aristoteles’in erek ve neden üzerine yapmış olduğu bu tespitler, yaşamın dinamik yapısına ışık tutmaktadır. Her şeyin bir şey olma çabası içerisinde olmasını anlamamıza olanak sağlayan bu görüşler, Günümüzün bilimsel gelişmelerine her zaman kaynaklık etmiş ve yöntem belirleme konusunda kolaylıklar sağlamıştır.
Kant’ta nedensellik anlayışının bilgi kuramı üzerine inşa edildiğini görmekteyiz. Nedenselliğin a priori bir bilgi olarak anlama yetimizde bulunduğunu belirten Kant, dünyayı anlamlandırmamıza olanak veren şeyin bu kategori olduğunu belirtmektedir. Böylelikle neden ve etki kavramlarının mantıksal ilişkisini kurabildiğimizi belirten Kant, fenomenler dünyasına ait bağlantısallığı bu şekilde görebildiğimizi ifade etmektedir. Kant’ın neden ve erek konusunda izlemiş olduğu yolun, insan aklının sınırlarını belirlemede ve genel olarak metafizik alanın inşasında beliren soruların anlaşılması adına önemli bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum aynı zamanda deneyimlerimizin bilime yararlı olduğunun düşünülmesini mümkün kılmaktadır. Ayrıca zihnin, deneyimlerin anlamlarını çıkarabilmesi ve deneyimler arasında bağlantı kurabilmesi adına, kendi içinde a priori bir bilgi olarak neden ve ereği bulundurduğunu düşünen Kant’ın bu tespitleri; bizlere bedenler ve harici dünya arasındaki ayrımın anlamının bir yolunu sunmaktadır.
Aristoteles ve Kant’ın neden ve erek anlayışlarının, bilgi kuramsal ve varlık bilimsel bir seyir içerisinde işlenmiş olması; neden ve erek konusunun yaşam pratiklerimiz açısından kuşatıcı bir etki gösterdiği gerçeğini taşımaktadır. Neden ve erek ilişkisi, insanlık var olduğu sürece önemini korumaya devam edecek ve yeni gelişmelere neden olacaklardır. Evren anlayışımız konusunda bizlere derinlik kazandıran neden ve erek anlayışı, gerçek anlamda yaşamı sürdürülebilir kılmaktadır. Dolayısıyla bu konu üzerinde daha fazla durulması gerektiği açıktır.
[1]Erkan Uzun-Serkan Uzun , Felsefe Sözlüğü(Ankara: Bilim Ve Sanat Yayınları, 2008), s.482-483.
[2] Erkan Uzun-Serkan Uzun , Felsefe Sözlüğü(Ankara: Bilim Ve Sanat Yayınları, 2008), s.1026.
[3] Ahmet Arslan, Metafizik(İstanbul: Divan Kitap, 2019), s.272.
[4] Aristoteles, Metafizik(İstanbul: Divan Kitap, 2019), s.270
[5]https://www.felsefe.gen.tr/hareket-etmeyen-hareket-ettirici-olarak-tanri/
[6] Aristoteles, Metafizik(İstanbul: Divan Kitap, 2019), s.272.
[7] Aristoteles, Metafizik(İstanbul: Divan Kitap, 2019), s.271
[8]Aristoteles, Metafizik(İstanbul: Divan Kitap, 2019), s.271
[9] Aristoteles, Metafizik(İstanbul: Divan Kitap, 2019), s.271
[10] Aristoteles, Metafizik(İstanbul: Divan Kitap, 2019), s.271
[11] Aristoteles, Fizik(İstanbul : Yapı Kredi Yayınları, 1997), s.93
[12] Aristoteles, Metafizik(İstanbul: Divan Kitap, 2019), s.511
[13]W.D.Ross, Aristoteles(İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2011), s.124
[14]Immanuel Kant,Prolegomena(Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2002), s.3
[15]Immanuel Kant,Prolegomena(Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2002), s.5
[16]Immanuel Kant,Prolegomena(Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2002), s.5
[17]Immanuel Kant,Prolegomena(Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2002), s.5-6
[18]Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi(İstanbul: İdea Yayınevi, 2019), s.44
[19]Macit Gökberk, Felsefe Tarihi(İstanbul: Remzi Kitapevi, 1993), s.397
[20]Macit Gökberk, Felsefe Tarihi(İstanbul: Remzi Kitapevi, 1993), s.398
[21]Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi(İstanbul: İdea Yayınevi, 2019), s.46
[22]Immanuel Kant, Praitk Aklın Eleştirisi(Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2019), s.60
[23]Immanuel Kant, Praitk Aklın Eleştirisi(Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2019), s.63
[24]Immanuel Kant,Prolegomena(Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2002), s.101